BİLGİ
ve BECERİ EDİNME (ÖĞRENİM ve ÖĞRETİM) ÖZGÜRLÜĞÜ*
Dr.
Veysi ERKEN
"ileri"
veya "ilerici" olmanın eğer gerçekten bir anlamı varsa, o anlam
kesinlikle devleti esirgemek ve
yüceltmekte değildir. Tam tersine, hayatımıza ve
ilişkilerimize kendi irademiz dışındaki üstün bir otoritenin müdahale
etmemesi ve
kendi işimizi kendimiz görmemizdir
"ileri" olan. Eğitim-öğretim meselesinde de öyle.
Çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimiz devletin değil, bizim kendi
meselemizdir.
Yaklaşık
iki yüzyıldır "devlet okulları" sistemine şartlandığımız için, bu
bize şaşırtıcı
geliyor, ama işin doğrusu bu. Ve tabi devletin çocuklarımızın eğitimine
el atmasının
arkasında
hiç de hayırhah niyetlerin bulunmadığını bilmeliyiz. Onun için, devletin
eğitim-öğretim alanını büsbütün tekeline almış olduğu Türkiye’de
yurttaşlar olarak
izlememiz gereken özgürlükçü strateji,
bu alanın mümkün olduğunca daha fazla
kısmını devletten koparmaya, geri almaya çalışmaktır. Buna din
eğitiminden
başlıyorsak, varsın öyle olsun. Yeter ki bunu bir kerecik olsun
başarabilelim. Türkiye,
medeni
toplum hayatının doğal bir tezahürünü, özel eğitimi cezalandırma ilkelliğinden
vazgeçmek
zorundadır.
Mustafa ERDOĞAN,
Tutarlı Özgürlükçülük, Tercüman, 30.05.2005
GİRİŞ
Bilindiği üzere insanlık tarihi, muhtelif
cepheleriyle araştırılır ve değerlendirilir. İlk insanın çocuklarından beri bir
yönüyle tarih; “özgürlük” mücadelelerinden
ibarettir. Çünkü yönetme gücünü eline geçirmiş bulunanların ekseriyeti “özgürlük alanını tahdit” etmeye
yönelik kural ihdas ederler.
Kural ihdasında ileri sürülen gerekçeler genel
olarak toplumun topyekûn menfaati biçiminde olur. Kural ihdası bireye ve
topluma rağmen olunca “özgürlük Alanı”nda daralmaya yol açar. Dolayısıyla kural
ihdası “insan”ın fıtratına aykırı ise birey-yönetim arasında “özgürlük”
mücadelesi başlar.
Dolayısıyla
dünyanın neresinde olunursa olunsun insanlar, hem “birey” hem de “grup” olarak
inandıkları değerler ve ilkeleri hayatlarının mihenk taşı yapmak, onlarla
eğitilmek, yeni bilgi ve becerileri kazanmak ve bu doğrultuda yaşamak için
fedakârlıklara katlanmışlar ve mücadele etmişlerdir.
Bireylerin
bu fedakârlık ve mücadelesi özgürlüğü gerektiren her alanda gerçekleşir.
Özellikle hayatı kolaylaştıran bilgi edinme, beceri kazanma, kişiliğini
geliştirme hak ve özgürlükleri konusunda mücadele daha fazla yaşanmıştır ve
yaşanmaya devam etmektedir.
Unutulmamalıdır ki, insanın kendini bilgi ve
beceriyle donatarak geliştirme isteği, “şahsiyet hakları”nın manevi
boyutlarından birisi olan “özgürlük” alanı ile ilgilidir.
Temel anlayışımıza göre özgürlük bireyin,
kendine ve başkalarına zarar vermemek kaydıyla dilediği gibi tavır ve davranış
sergileyebilmesidir.
Bahsi
geçen konularda karşılaşılan sorunlara “özgürlük”
penceresinden bakılacak olursa, organizasyonların işleticisi durumunda olan
yönetim birimleri, hakların kullanılabileceği ortamın sağlanmasından ve
genişletilmesinden birinci derecede sorumludur. Çünkü bir toplumda fertler her
zaman kendi istekleriyle organizasyonlarda yer almazlar. Bireyler doğmadan
organizasyonlar mevcut olabilir dolayısıyla organizasyonlarda yer alma bazen
fertlerin istekleri dışında gerçekleşir.
Genel olarak ferdin isteği dışında yer aldığı
örgütlerin başında “Devlet” denilen teşkilat gelir.
Dolayısıyla istek ve arzuya bağlı olmayan
organizasyonların tamamının mensuplarına “adil” davranmaları insan hakları
açısından temel bir zorunluluktur. Bahsi geçen sebepten dolayı bilhassa
“devlet” denilen organizasyonun işleticileri olan kişi ve kurumlar, devleti
oluşturan bireylerin tamamının kendilerini gerçekleştirmesine, yani iş
bulmaları, kurmaları ve hayatlarını devam ettirmeleri için elzem olan bilgi ve
beceri edinme ile bilgi ve becerilerini refahlarını sağlama yönünde
kullanabilme ortamını sağlaması icap eder.
Bu durum fertlerin “hak”larını
mahremiyeti gerektirmeyen “özgür alan”larda kullanabilmelerine bağlıdır.
Aslında bireylerin kendilerini gerçekleştirme isteğinin “sorun” haline
dönüştürüldüğü alanlar ya devlet organizasyonunun tamamı ile ya da devletin
oluşturduğu kurumlarla ilgilidir. Maalesef, iş bulma ve kurma ile ilgili bilgi
edinme hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması, sınırlandırılması veya engellenmesi
devlet adına hareket ettiğini belirten kişi, kurum ve yapılarca
gerçekleştirilmektedir.
Bundan
dolayı genel olarak hak arayışı ile ilgili mücadele “yönetme gücü”nü elinde bulunduran “yapı” ile
“birey” veya “gruplar” arasında meydana gelmektedir.
Genelde
gücü elinde bulunduran ve “devlet” olarak adlandırılan kişi ve kurumlardan
oluşan yapı, “ülke” denilen topraklar üzerinde yaşayan herkesi biçimlendirme
hakkını kendinde görür. Özellikle yönetim gücünü elinde bulunduranlar oligarşik
özellikte ise bu biçimlendirme hakkı daha şiddetli bir şekilde ortaya çıkar.
Birey –devlet ilişkilerinde insanı
biçimlendirme isteği her konuda özellikle de bilgi edinme ve beceri geliştirme
alanı olan “biçimsel eğitim süreci”nde daha fazla gündeme gelir. Hatta bu alan
daha fazla gündemde tutulur ve âli menfaatler ileri sürülür. Özellikle
iktidarlarının ebedi olmasını isteyen oligarşik yapılar “eğitim süreci” ile
ilgili kısıtlamaları arttıracak kurallar koymakla meşguller. Gerçekte bu alanda
ihdas edilen her kural özgürlüğü biraz daha ortadan kaldırmaktadır.
Üzülerek belirtmeliyiz ki, egemen güçlerin
koyduğu kurallarla bireyin bilgi edinme ve beceri geliştirme özgürlüğünün
kullanım alanını daralttığı halde zaman zaman insan hakları savunucuları bile -belki farkında olmadan- onları bir
başka deyişle kural koymayı savunur durumda olabilmektedir.
Bilinmelidir ki, insanî olmayan yönetimlerde
“yönetme gücü”nü eline geçirmiş olanlar, sahip oldukları gücü kaybetme
korkusuyla fertlerin hak ve hürriyetlerini kısıtlamaktadır. Bu yönetimler
dilediği alanda bilgi ve becerilerle donanmış bilgili ve becerikli ve tok
insanı yönetemeyecekleri korkusuyla fertlerin, dolayısıyla toplumun haklarını
kısıtlamayı, kendi zihniyetlerinin geleceğini garanti altına almak açısından
bir hak olarak görmektedir.
Bütün
şartlandırmalara rağmen, insanî yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde
yöneticilerde “halka rağmen” hüküm koyma cüreti olmadığından eğitim hak ve
hürriyetlerinin ihlali daha azdır. Hak ihlalleri görülse bile, hukukun
üstünlüğü ve toplumun denetimi sebebiyle kısa zamanda izale edilir ve
sorumlular hakkında gereken hukukî işlemler yapılır.
İnsanî yönetimlerin olduğu ülkelerde
yöneticiler insanlarını “cehalet”e ve “açlığa”sürüklemekle değil aksine
fertlerin, toplumun huzur ve sükûn içinde kalkınmasına katkı sağlayacak
bilgileri hür ortamda kazanma hakkının önündeki bütün engelleri kaldırmakla
övünür.
Birey-devlet ilişkilerine insan hakları
açısından bakıldığında, bireyin niteliklerini, hayatiyetini ve mutluluğunu
devam ettirebilecek şekilde bilgi ve becerisini değiştirebilme, yani eğitilme
hakkı ve talebi insanîdir, vazgeçilmez ve sınırsız olmalıdır.
Yine İnsan hakları bağlamında özgürlük
taleplerinin hareket noktası, gölgelerin reddidir. Çünkü özgürlük; serbest
davranabilmeyi, bir kayıt altında olmamayı ifade eder. Eğer fertlerin hareket
alanı kayıt altına alınırsa; yani hürriyetleri kısıtlanırsa “hakkın”
kullanılması mümkün olamaz.
Birey- devlet ilişkisine haklar ve özgürlükler
boyutuyla bakıldığında hangi organizasyon tarafından yapılırsa yapılsın
“tepeden inme” biçiminde gerçekleştirilen ve bireyin özgürlüğünü kısıtlayan her
türlü düzenleme reddedilmelidir, çünkü tepeden inme düzenlemelerin bireyin
bilgi edinme, beceri geliştirme ve değiştirebilme haklarının kısıtlanması veya
yok edilmesi anlamına geldiğini herkes bilir. Dolayısıyla, özellikle insan
hakları savunucuları bilgi edinme hakkının sınırlandırılmasını beraberinde
getiren her ilke, kural ve uygulamanın karşısında durur.
Kısaca hak ve özgürlükler bağlamında hiçbir
kurum ve kuruluş “biçimsel eğitim süreci”
alanında bireyin bilgi edinmesini ve beceri geliştirmesini kısıtlayıcı
kural ve ilkeyi koyamaz ve sınırlayamaz.
Sonuç
olarak şunu söyleyebiliriz. İnsan, ancak hürriyet içinde eğitilme ve eğitme
hakkını -ne ad altında olursa olsun,
hiçbir engelle karşılaşmadan- kullanabildiği ortamlarda fikrini, zihnini ve
becerisini geliştirir ve onları yaşayarak kendisinin ve içinde bulunduğu
toplumun gelişmesine katkı sağlayabilir.
TEMEL KAVRAMLAR
Öğrenim
Bir meslek, sanat veya iş için lüzumlu bilgi,
tecrübe ve alışkanlık kazanmak maksadı ile yapılan çalışma, tahsil. Öğrenim
belgesi. Bir kimsenin tahsil durumunu gösteren belge. Temel Türkçe Sözlük C.3,
İstanbul 1985.
Öğrenim
Özgürlüğü
Öğrenim
özgürlüğü, kişinin yapmak istediği bir meslek, sanat veya iş konusunda kazanmak
istediği bilgi, tecrübe ve alışkanlık (tahsil) konusunda insan yapısı ve insanî
müdahale ile değiştirilebilir herhangi bir tahdit veya kısıtlama altında
olmaması durumudur.
ÖZGÜR
ÖĞRENİM SÜRECİ
Temel kavramlardan ve kanunla belirlenmiş “Biçimsel Eğitim” sürecinin izahından
anlaşılacağı üzere bireylerin bilgi edinme ve beceri geliştirme ile ilgili “özgürlük” arayışları bu alandadır. Zira ülkemizde
biçimsel eğitim sürecinin tanzimi tamamen “tekelci” bir mantıkla
gerçekleştirilmektedir.
Esasında eğitim ve öğrenim özgürlüğünün
kullanılmasında Yaşar’ın tespitiyle üç unsur yer alır. “Kurumsal çoğulculuk,
resmi eğitimin çoğulculuğu ve öğrenci- öğretenin özgürlüğü. Kurumsal
çoğulculuk, değişik eğitim kurumlarının var olması ve bunlar arasında seçme
özgürlüğünün bulunmasını, resmi eğitimin çoğulculuğu ise, ana ve babanın
çocuklarının kendi dini ya da felsefi inançlarına göre yetiştirme hakkının
varlığı anlamına gelmektedir. Öğrenci özgürlüğü birer aktif eleman olarak
öğrencilerin kurum içinde yüklendikleri fonksiyonu, öğretmen özgürlüğü ise hem
birer görevli, hem de birer eğitmen-birey olarak, öğretmenlerin öğretme
özgürlüklerini içermektedir. Yaşar, s.191.”
Yönetme
gücünü elinde bulunduranlar ve onların oluşturduğu kurumlar bahsi geçen üç
unsuru da ihmal etmektedir. Ülkemizde biçimsel eğitim süreci alanında kurumsal
çoğulculuktan bahsedilememektedir. Çünkü kurumsal çoğulculuk “değişik eğitim
kurumlarının var olması ve bunlar arasında ebeveyne tanınmış bir seçme
özgürlüğünün bulunmasıdır. Yaşar, s.193” Biçimsel eğitim süreci alanında farklı
öğrenim şebeke ve ağlarının olmayışı ebeveynin seçme özgürlüğünü ortadan
kaldırmaktadır.
Farklı
öğrenim şebekeleri olmadığı gibi eğitim kurumlarında (hepsi resmi özel
aldatmacası var) çocuğun kendi ebeveynlerinin dini inanç ve felsefi görüşlerine
göre yetiştirilmesi de söz konusu değildir. Eğitimin tepesine çöreklenen
oligarşik yapı adeta din (ne idüğü belirsiz) dayatmakta ve din özgürlüğünü
ortadan kaldırmaktadır.
Ülkemizde öğrenci ve öğretmen aktif öğe değil
pasif unsurlardır. Neyin öğrenileceğini ve neyin öğretileceğini kendileri
bilmezler. Eğitim sürecinde neyin nasıl öğrenileceği ve öğretileceğine, daha
geniş bir ifade ile nasıl davranacaklarına ve giyineceklerine “başkaları” karar
verir. Öğretmen ve öğrenci eğitim sürecinde “özne” değil, “nesne”dir.
Yukarıdaki izahattan anlaşılacağı üzere
biçimsel eğitim sürecini işleten yapı “birey”i ve “aile”yi tamamen göz ardı
etmektedir. Bunun temel nedeni kurum ve kuruluşlara atfedilen kutsallıktır
(açıktan ifade edilmese bile). Birey ve ailenin istek, arzu ve ihtiyaçları
değil, kurum ve kuruluşları yönetenlerin istek, arzu ve ihtiyaçları esas
alınır.
Bahsi geçen mantık dolayısıyla eğitim
sürecinin tanziminde birey ve birinci derecede ondan sorumlu olması gereken
aile tamamen ihmal edilmektedir.
Dolayısıyla
bilgi edinme ve beceri geliştirme talebi ile ilgili “özgürlük engeli” sürecin
tamamında bulunmaktadır. Zira özgürlük engeli;“İnsan iradesiyle
değiştirilebilir olan ve haklı bir nedene dayanmayan (keyfi) tahditlerdir. (Erdoğan,
s.77.) Keyfi tahditler biçimsel eğitim sürecinin tamamında söz konusudur.
Okulların kuruluşu, öğretmenin istihdamı, program içerikleri, öğrenci kabulü ve
seçimi, kurumların denetimi ve sertifikalandırma (Diplomalar)gibi hususlar
tamamen keyfi tahditlere tabi tutulmaktadır.
Keyfi tahditler dolayısıyla adeta “toplumsuz
okul” anlayışı egemen kılınmış durumdadır. Keyfi tahditler Illıch’ın ifadesiyle
“çocuklar okula aittir; çocuklar okulda öğrenir; çocuklar için öğretim sadece
okullarda gerçekleştirilebilir. Okulsuz Toplum, s.42” önermesine dayandırılır.
Tekelci
yaklaşımın egemen olduğu yerlerde bireyin ne öğrenmesi gerektiği ve ailenin ne
istediği üzerinde durulmaz. Önemli olan yönetenlerin ne istediğidir. Konuya bu
bağlamda bakıldığına “öğrenim hakkı” ortadan kaldırılmış olur. Çünkü
öğrenim; “Bir meslek, sanat veya iş için
lüzumlu bilgi, tecrübe ve alışkanlık kazanmak maksadı ile yapılan çalışma,
tahsil.” Biçiminde tanımlanmaktadır. Tanıma göre birey kendisi ve yapmak
istediği iş, meslek veya sanatla ilgili bilgi, tecrübe ve alışkanlık kazanmak
ister. Bu onun hakkıdır.
Yönetme gücünü elinde bulunduran kişi, kurum
ve kuruluşlar hakkın kullanımını sağlayıcı imkânları sunmakla mükelleftir. Bu
hukuk devleti olmanın gereğidir. Dolayısıyla bireyin tercihlerinin
sınırlandırılması veya göz ardı edilmesi öğrenim hakkının ortadan kaldırılması
anlamına gelir ki, bu da hukuk devleti vasfıyla bağdaşmaz.
Üzülerek
belirtmeliyiz ki, ülkemizdeki “biçimsel
eğitim” süreci ile ilgili alanda öğrenim hakkının kullanılması durumu hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Devlet
adına yönetme gücünü elinde bulunduranlar bireye sunacakları imkânları
arttıracağına imkân ve alanları daraltmakla meşguldürler. Mantık bu olunca
çocuğa;
Nerede
okul kurulacağı
Neyin
öğretileceği,
Ne
kadar öğretileceği,
Nerede öğretileceği,
Kimlere öğretileceği
Kimlerin öğreteceği
Kademeler arasında geçiler
Diploma
ve sertifikalandırmalar vs. yönetme gücünü elinde bulunduranlar tarafından
belirlenir.
Bu
anlayış “öğrenme ve öğretme Hakkı”nın daraltılması ve “öğrenim ve öğretim Özgürlüğü”nün
gaspıdır.
Bu
mantık bireyi esas alan değil yönetimin istek, arzu ve ihtiyaçlarını temel
kabul eden bir yaklaşımdır. Dolayısıyla bilgi edinme ve beceri geliştirme “hak
ve Özgürlüğü”nün en çok ihlal edildiği yerlerin başında, eğitim kurumlarının (biçimsel bilgi edinme ve beceri geliştirme
kurumları) kurulması, yönetilmesi ve işletilmesinin devletin bir görevi
olarak kabul edildiği ülkeler gelir. Bu tür ülkelerde bilhassa kendini “devlet”
sanan yöneticilerin hürriyetleri daha çok sınırlandırmaya çalıştıkları görülür.
Zihnî
donanımı şablonlaştırılmışlar da, bilgi
edinme ve beceri geliştirme kriterlerinin yönetimlerce belirlenmesini savunur.
Şablonlaştırma fazla olduğundan “Müfredat ve eğitsel kriterlerin hükümet
otoritesince oluşturulması gerektiği inancı yaygındır. Bu anlayış sürdükçe
öğrenciye tek ve eşsiz bir varlık olarak değil, bir montaj hattı ürünü olarak
muamele edilecektir. Bu, otoriterliğin
en göze çarpan örneğidir” (Lynch, s.6)
Bireyi
reddeden bu yaklaşım devletin kutsallığı anlayışını beraberinde getirir.
Bilinen gerçek şudur ki, “siyasetin yönlendirdiği her eğitim sistemi, eninde
sonunda, devletin kutsallığı doktrinini aşılayacaktır.” (Lynch, s.6)
Yukarıdaki
ifadelerden anlaşılacağı üzere kısıtlamaların ve hak arayış “biçimsel eğitim
süreci” alanı ile ilgilidir. Biçimsel eğitim ve öğretim alanında
gerçekleştirilen her kısıtlama ferdin ve toplumun vicdanında büyük tahribat
oluşturmaktadır. Esasında, “İnsanın bilgilenme ve hakikati arama hürriyetini
engellemek; insanî varlığa karşı çıkmak ile eşdeğerdir. (Şener, S., s.9.)
Dünyanın
her tarafında olduğu gibi ülkemizde de “biçimsel eğitim” hakkının
kullanılmasının önündeki engellerin başında sistemi işleten “Tekelci Güç”ün
koyduğu ilke, kurallar ve keyfi yorumları gelmektedir.
Tarihi tecrübelerimiz ışığında ülkemizde
biçimsel eğitim sürecinin bütünüyle tartışılmasının ve bireyin önündeki
engellerin kaldırılmasının zamanı gelmiş ve geçmiştir. Bilgiye sınırsız bir şekilde erişimin giderek
kolaylaştığı, “e-devlet”,“e-eğitim”, “e-öğrenim” ve “e-öğretim” kavramlarının
hızla hayata geçirildiği bir zaman diliminde, biçimsel eğitim sürecindeki birey
haklarının ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi ve her ne sebeple olursa olsun
bireyin bilgi-beceri edinme hakkının kısıtlanması kabul edilemez.
Bu
bölümde biçimsel eğitim sürecinin unsurları ve bu unsurların oluşumundaki
özgürlük engelleri tartışılacak ve çözüm önerilerinde bulunulacaktır.
Okul
Kurma
Öğrencilerin “okullulaştırılmasına” sebep öğretmeyle
Öğrenim, gelişmeyle eğitim, diploma ile yeterlilik,
akılcılıkla
yeni bir şey ortaya koyma arasında bir
karışıklık yaratılmak
istenmesidir.
Illıch,
Okulsuz Toplum, s.13.
Biçimsel
eğitim süreci alanında “öğrenim özgürlüğü”nün gerçekleşebilmesinin temel
koşullarından birisi “her alan ve kademede” “serbestçe” eğitim kurumu
oluşturmaktan geçer. Üniversitenin köye kadar yaygınlaşmasını sağlayan ve kitap
yazdırma vakıflarının oluşturulmasını beraberinde geliştiren öğrenim
özgürlüğünün genişliği beyni çalışan her batılı ilim adamını hayrete düşürmektedir.
Tarihi tecrübemiz bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Öğrenim özgürlüğünün genişliği Osmanlı
döneminin sonlarına doğru resmi eğitim kurumlarının oluşturulması ile daralmaya
başlamış ve daha sonra tamamen “tekelcilik” dönemi başlamıştır.
Günümüzde mevzuatsız okul kurulamamaktadır.
Eğitim kurumları ile ilgili mevzuatı incelediğimizde eğitim kurumu oluşturmanın
özgürce olmadığı görülür.
Eğitim kurumu açma ve işletme tamamen devletin
yetkisindedir. Anayasa ve MET Kanunu hükümlerine göre Okul açma şu şekilde düzenlenmiştir. İlk ve orta
öğretimde okul açmak MET Kanunu : “Madde 58 - (Değişik: 16.6.1983 - 2842/16
md.) aşağıda olduğu gibi ifade edilmiştir.
“Türkiye`de ilköğretim okulu, lise
veya dengi okullar, Milli Eğitim Bakanlığının izni olmaksızın açılamaz.
Milli Eğitim Bakanlığı veya diğer
bir bakanlık tarafından açılmış veya açılacak okullar (Askeri liseler dâhil)
ile özel okulların derecelerinin tayini, Milli Eğitim Bakanlığına aittir.
Askeri eğitim
kurumlarının dereceleri, Milli Savunma Bakanlığı ile birlikte tespit edilir.
Diğer bakanlıklara bağlı lise ve
dengi okulların program ve yönetmelikleri, ilgili bakanlıkla Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından birlikte yapılır ve Milli Eğitim Bakanlığınca onanır.
Diğer bakanlıklara bağlı
okullar, Milli Eğitim Bakanlığının gözetim ve denetimine tabidir. Gözetim ve
denetim sonunda uygun eğitim ortamı ve niteliği taşımayan kurumların denkliği
usulüne uygun şekilde Milli Eğitim Bakanlığınca iptal edilir. Buna ait esaslar
Bakanlar Kurulunca çıkarılan bir yönetmelikle düzenlenir.
Yükseköğretimde okul açmak ise Anayasa Madde 130 maddesinde “Çağdaş eğitim -öğretim esaslarına dayanan bir
düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek
amacı ile ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim - öğretim, bilimsel
araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere
çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip
üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.
Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre,
kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim
ve denetimine tâbi yükseköğretim kurumları kurulabilir.” İfade edilmiştir.
İki
maddenin tahlilinden anlaşılacağı üzere “biçimsel eğitim süreci” alanında
özgürce öğretim kurumu oluşturmak mümkün değildir. Her ne kadar özel teşebbüsün
ilk ve ortaöğretim kurumlarını kurabilecekleri öngörülmüşse de uygulamalarla
(program açısından) bunun neredeyse imkânsız
hale getirildiği görülmektedir.
Bütün
imkânları vatandaş tarafından sağlanan İmam Hatip Liselerinin durumu ve
ortaöğretimden yükseköğretime geçişte vasıta durumuna getirilen “dershaneler”in
çokluğu biçimsel eğitim kurumu oluşturmanın zorluğunu göstermeye yeterlidir.
Eğitim
kurumu kurma ve işletmenin önündeki engeller hem “seçme” hem de “girişim”
özgürlüğünü baltalamaktadır. Ebeveynin önüne farklı eğitim kurumu
konulamadığından “seçme”, müteşebbisin önündeki engel “girişim” özgürlüğüne
terstir.
İlk ve ortaöğretim düzeyinde göstermelik de
olsa özel teşebbüsün eğitim kurumu oluşturma hakkının varlığı ileri sürülse
bile yükseköğretim alanında özel sektörün öğretim kurumu oluşturması tamamen
yasaktır. Özel yüksek öğretim kurumu ancak vakıflar marifetiyle ve YÖK’ün
izniyle kurulabilir. “Kanunda gösterilen usul ve
esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından,
Devletin gözetim ve denetimine tâbi yükseköğretim kurumları kurulabilir”
ifadesi bağımsız öğretim kurumunun kurulamayacağının göstergesidir.
Esasında vakıflar marifetiyle de yükseköğretim
kurumu oluşturmak mümkün değildir. Zira YÖK burada tamamen tekelci bir yaklaşım
sergilemekte ve vakıfların serbestçe eğitim kurumu oluşturası önüne set
çekmektedir. Bu despotik yaklaşım yüzünden kurulan yükseköğretim kurumlarının
durumu ortadadır.
Bu iki madde aynı zamanda “teşebbüs Özgürlüğü”nü
de ortadan kaldırmaktadır. Özellikle YÖK e-eğitimin yaygınlaştığı bir dönem de
bile Açık Öğretim mekanizmasını sınırlı tutmakta ve bireyin öğrenim özgürlüğünü
kısıtlamaktadır.
Tekelci yaklaşım bireyin kendini yeniliklerle
donatmasını ortadan kaldırdığı gibi istihdam için gerekli insan gücünün
yetişmesini de zorlaştırmaktadır.
Başlama ve Bitirme Yaşı
Birey için, yaşamının herhangi bir anında
tanımlanabilir yüzlerce yetenek arasına
istediği
eğitimi
seçebilmesi amacı hiçbir engel söz konusu
olmamalıdır.
Ivan
Illıch, Okulsuz Toplum, s.27.
Biçimsel bilgi ve becerinin “okul”da
verilmesinin gerekliliğini ileri süren sistemin işleticileri bireyleri “yaş”
kategorilerine ayrıştırmakta ve bilginin ancak belirli yaşlarda kazandırılabileceği
tezi üzerinde durmaktadırlar.
Sistemi işleten tekelci güç genel anlamda
biçimsel öğretim kurumlarında bilgi ve becerinin ancak 6-22 yaşları arasında
verilmesi gerektiğini ileri sürerler. Bu mantık değişik yaş gruplarındaki
insanların bilgi ve beceri edinme özgürlüğünün yok edilmesi en hafif anlamıyla
kısıtlanması demektir.
Mevcut
tekelci yaklaşımının “biçimsel eğitim”
süreci ile ilgili öngördüğü yaş kategorileri şu şekilde sıralanabilir.
Okul öncesi 0-5
İlkokul 5-8
Ortaokul 9-12
Lise 13-16
Yükseköğretim 17-
İlkokul, ortaokul ve lise kademelerinde sınıf
tekrarları ile süre az da olsa uzayabilir. Ön görülen tekrar sürelerini aşanlar
öğretim kurumlarından çıkarılır açık öğretim kurumlarına yönlendirilir.
Yükseköğretimde
ise öğretim süresine göre 7-9 yıl arasında okulu bitirme ön görülmektedir. Yeni
uygulama ile okulu bitirme bir nevi sınırsız hale getirilmiştir.
Kategorik bakış yüzünden birey dilediği
zamanda kendini geliştirme imkânlarından mahrum bırakılmaktadır.
Bu konunun daha iyi anlaşılması için şöyle bir
misal verilebilir. 35 yaşındaki bir birey Endüstri Meslek Lisesi denilen
ortaöğretim seviyesindeki biçimsel bilgi ve becerileri edinmesi mümkün
değildir. Çünkü sistemin işleticilerine göre onun yaşı geçmiştir.
Hâlbuki bireylerin öğrenmesi değişik yaşlarda
gerçekleşebilir. Bireylerin değişik yaşlarda yeni bilgi ve beceri
kazanabilecekleri veya kazanmaları gerektiğini düşünen ve kabul eden eğitim
sistemleri “yaşa bağlı olmayan eğitimi”ni zorunlu görmektedir. Genel anlamda
“yaşa bağlı olmayan eğitimin felsefesi, eğitim sürecinin modası geçmiş eğitim
sistemlerinin bir parçası veya uzantısı olarak değil, geniş kapsamlı ve esnek
programlı olarak yaygınlaştırılmasını gerektirir(Lowe,s.15.)
Yaygınlaştırma
“bireyin vazgeçilmez haklarıyla” ve “öğrenmenin yaşı yoktur” anlayışıyla
ilgilidir. Bu haklar genel olarak eğitim fırsatlarını insan hayatının tamamına
yaymanın zorunlu olduğu anlayışından kaynaklanmaktadır. Yetişkin eğitimini
gerektiren haklar şu şekilde sıralanabilir: (
Lowe, s.31.)
1-
Herkes, zorunlu öğrenimini bitirdikten sonra daha ileri düzeylerde eğitimini
kendi seçeceği zamana erteleme ve aynı zamanda, eğitim sistemine yeniden girme
hakkına sahiptir.
2-
Herkes işinde ilerlemek, iş değiştirmek ya da istihdam fazlası haline geldiği
takdirde yeni iş edinmek üzere meslek eğitiminden geçme hakkına sahiptir.
3- Herkes, sosyal rol ve statüsünü dilediği
zamanda değiştirme ve geliştirme hakkına sahiptir.
4-Herkes, eğitici, öğretici ve eğitsel
faaliyetlere katılma hakkına sahiptir.
Kısaca yetişkin eğitimini gerektiren
nedenler(haklar) sıralanırken 'Hayat Boyu Eğitim" anlayışı esas
alınmaktadır.
Ferdin tatminini ve ihtiyacını esas alan bu
felsefe biçimsel eğitim sürecinin yaş kategorilerine dayanmayan programlara
ağırlık verir.
Yaşa
bağlı olmayan eğitimin önemini arttıran nedenlerden birisi yaş kategorilerine
dayanan biçimsel eğitim sürecinin sağladığı faydaya yöneltilen eleştirilerdir.
Örgün eğitimin uygulamaları, amaçlarının gerçekleşme düzeyi, maliyeti ve
değişime uyumu en çok tartışılan yönlerdir. Bu alanın tartışılması değişime
hızlı intibakı sağlayan yaşa bağlı olmayan eğitimin önemini arttıran bir neden
olarak görülmektedir.(Lowe, s.28-29)
Yaş
kategorilerine dayanmayan bu eğitimin önemini arttıran bir başka neden değişen
pratik ihtiyaçlara uygun olarak işlevlerinin çeşitlendirilmesidir.
Kategorik olmayan eğitimin önemini arttıran
bir başka neden teknolojinin hızlı değişmesi ve biçimsel eğitim sürecinde
kazanılan bilgi ve becerilerin hızlı eskimesidir.
Esasında
okulları mutlak yaşlara bağlama belirtilen nedenlerden dolayı “öğrenim Özgürlüğü”nün
ortadan kaldırılması anlamına gelir.
Öğrenim
özgürlüğü açısından bakıldığında yaş tahditlerinin okuldan uzaklaştırmalara ve
akabinde “işlenilmeyen suçun af”ları gündeme gelmektedir. Bu durum zaman ve
ekonomik israftan başka bir şey değildir.
Yine
biçimsel eğitim süreci alanında tarihi tecrübemize baktığımızda mutlak yaş
sınırlamasının olmadığını görürüz. İlim tarihi ile uğraşanlar küçük veya ileri
yaşlarda âlim olan binlerce insanın varlığından bahsederler.
Program
İçerikleri
Öğrenim
programı toplumsal hiyerarşide daima
belirleyici
bir rol oynamıştır… Müfredat, bir ritüel, bir
dinsel düzenleme ya da savaşta veya avcılıkta
sergilenen
ustalıklar halini alabilir.
Ivan Illıch, Okulsuz Toplum, s.25.
Biçimsel
eğitim sürecinde “öğrenim özgürlüğü”nün engellerinden birisi de program
içerikleridir. Müfredat programları evrensel öğrenim ve öğretim ilkelerine
dayandırılmadan birkaç kişi tarafından hazırlanmakta ve mecburiyetten
öğrenciler programlarla doğruluğu tartışılır pek çok bilgiyi ezberleme cihetine
gitmektedir.
Müfredat
planlaması adı altında değeri, geçerliği ve işe yararlığı her zaman tartışma
konusu olan bilgiler süreçte yer almaktadır. Esasında Illıch’ın deyimiyle
“herkes nasıl yaşanacağını, en iyi, okul dışında öğrenmektedir. Bizler bir
öğretmenin müdahalesi olmaksızın konuşmayı, düşünmeyi, sevmeyi, hissetmeyi,
oynamayı, lanet etmeyi, politika yapmayı ve çalışmayı öğreniriz. Gece gündüz
bir öğretmenin gözetiminde bulunan çocuklar bile bu kural içerisinde istisna
oluşturmaz. Öksüzler, aptallar ve öğretmenlerin kendi çocukları, sahip
oldukları bilginin çoğunu kendileri için planlanmış “eğitim” sürecinin dışında
edinmişlerdir. Okulsuz Toplum, s.45”
Gerçekler
göz ardı edilerek müfredat oluşturulmakta ve toplum adeta uyuşturulmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı ve
YÖK’çe belirlenmekte olan ortak dersler bunun başlıca örnekleridir.
Bilindiği
üzere müfredat yani program içerikleri düzenlenirken iki alana dikkat edilmesi
beklenir. Birincisi bireyin manevi hayatının tanzimi ikincisi teknolojik
gelişmelere paralel kazandırılacak beceriler, bir başka deyişle mesleki
davranışlar.
Terbiye
ve talim olarak adlandırılan bu iki alandan birincisinin tanzimini tamamen aile
gerçekleştirmesi gerekir. Kanun ve sözleşmeler de bunu öngörür.
Türk
Medeni Kanununun 341. Maddesinde “çocuğun dini eğitimini belirleme hakkı ana ve
babaya aittir”.Ve Avrupa insan hakları Sözleşmesinin ek protokolü’nun 2.
Maddesinde yer alan “Kimse, tahsil etmek hakkından mahrum edilemez. Devlet,
eğitim ve öğretim sahasında deruhte edeceği vazifelerin ifasında, ebeveynin bu
eğitim ve öğretimi kendi dini ve felsefi akidelerine göre temin etmek hakkına
riayet edecektir” denilmesine ve B M Din Veya İnanca Dayalı Her Türlü
Hoşgörüsüzlük Ve Ayrımcılığın Kaldırılması Bildirisi (25 Kasım 1981) 1.
Ana-babalar ya da duruma göre çocuğun yasal vasileri, aile yaşamını, din ya da
inancına göre ve çocuğa verilmesi gerektiğine inandığı manevi eğitimi göz önünde
bulundurarak düzenleme hakkına sahiptir.
2. Çocuk, ana-babasının ya da duruma göre
yasal vâsisisinin istekleri uyarınca din ya da inanç konusunda eğitim görme
hakkından yararlanır ve kendi çıkarları başta gelmek üzere ana-babasının ya da
yasal vasisinin istekleri dışında bir din ve inanç öğretimini almaya
zorlanamaz. Madde 5”nin hükmüne rağmen biçimsel eğitim süreci ile ilgili
programlar hazırlanırken ailenin sahip olduğu kültürel kodlar ve dinî inanışlar
hesaba katılmamakla aile ve toplum kendine ve değerlerine
yabancılaştırılmaktadır.
Aslında
bu mantık bir ülkenin yöneticileri marifetiyle sömürgeleştirilmesinden başka
bir şey değildir.
Terbiye
boyutundaki bu özgürlük engeli talim boyutunda karşımıza çıkmaktadır. Program
içeriklerine bakıldığında talim sürecinde de işe yaramayan pek çok konunun yer
aldığı görülür. Bundan dolayıdır ki, ders içeriklerinin belirlenmesindeki
“tekelcilik” anlayışı ilmi çalışmalara engel teşkil etmekte ve bireyi adeta
kişiliksizleştirmektedir.
Okul-Aile İşbirliği
İdeolojik devletlerde eğitim kurumlarının
amacı ve hedefleri
insanın mutluluğuna
yönelik değildir. Bahsi geçen devletlerde
biçimsel eğitim kurumları vasıtasıyla ihtiyaç
duyulan alanlarda
bilgiyle ve beceriyle donanmış ve itiraz etme
yeteneğini kaybetmiş
bireylerin yetiştirilmesi hedeflenir. Birey ve
aile ihmal edilebilir.
Kürşat Dervişoğlu
Biçimsel
eğitim sürecinin her alanında “tekelcilik” söz konusu olduğundan aile süreçten
dışlanmıştır. MET Kanununu 16. maddesi Okul ile ailenin işbirliğini
öngördüğü var sayılmaktadır. Madde şöyledir:
“Eğitim kurumlarının amaçlarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak için
okul ile aile arasında işbirliği sağlanır.
Bu maksatla okullarda okul - aile
birlikleri kurulur. Okul - aile birliklerinin kuruluş ve işleyişleri Milli
Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir.”
Maddenin
tahlilinden anlaşılacağı üzere okul-aile işbirliği söz konusu değildir. Aile
ancak okulun amaçların gerçekleştirilmesine katkı sağlayabilir. Ailenin katkısı
amaç, program, davranış kalıbı kazandırma, sınıf ve okulların karma olup
olmaması, kıyafet vs. konularda değildir. Ailenin katkısı “parasal” konularla sınırlıdır.
Denilebilir ki, katkı sömürü mantığına
dayalıdır.
Esasına
bakılırsa okul-aile arasında işbirliğinden bahsedilebilmesi –ki olmalıdır- aile
biçimsel eğitim sürecinin bütün unsurlarına katılması ve çocuğunun eğitim ve
şekillendirilmesinden birinci derece sorumlu olması demektir. Bu ebeveynin
biçimsel eğitim sürecine karışma ve seçme hakkıyla ilgilidir. Ebeveyn yerine
başkaları çocuğun şekillenmesine ve inanış biçimi kazanmasına karar veriyorsa
orada özgürlük sistemini değil kölelik sistemini var demektir.
Bilindiği üzere AİHS Ek protokol 1’in 2
Maddesinde “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve
öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve
babaların çocuklarına, kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olan bir eğitim
ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” denilmektedir.
Gerçekte bu madde okulun aile ile işbirliğini
zorunlu hale getirmiştir. Bu madde ve anne- baba hakları bağlamında konuya
baktığımızda işbirliğini gerektiren öğrenim özgürlüğünü iki ilkeye oturtmak
mümkündür.
“1- Kendi bilgisini ya da fikirlerini
başkalarına öğretme hakkı (din eğitimi ile ilişkinin kurulması)
2-Herkesin kendisi veya çocukları için şu veya
bu öğrenimi ve öğrenim kurumunu seçme hakkı, yaşar, s.148”
Kısaca aile biçimsel eğitim sürecinin bütün
unsurlarına müdahil olmadıkça okul- aile işbirliğinden bahsedilemez.
Öğrenme-öğretme
Öğrenme genellikle eğitimin bir sonucudur. Fakat
bir rol seçimi ya da bir iş piyasası için
yapılan kategori
giderek okula devam süresinin uzunluğuna bağlı
hale
gelmektedir.
Ivan Illıch, Okulsuz Toplum, s.24.
“Hepimiz sahip olduğumuz bilginin çoğunu okul
dışından elde etmişizdir. Öğrenciler öğrendiklerinin çoğunu öğretmenlerinin
yardımı olmadan, hatta öğretmenlere rağmen öğrenirler Ivan Illıch, Okulsuz Toplum, s.45.”
ifadesi doğru olmakla birlikte ülkemizdeki biçimsel eğitim sürecinin
işleyişi açısından konuya baktığımızda “öğrenci ve öğretmen”e “montaj hattı”nın
parçası gözüyle bakıldığını görmekteyiz.
Müfredat programları konusunda ifade
edildiği gibi “neyin öğrenileceği” ve “neyin öğretileceği” merkezi yapılanmanın
içinde yer alan ve adına Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı denilen “dar bir
kadro” tarafından kararlaştırılmakta öğretmen ve öğrencinin özgür iradesi hiçe
sayılmaktadır.
Hâlbuki öğrenme birçok unsurun bir araya
gelmesini gerektirir ki, öğrenim özgürlüğünden bahsedilebilsin. Yaşar bunu,“öğrenenin özgürlüğünün ilk
bakışta bile anlaşılacak birden fazla unsuru olduğu söylenebilir. Öğrencinin
kurum içinde eğitim özgürlüğünün temelini teşkil eden ifade özgürlüğüne ek
olarak, eğitim hakkından yararlanma süresince okulda insanî muamele görme ve
nihayet inançlarını dışarıya izhar özgürlüğü gibi. Yaşar, s.197”
açıklamaktadır. Ülkemizde yer alan biçimsel eğitim kurumlarının sınıflarında ifade,
insanî muamele ve inançlarını izhar özgürlüğünün bulunduğunu hiçbir kimse ileri
süremez. Hele hele inanç izharı tamamen yasaklanmıştır.
Öğrenme öğretme özgürlüğünde bahsedilebilmesi
için öğrenenin özgürlüğü kadar öğretenin de özgürlüğüne vurgu yapılması
gerekir. Öğretenle ilgili “bu özgürlük
daha çok öğreticinin bağlı bulunduğu kurumuna karşı bir özgürlüğüdür. Yani,
‘eğitmen ve öğretmen’ kadrosunun bir özgürlüğüdür. Eğitim görevlilerinin,
eğitimin genel yapısı ve ilkeleri içinde kişisel birikimlerini ve deneyimlerini
‘alıcılar’a aktarma ve onları bu doğrultuda yönlendirme veya en doğru ifadesi
ile ‘etkileme’ özgürlüğü demektir. Yaşar, s.204”
Öğretenlerin sınıflarda kişisel birikimlerini
ve deneyimlerini alıcılara bir başka deyişle öğrenenlere aktarmaları ve
öğrenenleri bu doğrultuda etkilemeleri yüzünden uğradıkları takibat öğretme
özgürlüğünün olmadığını göstermektedir.
Yukarıdaki izahtan anlaşılacağı üzere
öğrenme ve öğretme özgürlüğü biçimsel eğitim sürecinde bulunmamaktadır. Kısaca;
öğreten kendisine takdim edilen metinleri mutlak doğru olarak öğretmekle
mükellef, öğrenen de kendisine öğretilmeye çalışılan metinleri mutlak doğrular
olarak öğrenmek mecburiyetindedir.
Öğretim Kademelerinden Faydalanma ve
Kademeler Arası Geçişler
Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun
bırakılamaz.... Eğitim ve öğretim kurumlarında
sadece
eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile
ilgili faaliyetler
yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle
olursa olsun
engellenemez. Anayasa, Madde-42.
Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet ve din
ayırımı
gözetilmeksizin herkese açıktır. Eğitimde
hiçbir kişiye,
aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmaz.
(M.E.T.K.,
Madde-4)
Biçimsel eğitim süreci kademeli bir yapıya
dayandırılmıştır. Okul öncesi kademe isteğe bağlı bağlıdır. Tabii ki, buradaki
isteklilik ailenin istekliliği şeklinde anlaşılmalıdır. Bu kademe ile ilgili
sağlanan imkânlar yetersizdir. Yönetme gücünü elinde bulunduranların okul
öncesi eğitim süreci ile ilgili imkânları yeterli seviyede sağlamaması öğrenim
özgürlüğü engeli olarak karşımıza çıkar.
İlk,
orta ve Lise kademeleri “biçimsel eğitim”
sürecinin zorunlu kademesini oluşturur. “İlköğretim 6 - 14 yaşlarındaki
çocukların eğitim ve öğretimini kapsar, İlköğretim, kız ve erkek bütün
vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır” denilmesine
rağmen ilköğretim kademesi ile ilgili imkânlar bütün bireylere
ulaştırılamamıştır. Özellikle “zorunluluk” ve “parasızlık” ilkeleri “devlet”i
bağlaması gerekirken bireyin veya ailesinin aleyhine kullanılmaktadır.
Hâlbuki
hakkın kullanımı sağlanan imkânlarla mümkün olabilir. Bireyin ve ailenin
tercihlerini ve inançlarını hiçe sayan bir mantık yüzünden “zorunluluk” ve
“parasızlık” ilkelerine rağmen ilköğretimde sorunlar ve özgürlük engelleri
devam etmektedir.
Ortaöğretim kademesinden yararlanma
hakkı MET Kanununun 27. Maddesinde
“İlköğretimini tamamlayan ve ortaöğretime girmeye hak kazanmış olan her
öğrenci, ortaöğretime devam etmek ve ortaöğretim imkânlarından ilgi, istidat ve
kabiliyetleri ölçüsünde yararlanmak hakkına sahiptir.” biçiminde ifade edilmiş
olmasına rağmen yararlanma hakkı kullandırılmamaktadır. Teorik olarak ilköğretimi bitiren her birey ortaöğretime geçiş
yapabilme ve devam etme hakkına sahip görünmektedir.
Teorik
olarak her öğrenci adayının dilediği ortaöğretim okulu türünden faydalanması ve
varsa yanlış tercihlerinden vazgeçme hakkı olması gerekirken mevzuattaki keyfi
değişiklikler yüzünden bu hakkın kullanımı imkânsız hale getirilmektedir.
Kültürel değerlerin hesaba katılmaması,
ailelerin hiçe sayılması, giyim-kuşam ve törenlerle ilgili zorlamalar ve
kısıtlamalar ortaöğretimden faydalanmayı azaltmaktadır.
Ortaöğretimdeki “özgürlük engelleri” sadece
girişte değildir. Ortaöğretim denilen süreçte de devam etmektedir. Bunun tipik
misalleri çoktur. Kolaylık olsun diye genel yapıdan başlamak gerekir. Bilindiği
üzere ortaöğretim genel ve mesleki ve teknik alan olmak üzere ikiye
ayrıştırılmıştır. İki temel alan arasında geçiş imkânları yok denecek kadar
azdır. Yanlış tercih yaptığını düşünen bir birey ebediyen tercih ettiği alana mahkûm
edilmektedir. Özellikle mesleki ve teknik ortaöğretim alanını tercih edenlere
“işçisin sen işçi kal” mantığı ile yaklaşılmaktadır. Bologna süreci mesleki ve
teknik öğretime “pozitif ayrımcılık” öngörmesine rağmen süreç ülkemizde tersine
işletilmekte ve alan tahrip edilmektedir.
Bir
diğer hatalı yapılanma genel eğitim verilen ve lise tabir edilen
kuruluşlardadır. Keyfi uygulamalarla bireylerin “sayısal”, “sözel” ve “eşit
ağırlık” olarak nitelendirilen alanlar arasında (programlar arası geçişler biraz yumuşatılmış) geçişleri
engellenmektedir. Bu yetmiyormuş gibi alan tercihleri yükseköğretime geçişte
esas alındığından bireyin öğrenim özgürlüğü daralmakta veya tamamen ortadan
kalkmaktadır. Mesela “sayısal” alan öğrencisinin “hukuk Fakültesi”ni, “sözel
alan” öğrencisinin “tıp Fakültesi”ni kazanması mümkün olamamaktadır.
Dolayısıyla; bireyin “tercih etme” ve “vazgeçme” özgürlükleri tamamen yok edilmektedir.
İlk
ve ortaöğretim alanındaki öğrenim özgürlüğü engelinin yüzlerce kat fazlası
yükseköğretim alanında görülmektedir. MET Kanununun 31. Maddesinde “Lise
veya dengi okulları bitirenler, yükseköğretim kurumlarına girmek için aday
olmaya hak kazanır.”
Hangi yükseköğretim kurumlarına,
hangi programları bitirenlerin nasıl girecekleri, giriş şartları Milli Eğitim
Bakanlığı ile işbirliği yapılarak Yükseköğretim Kurulu tarafından tespit
edilir.” Yükseköğretimin düzenlenmesi
başlığını taşıyan 37. Maddesinde “Farklı seviyeler ve kuruluşlar
arasında öğrencilere kabiliyetlerine göre, yatay ve dikey geçiş yolları açık
tutulur.” denilmesine rağmen yüksek öğretime geçiş ve farklı seviyeler
arasındaki yatay ve dikey geçişle özgürlük sorunları sayılamayacak çoktur.
Özellikle
ortaöğretimden yükseköğretime geçişte teorik olarak da olsa öğrenim özgürlüğü
bulunmamaktadır. Şöyle ki, 1.800.000 kişinin başvurduğu bir alana ancak 300.000
kişi alınacak dediğinizde girişte bir engellemede bulunmuş olursunuz. Bu durum
ayrımcılık ve işkence boyutundadır.
Bunun dışında yükseköğretime geçişte uygulanan
katsayı, başarı puanı ve alan kısıtlamaları “öğrenim Özgürlüğü”nü ortadan
kaldıran diğer giriş faktörleri olarak devam etmektedir.
Yükseköğretim
kurumlarına girme şansını bulanlara yatay ve dikey geçiş imkânları
tanınmamaktadır.
Buradaki özgürlük engelinin temelinde YÖK
denilen merkezi yapılanma gelmektedir. YÖK’ün keyfi uygulamaları ve kontenjan
kısıtlamaları ile öğrenim özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Bütün bu
uygulamalar iç hukuk ve iç hukuktan üstün kabul edilen uluslar arası
sözleşmelere aykırı bir şekilde yapılmaktadır. Öğretim kademelerindeki
uygulamalar tamamen ayrımcılık niteliğindedir.
TCK’nın 122 maddesinin birinci fıkrasına göre
ayrımcılık “Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yapma” olarak tanımlanmış ve
cezalandırılması öngörülmüştür. Eğitimdeki ayrımcılık 14 Aralık 1960 tarihli B.
M. Eğitimde Ayrımcılığa Karşı
Uluslararası Sözleşmenin 1. maddesinde “ayrımcılık terimi; ırk, renk, cinsiyet, dil, din,
siyasal ya da başka bir görüş, ulusal ya da toplumsal köken, ekonomik güç ya da
doğuş temeli üzerinde, eğitimde davranış eşitliğini kaldırmak ya da bozmak
amacı ya da sonucuyla ve özellikle,
Herhangi bir kişi ya da grubu
herhangi bir tür ya da düzeyde eğitim görmekten yoksun bırakmak” biçiminde
tanımlanmış ve yasaklanmıştır.
Kanuni yasaklara rağmen biçimsel
eğitim sürecinin kademelerinde ve geçişlerde özgürlük tahditleri, işkence ve
ayrımcılık devam etmektedir.
Öğretmenlik
Çocuk için öğretmen bir mehdi, papaz ve
rahip gibi ahkâm
kesmektedir-o aynı
zamanda kutsal bir ritüelin rehberi, öğreticisi
ve idarecisidir-. Öğretmen, asla zorunlu bir
kurum tarafından
bir arada uygulanamayacak hakların garantisi
altında oluşturulmuş
bir toplumdaki ortaçağ papalarının haklarını
kendinde toplamaktadır.
Illıch, Okulsuz Toplum, s.49.
Biçimsel eğitim sürecindeki bir diğer
“özgürlük engeli” öğretmenlik alanı ile ilgilidir.
Öğretmenlik
MET Kanununun 43. Maddesine göre bir ihtisas mesleği olarak kabul
edilmektedir. Maddede bu anlayış şu şekilde ifade edilmiştir. “Öğretmenlik,
Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan
özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini Türk Milli Eğitiminin
amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdürler.
Öğretmenlik mesleğine hazırlık genel
kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon ile sağlanır.”
İlgili maddeden anlaşılacağı üzere bireyin
“öğretme özgürlüğü” ortadan kaldırılmaktadır. Bugün alanında uzman olup da
biçimsel eğitim sürecinde öğretme faaliyetinde bulunamayan yüz binlerce insan
bulunmaktadır. Bunun nedeni öğretmenlerin seçim, tayin ve atamalarıyla ilgili
ölçütlerdir. Adı geçen kanunun 45. maddesinde “Öğretmen adaylarında genel
kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon bakımından aranacak nitelikler
Milli Eğitim Bakanlığınca tespit olunur.
Öğretmenler, öğretmen yetiştiren
yükseköğretim kurumlarından ve bunlara denkliği kabul edilen yurtdışı
yükseköğretim kurumlarından mezun olanlar arasından, Milli Eğitim Bakanlığınca
seçilirler.
Yüksek öğrenimleri
sırasında pedagojik formasyon kazanmamış olanların ihtiyaç duyulan alanlarda,
öğretmenliğe atanmaları halinde bu gibilerin adaylık dönemi içinde yetişmeleri
için Milli Eğitim Bakanlığınca gerekli tedbirler alınır.”
Maddeden anlaşılacağı gibi öğretmenler
ancak öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumları mezunları arasından
seçilebileceğini öngörmektedir. Bu durum “farklı yükseköğretim kurumu Mezunları”nın
öğretme hakkının bir başka deyişle öğretmenlik hakkının gaspıdır.
Tipik misaller olsun diye birkaç alanla izah
edelim. Örneğin tıp mezunu bir insan kendi fakültesinde eğiticilik yaparken
sağlık meslek lisesinde, hukuk fakültesi mezunu bir birey kendi fakültesinde
eğiticilik yaparken adalet meslek lisesinde, mühendislik fakültesi mezunu bir
öğrenci kendi fakültesinde öğretmenlik yaparken Endüstri Meslek Lisesinde
öğretmenlik yapamamaktadır.
Engeller sadece doğrudan doğruya devlet okulu
niteliğindeki alanlarda değil özel sektör kesimi kabul edilen alanlarda da
geçerlidir.
Öğretmenlikle ilgili “özgürlük engelleri”
sadece atamalarla ilgili olmayıp aynı zamanda müfredatlarla da ilgilidir.
Bilinen husus şudur ki, öğretmenler ancak kendilerine tahsis edilen programlar
çerçevesinde öğretme faaliyetinde bulunabilmektedir.
Biçimsel
eğitim sürecinde eğiticilik faaliyetinde bulunmak isteyenlerin engellenmesi
“öğretme Özgürlüğü”nün kısıtlanması yanında “ifade” ve “bilgiyi paylaşma”
özgürlüğünü de kısıtlamaktadır.
Kitap ve Araç-Gereç Seçimi
Yaban insan için
doğa ne kadar gizemliyse çağdaş tüketici
için insan yapımı çevre de o kadar gizemli,
anlaşılmaz bir hale
gelmiştir.
Aynı zamanda, eğitim materyalleri okul tarafından
denetim altına alınmıştır.
Illıch, Okulsuz Toplum, s.102
Biçimsel eğitim sürecinde kitap seçimi
konusunda da “özgürlük engeli” söz konusudur. Yükseköğretimde genel anlamda
kitap seçimi yerine kitap tavsiyesi geçerlidir. Kitap seçimi ilgili öğretim
elemanı tarafından gerçekleştirilir ve öğrencilere tavsiye edilir. Öğrencilerin
kitap seçimine karışmaması veya karıştırılmaması ilk ve ortaöğretim
kademelerinden gelen alışkanlıklarla izah edilebilir. Çünkü ilk ve ortaöğretim kurumlarında
okutulacak veya okullara tavsiye edilecek kitaplar MEB’ınca belirlenmektedir.
MET Kanununun 55 Maddesi şöyledir. “İlk ve
ortaöğretim kurumlarında okutulacak kitaplar Milli Eğitim Bakanlığınca tespit
edilir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenmeyen hiçbir kitap ve eğitim
aracı okullarda kullanılamaz.
Resmi kurum ve kuruluşların
dışındaki kişi veya kuruluşlarca hazırlanan kitap ve eğitim araçlarından, Milli
Eğitim Bakanlığınca tavsiye edilmeyenler öğrencilere aldırılamaz.
Milli Eğitim Bakanlığınca
hazırlanacak veya hazırlatılacak kitap, eğitim araç ve gereçlerinin hazırlama, inceleme ve seçme işleri veya redaksiyonu ile
görevlendirilecek kimselere ve teşkil edilecek jürilerin memur olmayan
üyelerine ücret ödenir ve yarışmalarda derece alanlara ödül verilir.
Tavsiye edilmek üzere Milli Eğitim
Bakanlığına gönderilen kitap ve eğitim araçları için gönderenden inceleme
ücreti alınır.
Milli Eğitim Bakanlığınca kişi ve
kuruluşlara incelettirilen kitap ve eğitim araçları için inceleme ücreti
ödenir.
Kitap, eğitim, araç ve gereçlerinin
kabulü, süresi, telif hakkı ve ücretlerle ilgili esaslar; hangi kitap ve eğitim
araçlarından ne miktar inceleme ücreti alınacağı; kitapların ve eğitim
araçlarının incelenme işlemleri ile Milli Eğitim Bakanlığınca incelettirilecek
kitaplar ve eğitim araçları için ödenecek ücret miktarı, yönetmelikle tespit
edilir.”
Madde
gayet açık olup kitap ve materyal seçiminde öğrenci ve veli devre dışı
bırakılmaktadır. Bu anlayış aynı zamanda bilimsel gelişmelerin ve
yenilenmelerin önünde de bir engeldir.
Kitap seçiminde velinin yer alamayışı bireyin
hangi ideolojik saplantılarla eğitileceğinin bir göstergesidir. Yaşar bu durumu
“Devletin müdahalesi bir süre sonra, içerik belirleme, ideoloji empoze etme,
farklılıkları yok etme ve nihayet bürokratik eğitim oluşturma gibi bir sonuca
varmaktadır. Yaşar, s.144” şekilde
özetlemektedir.
Özgürlük engeli sadece kitaplarla sınırlı
değildir. Engeller araç ve gereçlerle de ilgilidir. MET Kanununun 52., 53., ve
54. maddeleri “tekelci” anlayışın göstergeleridir.
Kitap
ve materyal seçimindeki yasaklılık beraberinde dokunulmazlıkları (tabu) da
getirmektedir. Illıch bu durumu : “ Öğretmen, kendi profesyonel uygulama alanı
olarak tanımladığı ders kitabını kıskanmaktadır. Öğrenci laboratuar çalışmasını
okul çalışmasıyla özdeşleştirdiğinden, laboratuardan nefret eder hale
gelmektedir. Yönetici, kütüphaneyi öğrenme mekânı olarak kullanma yerine oyun mekânı
olarak kullanan öğrencilere karşı, maliyeti son derece yüksek kamu araç-
gereçlerini savunmak amacıyla, kütüphane gardiyanlığı tavrını mantıklı bir
şekilde açıklamaktadır. Bu ortamda öğrenci haritayı, laboratuarı, ansiklopediyi
ya da mikroskobu ancak müfredatın kendisine öngördüğü sıklıkla yani çok nadir
kullanmakta ya da asla kullanmamaktadır. Önemli klasik yapıtlar bile, bireyin
yaşamında önemli bir iz bırakmak yerine sadece müfredatta bulunsun diye programa
alınmaktadır. Okulsuz Toplum, s.102” biçiminde açıklamaktadır.
Kitap ve araç-gereçlerdeki yasaklılık
beraberinde pek çok sorunu meydana getirmektedir. “bu durum son derece ucuz
olan materyallerin maliyetinin artmasına yol açmaktadır. Materyaller belirlenmiş
saatler içinde kullanıma hapsedilir, onların temin edilmesini, depolanmasını ve
kullanımını denetlemek amacıyla profesyonellere ödeme yapılmaktadır. Bunun
sonucunda öğrenciler okula karşı olan kızgınlıklarını, bu pahalı
araç-gereçlerden çıkarırlar. Illıch, s.103”
Diplomalar
Eğitimciler eğitimi sertifikayla paketleyip sunmakta ısrarlı
olduklarından, okullaşma
suretiyle ne eğitimde ne de adalette bir
gelişme kaydedilebilmektedir.s.24
Sertifika, piyasa
manipülasyonunun alt yapısını oluşturmaktadır
Ve sadece okullaşma zihniyeti
içinde mantıklı gözükmektedir. s.29.
Illıch, Okulsuz
Toplum, s.24, 29.
Biçimsel eğitim süreci ile ilgili tekellerden
birisi de diplomalar ve sertifikalarla ilgilidir. Uygunluk ve yeterlik
göstergeleri olarak kabul edilen diploma ve sertifikaların nasıl verileceği YÖK
ve MEB tarafından belirlenir.
Bireyin okul dışında kazandığı ve gerçekten
sahip olduğu bilgi ve beceriler diploma ve sertifikalardaki tekelcilik anlayışı
yüzünden hiçe sayılmaktadır. Illıch’ın ifadesiyle paketlemeler yüzünden
toplumda “kast”lar oluşmaktadır.
Aynı
zamanda “sertifika (diploma) uygulaması, akademik özgürlük imtiyazı adına, bir
başka kişinin sahip olduğu bilgiyi paylaşmaya dayalı kamu yararını değiştirmek
suretiyle, eğitim özgürlüğünü kısıtlama eğilimindedir. Illıch,s112”
Diplomalardaki tekelcilik o kadar ileri
safhalara taşınmaktadır ki, bazen bireylerin yıllarca süren emeğinin hiçe
sayılması noktasına varır. Eğitim tarihimizi incelediğimizde bireye verilen
“belgeler”in bir işin becerilebileceğini gösterirken, günümüzde belgeler
(diploma-sertifika) olmadan iş yapılamaz hale gelmektedir. Bir başka ifadeyle
iş, bilgi ve beceriyle değil belgelerle yapılır hale gelmiş bulunmaktadır.
YÖK’ün yurt dışından edinilmiş diplomalarla
ilgili tutumu ve Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığının denklik adı altında
sürdürülen “tekelci” anlayışları “öğrenim özgürlüğü” önündeki engellerin tipik
bir göstergesidir.
Yurt Dışı Eğitim
İlim Çin’de de olsa talep ediniz.
Biçimsel eğitim süreci ile ilgili “Öğrenim Özgürlüğü”nün engellenmesi sadece
yurt içi ile ilgili değildir. Engellemeler ülke dışına da taşmaktadır. MET
Kanununun 59. maddesi bunun göstergelerinden birisidir. Maddede “Türk vatandaşlarının
yurt dışında eğitim, öğrenim ve ihtisas görmeleri ile ilgili Devlet
hizmetlerinin düzenlenmesinden (askeri öğrenciler hariç), Milli Eğitim
Bakanlığı sorumludur.”
Öğrenim özgürlüğü yurt içinde kısıtlandığı
gibi yurt dışında da kısıtlanmaya çalışılmaktadır. Bunun başlıca nedeni
ideolojik yaklaşımdır. Zira yurt içinde başta müfredat olmak üzere biçimsel
eğitim süreci ile ilgili her konuya müdahale söz konusudur. Bu durum yurt
dışında söz konusu olamadığından engellemeler başka şekillerde karşımıza
çıkarılır.
Yurt
içinde olduğu gibi yurt dışında bilgi edinme ve beceri geliştirme isteğinin
engellenmesinin temelinde oligarşik yapının despotizmi bulunmaktadır. Yurt
dışında bilgi edinme ve beceri geliştirmenin engellenmesi için merkezi birimler
devreye sokulur
YÖK
ve Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı devreye girerek yurt dışında “bilgi ve
beceriler”le ilgili edinilmiş “belgeler” denklik adı altında yok farz edilir.
Özel Okullar ve Dershaneler
Herhangi bir yeteneği
öğretme hakkı, konuşma özgürlüğü
kapsamında düşünülmeli ve kabul edilmelidir.
Öğretim üzerindeki
kısıtlamalar bir kez kaldırıldığında, buna
paralel olarak, öğrenme
üzerindeki kısıtlamalar da kalkacaktır.
Illıch, Okulsuz Toplum,
s.112.
Biçimsel
eğitim sürecini gerçekleştirmek üzere “özel” ve “tüzel” kişiler tarafından
okulların ihdası mümkün değildir. Okul öncesinden yükseköğretim kademesine
kadar bütün okulların kuruluşu doğrudan veya dolaylı Milli Eğitim Bakanlığı ve
YÖK’e bağlıdır.
Girişim özgürlüğü mantığına da ters olan bu
durum girişimcileri özel okuldan çok ihtiyaç haline getirilmiş “özel
dershaneler”e yöneltmiştir. Özel dershaneler öğretim kademeleri arasındaki
çarpık geçişlerden dolayı ihtiyaç haline gelmiştir. Bilhassa arz- talep
dengesizliğinin aşırı derecede olduğu ortaöğretim-yükseköğretim geçiş
devresinde işlev görmek üzere dershaneler kurulmakta ve ortaöğretim
kurumlarının yerine geçmektedir. Bugün ülkemizde ortaöğretim kurumundan çok
dershane yer almaktadır.
Sonuç (Çözüm)
Gücün zıddı başka amaçlara hizmet eden güç değildir,
özgürlüktür.
Thomas
Sowell
Bağımsız, rekabete ve tekrara dayalı eğitim,
Ortodoks zihniyetli
eğitimciler için saygısızlık
anlamına gelmektedir. Bu, okulun bir araya
yeteneklerin edinimini “insan” eğitiminden
ayırmaktadır. Böylece ne
olduğu bilinmeyen amaçlar için ehliyetsiz
öğretmeye karşılık ehliyetsiz
eğitimin gelişmesine yol
açmaktadır.
Illıch, Okulsuz Toplum, s. 29.
Yukarıdaki tahlillerden anlaşılacağı üzere
kısıtlamaların ve hak arayışlarının olduğu alan “biçimsel eğitim süreci” alanı
ile ilgilidir. Biçimsel eğitim ve öğretim alanında gerçekleştirilen her
kısıtlama ve konulan her yanlış kural ferdin ve toplumun vicdanında büyük
tahribat oluşturmaktadır. Esasında, “İnsanın bilgilenme ve hakikati arama
hürriyetini engellemek; insanî varlığa karşı çıkmak ile
eşdeğerdir.(Şener,S.,s.9.
Dünyanın her tarafında olduğu gibi ülkemizde
de “biçimsel eğitim süreci”de eğitim hakkının kullanılmasının önündeki
engellerin başında sistemi işleten “Tekelci Güç”ün koyduğu ilke ve kurallar ve bunların
keyfi yorumları gelmektedir.
Hâlbuki “eğitimde serbest ve açık rekabeti
sağlamak, otomobilde, gömlekte ya da herhangi bir üründe serbest ve açık rekabeti
sağlamaktan çok daha önemlidir. Hayat bir öğrenme sürecidir; edinilecek
eğitimin muhtevası bireysel uğraş, kabiliyet, potansiyel ve isteğe bağlıdır.
Lynch, A. Benegas, a.g.m.”
Dolayısıyla “ideolojik” ve “tekelcilik”
yaklaşımların sergilenmediği bir anlayışın sergilenmesi gerekir. Tekelcilik
yukarıda maddeler halinde belirtilen sürecin bütün alanlarında ortadan
kaldırılmalıdır ki, kölelik mantığı bitsin.
Kölelik sistemlerinin aksine özgürlük
sistemlerinde insanı eğitmenin amacı; bireyin benliğini, kişiliğini ve
bireyselliğini geliştirmedir.
Bu yaklaşım insanın değerlerini yaşayarak
mutlu olmasını sağlar. Bahsi geçen amacın gerçekleşmesi ancak, insanların
inandıkları ve kendilerine fayda sağlayacaklarına kanaat getirdikleri becerilerle
donanmalarını sağlayabilmeleriyle mümkündür.
Öğretim sürecinde temel sorun bilgi edinme ve
beceri geliştirmenin hem bireyin kendi kendine yeterliğini, hem de yaşadığı
topluma katkısını sağlayıp sağlayamadığıdır. Öğretim süreci bu katkıları sağlayamıyorsa
ister devlet ister birey tarafından gerçekleştirilsin bir işe yaramaz.
Bilinmelidir ki, “Kaliteli bir eğitim sistemi şu üç amacı gerçekleştirmeye
çalışmalıdır. Yaşamın herhangi bir anında mevcut kaynaklara ulaşmak suretiyle
bir öğrenim gerçekleştirmek isteyen herkese imkân sağlamalıdır, bilgi sahibi
olanların bu bilgilerini paylaşmaları konusunda kendilerinden bir şeyler
öğrenmek isteyenleri bulmalarına yetki tanımalıdır, halka, yeteneklerinin
ortaya çıkmasını sağlayabilecek bir imkân olarak, bir konuyu onlara sunmak
isteyenler için gereken her türlü olanağı sağlamalıdır. Böylesi bir sistem
eğitim için yasal garantiyi gerektirmektedir. Illıch, s.96-97. Kısaca önemli
olan bireyin “özgürlük” alanında hayatını bağımsız şekilde veya bir grup içinde
devam ettirebilecek niteliklerle donanımını hiçbir engelle karşılaşmadan
sağlayabilmesidir.
Bilgiye sınırsız bir şekilde erişimin giderek
kolaylaştığı, “e-devlet”,“e-eğitim” ve “e-öğretim” kavramlarının hızla hayata
geçirildiği, öğretim ve eğitim ağlarının yaygınlaştığı bir zaman diliminde
öğrenim-öğretim özgürlüğünün ihlal edilmesi ve her ne sebeple olursa olsun
bireyin bilgi-beceri edinme hakkının kısıtlanması kabul edilemez.
Bütün bu gerekçelerin bir sonucu olarak ve
“onlar bizim çocuklarımız” anlayışından hareketle İnsan hakları savunucuları
ideolojik yaklaşımların olmadığı, kendini “devlet” sananların bireyleri
şekillendirmediği, her insanın gerek tek başına gerekse grupla birlikte kendi
benliğini, kişiliğini ve bireyselliğini geliştireceği, kendi çalışmasının,
gayretinin, çabasının karşılığını bulduğu (53/39)
Okul kurma (okulöncesinde yükseköğretime kadar
ev okulları, internet okulları dâhil),
Başlama
ve bitirme yaşı,
Müfredat program içerikleri,
Okul- aile işbirliği,
Öğrenme-öğretme,
Okullar ve alanlar arası geçiş tarzını,
Öğretim süresini,
Öğretme mesleği,
Meslek seçme ve değiştirmeyi,
Kitap ve araç-gereç seçimi,
Yurt dışı eğitim,
Özel okul ve dershane,
Diploma
veya sertifika (akredite-uygun bulunmuş ve kabul edilmiş ) denilen belgeleri
seçme ve değiştirebilme hak ve özgürlüğüne sahip olmasını ön koşul olarak
görür, görmelidir.
Ön koşul Yüksek Öğretim Kurulunun ve Talim
Terbiye Dairesi Başkanlığının kaldırılmasıdır.
Ön koşul biçimsel eğitim sürecinde despotizme
neden olan mevzuatın değiştirilmesidir.
Ön koşul aynı zamanda çözümdür.
Ön koşulun gerçekleşebilmesi toplumun
gerçekten sivil olan örgütlerce harekete geçirilmesi, yasama ve yürütme
organlarının bu konuda inançlı, kararlı ve cesur olmasına bağlıdır.
Ön koşulun gerçekleşmesi milyonlarca bireyin
hak arama dilekçeleriyle YÖK, MEB ve diğer ilgililerden hakkını talep etmesine
bağlıdır.
Ve unutulmamalıdır ki, yasama ve yürütme organları
oligarşik çetenin uzantısı olan bürokratik kurumlarla hareket ettiği müddetçe
çözüm olmaz.
Ön koşuldaki ilkelerin kabul edildiği
toplumlarda bireyler özgürce “Ey Rabbim ilmimi arttır 20/114” diyebilirler.
*Bu
çalışma Topyekun Öğrenim Özgürlüğü(Ankara-2005)
isimli kitabımın 44-65 sayfaları arasındaki bölüm üzerinde yapılan
birkaç kelimelik değişiklikten ibarettir.
KAYNAKLAR
AKTAN, Coşkun Can, Haklar ve Özgürlükler
Antolojisi, Ankara 2000.
Anayasa
ERDOĞAN, Mustafa. Tutarlı Özgürlükçülük,
Tercüman, 30.05.2005
ERDOĞAN, Mustafa, Dersimiz Özgürlük, İstanbul
2001.
ERDOĞAN, Mustafa; Hikmet-i Hükümet’ten Hukuk
Devletine Yol Var mı? Doğu Batı Dergisi, Sayı: 113, Ankara 2000.
ERKEN, Veysi : Nasıl Bir Yönetim,
Berikan Yayınları, Ankara 2012.
ERKEN, Veysi : Nasıl Bir İnsan, Berikan
Yayınları, Ankara 2012.
ERKEN, Veysi : Nasıl Bir Eğitim, Berikan
Yayınları, Ankara 2000.
Erken, Veysi. Öğrenim Özgürlüğü,
Önündeki Engeller ve Çözümü, Alperenler.com
http://www.inhak-bb.adalet.gow.tr
Illıch, Ivan, Okulsuz Toplum, benseno
yayınları, İstanbul 2002.
LYNCH,
A. Benegas, Açık Toplumda Eğitim, Liberal Düşünce, Yıl 6, Sayı 21, Ankara 2001.
Milli Eğitim Temel Kanunu (1739 ve
değişiklikleri)
Mesiti, Pat, Hayalleri Olanlar Asla Uyumaz,
Sistem Yayıncılık, İstanbul
Rosen, R. H. İnsan Yönetimi, MESS Yayınları,
İstanbul
ŞENER,
Sami, Eğitim Hürriyet İlişkisi, İnsan Adına Dergisi,Sayı 3,İstanbul 1998
Yaşar,
Nuri. İnsan Hakları Avrupa Sisteminde ve Türk Hukukunda Eğitim Hakkı ve
Özgürlüğü, Filiz Kitabevi, İstanbul 2000.
Yükseköğretim
Kurumları Kanunu (2547 ve değişiklikleri)
John Lowe : Dünya'da Yetişkinler Eğitimine
Toplu Bakış, Ankara, 1985.
T.C. BAŞBAKANLIK Kadının Statüsü ve Sorunları
Genel Müdürlüğü, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi, Sözleşmesi
ve İhtiyari Protokol, Ankara 2001.
TÜRKÇE SÖZLÜK, TDK, Ankara.
IŞIK. S. Nazik, Kadınlar ve Kadın Kuruluşları İçin “Başvuru El Kitabı”,
Uçan Süpürge Yayınları , Ankara 2004.
YILMAZ; Ejder. Hukuk Sözlüğü, Ankara 1982.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?