31 Temmuz 2017 Pazartesi

Milletin Adamı: Aykırı Vali Merhum Recep Yazıcıoğlu



Milletin Adamı: Aykırı Vali Merhum Recep Yazıcıoğlu

Veysi ERKEN

            Yorgunluk ve çürümüşlük üzerine yazdığım yazı epey ilgi gördü. Yorgunluk ve çürümüşlüğü ortadan kaldırmak için yönetim ilke ve kurallarında değişiklik yapılmasının yanında gerçekten ehil, adil, şefkatli, vatansever ve dürüst kişilerin göreve atanması gerektiği ile ilgili örnekler gönderildi.
            Özellikle adı efsaneye, aykırıya ve sıra dışılığa çıkmış ve bu özellikle tebarüz etmiş merhum Recep Yazıcıoğlunun birkaç uygulamasının tekrar hatırlatılması babında yazıma alınmasını talep eden okuyucular oldu.
            Örnekler gönderildi.
            Bu uygulamaları sizlerle paylaşayım.
            Belgi bugünün iktidar sahipleri bunlardan ibret alır ve adil yönetim sağlayarak halka hizmet eder.
            İşte o uygulamalardan iki misal:
“Efsane ve aykırı vali merhum Recep Yazıcıoğlu Aydın Valiliği’ne atandığında, henüz üç dört günlük valiydi. Nazilli SSK Hastanesi ile ilgili bir şikâyet kulağına geldi…
Hiç vakit kaybetmeden tebdil-i kıyafet hastaneye gitti.
Acil bölümünden içeri girdi ve görevli bir hemşireye “Başhekimin odası nerede?” diye sordu.
Hemşire şöyle bir baktı Yazıcıoğlu’na ve küçümseyici bir ses tonuyla “Üst kata çık, koridorun sonundan sağa dön, sondaki oda” dedi.
Yazıcıoğlu üst kata çıktı. Başhekimin odasını buldu. Kapısı açıktı ama başhekim odasında yoktu. İçeri girdi. Tam o sırada başhekim geldi ve “Buyurun ne istiyorsunuz?” diye sordu.
Yazıcıoğlu, rahatsız olduğunu, tedavi olmak istediğini ama parası olmadığını söyledi.
Başhekim kendisine “Burası hayır kurumu değil, paran yoksa tedavi olamazsın” cevabını verdi.
Yazıcıoğlu, “Devletin görevi vatandaşına bakmak değil mi doktor bey?” dedi.
Başhekim sinirlendi ve Yazıcıoğlu’nu odasından kovdu.
Sessizce aşağı indi, hastanenin iki sokak arkasında bekleyen makam aracına bindi.
Arabada onu bekleyen yardımcısına “Gerekli yazışmalar hemen bugün yapılsın yarın görevden alınma yazısını kendisine bizzat ben vereceğim” dedi…
Ertesi gün bu sefer resmi giyimli, kravatlı, takım elbiseli olarak elinde bir kâğıtla hastaneye gitti…
Bu sefer makam aracı hastane girişine kadar geldi…
Herkes şaşkındı… Dün gördükleri yamalı pantolonlu, kasketli, yırtık gömlekli adamın meğerse yeni atanan Aydın Valisi olduğunu gördü.
Hiç vakit kaybetmeden başhekimin odasına çıktı, içeri girdi.
Başhekim dona kaldı…
“Siz? Ama siz!” dedi…
Yazıcıoğlu, “Bugün itibariyle başhekimlik unvanından azledilmiş bulunmaktasınız” dedi ve elindeki görev azli belgesini uzattı.
Peki, sonra ne mi oldu?
İstedikleri şeyleri ve tayinlerini yaptıramayanlar valiyi Ankara’ya şikâyet etti ve Yazıcıoğlu Aydın’dan Erzincan’a gönderildi.

***
            Bir Diğer Misal:

Gümüşhaneli muhtarın kızının evi Erzincan depreminde yıkılınca, muhtar devletin deprem mağdurlarına vereceği evi almak için Erzincan’a kızının yanına gider.
Kızını alır, valilik binasına çıkarlar, öğlen arası olduğu için ellerinde evraklar beklemeye başlarlar.
Bu arada kot pantolonlu, yakası açık gömlekli biri gelir.
– “Amca buyur” der.
Muhtar derdini anlatır. Kot pantolonlu adam evrakları alır bir odaya gider, bir kaşe basar, diğer odaya gider başka bir evrak alır, doldurur, deftere kaydeder. En son kapısında “Valilik” yazan odaya girip çekmeceden bir mühür alarak kâğıtlara mührü basar ve muhtardan da imzalamasını ister.
Muhtar, biraz da çekinerek,
– Yeğenim çok sağ ol ama vali bey sana kızmasın.
– Yok, amca kızmaz.

– Sağ ol yavrum, adın nedir senin?
– Recep benim adım amca.
– Yoksa sen vali Recep Yazıcıoğlu musun?
– He ya.
Trabzonlu Recep Yazıcıoğlu, devletin değil, milletin hizmetkârıydı. Mekânı cennet olsun. Şahadet Tarihi 08.09.2003
DEĞERLİ VE GÜZEL İNSANI SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUZ…”
Aynı evsafta yöneticileri ve uygulamaları bekliyoruz.
Selam ve Sabırla…

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Sadece Yorgunluk Değil Çürümüşlük de Var



Sadece Yorgunluk Değil Çürümüşlük de Var

Veysi ERKEN

            Sayın Cumhurbaşkanı
            Bir vatandaş olarak siyasetteki yorgunluk ve çürümüşlük hepimizi ilgilendirmektedir.
            Yorgunluk sadece sizin partide değil diğer partilerde de mevcuttur.
            Yorgunluktan öte çürümüşlük önemlidir.
            Konuya bu bağlamda baktığımızda partinizde yorgunluk yanında çürümüşlük de göze çarpmaktadır.
            Tabii ki,  yorgunluk ve çürümüşlük sadece partide değil bürokraside de büyük oranda mevcuttur.
            Yorgunluk ve çürümüşlük güven ve heyecan kaybına yol açmıştır.
            Özellikle partililerin ideal yerine rantı ve kayırmayı esas aldıkları, neredeyse çalışmalarını rant ve kayırma üzerine inşa etmeye başladıkları genel bir kabul haline gelmiştir denilebilir.
            Bu anlamda sizin tedbir almanız gerekir.
            Tabii ki, bu tavsiye sadece size değil, diğer partilere de yöneliktir.
            Tespitlerimize ve halktaki görünüme göre yorgunluk ve uzun görev hastalığı sadece teşkilatınızda değil vekillerinizde de mevcuttur.
            Halk vekillerle iletişim kuramamakta, vekiller halktan kopuk hale gelmiş bulunmaktadır.
            İdeal değil, rant esas olunca yorgunluk, uzun görev hastalığı ve çürümüşlük had safhaya çıkar.
            Bu ikisine dikkat edilmelidir.
            Sayın Cumhurbaşkanı
            Partideki yorgunluk ve çürümüşlük ilk etapta sizleri ilgilendirir. Bürokrasideki yorgunluk, uzun görev hastalığı ve çürümüşlük doğrudan halkı ilgilendirir.
            Bilmenizi isterim ki, bürokrasideki yorgunluk ve çürümüşlük en tepedekilerde daha yoğun olarak görülmekte ve halkın hayatını olumsuz yönde etkilemektedir. Bürokrasi sınırlı atanmadığından atalete, yorgunluğa ve uzun görev hastalığına duçar olmaktadır.
            Bu yorgunluk, çürümüşlük ve hastalık yüzünden en basit sorunlar karmaşık hale getirilmekte ve hayat çekilmez hale gelmektedir.
            Bunun bir örneği, son açıklamalarınızdan birinde dile getirdiğiniz Yardımcı Doçentlik meselesidir.
            Bürokrasi bunun kanun konusu olduğunu,  KHK ile bir saatte çözülebileceğini bildiği halde bunu zamana yaymakta ve unutturmaya çalışmaktadır.
            Bu gibi sorunları bürokrasi bile bile çözümsüzlüğe terk etmektedir ve küskün sayısını artırmaktadır
            Yakın zamanda başlayacak memurlarla toplu görüşmelerde de aynı taktiğin devreye gireceğinden hiç şüphem yoktur.
            Memurları düşünmeyen sendikacı ve bürokrat ikilisi yüzdeliklerle memur ve emeklileri oyalayacak ve sonuçta “âli menfaat” teranesiyle kitleleri uyutacaklarıdır.
            Yorgunluk ve çürümüşlük bu şekilde giderilmez, giderilemez.
            Sayın Cumhurbaşkanı
            Çürümüşlük ve yorgunlukla mücadele bir zihniyeti gerektirir. Sağlam bir zemine dayanmayan zihniyetle yorgunluk ve çürümüşlük giderilemez.
            Kanaatimize göre yorgunluk ve çürümüşlükle mücadele zemininin temelini “şeffaflık”, “adalet” ve “özgürlük” olmalıdır.
            Zemin bu ilkeler üzerine inşa edilirse hiç kimse “la yüs’el” olamayacak, denetime tabi olduğunu hissedecek ve yaptıklarının hesabını verecektir.
            Dolayısıyla bu bağlamda yorulan kendiliğinden çekilecek ve bürokrasideki makamların ebediliği anlayışı ortadan kalkacaktır.
            Sayın Cumhurbaşkanı
            Hızlı ve adil kararlar almanızı ve ataleti ortadan kaldırmanızı dilerim.
            Selam ve Sabırla…

27 Temmuz 2017 Perşembe

Sayın Cumhurbaşkanı: Elbette Yardımcı Doçentlik Kaldırılmalı



Sayın Cumhurbaşkanı: Elbette Yardımcı Doçentlik Kaldırılmalı

Veysi ERKEN

            Sayın Cumhurbaşkanı
            Konuşmanızda bir garabetten ve marazdan bahsettiniz.
            Yardımcı doçentlik kaldırılmalıdır dediniz.
            YÖK’e seslendiniz.
            Sayın Cumhurbaşkanı.
            YÖK bürokratik bir mekanizmadır.
            Bürokrasideki bütün hantallık YÖK’te de mevcuttur.
            Bu konu YÖK’e kaldıysa unutun gitsin.
            En iyisi yönetimin işleyişini iyi bilen, pratik düşünebilen ve çare üretenlerle çalışmanızdır.
            Bu mantıkla hareket ederseniz iki günde bu işi çözersiniz.
            Bilindiği üzere Yardımcı doçentlik 2547 sayılı kanunla ihdas edilmiş bir unvandır.
            2547 Sayılı kanun 1982 darbe anayasasının ürünüdür.
            Sayın Cumhurbaşkanı
            Yardımcı doçentlik konusunu ve diğer aksaklıkları çözmek istiyorsanız KHK ile çözebilirsiniz.
            Bu iş zamana yayılacak bir iş değildir.
            Günübirlik çözüme kavuşturulabilecek bir konudur.
            Hem Cumhurbaşkanlığı hem de AK Parti genel başkanlığı sıfatınızla sizden kısa zamanda çözüm bekliyoruz.
            Sayın Cumhurbaşkanı YÖK kanunundaki garabetleri iyi bilen birisiyim ve Yardımcı doçentlik konusunu zaman zaman gündeme taşımışımdır.
            Gereken ne ise katkı sağlamaya da hazırım.
            Yeter ki, bu millete ve ülkeye bir hayrımız dokunsun ve zulüm bitirilsin.
            Hâsılı kelam.
            Yardımcı doçentlik ve diğer konuların çözümü ile ilgili yetki YÖK’te değil, sizlerdedir.
            KHK ile iki gün içinde çözülebilir ve millet rahatlar.
            Sayın Cumhurbaşkanı
            Cumhurbaşkanlığı sistemine EVET dememizin en önemli sebebi bürokratik işleyişin hızlandırılması yönündeki beklentimiz idi.
            Yardımcı konusunda bu hızlı işleyişi gösteriniz ve bu meseleyi iki günde çözünüz.
            Selam ve Sabırla…

25 Temmuz 2017 Salı

Denetim ve Demokrasi



Denetim ve Demokrasi

Veysi ERKEN

            Bir kuruluşun demokratikliğinden bahsedebilmenin temel ve vazgeçilmez koşulları yönetimin seçimle oluşması ve seçimle nihayetlenmesi yanında yönetimin yönetilenlerce denetlenebilirliliğidir.
            Seçim ve denetim demokratik düşüncenin vazgeçilmezleridir ve yönetimin ilahlaşmasının engelleridir.
            Yönetim yapımıza bu açıdan baktığımızda demokratik olmadığını görürüz. Evimizden tutun devlet organizasyonuna kadar bütün yönetim alanlarında seçimsizliğin ve denetimsizliğin cazibesiyle karşılaşırız. Herhangi bir kuruluşta yönetime gelenleri en çok cezbeden husus ‘seçimsizlik’ ve “denetimsizlik”tir.
            Kendini “la yüs’el” olarak görmeye başlayan yönetici yönetilenlerden gelebilecek her türlü seçim isteklerini geçiştirmeye ve denetim yollarını kapalı tutmaya çalışır. Bu zihniyetin Türkiye’deki bütün yöneticilerde varit olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
            Hiçbir yönetici yönettiği veya yönetimiyle ilgili olan kişiler tarafından seçilmeyi ve denetlenmeyi istememektedir. Demokratik olmayan bu zihniyet asırlardır benliğimizi kemirmekte ve yönetilenlerin huzurunu ortadan kaldırmaktadır.
            Denetimsizlik bir cazibedir demokrasiden nasibini almayan yöneticiler için. Bu cazibe nedeniyledir ki, demokrat kılığına girmiş despot yöneticiler her türlü “munker”i işleyebilmektedirler. Koltukların ve makamların işgaliyle bağış kılıfına büründürülmüş soygunlar, makam aracı saltanatı, lojman vazgeçilmezliği ve dokunulmazlık bu cazibenin tezahürüdür.
            Esasında bizim kültürümüzde demokrasinin vazgeçilmezleri olan seçim ve denetim iyiliği emretme kötülükleri nehyetme ilkesi ile mevcuttu bir zamanlar. Yönetimlerimiz biat (sözleşme) ile seçilir ve biatsizlikle uzaklaştırılırdı bir zamanlar. Bu ilke aynı zamanda yönetilenlere denetim hakkı tanımaktaydı.
            Kurum ve kuruluşlarda pisliklerin üstünü örtmenin en kestirme yolu yönetilenlerin “denetim” hakkını ortadan kaldırmaktan geçer. Hatta yönetilenlerden denetim yapmak isteyenleri hainlikle suçlayarak ortalığı güllük gülistanlık göstermek de işin cabası.
            Denetimsizliğin ve seçimsizliğin cazibesi yöneticilerimizi o kadar sarmış ki, bunu bir ilke olarak görmeye başladılar. Hatta utanmasalar “demokrasi”nin bir ilkesi olduğunu ileri sürecekler. Denetimsizlik ve seçimsizlik hastalığı tavandan tabana kadar bütün yönetim kademeleri için geçerlidir.
            Öğrencilerinden para isteyen bir okul müdürüne paranın nereye harcanacağı suali yöneltilemez. Velinin böyle bir hakkı(!) yoktur. Aidat ödeyen bir dernek, sendika veya vakıf üyesi yönetimin icraatlarını denetleyemez, aksi takdirde hemen ihraç edilir.

            Denetimsizlik sadece yukarıda sayılan resmi veya gönüllü kuruluşlarda mı?

            Elbette ki hayır...
            Demokrasinin vazgeçilmezleri sayılan partiler için de geçerlidir bu ilke. Yöneticiyi seçimle belirlemeye ve onu denetlemeye çalışan üyenin kellesi istenir. En kestirme yol ihraçtır seçilmiş diktatörler için.
            Denetimsizliğin en cazip olduğu alan hiç şüphesiz kamu hizmetinin gerçekleştirildiği alanlardır. Bakmayın "kamu hizmet alanları"dendiğine. Güzel ülkemde kamu hizmet alanları kamuya kapalıdır. En azında kapalı tutulmaya çalışılır atanmış diktatörlerce.
            Kamu hizmet alanlarında yöneticilik yapanların tamamı kendilerini “la yüs’el” olarak görür. Denetimsizlik giriş kapısında başlar. Buradan geçemezsin sesi yükseldiğinde her şey durur.
           Neden geçemezmişim sorusunun bir tek cevabı vardır o kapıda. Geçemezsin dedik ya hemşerim. Evet, yönetilen geçemez ve neden geçemediğini bilemez. Bilmeye ve kapıdakini denetlemeye çalıştığında en hafifiyle memura hakaretten kendini mahkemede bulur.
            Yönetim kademeleri yükseldikçe seçimsizlik ve denetimsizlik oranı paralel bir şekilde artar. Üst katmanlarda her şey kapalı kapılar ardında gerçekleştirilir. Yönetimde halk yoktur. Soygunlar, hırsızlıklar, ihale yolsuzlukları, hortumlamalar ve mafyavarî ilişkiler hep kapalı kapılar ardında gerçekleştirilir. Halk soramaz yöneticilere nelerin yapıldığını. Sormaya kalkışanlara hemen “hadd” bildirilir.
            “Âli menfaat” teranesi hep ileri sürülür denetimsizliği sağlamak için. Hep “büyüklerimiz bilir” yutturmacası yutturulur yönetilenlere milletin mallarını höpürdetmek için.
             Evet.....
            Denetimsizlik ve seçimsizlik cazibeli bir hastalıktır halkın ve demokrasinin olmadığı yerlerde. Her türlü hortumlama ve soygun “âli menfaat” örtüsüyle kaçırılır halkın denetiminden “tapınak şövalyeleri” tarafından.
            Çare var mıdır bu hastalığın.
            Elbette.
            Çare, her kademede ve her yerde “birey”in kendi hakkını savunması ve ilişkili olmak zorunda olduğu alandaki yöneticileri seçmesi, denetlemesi ve sorgulamasıdır.
             Çare, denetimsizliği oluşturan ilkeleri ortadan kaldırmaktır.
             Çare, yöneticileri “la yüs’el” olmaktan çıkarmaktır.
              Selam ve Sabırla........ 0303.2012 tarihinde ikinci sefer yayınlanmış idi.