30 Mayıs 2009 Cumartesi

Kaynaklar Kıt mı?

Vatandaşın rahatlatılması için bir adım atmaya kalkışanlar bürokrasi tarafından pişman edilir.

Ağızdan çıkan söz kaynakların “kıt” ve imkânların sınırlı olduğudur.

Külliyen yalan olan bu ifadelere inananlar bol bol yorum yapar ve yazılar yazar. Medya denilen ucubede tonlarca yazıyla karşılaşırız.

Esasında yönetme gücünü eline geçirmiş oligarşik çete kaynakların halka ulaşmasını istemez. Aksine kendi gücünü pekiştirecek kararları alır ve bunları tedbir olarak vatandaşa yutturmaya çalışır.

Son dönemde kriz denilen hadise de bundan farklı değildir. Vatandaşa yok diyen yöneticiler kendi imkânlarını arttırır. Lojman, makam arcı, sosyal tesisler ve örtülü ödenekler bunların başlıca göstergeleridir. Bürokrasi asla saltanatından vazgeçmez.

Halkı canından bezdirmek için attığı her adımı meşrulaştırma babında bir şeyi bahane eder. Bana gelen bir mail oligarşik çetenin mantığını ortaya koymaktadır. İşte o mail:

Bekçi

Devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak, 500 TL maaşla, bir bekçi işe almaya karar verir.
Bir süre sonra düşünülür ;
‘’Peki talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak’’
Bir planlama birimi kurulur ve planlamayı yapmak üzere, 750’şer TL maaşla, iki kişi işe alınır.
Bir süre sonra
‘’İşleri yapıp yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz’’ diye düşünülerek, 1.000’er TL maaşla, iki denetmen işe alınır, biri denetim yapar diğeri raporları yazar .
Bir süre sonra
‘’ Bunların maaşları hesaplanıp nasıl ödenecek ‘’ diye tartışılır ve 1.500’er TL maaşla, bir mali müşavir, bir katip, bir de istatistikçi işe alınır.
Bir süre sonra ;
‘’Peki bunlardan kim sorumlu olacak.’’ Diye düşünülür ve 5.000 TL maaşlı bir müdür ve 3.000’er TL maaşla iki de müdür yardımcısı işe alınır.
Bir süre sonra, ülkede ekonomik kriz çıkar ve bütçedeki masrafları kısmak için bekçi işten çıkartılır...

Kıt kaynakların nasıl kullanıldığını anladık mı sevgili dostlar

Selam ve Sabırla…………

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Kurultaydan Sonra Büyük Birlik

Alperen, beyninin her hücresine işlemiş olan düşünceler

-değerler- iktidar olmadıkça “muhalif olma” dürüstlüğünü terk

etmeyen insandır. Alperen ömrünün hiç bir döneminde

karşısında olduğu sistemle işbirliği yapmaya tenezzül etmeyen

insandır.

24 Mayıs 2009 kurultayı sonsuzluğun sahibi olan Cenabı Allah’a kavuşan merhum genel başkanımız Muhsin yazıcıoğlunun davasının şahlanışının başlangıcı olabilir. Hüznümüzün devam ettiği süreçte gerçekleşen kurultay bir başlangıç olmalıdır.

Ebruli bir dünya için yeni yönetimin işi kolay değil. GÖR’de belirtildiği gibi kitlelere ulaşılmaya çalışılmalıdır.

İşte bu atmosfer içinde “gül” bir peygamber muştusu misali anlatılmalı ve vuslat kurultayındaki “tevhid” gerçekleştirilmelidir.

Kitleler “gül”e koşmalı.

Büyük Birlikte kaybrden veya kazanan yok. Bütün adaylar değerli ve hep birlikte kazanmış oldular.

24. 05.2009 “Hayırda Yarış” mantığı ile tamamlanmıştır. Büyük Birlikliler milletin “Söz”, “Hak” ve “Karar” sahibi olmasını sağlayacak iradeye sahip olduklarını gösterdiler. Ümitler boşa çıkarılmadı. Büyük Birliklerini devam ettirdiler.

Salondaki el ele tutuşmalar ve kucaklaşmalar bunun göstergesidir.

Kendilerini ve milleti aldatmadılar.

Büyük Birliklilerin lokomotifini oluşturan yeni ekip el ele, gönül gönüle fedakarlık ve feragatle vagonların yükünü çekmeli ve milli iradenin şahlanmasını sağlamalıdır. Böyle bir çaba oligarşik çete hakimiyetinin nihayete erdirecektir.

Unutulmamalıdır ki, başarı çalışma ile doğru orantılıdır. Gerek hakiki, gerekse hükmî şahsiyetlerin başarılarının gayretlerine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Yeni lokomotifin her bireyi gayretini vagonları çekebilecek kadar arttırmak mecburiyetindedir.

Bilenler bilir. Merhum Tahir Hocamızın bir benzetmesi vardı. Bizlere sürekli olarak “hedefiniz birinci kata çıkmak ise, siz ikinci katı hedef seçiniz” derdi. Gerçekten bir insanın veyahut bir grubun başarısı gerçek hedeflerini egale edecek hedefleri seçmesine ve bu doğrultuda çaba sarf etmesine bağlıdır.

Büyük Birlik Partisinin yeni lokomotifi “derin millet”in sesi olmak istiyorsa hedef kitle olarak yetmiş milyonluk sathı bir bütün olarak görmelidir. Tıpkı merhum genel başkanımızın yetmiş milyon vatandaşı bir gördüğü gibi.

“Hepimiz Bir Kilimin Desenleriyiz” diyen Büyük Birliklilerin yeni stratejilerini ülkemizdeki “olanlarla” “olması gerekenlere” dayandırması gerektiğini düşünüyorum.

Yıllardır milletin haklarını gasp eden ve imkanlarını sülük gibi emen bir küçük azınlığın yüzünü derin millete izah etmek ve göstermek madalyonun bir yüzü, çözüm ile ilgili görüşler madalyonun öteki yüzünü oluşturmalıdır. Doğru teşhis tedavi için gerekli, ancak yetersizdir. Bu sebeple tedavi için gerekli reçetenin yurt sathında tanıtılması gerekir.

Teşhisin “olanlarla” yani hastalığın kaynağıyla ilgili olup bir avuç insandan oluşan “zümre”nin melanetlerini, yağmalamalarını, talanlarını ve hak gasplarını ortaya koyacak boyutta, büyüklükte ve çapta olması gereklidir. Zira varlık içinde yokluk çekmemizin en önemli sebeplerinden birisinin “ayak” olması gereken zümrenin “baş” yapılıp alkışlanması ve kabul görmesi gerçeğidir. Bu gerçek asla unutulmamalı ve akıldan çıkarılmamalıdır.

Her biri “Monark” konumunda olan sülük zümrenin mensuplarının “halka rağmen” hükmetmekte olduklarının deşifre edilmesi, milli iradenin sesi olmanın başlangıcıdır. Reçeteyle birlikte gayret, zaferin muştusudur.

Büyük Birlik zorlaştırmayıp kolaylaştıran, nefret ettirmeyip müjdeleyen bir yaklaşım sergileyebilir ise mevcut gelişme “kuvve”den “fiil”e dönüşür ve merhum genel başkanımızın hayali gerçekleşmiş olur.

Yeter ki ,milletin teveccühünü “Güven”e dönüştürebilecek lokomotif harekete geçsin.

Başta Tuna Koç ve Yalçın Topçu olmak emeği geçen ve merhum genel başkanımızın ruhuna Fatiha okuyan herkese selam.

Selam ve Sabırla.......

21 Mayıs 2009 Perşembe

Cenaze Namazı İle Direniş Aynı Zamanda Diriliştir.

Son günlerdeki ölümler bir daha gösterdi ki müslüman şuurlu olma ve yaşama mecburiyeti vardır. Aksi takdirde hayatı boyunca İslam ve Müslümanla mücadele etmiş bireylerin cenazeleri vesile kılınarak İslama saldırılar arttırılır.
Müslümanın açıktan yapılması gereken davranışlarında gizlisi olmaz. Dini vecibelerini açıktan yerine getirir. Bilinen bir husustur ki İslam, hayatın bütününü kuşatır.
Müslüman bireyin ve toplumun bütün eylem ve söylemlerinin kaynağını oluşturur. Birey, başkalarına karşı davranışlarını oluşturmasında "İslam"ın kaynakları mehaz alırsa hem kendisinin, hem de toplumun hayatı daha anlamlı olur. Hatta toplumda görülen olumsuz davranışların bir kısmının izale edilmesinde büyük rol oynar.
Bunu "namaz"la misallendirebiliriz.
Bilindiği üzere namazın hem bireysel hem de toplumsal faydaları var. Gerçek anlamda kılınan namaz, insanı Allah'a yakınlaştırır. Bireyin iradesini ve ruhunu kuvvetlendirir, ona üstünlük sağlar, onu dünyevileşmekten korur. Ona şehevî ve dünyevî arzularını yerinde kullandırır, böylece onu rahatlatır.
Toplumsal açıdan bakıldığında namaz, bireyi topluma karşı işleyeceği kötülüklerden alı kor. Nitekim bu durum "Namazı kıl. Çünkü namaz, fuhuştan ve kötülüklerden alı kor. Ankebut 45" ayetiyle belirtilmiştir.
Her halükârda denilebilir ki, namaz birey ve toplum için bir diriliş eylemidir.
Namaz bir diriliş eylemi olduğu kadar, aynı zamanda bir çeşidiyle de "direniş" eylemidir de.
Özellikle "cenaze namazı" bir direniş eylemidir denilebilir. Cenaze namazı toplumda yer alanlara karşı bir direniş eylemidir. Bunu ayetten anlıyoruz.
Bilindiği üzere cenaze namazı farz-ı kifayedir.
Toplum fertlerinin bir kısmının edâsı ile farz yerine gelmiş olur.
İşte sorun ve direniş burada başlıyor.
Bilindiği üzere toplumumuzda ömrü boyunca İslâm'a ve Müslümanlara saldırmayı marifet olarak gören, hayatı boyunca İslâm dışı yaşayan bireylerin ölüsü camiye getirilir ve şuursuz Müslümanlar bunların namazını kılar.
Bu durum kötülerin kötülüklerini sürdürmesine zemin hazırlar.
Halbuki, Cenabı-ı Allah bu tiplerin namazının kılınmamasını emretmektedir. Ayette "Onlardan ölenlerin hiç biri üzerine asla cenaze namazı kılma. Tevbe-84" denilmektedir.
Şuurlu olan her Müslüman önüne konulanın namazını sorgulamadan kılmaz. Cenazeyi getirenlerin kenarda beklemeleri karşısında farz-ı kifayedir deyip saf'ta yer almaz. Bilir ki, şuursuz davranışlar topluma bir kötülüktür.
Kısaca;
Cenaze sahiplerinin safta yer almaması karşısında şuurlu Müslümanlar tarafından bir tepki gösterilip cenaze namazı kılınmazsa cenaze sahiplerinin ekseriyeti bu tepkiden ibret alarak İslam'a rucu eder ve normal davranış sergilerler. Bunun örnekleri çoktur.
Konuya bu bağlamda bakıldığında namaz bir diriliş eylemi olduğu gibi, dirilişe vesile olacak bir "direniş eylemi"dir aynı zamanda.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, haydin namazla şuurlanmaya,direnmeye, dirilmeye ve topluma iyilik etmeye.
Selam ve Sabırla…………………

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Birlik Kurultayına Doğru

Büyük Birlik Partisi Siyasi Partiler Kanunu ve tüzüğü gereğince 24.05.2009 tarihinde kurultayını gerçekleştirecek.

Bu kurultay resmi formalitelerden daha büyük ehemmiyete sahiptir. Zira BBP sıradan bir parti değil büyük bir gönül hareketidir. 1992 yılında yola çıkılırken bu harekete gönül verenler “Hılful Fudul” mantığı ile başlangıç yaptılar.

Büyük Birlik mensupları Hılful Fudulun öncüleri gibi zalim ve zulme karşı çıkmışlardır. Adalet vazgeçilmez kabul edilmiştir başlangıçta.

Büyük Birlik Partisi bu duygularla kurultayını yapmalıdır. Yapacaklarını ve birliklerini devam ettireceklerini düşünüyorum.

Zira Büyük Birlikliler tevhidde ve secdede birleşmişlerdir. Tıpkı Abdurrahim Karakoç ağabeyin

Birleşin, ey yolları Kur’an’da birleşenler
Birleşin, itikatta, imanda birleşenler
Ayrılık yakışmıyor, bölünmek günah size
Birleşin, ey Secde-i Rahman’da birleşenler

dizelerinde terennüm ettiği gibi.

Büyük Birlik Partisi mensuplarına ayrılık yakışmaz hayırda yarış yakışır. Çünkü Büyük Birlik hareketinin mensupları aleme nizam verme gayesine sahiptirler. Gayelerini:

Nizâm-ı Âlem'dir Hak'kın sözü bu
Söylediğim cümle sözün özü bu
Tek damlada umman eyler bizi bu
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

Ülkü demek makam, mevki, taç değil,
Ülkü demek totem, sembol, haç değil
Kul icadı kof ilkeler hiç değil,
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.” Biçiminde haykırırlar.

Kurultay vuslat gününde dillendirildiği gibi olmalı ve merhum Muhsin başkanın hayalini gerçekleştirmeye matuf olmalıdır. İşte o hayal:

“Bir hayalim var: Bütün vatandaşlarımızın, ay-yıldızlı bayrağın altında şerefle yaşadığı bir TÜRKİYE hayal ediyorum...

Bir hayalim var: Başını örtenle, açanın aynı üniversitede yasaksız, kavgasız kardeşçe yaşadığı bir ülke hayal ediyorum...

Bir hayalim var: KÜRT-TÜRKMEN, alevi-Sünni ayrımı olmadan, zengin-fakir ayrıcalığı görülmeden imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir TÜRKİYE istiyorum...

Kısacası; Adriyatik`ten, Çin Seddi`ne kadar kaynaşmış, güçlü bir TÜRK dünyası hayal ediyorum. Büyük bir TÜRKİYE hayal ediyorum...”

Selam ve Sabırla…………………………….

17 Mayıs 2009 Pazar

Zikre Dalmış Her şey

“Zikre dalmış her şey” diyordu sonsuzluğun sahibine, âlemlerin rabbine kavuşmak isteyen adam.

Kaht-ı ricalin olduğu dönemde dik durdu.

Eğilmedi.

O;

“Mefkûremiz göklerde dalgalanan bir sancak, Allahın huzurunda eğiliriz biz ancak” diyen beşerlerdendi.

İnandığı gibi yaşamaya çalıştı fırıldakların dünyasında.

Onun için “iki saniye sonra ne olacağımıza dair bir garantimiz yok, kirlenmeye fırıldak olmaya değmez” demişti son konuşmasında.

Fırıldaklar mevki, makam, şan, şöhret, heva, heves ve şehveti ilahlaştırırken O, “ Dualar gibi yükseliyor ümitlerim” diyordu.

“Ruhumu dinlendirmek istiyorum” diyordu otuz üç yıllık arkadaşım, gönüldaşım ve başkanım.

Sen ruhunu dinlendirmeye başladın, sonsuzluğun sahibine kavuştun.

Sen ki, İlayı Kelimetullah diyordun. Uğrunda her şeye hazırım diyordun.

Hazırlığın hitama erdi.

Rabbine ve sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’e vasıl oldun.

Hz. Muhammed’in, Selahaddin-i Eyyubinin, Kılıçaslan’ın, Fatihin, Yavuzun ve milyarlarca evliyanın komşusu oldun inşallah.

Mekânın cennet olsun.

Dağlarda ısınan, Mamak zindanlarında, medrese-i yusufiyelerde üşüyen adam*.

Cennet ısınma yeridir.

Cennet huzur yeridir.

Cennet, Cenabı Allah’ın emri doğrultusunda hayatlarını sürdürenlerin ve cihad edenlerin vuslat yeridir.

Sen vasıl oldun.

Darısı “emri- bil maruf ve nehy anil munker”i hakkıyla yapanlara.

Selam ve Sabırla.

*ÜŞÜYORUM...

Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim

Hafif bir rüzgâr gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum

Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey

Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken

Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum

Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum...

Siyasilerin Hayali Olmalı

Ülkenin yönetimine talip olanların gerçekleşebilir hayalleri olmalıdır. Hayal ülke insanı ile olduğu gibi dünyayı kapsayıcı da olmalıdır.
Hayal kurmak ve onu gerçekleştirmeye çalışmak fıtri bir duygudur. Yönü ve hedefi yetişme ve yetiştirilme tarzına göre farklılaşır. Dolayısıyla siyasilerin de hayalleri vardır.
Siyasilerin hayalleri ülkenin insanına hizmete yönelik ise anlamlıdır. Merhum Muhsin Yazıcıoğlunun bir hayali vardı. O gençliğinde “eller silah değil kalem tutmalı derken” huzurlu bir ülkeyi hayal ediyordu. Hayali gerçekçi ve örnek teşkil edecek evsafta idi.
BBP’nin Genel Başkanlığını yürüttüğü dönemde de huzurla ilgili hayallerini dillendirmeye devam etti. Çabası hep bu yönde oldu. Bütün siyasilere örnek olmaya çalıştı ve çabaladı.
İşte merhum Yazıcıoğlu’nun ülkemiz için hayali:
“Bir hayalim var: Bütün vatandaşlarımızın, ay-yıldızlı bayrağın altında şerefle yaşadığı bir TÜRKİYE hayal ediyorum...
Bir hayalim var: Başını örtenle, açanın aynı üniversitede yasaksız, kavgasız kardeşçe yaşadığı bir ülke hayal ediyorum...
Bir hayalim var: KÜRT-TÜRKMEN, alevi-Sünni ayrımı olmadan, zengin-fakir ayrıcalığı görülmeden imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir TÜRKİYE istiyorum...
Kısacası; Adriyatik`ten, Çin Seddi`ne kadar kaynaşmış, güçlü bir TÜRK dünyası hayal ediyorum. Büyük bir TÜRKİYE hayal ediyorum...”
Ne güzel bir hayal değil mi?
Ülkemizi kargaşaya sürüklemek isteyen siyasi görünümlü bezirgânları seyrettikçe Yazıcıoğlu’nun hayali daha bir anlam kazanıyor?
“Hayalleri olanlar asla uyumaz” diyor Pat Mesiti. Gençlere ve siyasilere sesleniyorum.
Sizin de huzura yönelik hayaliniz olsun? Uyumayın ve hayal kurun.
Kavgasız ve kargaşasız bir Türkiye ve dünya ile ilgili hayal.
Fırıldak olmadan. Kimseyi aldatmadan ve fırıldaklara kanmadan kurun hayalinizi.
Zira huzurlu bir Türkiye ve dünya hayali ancak fırıldaklıklardan uzak bir zeminde kurulur ve gerçekleştirilmeye çalışılır.
Merhum Yazıcıoğlu hayallerini fırıldaklıktan uzak bir zeminde kuruyordu ve düz durmamanın kötülüğünü şöyle açıklıyordu.
“Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahirette Allah, bize ‘Niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz. 19 Mart 2009günü partisinin Karaman Seçim Bürosu’ndaki konuşması”
Neticeten fırıldaklıktan uzak huzur dolu hayaller siyasetçilerimize ve bürokratik yöneticilerimize gereklidir.
Tavsiye olunur.

Katliam

“Din yıkılmadan, düşman yıkılmaz”

Elli yaşanı aştım. İnsanın kanını donduran böyle bir vahşeti duymadım Mardin’le ile ilgili. Adeta Akiflin

"...Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkazı beşer...
dizeleri yaşatılıyor.

Neden ve nasıl oluyor.

Böyle bir vahşet, cinayet ve katliam nasıl gerçekleştiriliyor.

Üç yaşındaki sabinin suçu ne?

Ya kadınlar?

Hiçbir şeyle izahı yok.

Ne gayrı Müslimlerin uydurdukları töre cinayetine sığar bu vahşet ne de teröre. Hele hele dine hiç sığmaz.

Cenabı Allah “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. NİSÂ SÛRESİ-93” diye vazediyor kullarına. Secdedeki bir insanı katletmek ve cehennemi hak etmek için cinnet mi geçirilmiş, yoksa eroinle mi uyuşturulmuş katiller.

Kim bilir.

Olanı biteni izah etmek gerçekten zordur.

Ne dinle izah edebilirsiniz. Ne de batının sosyolojik analizleriyle.

Burada insanlık öldürülmüştür.

Gazze’deki, Bağdat’taki, Felluce’deki veya cenk kalesindeki gibi.

Çoluk çocuk katledilmiştir Bilge köyünde. İnsanlık katledilmiştir Mardin'in köyünde.

Cenabı Allah böyle buyuruyor. İşte delili:

“Kim haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Maide Sûresi, 32)

Bu katliamın bir tek izahı vardı. Dinin yıkılması.

Yorgun Yıllarda Nusret Çiçek adeta son olayı tasvir ediyor. İste o satırlar “ Araban’da insanlar sanki silah ve kan ile özdeşleşmişlerdi. İntikam kokuyordu sağımız solumuz. Toplumun içini kemiren bir sosyal hastalık, intikam almak! Yaşlı kadınlar mezara ramak kala kan davası peşinde, gitmeden kan akıtmak istiyorlardı.

‘Ah! Ah! Herkes kanını aldı, biz alamadık. Altmış sene önce gül gibi emmimi vurdular’

O küçük ilçe sanki bir Teksas. Kan fabrikası gibi. En çok adam öldüren yiğit. Alnından kurşunu yapıştırıp geri teslim olmak anlı şanlı…

Kaçmak, korkaklık! On dört yaşındaki çocuklar bile çevik atıcı. Hedef saptırmadan intikam almayı, bir aile onuru sayarlardı.

Bir slogan daha: ‘Din yıkılmadan, düşman yıkılmaz’ Beş vakit kıbleye dönenler, birden fazla hacca gidenler dahi içlerinde intikam ateşi yanınca bu sözü söylüyordu. ‘Din yıkılmadan düşman yıkılmazmış!’ İz takibine başladıklarında ne namaz, ne oruç. Kazandıkları hac sevapları da tatilde!

Bet beniz gitmiş, simsiyah bir çehre.

Kan, Kan, Kan.”

Evet…

Bilge mezrasında din yıkılmıştır. İslam hayattan çekilmiştir ve katliam için yüzler simsiyah, gözler kan çanağına dönmüştür.

Ne namazın hükmü ve Kur’an'ın emri bilinmiştir.

Anne karnındaki sabi onun için katledilmiştir. Onun için Bilge mezrası Gazze’ye çevrilmiştir.

Bu bize ders olacak mı?

Şuurlu bir İslam tedrisatı olacak mı?

Kürd'üyle, Türkmen’iyle, Alevi'siyle Sünni'siyle, doğulusuyla batılısıyla insanımızın gönlüne Allah’ın emirlerini işleyebilecek miyiz?

Katliamları durdurabilecek miyiz?

Kim bilir?

Selam ve Sabırla…