Hiçbir
Sorun “İslâm”sız Çözülemez
Veysi ERKEN
Mehmet Acet beyin Haber7.com’da
kullandığı “Kürt Sorunu ‘din’siz çözülemez”
ifade benim için ilham kaynağı oldu. Bu ifade beni derin bir düşünceye gark
etti. Acaba “din”siz bir sorun çözülebir
miydi?
Zira insanın var olduğu her yerde ve
her zaman diliminde “sorun”lar
olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bu fıtratın gereğidir. Sorunların doğru
amaçlara göre çözümlenmesi, çözülmesi veya asgariye indirilmesi benimsenmiş,
kabul edilmiş “değer yargıları” ve hayat tarzına dönüştürülmek istenen “temel ilkeler”le mümkün değil miydi?
Bizim temel değer ve yargılarımızın
belirleyicisi ne idi ve ne olmalıdır. Temel ilkelerimiz İslam’dan neş’et
(kaynaklanıyorsa) ediyorsa İslamsız bir çözüm mümkün mü?
Bu soruların ışığında “sorun”ların çözümünün ancak İslam’la
mümkün olacağı sonucuna vardım. Çünkü bizim temel ilkelerimizi cenabı-ı Allah
vaaz etmiş, peygamberimiz tebliğ etmiş ve bizler de hayat tarzına dönüştürme
çabasına girmişizdir.
“Sorun”lara
bu bağlamda baktığımızda İslamsız hiçbir çözüm ve çözümleme olamaz. Genelde
haklar konusunu özelde Kürt/Türk/Çerkez/Abaza/ vs sorununu, eğitim sorununu, hukuk sorununu, sosyal ilişkiler sorununu, ekonomi
sorununu İslamsız çözümleyemezsiniz ve çözemezsiniz.
Bu konuyu birkaç örnekle açıklamak
mümkündür.
Hatırlanacağı üzere Türkiye ve Arjantin’de 2001
yılının aynı döneminde ekonomik kriz yaşandı. Arjantin’deki kriz
Türkiye’dekinden daha az şiddette ve hafif olmasına rağmen ülkenin genelinde “yağma” hadiseleri yaşandı. Türkiye’de ise
hemen hemen “yağma” yaşanmadı. Ekonomistlerimiz
Müslüman bir toplumda yaşamalarına rağmen bunun sırrını çözemediler. Yağma” hadisesinin görülmemesinin
nedenini ekonomi bilimini öğreten dostlarımızla tartıştığımızda işin içinden
çıkamadılar.
Çıkamadılar çünkü öğrendikleri ve
öğrettikleri ekonomik düzenlerde sadaka, zekât, infak ve imece gibi kavramlar
yoktu. Krizi frenleyen bu ilkelerin ekonomik değerini bilmiyorlardı
maalesef. Esasında bu ilkeler İslam’ın
ekonomik hayatla ilgili temel ilkeleri durumundaydı ve kültürel olarak
yaşanmaktaydı.
Sadece bu örnek bile sorunların
İslamsız anlaşılamayacağını ve çözülemeyeceğini göstermeye kâfidir.
İnsan hayatının her safhasında
görülebilen sorunları bu zaviyeden çözümleyecek olursak etnisiteye dayanan sorunun
da İslamsız çözülemeyeceği kolaylıkla anlaşılır. Bilindiği üzere Türkiye’de Selçuklu/Osmanlı
bakiyesi olup muhtelif kavim, şuub, aşiret gibi unsurların halitasıdır. Bu
unsurları “ebru”laştıran bir tek
ortak payda söz konusudur. O da İslam’dır.
İslam’ı görmezlikten geldiğinizde
bırakınız kardeşliği ve ebrulaşmayı sağlamayı tefrikayı arttırmış ve körüklemiş
olursunuz. Geçmişten günümüze kadar ortak payda olan İslam’ın hâkim olduğu
zemin ve zamanlarda farklı unsurlar birbirine öcü gözüyle değil arkadaş, kardeş
ve eş gözüyle bakmış ve bakmaya devam etmiştir. Bu konuyu örneklendirmeye gerek
duymasak bile mevzunun anlaşılması babında sadece şunu söylemek yeterlidir.
Selçuklu/Osmanlı bakiyesi olan Türkiye
coğrafyasını gezdiğimizde toplumun çoğunluğu itibarıyla birbiri ile evli farklı
unsurlardan oluştuğunu görürüz. Annesi
Laz babası Kürt, Amcası Çerkez, halası Türk veya annesi Kayserili babası
Mardinli, Amcası Trabzonlu Teyzesi Muğlalı nice insanla karşılaşırız.
Bu misalden de anlaşılıyor ki, mensubiyet
şuuru İslam’a dayanınca toplumdaki farklı aidiyetler “sorun” olmaktan çıkar.
Aidiyet sorunu gibi eğitim sorunu da İslamsız
çözümlenememektedir. İyi niyetli kabul edeceğimiz günümüzün yönetici ve
bürokratlarının da zihinleri İslamsız şablonlarla düzenlendiğinden çözüm
üretememektedirler.
Dün olduğu gibi bugün de eğitim
sorununa “hiç bilenlerle bilmeyenler bir
olur mu?” temel ilkesi ile yaklaşılmış olunsaydı çözüm kolaylaşırdı. Zira bu
ayet “bilgi edinme, beceri geliştirme ve
değiştirme” hakkının sınırsızlığını vurgular.
Böyle bir yaklaşım benimsenmiş olsa
eğitim sorunu büyük ölçüde çözümlenmiş olurdu. Zira bu ilke öğrenim sürecindeki
her türlü yasağın ortadan kaldırılması sonucunu ortaya çıkarır.
Bu ilke öğrenim sürecinde
benimsenmediği için günümüzün Türkiye’sinde toplum katmanları arasındaki
geçişlilik azalmakta ve “kast”laşma artmaktadır. Dolayısıyla eğitimde
“sorun”lar kartopu misali yuvarlanarak “çığ”a dönüşmektedir.
İslamsız sorunlar çözülemez dedik.
İşte hukuk alanındaki facialar. Mevcut
hukuk sistemimiz adeta suç ve suçlu üretim merkezidir. Hukuk düzenimizde suçlunun
haklarından bahsedilirken mağdur bir kenara itilir adeta. Irza tasallut edene
avukat tahsis edilirken, mağdure'nin hakkını savunacak avukat tahsis edilmez. Bu
çelişki bile çözümün yanlış yerde arandığını göstermeye yeterlidir.
Suçlunun adeta korunduğu bir garabetle
karşı karşıyayız. Hâlbuki hukukun hâkim olduğu düzenlerde mağdur korunur ve
şahsa karşı işlenen suçların affı ancak mağdurun rızası ile mümkün olur.
Üzülerek belirtmeliyiz ki, ülkemizde
şahıslara karşı suç işleyenleri mağdurlar ve mağdur yakınlarına rağmen yönetme
ve yasama gücünü elinde bulunduranlar affeder ve yeni mağduriyetlere yol açar.
Bunu tipik misali Rahşan affı olarak meşhur olanıdır.
Yine sosyal ilişkilerimizi tahlil
ettiğimizde de aynı manzara ile karşılaşırız. İslamsız çözüm arayışlarının
sonucunda komşuluk, arkadaşlık, ebeveyn, çocuk haklarının iflasa doğru
gittiğini toplumda düzensizliğin arttığını görürüz.
Benzer durum kültürel kodlarda karşımıza
çıkar. “Sadaka taşları” ve “bulunan eşya taşları” kültürü yerine taşların bile
yerinden söküldüğü, hırsızlık, haksızlık, başkasının malına el uzatma ve gasp
etmenin meşru görüldüğü bir yapı hâkim olmuştur ülkemizde.
Kısaca bütün olumsuzlukların asıl sebebi
temel ilkelerin hayattan sökülmesi İslamsız çözüm arayışı olarak karşımıza çıkar.
Sonuç olarak denilebilir ki,
Türkiye’deki sorunları çözümleme ve çözme mantığımız behemehâl değişmelidir.
Yönetme ve devlet aklı denilen akıl mantıklı kullanılmalı ve bu akıl toplumun
%99’unun Müslüman kabul edildiği ülkemizde İslam’la barışık kılınmalıdır. Bunun
mutlaka hâkim kılınması gerekir.
Aksi takdirde çözüm bulunamaz.
Bize göre İslamsız çözümün
bulunamayacağının en önemli delili geçmişe kısa bir yolculuktur. Sadece yüz
yıllık geçmişimiz mercek altına alınırsa “İslamsız
çözüm” üretmelerin “sorun”ları
çoğaltmaktan başka işe yaramadığı görülecektir.
Hırsızlık, yolsuzluk, makam ve
mevkilerin kötüye kullanılması, kamu imkânlarının haksızca kullanımı, cehalet,
adam öldürme, mağduriyet ve mazlumiyetlerin tarihi süreç içinde istatistikleri
çıkarılmalı ve yüzleşme gerçekleştirilmelidir ki, sonuç alınabilsin.
Netice olarak üç kıtaya yayılmış bir mekândan
küçüle küçüle Türkiye coğrafyasına sıkışmış insanımızın sorunlarını çözerek gürbüzleşmesi
ve yedi kıtada söz sahibi olmasının bir tek yolu vardır.
Gerçeklerle yüzleşmesi ve sorunları
İslamî ilkelere göre tahlil etmesi ve İslam’la çözmesidir. 07.01.2008
Selam ve Sabırla
*Değerli
dostlar bu yazı 07.01 2008 ve bundan önce yayınlanmış “İslam Asimilasyonu Reddeder” başlıklı yazım 067.11.2007 tarihinde
yayınlanmıştır. Birbiriyle ilgili olan
yazılar birlikte değerlendirilmelidir. İnsanımıza yaşatılan savrukluğa dikkat
çekmek üzere yakın ahbabın talebi doğrultusunda tekrar yayınlanmaktadır. Sözü
olan herkesin tenkidine ve istifadesine açıktır. Vesselam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?