Hayat Pahalılığı, Maaşlar, PCR Testi zorunluluğu ve Aşılar duyguları yaraladı
Veysi Erken
Yönetimlerin yıkılmalarının muhtelif sebeplerinden bahsedilir. Hem teorik hem de pratik olarak yönetimle iştigal ettiğimden bu sahada elbette daha fazla tefekkür ediyorum.
Gördüğüm kadarıyla türü ne olurla olsun yönetimleri yıkan yöneticilere duyulan inanç, güven ve heyecanın azalması ve yok olmasıdır. Kısaca hislerin yaralanması veya tamamen ölmesidir.
Son dönemde mevcut yönetimle olan duygusal iletişimde yaralanma olduğu aşikârdır. Tedbir alınmazsa seçim zamanına kadar bu duygular tamamen kangrenleşebilir veya ölebilir.
Yönetime olan inanç, güven ve heyecanın zafiyete uğramasının pek çok sebebinden bahsedilebilir. Muhaliflerin faaliyetleri ve vaatleri bunlardan biridir.
Meseleye Türkiye açısından baktığımızda Türkiye’de muhalefet yok, Türkiye’ye muhalefet var ve bunun asıl yaptıkları iş ve işlemler yönetimin yanlış faaliyetlere yöneltilmesi, yönetimi oluşturan bürokrat ve teknokratlara yanlış kararlar aldırması ve bunu iktidara onaylattırması vatandaşın gelirinin giderlerini karşılayamamasını sürekli gündemde tutması vs.
Türkiye’ye muhalefetinin bunları yapması normaldir. Şahsen ben yadırgamıyorum.
Yadırgadığım yönetimin ısrarla yaptığı yanlışlıklardır. Adeta duyguları bilerek yaralıyor ve yok ediyor diyecek noktaya geliyor insan.
Sayın Başkan ve Sayın Devlet Bahçeli.
Tedbir alınız.
Yönetime duyulan inanç, güven ve heyecanı tamir ediniz.
PCR testi zorunluluğu gibi saçma sapan bir uygulama ile hayatı insanlara zehir etmeyin.
Ya aşı meselesi. İş çığırından çıkmış şimdi “hatırlatma” aşısından bahsediliyor. Yakın zamanda saat başı aşıdan bahsedilse şaşırmayacağım.
Artık vazgeçilmelidir. İsteyenler istediği kadar aşı olabilmeli. Olmak istemeyenler olmadan hayatlarını sürdürebilmeli.
Bilindiği üzere ülkemiz bir Oktar Babuna hadisesi yaşadı.
Türkiye’den toplanan kan örnekleri ülke dışına kaçırıldı.
O zaman ki saplık bakanı merhum Osman Durmuş feryat etti. Domuz gribi aşısı ile tepkisini ortaya koydu.
Geliniz bu zorlamaya son veriniz.
Grip hadisesi yeni değildir. Yıllardır isteye aşı oluyordu. İsteyen olmuyordu.
Mevcut uygulama ile sağlık sistemi bozuldu.
Sadece sağlık sistemi değil, insanımızın haleti ruhiyesi de, dengesi de bozuldu.
Bozulmanın sebepleri arasında gelir dengesizliği ve hayat pahalılığı da vardır ve önemli yer tutuyor.
Son ücret görüşmeleri ve sonuçları tamamen bir fecaattir. Yüzdelik adı altında yapılan artışlar hep tepedekilerin işine yaramış, alttakilerini ezmiştir.
Sayın Başkan ve Sayın Devlet Bahçeli,
Siyaset tarihini okuyan herkes bilir ki, bir kişiye birden fazla görev ve ücret vermek yönetimin felç olmasını beraberinde getirir ve toplumsal huzursuzluğu arttırır.
Türkiye bu haldedir.
Artık yapılan yollar, hastaneler, teknolojideki gelişmeler, İHALAR; SİHALAR, yurt dışındaki başarılar vatandaşa heyecan vermiyor.
Açılan derslikler, inşa edilen okullar, köprüler duyguları harekete geçirmiyor.
Bu böyle devam ederse Türkiye’nin muhalifleri amaçlarına ulaşır ve Türkiye kaybeder diye düşünüyorum.
Artık tedbir alma zamanı gelmiştir demiyorum. Zaman çok gecikmiştir.
Yönetim yönetilenle duygusal bağını kurmak mecburiyetindedir.
Vatandaş yönetime inanmalı, güvenmeli ve faaliyetleri onu heyecanlandırmalıdır.
Türkiye’nin sevdalısı olan herkesin talebi budur.
Türkiye’de Türkiye’ye muhalif olan Bizans sever biden’in dostları kazanmamalıdır.
Geliniz gönülleri inşa ediniz. İnsanımızın inancı, güveni ve heyecanı yerini bulsun ve Türkiye yoluna devam ederek ittifak bildirisinde belirttiğiniz İlayı Kelimetullah doğrultusunda Nizamı âlemi kursun.
Unutulmamalıdır ki, yaralı duygularla bir yere varılmaz ancak felaket olur.
Bir zamanlar insanımızın duyguları yalanmış ve sebep olanlar yerle yeksan olmuştu. Bunu özellikle Sayın Devlet Bahçeli iyi bilir. Gençler bilmez. Zira gençler bir tek yönetim görmüştür. Bu günün genci 2000 hadi diyelim 1995 doğumludur ve eski iktidar dönemlerini ve Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları bilmez, hatta idrak etmesinde zorlanır. O dönemi hatırlatma babında o dönemde yazdığım yazıyla bitireyim.
“Duygular yaralanır mı? Belki abes kaçan bir soru. Ama bana göre hiç de abes bir soru değil. Zira hem “birey” olarak, hem de “topluluk” olarak insanların duyguları yaralanır. Hatta yara bir daha kapanmamak üzere duygular yaralanır.
Ben bu duygu yaralanmasını “ülkücü camia”da müşahede ettim. Her ne kadar ülkücülüğü ülkü-cılık biçiminde algılayan “erkekler(!)”le düşünce kalıplarımız farklı ise de, ülkücü camianın bir ferdi olmaktan şeref duyan biriyim. Ve benim de duygularım yaralı.
Evet, ben ülkücü olduğum için “ülkücü camia”nın duygularının ne kadar yaralı olduğunu çok iyi fark edebiliyorum.
Duygular o kadar yaralı ki, düne kadar canlarını feda etmekten çekinmeyen ülkücü camia “erkekler(!)in icraatları yüzünden terk-i diyar etme noktasına gelmiş.
“Sor hele... Satıldık mı göz göre göre
Bu hal ne diye... diyet ödemekse”
İfadesi duygu yaralanmasını izah etmeye yeterli olsa gerek. Yine de “Biz topluma bangır bangır ülkücü ahlaktan, haktan hukuktan, adaletten bahsetmeye topluma mütevazılıği, sıkıntıları beraberce göğüslemeyi anlatmaya çalışıyoruz. Aramızda kışı kömürsüz odunsuz geçiren cebinde bebeğine süt alacak parası bile olmayan ülkücüler var... Halkın yarısı aç yaşıyor. Allah’ınızı severseniz bizi çıldırtmayın, yetimlerin, aç halkın, memurun, yoksullaşan köylünün cebinden alınan paralarla oluşturulan bütçeden gelecek milyonlara sizin ihtiyacınız mı vardı?” ifadesini ekleyelim ki durum daha fazla vuzuha kavuşsun
Tam teslimiyetin neticesi olan kötü icraatın izahı yoktur. Kötü icraatın sonucunda “duygu yaralanması” yaşayanların halet-i ruhiyesini en güzel şekilde izah eden durumlardan birisi de “erkekler(!)” partisinden aday olup da seçilemeyen bir ülkücünün anlatımında fark ettim.
Vekil olamayan zat-ı muhterem gerçekten de ülkücü camianın nadide bireylerinden birisidir. Çeyrek yüzyıldır tanışıklığımız ve hukukumuz vardır.
Vekil seçilemediği için olup biteni anlamakta zorluk çeken büyüğümüz “erkekler(!)” partisinin icraatları(!) karşısında gerçekten abandone olmuş durumda.
Manzara-i umumiyetin ortaya koyduğu dehşet yüzünden “erkekler(!)” partisi için bu kadar yanıldık mı diye sözüne başladı. Belki vekil seçilseydi kendisi de mevcut sui icraatın payandası olacaktı. Kim bilir...
Evet.
Bu kadar yanıldık mı?
Ben ve benim gibi düşünenler yanılmadı. Zira Erkekler(!)le bakış tarzlarımız çoktan ayrışmıştı. Yanılanlar son seçime kadar ülkücülüğü “erkekler(!)” partisinin tekelinde zannedenlerdi.
Yanıldık mı sualini bana yönelten zat-ı muhterem kendi sorusunu verdiği şu misalle başlayarak kendisi cevapladı.
“Hz. Peygamberi(s.a.v.) ebedi düşman olarak gören Ebu Süfyan’ın karısı Mekke’nin fethi esnasında tellalların herkesin can ve mal emniyeti vardır duyurusu için kocasına yahu biz “Muhammed” için bu kadar çok yanıldık mı? O bizim canımıza ve malımıza kast etmeyecek mi?” ifadesiyle cevabına başladı ve “biz de Ebu Süfyan’ın karısı gibi yanıldık” dedi.
Evet, “erkekler(!)” partisi “derin” ilişkiler yüzünden kendisini umut olarak görenlerin tamamını yanılttı. Hem de onu umut olarak gören ülkücülerin duygularını yaralayarak yanılttı.
Erkekler(!) partisi Ebu Müslim Horasanî’nin“Onlar zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için, dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı ama uzaklaştırılan dost, düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu. Allah bütün Müslümanları bu sonuçtan muhafaza etsin.” Özdeyişinde belirttiği hususları yaptıkları için ülkücülerin duygularını yaraladı.
Bu yara kolay kolay da kapanmayacak.
Duyguların yarası belki asırları alacak ama “erkekler” partisini hala cılız bir sesle de olsa savunmaya çalışan ülkücülere diyebileceğimiz bir tek şey vardır.
O da “heva ve hevesini ilah edinenleri terk ediniz” den ibarettir.
Belki duygu yaralanmasının acısı o zaman azalır. 04.11.2000”
Selam ve Sabırla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?