28 Şubat 2015 Cumartesi

Sessiz Köleliğin Eseri: İlahlık Düzeni



Sessiz Köleliğin Eseri: İlahlık Düzeni

Veysi ERKEN           

  “Vicdan bile duymaz, sesi çıkmazsa bir âhh’ı
   Sessiz kölelerdir yaratan bin-bir ilâhı”
                         Mithat Cemal Kuntay

      İnsanlık tarihi boyunca yöneten yönetilen ilişkisi olmuş ve olmaya devam edecektir. İnsanın fıtratı bunu gerektirir.
       Bu ilişki insanları teşkilatlanmaya götürmüştür. Bilhassa bireylerin tek başına yerine getirmekte zorlandıkları konularda teşkilatlanmalar daha kalıcı ve etkili olmuştur. Bu teşkilatların başında “devlet” gelir.
       Devlet denilen teşkilatın var olma sebeplerinin başında “güvenlik” ve “adalet” gelir. Günümüzün devlet anlayışlarında bu iki alanın dışında kalan alanlarda bireyin kendi kendine yetmesi esas kabul edilir.
     Oligarşik bürokratik yapılanmalarda yönetimi elinde bulunduran güçler; güçlerini asla yönetilenlerle paylaşmak istemezler.
Aile yapılanmasından ticari alanlara, eğitimden sanayi kurumlara, devletten Birleşmiş Milletler denilen teşkilata kadar yapı aynıdır. Oligarşik güç paylaşmayı sevmez. Her şey benim olsun der. Yapısının dışında kalan her şey onun ve her insan kölesidir.
    ABD’yi ele geçirmiş olan güç-tapınak şövalyeleri- bugün nasıl BM’i dünya oligarşisinin merkezi haline getirip kullanmak istemekte ise, dünyanın bütün bölgelerinde oynanan oyun aynı özelliktedir.
     Ülkemize dönecek olursak aynı manzara ile karşılaşırız. Yönetimi, eğitimi, ticareti, sanayii ele geçirmiş oligarşik güçler ilahlıklarından asla vazgeçme eğiliminde değillerdir.
     Bugün ülkemizde oligarşik bürokrasinin sahip olduğu dokunulmazlık bir ilahlık göstergesidir. Bürokrasi ve uzantıları her yerde la yüs’eldir. Kendine soru sorulamaz. Sorgulanamaz. O dokunulmazlığı, bir başka deyişle ilahlık özelliği ile her şeyi yapar. Hırsızlık, hortumculuk, hak gaspı, öğrencileri okul kapılarında süründürme, örtüye el uzatma, örtüden ve inançtan dolayı insanları işsiz, aşsız ve eşsiz bırakma, sokak ortasında insanları haksızca dipçikleme onun için olağan işlerdir.
    Hatta bunları yaparken devletin âli(!) menfaati kisvesi hazırdır onun için.
    Oligarşik yapı bazen kollarını devreye sokarak halkın gazını alır. Hadi dokunulmazlıkları kaldıralım teraneleri bunun en belirgin nişanesidir. Genelde bu görev “halka rağmen halk için” teranesini yaşayan ittihatçıların artıklarına verilir. Onlar bağırıp çağırmada ve bu yolla efendilerinin emirlerini yerine getirmede mahirdirler.
   İş ciddiye binip dokunulmazlıkların kaldırılması yani ilahlık düzeninin bitirilmesi gündeme geldiğinde ise oligarşinin top yekun direndiği görülür. Cüppelilerden tutun en tepedeki bürokrata kadar herkes  top yekun kalkışmada yerini alır. Hatta yolsuzlukla suçlananları savunmak Cumhuriyeti savunmakla eş değer tutulur oligarşik bürokrasi tarafından.
    Bu kalkışmada umulmadık kesimlerin el birliği içinde oldukları görülür. Milli görüşçüsünden ulusalcısına, solcusundan sağcısına, cemaatçısından tarikatçısına kadar bütün çete kol kola girmekte beis görmez.
  “Vicdan bile duymaz, sesi çıkmazsa bir âhh’ı, Sessiz kölelerdir yaratan bin-bir ilâhı”. Bu mısralar ilahlık düzeninin özetidir. Çünkü bütün kesimlerin sessiz köleleri efendilerine itaat etmek ve onları kutsamakla meşguldür.
   Evet.....
   Bu düzende sessiz köleler efendilerinin, ablalarının, ağabeylerinin, büyüklerinin ve dahi liderlerinin bir bildiği vardır teranesini bolca terennüm etmekle meşguller.
   Yönetilenlerin ekseriyeti “Sessiz köleler” olarak kaldığı müddetçe ilahlık düzeni devam edecektir. Bürokratik oligarşinin yönetilenlere dayattığı ilahlık düzeninin bitirilmesi sessiz kölelerin sessizliği bozmalarıyla mümkündür.
    Sessizlik her teşkilatlanmada bitmelidir ki, hakka ve hukuka dayalı bir şefkat ve merhamet düzeni kurulabilsin.
     Zulme rıza zulümdür anlayışı toplumda ma kes bulmalıdır ki, zalimlerin düzeni bozulsun.
     Unutulmamalıdır ki, sessiz kölelerin ağlamaya, sızlanmaya hakları yoktur.
     Oligarşik çeteye karşı sessiz kalan ezilmeye mahkumdur.
      Küresel çete ve yerli görünümlü uzantılarının ilahlık düzenlerinin bitirilme zamanı gelmiştir demiyorum, çünkü geçmiştir.
     Her yerde ve hukuk zemininde oligarşik bürokrasiye karşı hak aranılmalı ve her yerde ve her kesimde dokunulmazlık bitirilmelidir.
Bu ülkede ve dünyada hiçbir kimse ve hiçbir kurum dokunulmaz olmamalıdır. Herkes ve her kurum yaptıklarının hesabını vermelidir.
    Hakkın ve hukukun yaşandığı bir dünya için bütün gönüldaşları dokunulmazlıkların ve ilahlıkların son bulması için mücadeleye davet ediyorum.
    Selam ve Sabırla... 09.11.2005  

20 Şubat 2015 Cuma

Fidan Ana



Fidan Ana

Veysi ERKEN

            “Ana başa taç imiş,
Her derde ilaç imiş
Bir evlat pir olsa da,
Anaya muhtaç imiş”
Evlat anaya hasret, ya evladına hasret analara ne demeli.
Ananın gözünde evlat her zaman çocuktur. 58’ni devirmekte olan ben de anamın gözünde çocuğum.
Fidan ana da çocuğunu aramış hasretle. Hele hele 2009’un karlı ve puslu Mart’ından sonra çocuğunu değil de kuzusunu şehid edenlerin bulunmasını arzu etmiş.
Beyaz kefene dönüştürülen karların arasında terk edilen çocuğunu beklemiş fidan ana.
Gerçi çocuğu “bir kar tanesi” gibi Medine’ye düşmek istermiş idi her zaman. Aguşunu açan peygamberine mülaki olma hasretiyle yanıyordu Muhsin’i
Hasretine dayanamamış kuzucuğunun Fidan Anası.
Vade dolmuş, Rabbine kavuşmuş Fidan Ana 2015’in soğuk şubatında.
İnşallah Muhsin’i ile beraber Resulullah’ın (s.a.v.) komşusudur.
Dile kolay 6 yıl geçmiş kuzucuğunu kaybedeli.
Meş’um eller şehid etti Muhsin’i.
Fidan Ana.
Sabırla ve tevekkülle beklemiş katillerin bulunmasını.
Berfo ana gibi o da bekleyenlerden olmuş idi.
Berfo ana hiç evinin kapısını kapatmamış oğlum bir gün gelir diye.
Fidan Ananın böyle bir ümidi bile olmadı.
Hasretiyle ve dünyevî anlamda çocuğunun yokluğuyla geçirdi altı yılını.
Kolay değildir seksen yaşındaki kişinin hasretle beklemesi.
Biz şuna inanıyoruz.
Her nefis ölümü tadacaktır.
Biz inanıyoruz ki, Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz.
Biz bu âlemde yaptıklarımızın karşılığını bulacağımıza inanıyoruz.
Amellerimiz, sadakalarımız ve her şeyimiz bize geri dönecek.
İnsanın ameli ve iyi evlat yetiştirmesi sadaka-i cariyedir.
Fidan ana hayırhah evlat yetiştirdi.
Muhsin başkanı yetiştirdi.
Onu Allah’a ısmarladı.
Vazifesini yapsın diye.
Evladı vazifesini yaptı.
Medrese-i Yusufiye’de bile vazifesini ve sorumluluklarını unutmadı.
Fidan ana tıpkı evladı gibi Muhsin’ce yaşadı ve Rabbine kavuştu.
Anam nasıl her gün bizlerin salih evlat olmamız için dua ediyorsa, Fidan ana da aynı duaları evladından esirgemedi.
Şimdi dualarımız, Fatihalarımız ve Hatimlerimiz Muhsin Başkan’a ve Fidan ana’yadır.
Mekânın cennet olsun Fidan Ana.
Mekânın Hz. Muhammed’in (s.a.v.) carı olsun.
Selam ve Sabırla.

Ölüm ve Mağdurun Hakları



Ölüm ve Mağdurun Hakları
                                                                                   
Veysi ERKEN

            Her gün yüzlerce kişi mağdur edilmekte, kimisi canından olmaktadır. Son yıllarda cinnet halinin artmakta olduğunu kabul etmeyen yoktur sanırım.
            “Mağduriyetlerin sebepleri ve çözüm yolları” üzerinde tefekkür edileceğine “mağdur”un üzerinde toplumu kışkırtma ön plana çıkarılmaktadır.
            Özgecan Aslan hadisesi de bunlardan biridir. Bir genç kız hunharca, vahşice katledilmiştir. Özgecan maktul, ailesi, yakınları perişan ve mağdur.
            Peki, ne yapmalı?
            İşte ası sorun ve soru burada.
            Ceza hukuku denilen kanunlarla maalesef mağdur ve mutazarrır olan değil, mağdur eden korunmaktadır.
            Olması gereken ise mağdur edilen, zarar görenin hakkını savunmaktır.
            Bir ülkede hukuk varsa mağdur ve mutazarrır olanın hakkını, mağdur edene veya zarar verene cezasını misliyle vermek esastır. Mağdur kendi hakkından vazgeçmezse “devlet” onun adına vazgeçemez. Mağdur edeni veya zarar vereni affedemez.
            Bireylerin mağduriyetinin nasıl giderileceğini bireyin kendisi, ailesi veya vasisi karar verir. Demek istediğim gayet nettir. Özgecan ve benzerlerini vahşice katledenlerin affedilmeleri, az bir ceza ile kurtulmaları mümkün olmamalıdır.
Katillerin cezalarını aileleri belirlemelidir.
            Peki, dün ile bugün arasında değişen anlayış var mı?
            Mağdurun hakları gündeme getiriliyor mu?
            Maalesef hayır. Dün de mağdur edenler savunuluyordu. Bugün de aynı durum söz konusu.
            En iyisi bununla ilgili yazdığım bir yazıyı sizlerle paylaşayım da konu net anlaşılsın.
“Merhum Talip Atmaca tarafından kaleme alınan ve “mağdur”un haklarının konu edinildiği makaleyi* okuyunca ceza hukukumuzun “mağdur”u iyice mağdur ettiğini bir daha idrak ettim desem abartmış olmam.
            Esasında “mağdur”un haklarını geniş bir şekilde işlemeyi ve bunu hukukçuların gündemine taşımayı düşünüyordum. Ancak ölümler konunun farklılaşmasına sebep oldu. İnşallah bir başka zaman bu konuyu geniş bir şekilde işleme imkânı bulurum.
            Ölüm inananlar için bir son değil. Yeni bir hayatın başlangıcı. Amellerimizin karşılığını bulacağımız yepyeni bir hayatın başlangıcı. Had bildirenlerinin de hadlerinin bildirileceği bir hayatın başlangıcı.
            Bu dünyada zalimane bir şekilde had bildirmeye çalışanlar da musalla taşına konulur İslam ülkelerinde. Kalanların duası, şahadeti ve namazı için.
            Genelde İslam topluluklarının ağırlıklı olduğu yerlerde “ölü”nün arkasında “ölü”yü nasıl bilirdiniz telkininde bulunulur.
Cemaat dürüst ise ölüyü nasıl bilirse ona göre şahadet eder. Gelin görün ki, bizde telkinler doğru yapılamamakta. Bilhassa ölen kişi “ekâbir” veya “yönetici” takımından ise telkinde sahtekârlık had safhaya varır.
            Arkasında milyonlarca mağdur bırakan birisinin telkininde iyi idi, dürüst idi, erdemli idi gibi ifadeler dürüstlüğü ifade etmeyen söylemlerdir.
            Unutulmamalıdır ki, mağdur veya mağdur yakını (asıl mağdur ölmüş ise)   hakkından vazgeçmedikçe başkasının onun adına “suçlu”yu affetme yetkisi olamaz hukukun hâkim olduğu yerlerde!
            Milyonların inancından, örtüsünden, yaşayışından, tercihlerinden dolayı mağdur edildiği bir ülke ve bir yönetim düşünün. Tabiidir ki, bu ülke bizden fersah fersah ötelerde. Acaba o ülkenin mağdurları ölen ekâbirin peşinden iyi insandı, dürüst insandı, şefkatli ve merhametliydi, hiç kimseye zararı dokunmadı diye şahadet eder mi?
            Zannetmem.
            Ülkemizde ise hukuk suçlunun haklarını tadat ettiğinden mağdurlara düşen görev(!) telkinde “ekâbir”in ve ölen “yönetici”nin peşinde methiyeler dizmek olur.
            Bana kalırsa sevgili gönüldaşlarım…
            Artık uyanalım.
            Ve.
            Bizi mağdur edenlere karşı dürüst olalım. Hiçbir “ekâbir”e ve “yönetici”ye karşı telkinde iyi yönde sahte şahadette bulunmayalım. Bireyi hayatında ne ise öyle bilelim ve bildirelim. Belki hayatta kalan ve geçmişte zalimlerin yanında yer alanlara ders olur ve tevbe ederler.
            Bu bağlamda hele hele caminin kenarından bile geçmemiş olanların cenazelerinde bulunmayalım.
            Mağdurların çoğalmasını istemeyenlerin yapmaları gereken icraatlardan birisi “mağdur”un haklarını öğrenmeleri ve bunu herkese öğretmeleridir. Mağdurların veya mağdur yakınlarının da zalimlere karşı dürüst olmaları ve cenazelerinde bulunmamaları gerekir.
            Unutulmamalıdır ki;
            Haklar bilinmedikçe tavizler devam edecek ve aramızda binlerce “af(!)” kaçkını hırsız, arsız, katil, soyguncu, hortumcu ve soysuz dolaşmaya devam edecektir.
            Ölüm mağdurların haklarından feragati getirmemeli, bilakis “ekâbir”in yakınlarına ve mevcut ekâbire ihsas edilmelidir.
            Şimdi uyanma zamanı.
            Selam ve Sabırla…08.11.2006”

*  Dini Araştırmalar Dergisi, s.23, Ankara 2005.

16 Şubat 2015 Pazartesi

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milletvekilleri ve Tüm İlgililere Açık Çağrı-3



Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milletvekilleri ve Tüm İlgililere Açık Çağrı-3

Veysi ERKEN

            Ülkemizi ilgilendiren konularda ilgililere toplu olarak bir çağrıda bulunmak istiyorum. Umarım ki, bu çağrı yerini bulur ve gereği yapılır.


Vekillerle İlgili Düzenlemeler

            Haber sitelerinde yeni bir haber dolaşıyor. Umarım ki, doğru değildir. Habere göre vekiller yeni ayrıcalıklar peşinde dolaşıyormuş.
            Özlük hakları adı altında yeni imtiyazlar peşinde imiş.
            Yeter artık diyorum.
            Herkese adaletle yaklaşınız. Biliniz ki, sizler vekil biz asiliz.
            Halkın yokluktan, yoksulluktan ve fakirlikten bizar olduğu bir zaman diliminde yeni imtiyazların peşinde koşmanız size itibar kazandırmaz.
            Seçimler yaklaştı imtiyazlarınızla değil icraatlarınızla halkın, bizlerin karşısına çıkınız.
            Bu çağrım hüsn-ü ahlak sahibi olan bütün seçmen ve vekilleredir.
            Eyyyy seçmenler!
            Vekillerinizi uyarınız.
            Vazifenizi yapınız ve vazifelerini hatırlatınız.
            Vazifenizi yapmaz iseniz sizler de ayrıcalık ve imtiyaz peşinde koşanlar kadar mesulsunuz.

            Barolar, Noterler ve Odalardaki Zulmü Ortadan Kaldırınız

            Barolar, Odalar ve Noterler maalesef üyelerine ve mükelleflere zulmeden kuruluşlar haline dönüştür. Dilekçelere yapıştırılan BARO PULU, Noterlerde alınan DEĞERLİ EVRAK ve tasdik ücreti, odalardan kesilen aidat ve onay ücretleri ve topyekûn diğer harçlar  soygun boyutuna ulaştı.
            Bundan bizar olmayan kimse yok.
            Hangi avukatla, esnafla veya bir evrakı onaylatacak kişi ile konuşsak yakınmayan yoktur.
            Gazeteci, yazar ve bürokrasi sessiz. Kanun çıkarma yetkisine haiz olan vekiller duyarsız.
            Bütün vekillere çağrıda bulunuyorum.
            Biraz duyarlılık ve sorumluluk sahibi olunuz.
            İki satırlık bir kanunla haraca dönüşen bu uygulamalara son veriniz.
            Bu sizin vazifenizdir.
            Bundan kaçınamazsınız.
            Umarım ki, yazdıklarımı okur, feryadımı duyarsınız.
            Soyulanlara da sesleniyorum.
            Hakkınızı arayınız ve vekilleri uyarınız.
            Vekilin görevi asile hizmettir.
            Bunu hatırlatınız.

            Şimdilik Son Konu

            Sayın vekiller bazı konuları torbalıyorsunuz. Torbalarken bazı konuları eksik bırakıyorsunuz. Mesela eğitimcilerle ilgili EK DERS ÜCRETİ.
            Size sesleniyorum.
            Hadi akademisyen olan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın gözünden kaçtı. Başbakanın haberi yok.
            Üniversitede ders okutanların da eğitimci olduğunu bilmiyor musunuz?
            EK DERS ÜCRETİ konusu düzenlenecekse bir bütün olarak ele alınmasının gerektiğini danışmanlarınız sizlere söylemiyor mu?
            Danışman ne işe yarar?
            Lütfen TORBA kanun çıkarıyorsanız konuyu genel ele alınız ve tekrara gerek kalmasın.
            Başka bir örnek de vereyim. Mesela iki üç yılda bir hurdaya çıkarılacak araç düzenlemesi yapılır. Falan tarihten önce piyasaya çıkan araçlar hurdaya ayrılacak ve vergi indirimi uygulanacak diye.
            Şöyle bir ifadeyi kullanmak çok mu zor acaba?
            “20 yaş ve üstü araçlar hurdaya ayrılabilir ve vergi indiriminden faydalandırılır.” Böyle bir ifade genel olur ve tekrar tekrar meclisin gündemi işgal edilmemiş olur.
            Tıpkı ek ders ücreti gibi.
            Lütfen gündeminizdeki TORBA kanuna bu genel ifadeleri ilave ediniz ve hem gündeminizi hem de bizim( halkın) gündemimizi işgal etmeyin.
            Selam ve Sabırla.