25 Kasım 2018 Pazar

“Gen-etik”i Bozuk Olgu: Küreselleşme


                                   “Gen-etik”i Bozuk Olgu: Küreselleşme

Veysi ERKEN

            Herkesin dilinde “küreselleşme” veya “globalleşme” kelimeleri yer etmiş. Ulema takımından tutun sokaktaki insana kadar herkes küreselleşiyoruz, bundan kaçınmak mümkün değil değip duruyor.
            Hakikaten “küreselleşme” kaçınılmaz mı? Küreselleşme kaçınılmaz ise insanları nasıl etkileyecek? Küreselleşme hangi “gen-etik” kodlara göre oluşmaktadır? Bu soruların cevaplandırılması ve ona göre “donanım”ın geliştirilmesi gerekir.
            Yer yüzünde olup bitenler analitik bir yaklaşımla incelendiğinde “küreselleşme”nin hem “gen” hem de “etik”i bakımından bozuk olduğu görülür. Küreselleşme “gen” ve “etik” olarak tahlil edilmelidir ki, “donanım”ımız sağlıklı olsun.
            Esasında “küreselleşme” seri düşüncelerin ve yazıların konusudur. Yüzlerce sayfa uzunlukta ve binlerce belgeye dayanacak kadar geniş bir konudur. Bu konunun değişik alanlarını kısmet olursa zaman zaman tahlil etmeye çalışacağız. Bu yazı bir girizgahtır.
           Tespitlerimize göre herkesin dilinde olan ve kaçınılmazlığından dem vurulan  “küreselleşme” dört temel alanı kapsamaktadır. Ve bu alanların bir “tapınak” tarafından kendi süflî  “amaç” ları doğrultusunda şekillendirilmeye çalışıldığını görmekteyiz.
            Bu alanlar şunlardır.
1-    Dünya jandarmalığının tek elde oluşturulması ve şövalyelere terk edilmesi,
2-    Yeryüzü ekonomisinin tek merkezden tanzim edilmesi ve tapınak şirketlerine havale edilmesi,
3-    Merkez tapınağın tanzimi doğrultusunda  tüketim alışkanlıklarının oluşturulması,
4-    Yapılandırılmak istenen düzenin geçerli olduğunun anlatılması için “medya” tekelinin oluşturulması.
Dünyada “küreselleşme” adı altında yürütülen biçimlendirilme işlemleri yeni değildir ve sona ereceği yoktur. Bu işlemler “hak” ve “hukuk” mantığının olmadığı “sion” ve “templiye” tipi tapınakların oluşmaya başlamasından beri vardır. Yeryüzünün efendileri olma sevdasını taşıma bu gruplarda her zaman olagelmiştir. Geçmişten günümüze uzanan “haçlı” ruhunun temelinde bu “amaç” yatar. “Yeni bir haçlı seferi başlattık” ifadesi tapınak geleneğinin tezahurudur.
Başta Birleşik Devletlerin elitleri olmak üzere muhtelif devletlerin  elitlerini oluşturan “tapınakçılar” tarih boyunca dünya hakimiyetini kurmak ve jandarmalık yapmak üzere silahlı gruplar oluşturmuşlardır. Haçlı seferleri “tapınakçılar” tarafından oluşturulan gruplarla gerçekleştirilmiş ve günümüzde de sürdürülmektedir. Geçmişle bugünün mukayesesi yapıldığında günümüzde işgaller ve bunun akabinde jandarmalığın ekseriyetle “vekil hükümet ve ordular”la gerçekleştirildiği görülür. Panama, Nikaragua, Kore ve en son  Afganistan’ın işgali bunun tipik misalleridir.
İşgallerin yapılış nedenlerinin başında “değerlerin hakimiyeti” yanında “ekonomik hakimiyeti tesis” etme gelir. Tabii kaynaklar başta olmak üzerek ekonomik faaliyetlere konu olan her şeyin kimlere ve nasıl dağıtılacağı yine yürütülen faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Genel olarak ekonomik ve parasal faaliyet alanları tapınağın merkez şirketleri tarafından belirlenmekte ve işgal edillen alanlarda taşeron firmalar kullanılmaktadır.
İşgal neticesinde dünyanın her tarafında ekonomik olarak ortak tüketim alışkanlıkları oluşturulmaktadır. Dünyanın her tarafında coplanın içecek haline gelmesi, fast food(hazır yiyecek) ların hakim olması, “kot”un ana giyecek haline gelmesi, aynı filmlerin seyredilmesi ve aynı kitapların okunması ekonomik olarak ortak tüketim alışkanlıklarının tipik misalleridir.
Tapınakçılar hem değerler, hem de ekonomik faaliyetlerinin kalıcılığını zihinleri işgal ederek sağlamaya çalışmaktalar. Bunun için yer yüzünde “muhalif medya”yı yok ederek kendi medyaları ile zihinleri iğfal etmek elzemdir. Dünyanın hemen hemen her tarafına yaygınlaştırılmış ve sadece “tapınakçılar”a hizmet eden iletişim araçları bunun göstergesidir.
Peki tapınakçıların “küreselleşme” adını verdikleri işgalin zararlarından  kurtulmak mümkün mü? Elbette mümkündür. Hal çareleri üzerinde kısmet olursa başka yazılarda durulacaktır.
Peşinen şu ifade edilebilir ki, “kurtuluş doğru teşhis ve tedavi ile mümkündür”. Bunun için teşhisten sonra tedavi babında yapılması gereken ilk iş küreselleşme alanlarına alternatifler oluşturmaktır.
Selam ve Sabırla... Not: Bu yazı 11.03.2002 tarihinde yazılmış ve yayınlanmıştır.

23 Kasım 2018 Cuma

“Cami”lerde Ana Okulları Açılsın


“Cami”lerde Ana Okulları Açılsın

Veysi ERKEN

            “Maarif”i gerçekleştirebilmek ve istenilen “tahsil”i elde edebilmek için iki boyutlu “tedrisat” gerekir.
            “Talim”
            “Terbiye”
            Özellikle “terbiye” hem “talim”le kazanılan bilgi ve becerilerin yerinde kullanımı ahlakını, hem de toplumun sahip olduğu inanç değerlerinin kazandırılmasını tazammun eder.
            Yüzde yüzüne yakın Müslümanlardan oluşan toplumunuzun terbiye ile kazandırılması gereken değerler için en uygun yer aile ve “cami”lerdir.
            İrili ufaklı 80 binin üzerinde cami olduğu ülkemizde ana sınıfı veya ana okulu uygulamasının yapılabileceği cami sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
            Özellikle eğitim bakanlığı mekân sıkıntısı (okul/derslik) yüzünden anasınıflarını okulların bodrum katlarında faaliyete geçirmeye çalıştığını da herkes bilmektedir.
            Bilindiği üzere toplumlar bilgisizlikten veya beceriksizlikten değil, ahlakî zafiyetten dolayı çöker ve yok olurlar.
            Cenabı Allah bu durumu  “İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur. Ra’d/11”
            Bunun sebebi şudur: Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.Enfal/53” ayetleriyle insanoğluna anlatmaktadır.
            Toplumumuzdaki çürümeyi görmeyen ve bu durumdan şikayetçi olmayan kimse yoktur diye düşünüyorum.
            Tabii ki, kast ettiğim gerçek anlamda kendini Müslüman olarak kabul ve hissedenler içindir.
            Münafık, iki yüzlü, Müslüman görünümlü veya kendini sosyolojik Müslüman olarak ifade edenleri kast etmiyorum.
            Özellikle iktidar sahipleri bu çürümeyi görüp durdurmakla mükelleftirler.
            Onun için diyorum ki, vakit geçirmeden kaliteli bir öğretim süreci programı ile hemen bütün camilerde “anasınıfı” uygulaması başlatılmalıdır ve gelecek nesilleri ihya etmiş olalım.
            Böyle bir yaklaşım sergilenmez ise toplumdaki yozlaşma ve bozulmaya bağlı şiddet, hırsızlık, yolsuzluk, cinayet, uyuşturucu kullanımı gibi pisliklerin artması kaçınılmazdır.
            Bilindiği üzere “ağaç yaş iken doğrultulur”. Ağacın eğik ve yamuk büyümemesi için yanına sağlam bir çubuk dikilir. Çocuk eğitiminde sağlam çubuk nezih bir ortam ve sağlıklı bir programdır.
            Hayatın en nezih ve huzurlu ortamı “cami”lerdir.
            Esasında medeniyetimizin mihveri cami ve külliyedir.
            Biz mihverimizi kaybettikçe çürüme ve yozlaşma artmış ve toplum olarak cenabı Allah’la irtibatımız zayıflamıştır.
            Yiğit düştüğü yerde ayağa kalkar” gerçeğinden hareketle düştüğümüz ve uzaklaştığımız yer olan camiye tekrar dönmek mecburiyetindeyiz.
            Ve.
            Ve bunun ilk adımı “cami”leri ilk “terbiye” mekânına dönüştürmektir.
            Haydi, iktidar sahipleri ilk adımı atınız.
            Neyi bekliyorsunuz.
            Hemen bugün.
            Yarın geç olabilir.
            Bu çağrım Sayın Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanı ve Milli Eğitim Bakanınadır.
            Selam ve Sabırla…

16 Kasım 2018 Cuma

Seçimler Yaklaştıkça Şeytanın Daileri Faaliyetlerini Arttırıyor


Seçimler Yaklaştıkça Şeytanın Daileri Faaliyetlerini Arttırıyor

Veysi ERKEN

            Değerli dostlar;
29 Mart mahalli seçimlerine 4 ay gibi bir zaman kaldı.
Şeytani aktör ve medya habire etrafa nifak tohumları ve pislik saçıyor.
24 Haziran seçimleri öncesinde sahnelenen oyun tekrar devreye sokuluyor.
Meralin partisi CHP ile hareket peşinde, CHP, HDP’ ye angaje olmak üzere. İlave olarak Karamollaoğlu sosu.
Kısaca değişen bir şey yok. Akıl danelerin emri ile ortak hareket.
Gaye ne?
Vatandaşın hayatını kolaylaştırmak mı?
Tövbe.
Keşke her parti yapmak istediklerini ve projelerini ortaya koysa de seçimimizi yapsak.
Bu yok.
Var olan bir tek iktidarı alaşağı etmek.
Tamam anladık.
Muhalefet olarak iktidar olma talebiniz gayet haklı.
Bunu projelendireceğinize, yıkım üzerinde anlaşıyorsunuz.
Bu garip değil mi?
Adı geçen partilerde hiç mi izan sahibi  yönetici yok.
Biz bu filmi 24 Haziran öncesinde seyrettik.
Elbette ki, ülkede sıkıntı var?
Haksızlık ve adaletsizlik had safhadadır.
Bunların ortadan kaldırılması için niyet, azimet, gayret ve proje lazım.
Bunların hiç birini sizlerde göremiyoruz.
Varsa yoksa yıkım.
Bari bir önceki seçim öncesinde yayınladığım yazıyı tekrar edeyim. Sadece 24 haziran yerine 29 Mart ifadesinde değişiklik yapıyorum.
“29 Mart 2019 seçimleri yaklaştıkça Siyonist haçlı zihniyetinin elemanı olan haşhaşi fetönün dai ( propagandist) boyutu daha fazla devreye sokulmuş oluyor.
            Aziz dostlar bu lanetli yapı tamamen Siyonist haçlı zihniyetiyle propaganda yapıyor.
            Esasında bu lanetli yapıyı en güzel izah eden sözlerden biri “düşmanın seni övüyorsa sende bir puştluk var”dır.
            Bugün Siyonist haçlı zihniyetinin yöneticileri durumunda olanlar Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan’a kin nefretlerini kusuyor, başkalarını övüyorlarsa ortada problemli bir durum vardır. Muhalifler kendilerini çek etmeleri gerekir.
            İşte fetönün daileri de efendilerinin talimleri doğrultusunda hareket ederek Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan’a kin ve nefretlerini kusarak diğerlerini topluma yutturmaya çalışıyorlar.
            Aziz dostlar biliniz ki, fetö şeytani yapıdır, İslam’la ilgisi yoktur. Şeytani yapının anlaşılması ve dailerinin lanetli ifadelerinde, kusmuklarından, yalanlarından, iftiralarından korunmak gerek.
            Yeter ki, 29 Mart seçimlerinde yanılıp ülkemize ve topyekun mazlum coğrafyalara zararımız dokunmasın.
Cumhurlaşalım.
Biliniz ki,  “Hizmet Hareketi” İslami Bir Hareket Değildir
Değerli dostlar.
            Kendini Nakşi, Kadiri, Mevlevi veya Nurcu olarak ifade eden bütün yapılar dinî bir hareket olduklarını, İslamî yaşayışı bireylere ve kitlelere hakim kılmayı şiar edindiklerini ifade ederler.
Eksiklikleri, kusurları ve sevaplarıyla bunu ifade ederler.
            Bundan farklı olarak karşımıza “Hizmet Hareketi” denilen grup çıktı. Kendi tanımlarında sürekli olarak “dinî” bir cemaat olmadıklarını dekleri ediyor.
            Buradan hareketle diyorum ki, bugün muhtelif şekillerde sıfatlandırılmakta olan ve kendilerince “hizmet hareketi” olarak nitelendirilen yapının İslami olmadığını herkesin bilmesinde fayda var.
            Bilindiği üzere malum yapı 70’li yıllardan beri kendine yeni adlar bulmuştur. Nurcu, camia, cemaat ve en son hizmet hareketi.
            Bu yapının bir dönem İslami eylem ve söylemlerde bulunduğunu, insanımızı bu yöntemle inandırdığını görüyoruz. Gerçekte ise İslami zannettiklerimiz veya bildiklerimizle ortak paydası olmamış, hep başkalarıyla diyalog arayışına girmiştir.
            Buna rağmen toplum “hüsn-u zan”da bulunarak bunların iyi faaliyette bulundukları zannedilmiştir.
            Son olup bitenlerden hareketle söylemiyorum. Zaten olan biten artık görünür durumda. Kendilerini gizleyemiyorlar.
            Sıkıştıklarında İslami terimleri bolca kullanan bu yapının İslami olmadığını söylerken kendi tanımlamalarından hareket edeceğim. İlaveler yapmayacağım.
            Bunu söylerken konuyu abarttığımı zannetmeyin.
            Sırf dostları uyarmak için bunu dillendiriyorum.
            Hala safça malum yapıyı savunanlar var.
            Bakın kendi yazarlarının tanımlarından hareket ediyorum.
            Yanılıyorsam düzeltin.
            Bu yapı şeytani değil, bir İslami hareketse yöneticileri yanlışlarımı ortaya koysun.
            Hatalarımızı düzeltelim.
            Değilse oldukları gibi kendilerini ifade etsinler. Artık insanımız olanı biteni tam anlamıyla bilsin.
            İşte kendi ifadeleriyle hizmet hareketi.
            “Bizim “hizmet” dediğimiz, aynı duygu ve düşüncede birleşen fedakâr insanların birlikteliğinin, “dinî cemaat” olarak vasıflandırılması tam anlamıyla bir haksızlık olur. Hocaefendi kaç defa söyledi; “dinî cemaat değiliz” dedi. …. Eğer bu hizmet, dinî bir cemaatin eseri olsa; din, ırk, dil ayrımı gözetmeksizin neredeyse BM’ye üye bütün ülkelerde nasıl olur da insanların gönlüne girilir, onlarla insanî meseleler paylaşılır ve birlikte çalışarak barış köprüleri inşa edilebilir? Hizmet, dinî bir hareket değil, insanî bir harekettir. 07.08.2013 Hüseyin Gülerce http://www.zaman.com.tr/full-name/sayin-barlasa-cevap-vermeliyim-_2117814.html
            Kendini hizmet hareketinin mensubu olduğunu görenlere soruyorum. Bu tanıma göre kendinizi İslami bir hareket olarak ifade edebilir misiniz?
            Saf insanların Hizmeti İslami bir hareket olarak görme eğilimine karşı en açık tanımı yine kendi gazetelerinde yapmıştır. İşte Uğur Kömeçoğlunun tavsifi ile hizmet hareketi.
“Uluslararası boyutuyla Hizmet hareketi ise etki ve intikal hatları bakımından birbirlerini tanımaları gerekli olmayan, milliyet, din, statü, kültür gibi temellerde aynılık taşımaları gerekmeyen, çok farklı sektörlerden ve sınıfsal kökenlerden gelebilen; tavır, tutum, sempati, mizaç, meşreb, adanmışlık ve gönül vermişlik düzeyleri çok farklı olabilen; buna bağlı olarak “katılım frekansları” ve “katkı yoğunlukları” sabit olmayan, neticede çok-biçimli (polymorphous) destek ve dayanışma türevleri sağlayabilen; bu katkı ve köken farklılıklarına rağmen çeşitli evrensel ilkelerde, ideallerde, prensiplerde uzlaşabilen, ulus-üstü bir “aktif düşünme ve davranma” biçimidir. Bu yüzden Hizmet hareketi bir örgüt değildir. Kökeni itibarıyla referansını irfanî neo-sufi değerlerden alıyor olsa da mutlak manada dinsel bir hareket olarak da tasnif edilemez. Herhangi bir mezhebin, tarikatın ya da kültün şubesi ve devamı da değildir.
Hizmet hareketi artık dindarlarla dindar olmayanların, Müslümanlarla Müslüman olmayanların eğitimsizlik ve yoksullukla mücadele gibi pek çok konuda (insanlığa hizmet etme ortak idealinde) buluşup birlikte çalışabilecekleri, örneklerini kendinden çıkaran yeni bir imkân sahası ve fırsat haritası sunmaktadır.
Farklı milletlerden insanları buluşturan sırlı anahtar ise yapılan işlerin mâkûliyeti ve mantıkıyetidir. Sosyal hareketler literatürüne hâkim olanlar bilirler ki bütün ulus-üstü hareketlerde çeşitli meslek gruplarından, muhtelif ulus, kimlik ve etnisite yapılarından gelenler farklı gönüllülük derecelerine göre bu hareketlere destek verir ya da katılımda bulunur. İnsanların katkı ve katılım düzeylerinin azlığı, çokluğu sabit değil değişken olduğu için tek bir organizasyonel modelle de açıklanamazlar.  Uğur Kömeçoğlu, 17.01.2015 http://www.zaman.com.tr/yorum_sosyolojik-bir-duzeltme-cemaat-degil-hareket_2271632.html
Bu tanımlara rağmen yapıyı ( hizmet hareketini) İslami zannedenlere duyurulur. Artık bunları İslami hareket olarak görüp onlara eziyet etmeyin.”
Ve propagandalarına kanıp yıkımcılara meyletmeyin.
Selam ve Sabırla…