Söz Bitmiştir: Nereye Sürükleniyoruz
Veysi ERKEN Dr.
Dünya çok hukuk az kanuna doğru yol alırken bizler kuralın çok, hukukun yok sayıldığı bir meçhule sürükleniyoruz.
Bugün yazı yazmak hevesimi kaybettim.
Yazı hükümsüzdür. Söz anlamını kaybetmiştir.
Yetmişli yılların “Devlet” dergisinin sayfalarını karıştırıyorum.
İlk sayı Mayıs 1978’e ait kapağında “İşkence-Zulüm-Karne ifadeleri” içinde “ vergi değil işkence” ve “kıyım-sürgün, kıyım makinası iktidar” yazıları. Bir dönemin hafızalara kazınan ve müsebbiplerini unutturmayan ifadeler ve yazılar.
Devam ediyorum derginin yazılarını okumaya ve o meş’um dönemi hatırlamaya. İktidar su-i icraatlarını ve eziyetlerini sürdürmekte, kulaklar feryatları duymamakta vatanseverler, inananlar ezilmeye devam etmekte ve bugünü yansıtan bir feryat.
Söz Bitmiştir.
Evet, gerçekten dini belirsiz, gayrı Müslim bir oligarşik zümrenin tasallutu yüzünden dün olduğu gibi bugün de söz bitmiştir.
İmdadıma Ayvaz Gökdemir beyin Ocak 1978’de Devlet dergisinde kaleme aldığı dünün ve bugünün feryadını yansıtan yazısı yetişti. Söz onun:
“Şu sahada sözün bir haysiyeti kaldığına inanmıyorum. Söz bitmiştir. Duyacak kulak, anlayacak idrak, ürperecek kalb olmadıktan sonra konuşmanın veya yazmanın ne değeri olur? Söz, gidenleri geri getirir mi, yetimin bükük boynunu doğrultur, yaslı dulu güldürür mü, ‘anaların gözyaşını’ dindirir mi? Bundan geri sözü ne yapayım?
En mukaddes mefhumlar aşınmış, kelimeler birer boş kovan. Kelimelerimiz paramızdan daha değersiz. Sözün muhatabı yok, tesiri yok, kıymeti yok. Âdetâ deliler gibi kendi kendimize konuşuyor veya hastalar gibi sayıklıyoruz. Kimse kimseyi dinlemiyor. Kimse bir şeyi dinleme ve anlama ihtiyacında değil. Ne olursa olsun, herkes kendi türküsünü söylüyor. Tam mânâsıyla bir sağırlar diyalogu içinde, sözün ayağa düştüğü görülüyor. Hak, hakikat,ahlak,vicdan bitpazarı metaı sanki !...
En haksız olan en çok konuşuyor. En yüksek sesle konuşuyor. Sıkıştıkça bağırıyor. Onun ağzında lisan, sadece küfür, sövgü, tahrik âleti. Âcizin sığınağı uydurma dil, her yerde deva; açı doyurur, çıplağı giydirir, üşüyeni ısıtır, hastaya ilaç tesirlidir! Denilebilir ki adam konuşmuyor da gözbağcılık yapıyor. Standart ve şartlanmış beyin, laf salatasına tiryaki, ne söylense inanmağa âmâde. Aydın geçinen adam yalan morfinmanı olmuş; lafzı Türkçe’ye mânâsı Türk milletine hakaret olan yalan gıdasını aldı mı, başka bir şey istemiyor. Sadece ‘Ayy ne güzel’ çığlıkları ve şak şak şak! Bu manzara içinde Ord. Prof.’dan bilmem neye kadar bütün sıfatlar, an’lar, san’lar, unvanlar hep kof, hep boş ve son derece iğrenç. Altmışı, yetmişi devirmiş ömürler izdıraptan, çileden, mes’uliyet hissinden ve bezirgânlığı yağılan ilimden nasib almadan geçip, gitmiş. Riyakârlık, dalkavukluk, menfaatperestlik arasan tonla var! İnsan düşen kalkan, yanılan nedamet getiren, kazanan ve kaybeden bir varlıktır. Bunlarsa hep dört ayaklarının üstünde ve zeytinyağı gibi hep üstte kalmışlardır. Ar ve hayâdan nasipsiz oldukları için sustukları bir devir yoktur, her zaman konuşurlar. Sözün düşüşü mücerret, tek başına bir hâdise değildir Türkiye’de.
Münevver haysiyetinin bu derece düşük olduğu bir vasatta, her şarlatan bir mürşit, her gözü kara haris, bir kurtarıcı muamelesi görür. Adam, kitabı, istediği yerinden okuyor. Hem yüzünü, hem tersini söylüyor. Söylediği ile yaptığı ve yaşadığı, vaad ettiği ile gerçekleştirdiği birbirine zıt. Adam, topluluğun suratına kelimeler fırlatıyor sadece. Topluluk tasvibe, tasdike müvekkel, alkışa memur, minnet arzına
Müsaadeli. Adamda gam yok, tasa yok; çünkü ne yaparsa yapsın umut olmuş bir kere, kurtarıcı olmuş. Her ciddi işin acizi, her hakikatin yalancısı, her hakkın zalimi ama ‘kul taifesinin’ sihirbazı, ilahı! Adam elbette gam yemez.
Gam benim ekmeğim. Kederi ben yutkunurum. Çile benim kaderimdir. Âciz olan benim dilim. Söyleyemem, işittiremem, anlatamam... Eski, yani asîl ve köklü fakat günün aydın sosyetesinde itibarsız kelimelerle kem küm eden ben, evet, bugün âcizim. Çünkü hâlâ “kelâm”ın kıdemine, kudsiyetine inanıyorum. Ağızdan çıkan her sözün, Allah ve kulları önünde bir şeref taahhüdü olduğunu düşünüyorum. Benim dilimde kemik var; bugün ak dediğine yarın kara diyemez, işine gelmeyeni inkâr edemez. Hak, hakikat, ahlak, fazilet, vicdan gibi “çağ dışı” bir mefhumlar dünyasının müebbet mahkûmuyum. Vatan, millet sevgisi gibi “aşırı” duygularım, Allah ve Resûlu’nün yolunda olmak gibi “karanlık” inançlarım var! Yüzümün karasını saklamaya gücüm yetmez, onun için Allah’tan korkar, Peygamber’inden utanırım. Bu inançlarımın, bu tutkularımın simsarı ve tellalı değilim. Samimiyet, ihlâs, doğruluk gibi ölçülere şartlandırmışlar beni...”
Vesselam. 11.12.1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?