30 Ağustos 2021 Pazartesi

Meral Akşener’in İçi Acımış

 Meral Akşener’in İçi Acımış

Veysi ERKEN

Vah vah.

Vah ki vah.

Ne kadar acı bir şey.

Meral Akşener’in içi acımış.

Neden acaba?

Meğerse Kılıçdaroğlu'nu üzmüşler.

Bir Anadolu hanımefendisi Kılıçdaroğlu'na “çocuğuma dokunma, yürü yürü git” demiş.

Kılıçdaroğlu ve şürekâsı için Meral Akşener’in içi acımayıp da kimin içi acıyacak.

Eh…

Ne de olsa Kılıçdaroğlu ve ortaklarının ittifakçısıdır Meral Akşener.

Daha doğrusu aynileşmişidir.

Canan ve Pervin ile poz verebilen, bilmem ne sözleşmesi yaşatır diyendir Meral Akşener.

Hani şu Çevik bir ile ilgili şikâyetinden vazgeçen, partililerine “sayemizde bu koltuklarda oturuyorsunuz” diyenlere ses çıkaramayan, vekilini “it” diye nitelendiren ademe sessiz kalan Meral Akşener.

İçi acımış Anadolu’nun hanımefendisinin tepkisine. Çocuklarını bekleyen anneler için acı duymayan, sessiz kalan Meral Akşener “çocuğuma dokunma yürü yürü git” diyenin ifadesi için içi acımış. İslam’a savaş açanlara “iç” acırmış demek. Halkı düşman telakki eden zihniyet için “iç” acırmış.

Vatandaşa saldıran partililerinin tutumuna karşı içi acıyacak değil ya.

Elbette kendisine ödünç vekil veren eleman için içi acıyacak.

Halka rağmen halk için anlayışı nasıl sürdürecekler içi acımazsa.

İlke ve ülkülerinden nasıl koparacak insanları Kılıçdaroğlunu kollamazsa.

Evet, içi cız eden Meral Akşener’in içi mağdurlar için acımaz. Anadolu hanımefendisine saldıran gazeteci kılıklı soysuzlara da belki içi acır.

Bunu 28 Şubat dönemindeki tutumundan da biliyoruz.

Meral Akşener ancak SSK’yı batıran için “içi” acır. Şeref sözlü verdiği halde “işçi” çıkaranlar için “içi” acır.

Ve.

Ancak dostlarımızla iktidar olacağız deyip yabancıları işaret edenlere içi acır.

Malum aynı zihniyette olan bir adem bizim ittifakın adayını iç ve dış güçler beraber kararlaştıracak diye itirafta bulunmuş idi.

Meral Akşenerîn içi ancak bunlar için acır.

Millet için içi acıyacak değil ya.

İbretlik ve unutulmaması gereken bir itiraftır.

Tarihe not düştük.

Mağdur ve mazlumlar merhameti Allah’tan niyaz ederler.

Allah’la irtibatı olmayanlar zalimler için acı duyarlar…

Selam ve Sabırla…

 

 

PCR Testi ve Aşı Dayatması İktidara ve Türkiye'ye Tuzaktır

 PCR Testi ve Aşı Dayatması İktidara ve Türkiye'ye Tuzaktır

Veysi ERKEN

Sayın Başkan

Maalesef Türkiye’ye ve size tuzak kuruluyor.

Daha önce “tam açılma” diye bir yazı yazmıştım.

Kısmen gerçekleşti.

Bunun yerine dayatmalar başladı.

Bu dayatmalarla size ve Türkiye’ye tuzak kuruluyor.

Sayın başkan. Bu tuzakları bozunuz.

İfade edildiği üzere 1918 yılından beri grip denilen bulaşıcı hastalık var ve devam ediyor.

Bunun için “aşı”lar geliştirilmiş ve zorunlu olmadan isteyenler vurulmuş. Tabii ki, başka aşılar da geliştirilmiş.

Hatta aşısı Türkiye’de de üretilmiş ne hikmetse bilahare vazgeçilmiş.

Şimdi bütün hastalıklar bitmiş gibi “corona” diye bir salgın hastalık ikame edilmiş ve bununla ilgili denemeleri bitmemiş aşılar zuhur etmiş.

Bu yetmezmiş gibi PCR testi diye bir hastalık tespit aracı ikame edilmiş.

En önemlisi bunlar “yasak” aracı olarak kullanılmaya başlanmış.

Aşı olmayan uçağa, otobüse binemeyecekmiş, yok PCR denilen test sonucu aranacakmış.

Sayın Başkan.

Bilesiniz ki, bunlar size ve Türkiye’ye tuzak kurmak için zorunlu hale getiriliyor.

Bu tuzağı bozmak şarttır.

Türkiye ancak bu tuzakları boza boza hedefine ulaşır.

Sayın Başkan.

Biliniz ki, tuzakçılar hastalığın yayılmaması için alınacak tedbirleri engellemek için her gün bir şey uydurur. Gerçek çalışmaları yok etmeye çalışır.

Dün maske ve temizlik ile aramıza mesafe koydular.

Duygularımızı esir ettiler.

Bugün aşı ve PCR testi.

Hani diyorlardı ya.

Toplumun yüzde 60’ı aşılanırsa toplumsal bağışıklık oluşacaktı.

Ne oldu.

Ne değişti.

Toplumun yüzde seksenine yakını aşılandı ve her gün bu sayı artıyor. Aşılanmayan veya aşılanmak istemeyenlere dayatmalar ve hayatı zehir etmenin anlamı nedir?

Peki, bu zorunluluk neyin nesidir.

Türkiye’ye hangi güçler bunu dayatıyor.

Yazılacak çok şey var.

Gerek yok.

Sayın Başkan.

Tuzakları bozunuz ve “tam açılma” ile birlikte aşı ve PCR zorunluluğunu ortadan kaldırınız.

Aksi takdirde Türkiye kaybeder.

Bilmelisiniz ki, dayatmalar toplumdaki güven, inanç, heyecan ve bağlılık duygularını köreltir.

Birlik ve kardeşlik duygularımızı yok etmek isteyen Türkiye’ye muhalefet edenler her gün ve her saat fitne ve fücuru arttırmaya devam ediyor.

Sayın Başkan.

Geliniz tuzakları bozunuz ve milletin gerçek ihtiyaçlarına yöneliniz.

Çünkü toplumumuzun ahlaki, insani ve İslami değerleri zayıflamış, tüketime alıştırılmış ve bunun sonucunda iktisadi olarak bunalama sürüklenmiş.

Bunun çarelerini araştırınız ve yasaklarla değil özgürlüklerle toplumun önünü açınız ki, toplumda güven, huzur, heyecan ve inanç artsın.

Selam ve Sabırla…

27 Ağustos 2021 Cuma

Eğitimde (Maarif) Akıl ve Kalbi Birleştirmek

  Eğitimde (Maarif) Akıl ve Kalbi Birleştirmek

 Veysi ERKEN

Giriş

İnsanlık tarihi boyunca insanın eğitilmesi (talim-terbiye) bir sorun olagelmiştir. Temel problem insanın hangi “değer”lere göre eğitileceğidir.

İnsanı merkeze almayan anlayışlarda ve toplumlarda yönetim gücünü elinde bulunduranların şablonu eğitimin “değer” ölçütlerini oluşturur.

Bireylerin önceden belirlenmiş “değer”lere, bir başka ifadeyle şablonlara göre yetiştirilmesi esas kabul edilir. Şablonlara göre yetiştiremeyen eğitim sistemi “iyi” bir sistem değildir.

İnsanı merkeze almayan toplumlarda ise insanın yetiştirilmesi sorunu daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Zira bireyin hangi ölçütlere göre eğitileceği bir problemdir. Değer ölçütleri üzerindeki anlaşmazlık sorunun büyümesine yol açmaktadır.

İnsanı merkeze alan ülkelerdeki eğitimcilerin bahsi geçen sebeple mesailerinin büyük bir kısmını bu konuya ayırması boşuna bir çaba değildir. Zira bu ülkelerde bireyin yetiştirilmesi sorununa yönetimin gücünü elinde bulunduranların amacına bakılmaz. Eğitme sorununa “ideal insan” tipine nasıl ulaşılacağı ve sahip olunan değerler penceresinden bakılır.

 Son yıllarda üzerinde durulan bir konu olan “ideal insan” tipine ancak bireyin “akıl” ve “kalbi”nin “üstün” bir başka ifadeyle “Allah’ın vahyettiği değerlere” uygun bir şekilde biçimlendirilmesi ile mümkün olabileceği gerçeği gündeme gelmektedir.

Bu makale çerçevesinde “insan yetiştirme” yani eğitim sorununa bu çerçevede çözüm bulunmaya çalışılacaktır.  

Yolculuğumuz

 Bu makaledeki yolculuğun amacı ve hedefi Goleman’ın ifadesiyle; “hayatın en karmaşık anlarını ve çevremizdeki dünyayı anlaşılır kılmak. Hedefimiz ise, duyguları zekâyla birleştirmenin ne anlama geldiğini ve nasıl olacağını anlamak”tır(Goleman, s.11).

Hayatın karmaşık alanlarını anlaşılır hale getirebilmek için eğitimle insanın bilen varlık haline getirilmesine çalışılmaktadır. Ancak, çaba genel anlamda insanın “akıl” boyutuna hitap etmekle sınırlı olmaktadır.

Eğitim süreci ile ilgili bütün düzenlemelerin mantığında ferdin IQ’ sunun geliştirilmesi esas kabul edilmektedir. İnsanın “akılcı zihin” boyutunun tek başına eğitim sürecinin konusu haline getirilmesi “ideal insan”ın yetişmesine yetmemektedir.

Bu mantık insanı mutlu edememekte, hatta bazen mutsuzluk kaynağı olmaktadır. “İnsan insanın kurdudur” anlayışı bu mantığın eseridir.  “Akılcı zihnin” konu edinilmesinin yetersizliği fark edilince IQ’nın yanında EQ’nın da eğitim sürecinin içinde yer alması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Bu yeni yaklaşım ferdin bir bütün olarak yetiştirilmesine yönelmiş bir bakış tarzıdır. Dolayısıyla denilebilir ki, bu yolculuğun amacının gerçekleşmesi ferdin “akıl” ve kalb” yönlerinin birleştirilmesini sağlayacak bir eğitime sürecine bağlıdır.

Eğitim

İnsana nitelik kazandırma süreci eğitim olarak ifade edilir. Eğitimin muhtelif tanımları yapılmaktadır. Tanımlar arasında farklılıklar olmakla birlikte, ortak ve değişmez unsur “insan”dır. Birkaç misalle açıklamak gerekirse; Eğitim:

 “Bir cemiyette yetişmiş neslin, henüz yeni yetişmeye başlayan nesle fikirlerini ve hislerini vermesidir”(Gökalp 1974,s.321).

“Bireyin idraklerinde, kavrayışında, zihniyetinde, tutum ve değerlerinde, kabiliyet ve maharetlerinde bir gelişme ve değişmedir”(Özakpınar 1987,s.22).

“Bilenin bilmeyene yaptığı tesirdir”(Bayraktar 1984,s.3).

 “İşletme içinde veya dışında formel programlar yolu ile veya kendi kendine veya tecrübe

 kazanma yolu ile bir kişinin bilgi, yetenek ve becerilerinde değişiklik yapma faaliyetidir. Koçel 1984,s.19.

 “Terbiye, bir şeyi basamak basamak, yavaş yavaş olgunluğa ulaştırmaktır ki, bunun alameti seçme ve olgunlaşma olur”(Yazır 1992,s.77)

Verilen tanımlardan anlaşılacağı üzere, eğitim ile fertlerin akıl ve duygu boyutlu özelliklerine tesir etme ve onları değiştirme söz konusudur.    

Akıl (İng.Reason, wisdom)

 Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt eden bir kuvvet olarak tarif edilebilir. Akıl akılcı zihin (zekâ) kavramı ile doğrudan ilintilidir. Zekâ düşünebilme, muhakeme edebilme ve çevreye uyum sağlayabilme kabiliyeti olarak tanımlandığına göre akıl zekânın ön şartıdır. Dolayısıyla zekâ akılcı zihnin bir faaliyeti olup çıkarımlarıyla çevreye uyum sağlar veya çevreyi kendine uydurmaya çalışır.

 Akılcı zihin faaliyetimizle ilişkilerimizi geliştirir, teknoloji üretir ve bilimsel çalışmaları gerçekleştiririz.

 Duygu(emotion)  

Kalble algılamayı ifade eder. Golemana göre duygu; “bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi”dir (Goleman,s.359) Duygular duyulara bağlı psikolojik ve biyolojik hal ve hareket eğilimi olduğundan duyu kavramının açıklanması gerekmektedir.

Duyu(Sensation); Sinir sistemimize çevreden ve vücudumuzdan çeşitli reseptörler(uyarıcılar) vasıtasıyla getirilen izlenimlerdir. Duyular; duyu organları ve beyindeki korteks vasıtasıyla Amigdala denilen bölgeye ulaşır. Amigdala duygusal zekânın merkezi kabul edilir.

Duygular bizi akılcı zihnin dışında harekete geçirir. Her duygu bir hareketin “saik”i durumundadır. Öfke, korku, mutluluk, sevgi, şaşkınlık, iğrenme, üzüntü ve utanç gibi ana başlıklarla tasnif edilebilen duyguların etkisiyle oluşan hareketlerimiz hayatın “anlam” kazanmasını sağlar.  Bilhassa haz boyutunda ifade edilen duygular “değer”lerin oluşumunu sağlar.

Duygular ancak evrensel üstün hedefler doğrultusunda eğitime konu edildiğinde “değer”e dönüşür.

      Değer

Değer sözlükte “bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet”(TDK, Okul Sözlüğü, s.210) biçiminde tanımlanmaktadır. Değerin tanımından anlaşılacağı üzere hayatta olup bitenleri anlamlı kılan duygular, bir başka ifade ile “duygusal zekâmızdır”. Soyut olduğu halde insanı mekanikleşmekten kurtaran özdenetimi sağlayan ve bizi “ahlakî davranış”lara sevk eden yetenekler durumundadır. Duyguların şekillenmesi benimsenilen/ benimsetilen inanç ilke ve kurallarına göre şekillenir.

 Duygusal zihnin” konusu olan “değer” kavramının çocuğa kazandırılması “akılcı zihnin” fert ve toplum hayatında iyi yönde kullanılmasını sağlar.

        Ahlak

 “Değer” kavramı genel anlamda “ahlak”la anlamlılık kazanır. İnsanı anlamada duygularının değere dönüşmesinde ahlak kavramının önemli bir yeri bulunmaktadır. Ahlak; “bir melekedir ki, onun sebebiyle nefis’ten fiiller(işler) kolaylıkla meydana gelir (Kınalızâde, s.91). Bir uyarıcının neticesinde gerçekleşen davranışın ahlak haline dönüşmesi için onun defalarca tekrarı gerekir. Tekrarlanan davranışlar alışkanlıkları, tekrarlanan alışkanlıklar ahlakı oluşturur, alışkanlıklar meleke haline gelir.

      Meleke doğrudan doğruya ferdi bir konudur. Davranışların “değer”ifade etmesinde ve nefiste “karar” bulmasında temel olan bireyin melekeleridir. Melekeleşmiş “ahlak yargılarının asıl işlevi, bir ‘yol gösterme’ ve ‘tavsiye etme’ ile ilgilidir. Hare’e göre bu işlevde bir tür evrensellik vardır(Aydın, s.56). Özellikle ahlak yargılarının “inanç”la buluşması insanın tutumunda önemli değişiklikler meydana getirir, işlevselliğini arttırır (Aydın, s.149).

   Ahlak yargılarının işlevselliği ile ilgili mesuliyet tamamen iradeli, sorumluluk ve şahsiyet sahibi olan fertleredir. Yani sorumluluk tek tek insanlardadır. Problemin odak noktası olan temel “birim” birey olarak insandır. Ahlaki bakımdan değerli veya değersiz olan odur.

      

    Yetiştirme Süreci

 İnsan kavramını tahlil ettiğimizde aynı terimin farklı açılardan üç değişik ifadesiyle karşılaşırız. “Fert”, “ben” ve “kişi” insan teriminin farklı açılardan ifadesidir. Her üçü de tekliği, bir tane olmayı ifade eder. Bir tane olma başkalarından ayrılmadır. Bu terimlerin en geneli fert’dir. ...Fertlikde esas olan maddedir....Ferdin maddî niteliği yanında “ben” ve “kişi” ruhsaldır. Her ikisi de insana hastır. Ancak insan ben ve kişi olabilir. Ben ve kişi aynı şeyi ifade ederler, ama tanınmaları bakımından farklılık gösterirler. Ben insanın kendi kendisini tanımasıdır. İnsan ferdinin kendi bilincine varması ben olmasıdır. İnsan varlığa çıkışı ile ben olur. Yani insanın varoluşu onun benidir. Bir benin başkası tarafından tanınması onun kişiliğidir. Bir başka ifade ile kişi, benin, başkası tarafından adlandırılmasıdır.(Öner, s.8)”

İnsanın ferdiyet, benlik ve kişilik yönünden yetiştirilmesi bir yerde insanı, insan kılan “akılcı” ve “duygusal” zihinleriyle alakalıdır. İnsanı değerli kılan “akılcı” ve “duygusal” zihin olduğuna göre onun yetiştirilmesi sürecinin  “akıl” ve “duygu” yönleri esas kabul edilerek düzenlenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle eğitim süreci birbirinden farklı kavrama özelliği olan “akılcı zihin” ve “duygusal zihin”e göre işletilmelidir.

 Eğitim sürecinin “talim” yönü “akılcı zihni” geliştirmeye çalışırken, “terbiye” yönü “duygusal zihni” geliştirmeye göre düzenlenmelidir. Akıl veya duygulardan birini ihmal eden eğitim süreci görevini yerine getiremez.

Eğitim sürecinin “akıl” ve “duygulara” göre tanziminin arka planında acil bir ahlakî zorunluluk bulunmaktadır. Ahlak haline dönüştürülmesi gereken sevgi, şefkat, merhamet, yardım, fedakârlık, ilgi, güven hissetme, sebat, azim, kanaatkârlık, isar, saygı, feragat, doğruluk, hilm, vefâ gibi değerler bireye kazandırılamazsa, bir başka ifadeyle duyguları evrensel gerçeklere göre eğitilemezse toplumda çözülmeler ve dağılmalar artar.

Duygusal zekânın yetiştirme sürecinin önemli konusu haline getirilme sebebi Goleman’ın ifadesiyle “duyarlılık, kişilik ve ahlaki güdüler arasındaki bağlantılara dayanır....hayattaki etik tavrın,temelindeki duygusal yetilerin bir ürünü olduğunu gösteriyor. Dürtü, duygunun ifade ortamıdır; tüm dürtülerin özü kendini bir eylemle ifade etmek isteyen hislerdir. Dürtülerine teslim olan kişilerin, ahlaki anlayışları yetersizdir. Dürtü kontrolü, irade ve kişiliğin özüdür.(Goleman, s.10)”

Bireyin dürtülerine teslim olmaması onun “duygusal zekası”nın yetiştirme sürecinde esas unsur haline getirilmesine bağlıdır. Okul sadece “akla” hitap eden bir ortam değil “duygulara” da hitap etmelidir ki, fert şuurlansın ve ahlaki bir tavır takınabilsin. Duygusal zihin genel olarak zihniyetlerin ve bunlara bağlı olarak tutumların teşekkülünde birinci derecede etkilidir. Bilhassa duygusal zekânın geliştirilmesinde mutlak evrensel gerçekler dikkate alınmalıdır ki ferdin vizyonunu mutlak hakikatler oluştursun. Böyle bir vizyon insanı saadete ulaştırır.

İnsan yetiştirmede ferdin vizyonunu oluşturan ahlakî davranış bütünlüğünün önemini John Dewey ; “Biri okuldaki yaşayış ve öbürü okul dışındaki yaşayış için iki ahlak ilkeleri dizisi olamaz. Davranış bir olduğuna göre, davranış ilkelerinin de bir(aynı) olması gerekir”(Dewey 1995,s.23) şeklinde belirtmektedir.

Ahlak haline dönüştürülen değerleri oluşturan duyguları esas almayan eğitim süreci bireyin kendi iç âleminde bir kimlik bunalımı meydana getirir. Ruh sağlığı bozulmuş ve kimlik bunalımına düşmüş bir insan cemiyet için başlı başına bir problemdir. Bu kişiliğin oluşamamasının bir başka boyutudur. Karşımıza bu durumda ruh sağlığı bozulmuş ve kimliğini aramakta olan birçok insan çıkmaktadır.

Şahsiyetin oluşma safhasına yakından bakacak olursak, insan bu aşamada düşünme melekesini kullanırken uyacağı genel ölçüleri duygusal zekânın eğitilmesiyle kazanır. İyinin, kötünün, doğrunun, yanlışın genel ölçüleri olmadan insan zihni sağlıklı değerlendirmede bulunamaz. Toplum sağlıklı akılcı düşünmeyi sağlayan nitelikleri bireye kültürü vasıtasıyla kazandırır. Gittikçe hem kendi bireysel yeteneklerini, hem de toplumdan edindiklerini kendisinde bütünleştiren birey, sıradan bir insan olmaktan çıkarak “şahsiyet” haline gelir.

Şahsiyet haline geldiğinde ise birey, karar verebilen, problem çözebilen, düşünebilen, üretebilen, kendi kültürünün formlarında yeni eserler verebilen bir insan olarak karşımıza çıkar.

Duygusal zekâsı gelişen insan, toplumla kültürel normları üzerinde taşıması açısından bütünleşir; kendi iradesini kullanabilmesi açısından da farklılaşır. Bu sağlıklı bir durumdur. Bu durumdaki insan üretkendir, dirayetlidir, kendi ayakları üzerindedir. Kendisi olduğu şuurundadır. Neleri ne kadar yapabileceğinin, neleri yapamayacağının farkındadır. Başkalarından veya her esen rüzgârdan etkilenmez. Fert kendi şahsiyetiyle güvene sahiptir.

Doğru ne ise, ilke ne ise ona göre davranış geliştirir. Küçük çıkarlar uğruna eğilip bükülmez. Doğrularını hemencecik terk etmez. Bu doğruları içinde sindirmiş olduğu için her an hesabını verebilir. Hiçbir zaman herkes yapıyor diye bir şey yapmaz, aksine kendisi karar verdiği ve onayladığı için yapar. Aldığı kararlarla kendi kendisi olmayı hedefler.

 

 Sonuç

 

İnsanlık âlemi içinde yaşadığı bunalımlardan kurtulmanın yolunu ancak fertleri “ideal insan” tipinin özelliklerine uygun yetiştirmekle gerçekleştirebilir. Bunun yolu ferde kazandırılacak niteliklerin fıtrata uygun ve hayatın tamamını kuşatıcı olması ile yakından ilgilidir.

Eğitim sürecinin işletilmesinde, bir başka ifadeyle insan yetiştirme düzeninde zihniyet yaratılış özelliklerine uygun değilse, ferdin hayatı çatallaşır. Aslına dönmek isteyen “ben” ile oluşan “ben” arasında sürekli çatışma çıkar. Çatışmanın önüne geçmek “akılcı zihin” ile “duygusal zihin” alanlarına aynı anda ve eşdeğer miktarda hitap etmekle mümkündür.

İnsan zihninin gelişimini yukarıda belirtilen zaviyeden tahlil ettiğimizde iki boyutlu bir yapı ortaya çıkar. Dolayısıyla eğitimin hedefleri de iki boyutlu olarak düzenlenmelidir.

İnsan yetiştirme zihniyetinde belirtilen niteliklerin ferdin dünyevi maişetine esas olacaklar “akılcı zihin” dünyevi hayatı anlamlandıracaklar ise “duygusal zihin” ile ilgili olduğundan tamamı hedef seçilmesi ve fertlere kazandırılması gerekir. Çünkü birey olarak, herkes yaptıklarından, kazancından ve dünyayı anlamlandırmasından sorumludur. Ferde kazandırılacak bu tür nitelikler ile birey hem kendisine hem de içinde yaşadığı sosyal gruba daha kolay hizmet edebilir.

Sonuç olarak yukarıda yapılan izahattan sonra denebilir ki eğitim sürecinin objesi insanın hem “akılcı zihni” hem de “duygusal zihni” esas kabul edilmelidir ki, yetiştirme amacına ulaşsın. 29.08.2001

 

    KAYNAKLAR

 

   AYDIN, Mehmet. S.      : Kant’ta ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde Tanrı-Ahlâk ilişkisi,

                                             Umran Yayınları, Ankara 1981.

     BAYRAKTAR, M. Faruk: İslam’da Öğretmen-Öğrenci Münasebetleri, İstanbul 1984.                   

     DEWEY, John                : Eğitimde Ahlak İlkeleri,(Çev: OĞUZKAN,A.F.),Ankara 1995.

     GOLEMAN, Danıel: Duygusal Zekâ, Varlık yayınları, İstanbul 1998.

     GÖKALP, Ziya: Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri; İstanbul 1974.

     KINALIZADE Ali Efendi:  Ahlak, Tercüman 1001 Temel Eser, No: 30, Haz. Hüseyin  

                                              Algül, İstanbul Tarihsiz.

     KOÇEL, Tamer: İşletme Yöneticiliği, İstanbul 1984.

     ÖNER, Necati.                : İnsanda Öz ve Varoluş, Felsefe Dünyası Dergisi, S.1,Ankara

                                                1991.   

     ÖZAKPINAR, Yılmaz: Milli Eğitimin Gayesi ve Öğretmenlik Şahsiyeti; S.Ü.E.F.

                                              Dergisi, S.1,Konya 1987.

     TDK: Okul Sözlüğü, Ankara 1997.

     YAZIR, M. Hamdi: Hak Dini Kur’an Dili, C.I,İstanbul 1992.