Dünyevîleştirilmiş Dünya
Veysi ERKEN
“Seküler bir dünyada dindar olma hakkı var
mıdır?”
sorusu Prof. Dr.Ümit Meriç hanımefendiye aittir.
Seküler kavramı “dünyevî”liği ifade etmektedir. Tabi ki, bu dünyada yaşıyoruz ve bu
dünyada olmamızdan dolayı buranın gerekliliğini yerine getirmemizin zorunluluğu
vardır. Asıl sorun “dünyevî” gereklilikleri
yerine getirmede değil “dünyevî”liği
ilah edinenlerin dayatmalarıdır.
Dünyevîliği ilah
edinenlerin zorbalıkları ve dayatmaları hayatın bütün alanlarında karşımıza
çıkabilir. Bir patronun personelini kendi biçtiği tarzda yaşamaya zorlamasından
tutun yönetme gücünü herhangi bir yolla ele geçirmiş olanlara kadar uzanır.
Bilinen en kötü dayatmacılar yönetme gücünü
elinde bulunduranlardır. Bunlar, yönetmekte oldukları ülkenin veya grubun
insanına hayatın tamamını zehir etmekte mahirdirler. Yönetme gücü sebebiyle
ilahlık taslayanların ortak özelliği halkına veya grubuna yabancı oluşlarıdır
veya yabancılaşmış olmalarıdır. Yönetilenlerin değerlerini yok etme çabası
onlar için vazgeçilmezdir.
Üzülerek
belirtmeliyiz ki, sekülerleşmede 28 Şubat sonrasında dinî kabul edilen cemaat
ve tarikatların rolü artmıştır.
Bir
başka deyişle hâkimiyet gücünü eline geçirmiş toplumdan kopuk bir zümre dünyevî
zevk u safa ile nimetleri ilah edinmekte ve bütün hayatın buna göre
kurgulanmasını istemektedir. Toplumun büyük çoğunluğu hayatını ve beşerî
ilişkilerini oligarşik zümrenin dayatmalarına göre şekillendirmek istememeleri nefsini
ilahlaştıranlar açısından sorun olmaktadır.
Meseleyi bu bağlamda tahlil ettiğimizde
sorunun “sekülerlerin (adı, sıfatı,
mensubiyeti, aidiyeti, konumu vs ne olursa olsun) hâkim olduğu bir ülkede
dindar olma hakkı var mıdır?”
biçiminde sorulması ve cevaplandırılması gerekir.
Soruyu
dinî/ İslâmî ilkeler bağlamında düşündüğümüzde fazla bir problemin olmadığı
gerçeği ile karşılaşırız. Çünkü dinî/İslâmî ilkelerden birisi “sizin dininiz sizin, benim dinim benimdir”
biçimindedir. Dolayısıyla, dindar
dinsize din biçme ve dayatmada bulunma hakkını kendinde görmez. Dindar
ancak inancının gereği olan “tebliğ”
vazifesini yerine getirir. Bir başka deyişle dindar dinsize ancak inandığı ve
gereğini yerine getirme çabasına girdiği ilkeleri öğretmeye çalışır. Bu mantık
bütün fikir ve düşünce sahipleri için geçerlidir. Zira her düşüncenin mensubu
kendi düşüncesinin başkaları tarafından paylaşılmasını arzu eder, etmelidir.
İnanan
insanlara göre dindarın dinsizi “hidayet”e
erdirme gibi bir fonksiyonu yoktur. İnanan dinsizin hidayeti için ancak vasıta
olabilir. Bu ise ancak tebliğle mümkün olur.
Asıl
sorun yönetme gücünü eline geçirmiş ve ele geçirdikleri yerlerin imkânlarını
kullanan sekülerlerin ve dini görünümlülerin dindara din biçmesinden
kaynaklanmaktadır. Sekülerler ve makyevelistler hayat tarzlarını zorla ve
zorbalıkla başkalarına dayatma, dolayısıyla yaşatma çabasındadır. Bir başka
deyişle sekülerler için, kendilerinin dışında kalanlara “don biçer gibi din biçme” bir ilkedir.
Sekülerler için “don biçer gibi din biçme” ilkesi bireyin hayat alanının tamamı
için geçerlidir. İmkân bulurlarsa rüyaları bile biçimlendirmekten geri
durmazlar.
Hayatın
tamamını biçimlendirmenin yolu herkese daima açık olması gereken alanları “kamusal alan” yutturmacası ile
kendileri gibi yaşamak istemeyenlere kapatmaktan geçer. Adi ve suflî
hayatlarını “âli menfaat” kâğıdıyla
sarmalayarak kendilerine benzemek istemeyenlere “had”leri bildirilir.
Dağdakinin
bağdakini kovma isteği gibi tecelli eder seküler yamyamların davranışları.
Kendi toplumundan kopuk insan olma vasfını kaybederek sekülerleşmişlerin tarih
boyunca yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri budur.
Hülasa-i
kelam seküler bir dünyada dindarın yaşamaya hakkı vardır. Ancak bu hakkın
kullanılabilmesi sekülerleşmiş ve insanî özelliğini kaybetmiş sözde insan
gerçekle insan olmayan yönetme gücü gaspçılarının izole edilmesinden geçer.
Selam
ve Sabırla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?