Kur'an'ı Kerim'i Okumayan/ Anlamaya
Çalışmayan Müslümanlar
Veysi Erken
Kenan tufanın akabinde bir başka
deyişle Eylül fırtınasından sonra bir dergide yapılan röportajlar
“İnanmış Aydın’ın Problemleri” adıyla kitaplaştırılmıştı.
O kitabın adı bir Türkiye gerçeğini ifade
ediyor.
Kitabın
adı yeter. Kitapta yer alan röportajlar Türkiye’de yerleşik hale getirilen "düşünce Zemini”ni sorunlarını
dillendiriyor. Aynı sorunlar kırk yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen devam
ediyor. Hem de derinleşerek. Münafıkların sayısı artarak.
Bizim
dediğimiz aydın sosyolojik, felsefi, hukuki, eğitim, tarihi, coğrafi, kültürel
kısaca "sosyal bilimler" denilen alanların tamamında düşüncesini,
fikriyatını ve eylemlerini “Batı/batıl
Düşüncesi”nin zeminine oturtmuş bulunuyor.
Bir
yerde kabahatli değil çünkü içinde neşvu nema bulunduğu eğitim zemini yamuk.
Dolayısıyla hayata bakışı bu nedenle yüzden çatallaşıyor.
Yaptığı
her şey ve analizler taklitten ibaret kalıyor.
"İnanmış Aydın” hayatını bir taraftan
inandığı, ama bilmediği değerlere dayandırmaya, öte yandan kendisine dayatılan
değerlere göre yaşamaya çalışıyor.
Kısaca
“İnanmış Aydın” bir ikilem içinde bulunuyor.
Kısaca,
eskimeyen kavramlarla inanmış aydının konumu “el menzile beynel menzileteyn” durumundadır.
Üzülerek
belirtmeliyim ki, bugün de vaziyet aynıdır. Aydınımızın zemini aynıdır. Aradaki
fark "düşünce zemini" "fıkıh"tan tamamen uzaklaşarak
"Batı/batıl menzilesi"ne daha çok kaymışlığıdır.
Aydınımızın
"düşünce ve düşünme zemini" yerli olmadığı için fikriyatını ve
zikriyatını BATININ BATIL değerleriyle kurguluyor.
Aydınımızın
her şeyi taklitten ibarettir. Çözüm için teklifleri bize ait değildir.
İlahiyat,
eğitim, tıp, içtimaiyat vs. sahalarındaki çözüm önerilerini inceleme yeterlidir
Bu
gerçek kabul görmedikçe bir yere varmamız ve dünyaya damgamızı vurmamız mümkün
değildir.
Yerli
olmak mümkün mü?
Elbette
mümkündür.
Yerli
olmanın ilk şartı "yerli(İslami) değerlerimizi düşünme zemini haline
getirmekle başlar.
Bu
da ancak Kur’an-ı Kerime dönmekle mümkün hale gelir.
Kur’anı
kerime dönmek demek Kur’anla doğru ilişki kurmak demektir.
İlişkimiz;
Kur’an-ı kerime
İnanmak,
Okumak,
Öğrenmek
Anlamak
Ve
Yaşamak safhalarını ihtiva eder.
Kısaca
Kur’anı SATIRdan SADRA, SADIRdan HAYAT’a geçirmekle mümkündür.
Kur’anı
hayatımızdan çıkardığımız için sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel
ilişkilerimizi, düşünüşümüzü ve uygulamalarımızı “BATININ BATIL ZİHNİYETİ”ne
dayandırmış bulunuyoruz.
Özellikle
Sosyal Bilimler denilen alanda akademik olduğunu düşündüğümüz bütün çalışmaları
inceleyiniz bu durumu görürsünüz.
Batıyı
iflasa götüren önermeleri hayatımızın parçası haline getirmiş durumdayız.
Daha
önce bir yazımda ifade ettiğim gibi kültürel ve zihni işgal had safhadadır.
Yıllardır yerli olmayan egemenlerin tatbik ettikleri yöntemlerle insanımızın
"zihni ve hayatı" işgal edilmiştir.
Zihni işgal yüzünden aydın, gazeteci, bilim adamı, sanayici, tüccar,
yazar-çizer vs. dediklerimiz hep zihinlerini işgal edenlerin mantığıyla hareket
etmekte, yazmakta ve iktisadi hayatı inşa etmektedir.
Gönüllü
veya paralı köleler durumunda olan bahsi geçen taife etrafımızda devam eden
soykırımları (Suriye’de, Irakta, Sudan’da, Türkistan’da, Afganistan’da,
Libya’da, Mısır’da ve sayamadığımız yerlerde Siyonist haçlılarca
gerçekleştirilen) yapan ve yaptıranlara karşı tavır sergileyeceklerine
ülkemizin etrafımızla olan ilgisini kınamakta ve engellemeye çalışmaktadır.
Sadece
bu tür yaklaşımlar bile nasıl işgal edildiğimizin (zihni ve kültürel olarak)
bir resmi ve göstergesidir.
Hâsılı
kelam.
Kendini
Müslüman olarak ifade eden her fert zihnini ve hayatını işgalden kurtarmakla
mükelleftir.
Alanı
ne olursa olsun özellikle liderlik etme konumunda olanların vebali daha
büyüktür.
Sosyal
hayatla ilgili olanların vebali daha da büyüktür.
Haydi,
elbirliği ve gönül birliği ile Kur’ana inanmaya, okumaya, öğrenmeye, anlamaya
ve yaşamaya yönelelim.
Kur’anı
satırdan sadra, sadırdan hayata taşıyarak tatbik edelim, yaşayalım ve
MUHLASİN’den olalım.
Selam
ve Sabırla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?