31 Mayıs 2013 Cuma

Etraf ve Gizli Görevliler


Etraf ve Gizli Görevliler

Veysi ERKEN

                        Totaliter rejimlerde yönetme gücünü gasp etmiş
               çete iç düşman algılaması ile ahaliyi birbirine kırdırmayı ve
                bu yolla iktidarını sürdürmeyi marifet bilir.
                                                                        Kürşat DERVİŞOĞLU

Yönetim birimleri zifiri karanlık bölgeleri mi?
Yoksa görünmeyen “devletlû”lar her tarafı karartabiliyorlar mı?
Yöneticilerimiz bunun için mi bol bol  “Her yer karanlık.....” şarkısını söylemekte.
Esasında yöneticilerimize birer nazar boncuğunun takılması gerekir diye düşünüyorum. O kadar açık, berrak ve şeffaftırlar(!) ki, zifiri karanlıkları aydınlatmaktalar maşallah. Nazar değmesin. Zifiri karanlıkları aydınlatmak için bildiklerini halkla ve kendileriyle beraber olanlarla paylaşmayı(!) pek severler(!).
 Yöneticilerimizin bu özelliği dillere destan maşallah. Söylediklerinin arkasında durmayı ve onu halka izah etmeyi pek severler(!). Dün “kontr-gerilla”dan bahseden yönetici bugün “gizli görevli”lerden bahsetmektedir. Ne hikmetse zılgıtlandığında dün olduğu gibi bugün de hafızasını kaybederek sözünden çark etmekte.
Sahi ülkemizi zifiri karanlıklara gömen “Gizli Görevli”ler var mı? Varsa bunları tespit etmeye çalışan birimlerimiz mevcut mu? Legal yönetim organlarımız ülkeyi babalarının çiftliği olarak gören ve ortalığı karıştıran “Gizli Görevli”ler için ne düşünüyor, ne yapıyor ve hangi tedbirleri alıyor?
Yoksa yöneticinin bahsettiği “Gizli Görevli”ler Eymür’ün bahsettiği Beyaz Kuvvetler mi? Eymür’ün :“ Yaygın olarak Özel Harp diye bildiğimiz Özel Kuvvetler Komutanlığının, asker gücünün yanı sıra, ülke çapına yayılmış olan ve ‘Beyaz Kuvvetler’ diye bilinen sivil unsurları var. Bunlar muhtelif meslek gruplarından kimseler. Türkiye’nin her bölgesinden belediye başkanı, doktor, esnaf, muhtar, aşiret reisi gibi çeşitli meslek gruplarından, seçilmiş, güvenilir kişiler...
            ABD’nin desteğiyle kurulan ve Avrupa’da kardeş teşkilatları olduğunu belirten Eymür bu teşkilatın “Türkiye’de ilk olarak 1952 yılında Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan bu teşkilat, daha sonra Özel Harp Dairesi ve son olarak da Özel Kuvvetler Komutanlığı adını aldı. Günümüzde, daha ziyade rütbeli görevlilerden oluşan bu teşkilatta erat sayısı çok az” (Yeni Şafak 06.01.2001, s.17. Haberin tamamı http://yenisafak.com.tr/arsiv/2001/ocak/06/g4.html ) dediği kuvvetler “Gizli Görevli”leri mi ifade etmektedir.
Gizli Görevlilerden bahseden yöneticiler sıkıştığında neden çark etmektedir? Yoksa Gizli Görevli olup başka ülkelerin menfaatine çalışan Beyaz Kuvvetler mi onları tehdit etmekte?
Sahi Beyaz Kuvvet denilen kişilere hangi dernekler, sendikalar, partiler, şirketler, holdingler ve vakıflar kurdurulmuştur ve kurdurulmaya devam edilmektedir?  Mantar gibi kurulan dernekler ve yüz binlerce basılıp bedava dağıtılan gazete ve dergiler beyaz kuvvetlere mi ait?
Pıtrak gibi ülkenin her tarafında başlatılan kargaşa ve kanlı saldırılarda beyaz kuvvetlerin rolü ne?
Hangi kurumlarda “etraf”ı oluşturmaktalar?
Hangi alanlar “Beyaz Kuvvet”in kollarına havale edilmiştir. Birbirine düşman gibi görünenlerin ortak iktidarlarının arkasında “Beyaz Kuvvet”ler mi var?
Mantar gibi ortaya çıkan derneklerin yöneticileri kimler tarafından beslenmektedir? Hangi holdinglerin patronları “Gizli Görevli”dirler?
Oluşturdukları ağ Tapınak Şövalyeleri ağı mıdır? Şebeke kurumları nasıl sarmaktadır? Bazı isimler nasıl palazlandırılmaktadır? Kurumlarda “etraf”a nasıl sokulmaktadır?
İşte bu sorulara yöneticilerin açık bir şekilde cevap vermeleri gerekir ki, halk “Dönme” ve “Boğazdaki Aşiret”ten oluşan Tapınak Şövalyelerini hayatından ve teşkilatlarından çıkarabilsin.
Bize kalırsa yönetici konumuna gelen kişiler en ufak rüzgâr esintisi karşısında eğilmeye devam ettiği müddetçe “etraf”larını düzgün oluşturmaları ve tapınakları çözmeleri söz konusu olamaz.
Korkutulan yöneticiler ve lider zannedilenler işbaşında olduğu müddetçe öğütme kurumlarına dönüşen müesseselerimiz, başlarındaki tapınak şövalyeleri vasıtasıyla bireylerimizi ezmeye devam edeceklerdir.  Aynı şekilde dernek, vakıf veya parti adı altındaki merkezleriyle de halkımızı, holdingleriyle ve medyalarıyla bütün toplumumuzu ezmeye devam edeceklerdir.
Çözüm...
Ümit kaynağı olmak isteyen teşkilat ve onların liderlerinden beklenen tek şey ülkeyi korku mekânı olmaktan çıkaracak ve Tapınak Şövalyelerinin kirli oyunlarını bozacak adımları atılmalarıdır. Bu adımlar atılmadıkça varlığı yıllardır değişik adlarla dillendirilen güç odakları efendilerinin emri doğrultusunda hayatımızı karartmaya ve toplumumuzu sömürmeye devam edeceklerdir.
Netice olarak İlayı Kelimetullahı şiar edinenleri en kısa zamanda bu adımları atmalıdır. Özellikle de liderler “etraf”larını oluştururken gizli görevlilere dikkat etmelidir. “Etraf”larını temizlemelidir. 
Unutulmamalıdır ki, saniyelik kayıplar bile büyük kayıplardır. Bu adımlar atılmadığı ve “etraf” temizlenmediği takdirde ülkenin içine sürüklendiği zifiri karanlıktan kurtulması mümkün olamaz. Vebal alp-erenlik iddiasında olan herkesin omzundadır.
Selam ve Sabırla...  
Not bu yazı 2001 de yazıldı Beyaz, Siyah, turuncu kuvvetlerle ilgili en son açıklama 01.04.2013 tarihinde yapılmıştır. Değişen bir şey var mı? Haberin link’i: https://www.iha.com.tr/haber-genelkurmaydan-zirve-davasina-cevap-270523
 
 
 


26 Mayıs 2013 Pazar

Kategorik ve Analizci Düşünme



         Kategorik ve Analizci Düşünme

            Veysi ERKEN

 İslâmî tefekkür anlayışı incelendiğinde karşımıza “iman” sorunu ortaya çıkar.
İman bir kabullenme ve onaylama duygusudur. Bir fikrin, düşüncenin veya hareketin tasdik edilmesi ve kabul görmesi genel anlamda iki şekilde gerçekleşir.
Birinci yol anadan, babadan, atadan veya herhangi bir şahsiyetten duyulan veya görülen fikrin ve hareketin araştırılmadan, soruşturulmadan benimsenmesi tarzıdır. Buna “taklidi iman” denilir.
İkinci yol ise duyulan bir düşüncenin, fikrin veya görülen bir hareketin soruşturularak ve sorgulanarak benimsenmesi ve onaylanması biçimidir. Buna “tahkiki iman” denilir.
 Bir düşüncenin, fikrin veya eylemin kabullenilmesi ve onaylanması işlemi bireyin ve toplumun hayatını etkiler. İster taklidi ister tahkiki yolla gerçekleşsin fark etmez. Etki fazla olduğundan, İslam bireye taklidi değil tahkiki imanı tavsiye eder. İslami düşünüş bireye sunulan her hangi bir düşüncenin veya aktarılan bir haberin doğruluğu araştırılmadan kabullenmesini onaylamaz.
            İslam’ın mümininden istediği kabullenme ve onaylama tahkike göre gerçekleşebilmesinin birinci ve temel şartı “sorgulama”dır. Tahkiki imana sahip olan birey kendisine sunulanları “hazır lokma” gibi yutmaz. Sebep-sonuç ilişkisini kurmaya çalışır.
            Sorgulamanın birey ve toplum hayatındaki önemi çok büyük olmasına rağmen gerek birey olarak, gerekse toplum olarak “tahkiki” iman etme geleneğimizi kaybettiğimizi düşünüyorum. Bize sunulanlara “sorgulayıcı” bir mantıkla yaklaşacağımıza taklidi ifade eden kategorik kalıplarla yaklaşıyoruz.
            Sunulanlar kategorik bakışımızla bize her şey “siyah-beyaz” görünür. Sunulanlar ya doğrudur veya yanlıştır.
Böyle bir düşünme -belki düşünmeme demeliyiz- kalıbını bize -adeta devletleşen- medyanın şeytanları sunmaktadırlar. Medya şeytanlarının haberleri, yorumları, görüntüleri sunuş tarzı bizi kuşatıp sorgulama yeteneğimiz kaybolunca adi işler bile bize hoş görünür.
            Analiz etme ve sorgulama yeteneğini kaybeden birey kendisine sunulan yanlış icraatlar üstüne ahkâm yürütür. Hem de kategorik olarak savunduğu düşüncenin yanlışlarını kutsayarak ahkâm keser.
            Medya şeytanlarının etkisinde kalarak taklidi ve kategorik iman etme hastalığına duçar olmuş olan  iktidar taraflısı bir birey “cebinde parası olmadığı halde asgari ücretin az oluşunu, örtüleri yüzünden okullarından, işlerinden uzaklaştırılanların mağduriyetini, öz yurdunda parya durumuna düşürülenlerin halini, mezarda emeklilik anlayışını, vekillerin imtiyazlarını, bedellinin sadece zenginlere yaramasını, israfı, debdebeyi veya idamın kaldırılmasını “ doğru bulmakta ve bunları onaylayabilmektedir.
Bunun sebebi her şeyi kategorik olarak “siyah-beyaz” zemininde düşünmesi ve onaylamasıdır.
            “Âli menfaatler” düşünme zemininin bir tarafını, “değiller” bir tarafını oluşturur. Taklitçi yapılan her şeyi -büyüklerinin yutturduğu gibi- âli menfaatler için yapıldığını ileri sürer ve yanlışı savunmaya devam eder.
            Siyah-beyaz olarak kategorilere ayrıştırılan bir tartışma zemininde neden, niçin, nasıl ve benzer soruların yeri yoktur. “Babam böyle diyooo” diyen çocuğun kabullenişi gibi büyük(!)lerin söylediği doğru kabul edilir. Hele hele bunu kartel medyasının şeytanları piyasaya sürmüşse tartışmasız doğrudur. 
Büyük(!)lerin adi menfaatleri bize âli menfaat gibi sunuşlarını bize yutturmaya çalışan medya şeytanlarının zırvalarını neden nasıl diye değil, kimsenin hakkı yoktur cümlesiyle başlayan nutuklarla tartışırız.
            Böyle bir düşünce -aslında düşüncesizlik-kalıbına sahip olan birey ve toplumların gelişmeleri beklenemez.
             Mevcut perişan halinin düzelmesini isteyen birey ve toplumların kategorik düşünce kalıplarını kırarak her şeyi sorgulayarak ve bir süzgeçten geçirerek benimsemelerinden geçmektedir.
            Tahkiki iman mantığına dayanmayan bugünkü düşünce kalıbını devam ettirenler “adi menfaat dolmalarını âli menfaat dolması” olarak yutmaya devam edeceklerdir.
            Selam ve Sabırla.

19 Mayıs 2013 Pazar

Ahtapot ve Kolları



Ahtapot ve Kolları
Veysi ERKEN

Sabah uyanınca gördüğüm dehşetli rüyanın etkisindeydim hala.
 Siz hiç rüyanızda ahtapot gördünüz mü? Gördüyseniz etkisinde kaldınız mı? Ben şahsen dehşetli rüyada bir ahtapot gördüm ve ondan çok etkilendim. Zira gördüğüm ahtapotun büyüklüğü sözlüklerde tarifi yapılandan çok fazlaydı. Mukayeseleri bile mümkün değildir. Gördüğüm rüyayı yorumlayıp bana iletirsiniz diye sizlere aktarmak istiyorum.
             Rüya bu ya! Göbeğinde milyonlarca canlının yaşadığı bir ahtapot. Tıpkı yeryüzü gibi. Canlılar suskun.
Öbek öbek ayrılmış canlıların yanlarına yaklaşıyorum ve suskunluklarının sebebini anlamak istiyorum. Hiç kimse cevap vermek istemiyor. Suskunluğun nedenlerini bilmek istiyorum. Bir canlı korkuyla fısıldayarak konuşmanın büyük tehlike nedeni olduğunu söylüyor.
Tehlikeyi öğrenmek istiyorum.
Canlı tehlike ceza ve işkence demek diyor. Meğerse canlının konuşması ve sözleri ahtapotun (beyin durumunda olanın) hoşuna gitmiyorsa ahtapot hemen bir kolunu harekete geçiriyor ve konuşan canlıyı cezalandırıyor. Bu durum göbekte yaşayan bütün canlılar için geçerliymiş.
            Durumu öğrenince merakım daha da arttı ve beyni tanımaya çalıştım. Beyin müthiş bir şey. Her şeyin tek yönlendiricisi. Göbekte yaşayanlara hiç benzemiyor. Her şeyi ile canlılara yabancı. Dönek bir aşiret imiş “beyin”.
            Aşiretten oluşan beyin “dönme”liği sayesinde her kolu dilediği şekilde hareket ettirmekle mahir bir yaratık.  Hangi kolun ne zaman ve ne şekilde kullanılacağını yalnızca “dönme” beynin bileceği iş. Dönme beyin kolların faaliyetlerini organize etmede o kadar mahir ki, alışılagelenlerin dışına çıkmak onun için çok basit.
            Rüyam gerçekten çok tuhaf devam etti aziz dostlar. Beynin mahareti karşısında kolların ne işe yaradığını sormadan edemedim. Göbekte yaşayan canlılar kolları sen incele dediler. Tabi ki hemen incelemeye başladım.
Ahtapotun kollarını incelediğimde hepsinin ayrı renkte ve işlevde olduğunu fark ettim ve hayrete düştüm. Meğerse her birinin görevi farklıymış.
             “Muhbirlik” yapandan “muharrirlik” adı altında müsveddelik yapana kadar düzinelerce görev verilmiş kollara. Biri olmayan şeyleri varmış gibi ihbar ediyor, beyin bir başka koluyla ihbar edileni cezalandırıyor. Olansa hep göbekte yaşayan canlılara oluyordu ne hikmetse. Göbekteki düzen kısaca açlık, yokluk, zulüm, işkence canlılara refah ve rahatlık vekillere, bürokratlara ve muhbirlere.
            Ahtapotun kollarını incelerken bazıları daha fazla dikkatimi çekti.  Dikkatimi çeken kollardan birisi “macun”laşmış beynin parçası olan car-tel’in şeytanları diye adlandırılanıydı. Bu kolun temel görevi göbekte yaşayanların tefekkür etmelerini engellemek ve haklarını gasp etmekti. Bu kol kanaletleriyle olmamışı olmuş, yanlışı doğru, ahlaksızlığı güzellik olarak takdim ederek göbektekileri düşünemez hale getirmekteydi. Bu kolu oluşturan şeytanlar o kadar mahirleşmişlerdi ki, göbektekiler gördüklerine mi, yoksa car-tel şeytanlarının söylediklerine mi inanacaklarını şaşırmışlardı. Bu kolun mahir şeytanları başında uğursuzla kırçıl gelmekteydi. Göbektekilerse bunlara sivil muvazzaflar adını takmıştı.
            İnanın aziz okuyucular ben de en az onlar kadar bu işe şaştım. Tabi ki, rüyada.
            Macunlaşmış beynin mahir kolu bundan ibaret değildi. Bir kaç koldan daha bahsetmeliyim ki, rüyamı kolaylıkla tabir edebilesiniz.
            Ahtapotun en meşhur kollarından birisi “düşünce” idi. Bol bol sağa sola düştüğü için buna “düşünce” adı takılmış. Düşünce kolunun en önemli özelliği düşünceye tahammülsüz oluşuydu. Ben ne dersem o olur diyen despot beynin bir dediğini iki etmeyen kol durumundaydı. Macun beyin despot olunca kolların da despot olması tabiidir. Ancak göbektekilerin bundan haberi yoktu.
            “Düşünce” kolu hep “yaşam”la hareket ediyordu. Bağırarak çağırarak diğer kolları uyandırmak ve koldaşlarını harekete geçirmek başlıca görevleriydi. Görevlerini yaparlarken “papo” ve “delioğlu” isimli koldaşlarından yardım almayı da ihmal etmiyorlardı. Nede olsa bu iki kol çok yardımseverdi. Beyni mutlu etmek için diğer kollara yardımlarını hiç esirgemiyorlardı. 
            Kısaca yorumlayamadığım rüya bu...
            Evet, aziz okuyucular. Gördüğüm rüya bu minval üzere devam edip gitti. Uyandığımda hala bu dehşetengiz rüyanın etkisindeydim ancak tabir edemedim.
Rüyaları tabir etmesini biliyorsanız beni aydınlatmanızla mesrur olacağım.
            Selam ve sabırla...