27 Eylül 2020 Pazar

Hasan Onat’ı Rahmetle Yâd Ederken: Din İnsan İçindir

 

                 Hasan Onat’ı Rahmetle Yâd Ederken: Din İnsan İçindir

Veysi Erken

             Sınıf arkadaşımız Hasan Onat vefat etti. El'an Ankara'da olmadığından hastalığından haberim olmadı.Haberi gece en son beraberce ziyaret etmek istediğimiz arkadaşımız Orhan Çobanoğlu verdi. Rabbulalemin rahmet ve merhametiyle muamele etsin.

            Hasan hoca öğrenciliğinden itibaren gayretli bir arkadaşımızdı. İlahiyat fakültesine yolum düştüğünde kendisini ziyaret ettiğim arkadaşımdı.

             Onunla ilgili yazı yazabilirim. Çünkü 1974 yılında başlayan tanışıklığımız günümüze kadar devam etti. Pek çok hatıramız var.

            İki noktaya temas edeceğim yeter.

            Birincisi kendisinin alanı itibarıyla çalıştığı konuyu vurgulama tarzıyla ilgilidir.

            Merhum “Şia” ile ilgili çalıştı. Tezi konusunda epey sohbetimiz oldu. Özellikle “Şia” anlayışının ilk dönemde itikadi ve fıkhî olmadığını, Emevi döneminde başlayan bir siyasi anlayış olduğunu vurgulaması önemli bir çalışma idi.

            İslam âleminin birliği için konunun bu şekilde izah edilmesi ve kabul ettirilmesi elzemdir.

            İkincisi malum 28 Şubat döneminde İlahiyat ve İmam Hatipler üzerinde korkunç baskılar vardı. O dönemde İslam’ı tahrip için İlahiyat Fakültesine raporlar ısmarlanıyordu.

            İslam’ı bağlamından koparmak için “din-insan” eksenli bir rapor isteniyordu. O sıralarda ziyaretine gitmiştim.

            Bu konu açılınca kendisine şunu söyledim.

            Evet, sizden rapor isteniyor ama yamuk bir rapor. Yazmayın. Çünkü Allah “mabuda” hayatını fıtratına uygun yaşasın diye kural, ilke ve değer vaz etmiştir. Sizden bunun inkârı yönünde yazı isteniyor.

            Müslüman hayatını vahyin ilke, kural ve değerleriyle yaşamalıdır dediğimde o bunu yazamayız bazıları buna karşı çıkar.

            Bunun üzerine kendisine “Din İnsan İçindir” başlıklı bir köşe yazısı yazacağımı ifade ettim. Fazla uzatmaya gerek yok.

            Evet.

            Vahiy insanlar içindir. Dün olduğu gibi bugün de buna inanıyorum.

            O günde yazdığım yazıyı merhum sınıf arkadaşım Hasan Onat’ı rahmetle yâd ederken tekraren yayınlıyorum.

            “İnsan, birey veya grup olarak hayatını “değer”, “ilke” ve “kurallar”a göre tanzim eder. Bu bağlamda düşünüldüğünde “din insan için bir araçtır”. Zira din ilke, değer ve kurallar bütünlüğüdür. İnsanlar, din denilen ilke ve kurallar bütünlüğünü “temel amaç”larını gerçekleştirmek için uygularlar. Bu  “din” kavramını kabul eden bütün insanlar için geçerlidir.

      Müslümanların kesip yedikleri “inek”leri “değer” olarak kutsal kabul eden bir hindunun kabulü “temel amacını” gerçekleştirmeye yöneliktir. Bir Hindu bu değere kaynaklık eden kuralı uygulamakla nirvanaya ulaşacağını, böylece kurtulacağını düşünür.

      Bu tür kabuller sadece beşeri kabul edilen dinlerin dindarlarına has olmayıp bir Hıristiyan, Yahudi veya Müslüman için de aynen geçerlidir. Ağlama duvarının yanında ibadet eden bir Yahudi, çarmıha gerilen Hz. İsa’nın öğretilerini kabul ettiğini ileri süren bir Hıristiyan veya İslam’ı bütüncü nizam olarak kabul eden bir Müslüman kuralları hayatının tanzimi için bir araç görür. Bu bağlamda Hazreti Muhammedi hatem’ul- enbiya kabul ve buna iman eden birey veya grup “temel amaç”larını gerçekleştirmeyi düşünür.

      İslam’ı din olarak kabul eden bireyin temel amacı Rabb’ul- Alemin olduğuna inandığı Allah’ın rızasını kazanmaktır. Emir veya nehiy türündeki bütün değer, ilke ve kurallar temel amacın gerçekleşmesi için bir araçtır. Kurallar hiçbir şekilde başlı başına “amaç” niteliğini taşımaz. Kurallar “amaç”ları gerçekleştirme vasıtalarıdır.

      İster beşeri ister ilahî kaynaktan neş’et etsin bütün anlayış ve inanışlarda ilke ve kurallar bireyin “temel amacı”na hizmet aracıdır.

      Bizler Cenabı-ı Allah’ın vazettiği, Hazreti Muhammed’in (S.A.V.) tebliğ ve teşrih ettiği ilke ve kuralların tamamının “temel amaç” için araç olduğunu kabul ediyoruz. 

     Temel amaç, Allah’ın rızasını kazanmaktır.

     Temel amaç Allah’ın rızasını kazanmak olunca zenginlik nisabını ölçüt kabul ederek sadaka veya zekâtını veren bir inanmışın muradı başkası görsün, takdir etsin veya hoşnut olsun değil Allah hoşnut olsun olur. Dolayısıyla sadaka ve zekât kuralı asıl gayenin tahakkuku için bir araçtır.

      Din kavramının bütün ahkâmı bu mesabededir. İster ibadet, ister ahlak isterse de muamelat ile ilgili olsun bütün “ahkâm” birey için temel amacını gerçekleştirmenin birer vasıtasıdır.

      Beşeri ilişkilerini inandığı dinin “değer”, “ilke” ve “kural”larına göre tanzim etme gayretinde olan birey için değer, ilke ve kuralların birer vasıta olmasından daha tabii ne olabilir?

       Farklı inanış “yasalar insan için değil, insan yasalar içindir” sonucunu ortaya çıkarır ki, bu İslam’ın temel esprisine aykırıdır. Bizim tespit ve inanışımıza göre kural işe yaramazsa da kural olsun diye konulmamıştır. Kurallar ve ilkeler insanın mutluluğunu sağlasın ve Rabbinin rızasını kazandırsın diye vardır. Dolayısıyla “insanlar yasalar için değil, yasalar insanlar içindir”.

       Bu tespit ister beşerî isterse ilahî kaynaklı olsun bütün sistemler için geçerlidir. İlke ve kurallar birer vasıta değil de birer “amaç” olarak görülürse despotizm ortaya çıkar.  Bu İslâmcın kabul etmediği mantık örgüsüdür.

       İnsan ve vasıta akışını düzenleyen trafik kuralları “kural” olsun diye konulmaz. Kurallar insan ve vasıta akışının kolaylaştırılması için vazedilir. Burada “temel amaç” ortak hayatın kolaylaştırılmasıdır. Beşeri değer, ilke ve kurallarda yanlışlık ve geçicilik söz konusu olsa da temel amaca hizmet esastır.

       Tespitlerimize göre dinî hükümlerin vazedilişinin mantığı da aynıdır. Kendi kendine yetemeyen, kendi hayatını var oluşunun temel amacına göre düzenleyemeyen zalimleşen ve azgınlaşan bireyin hayat akışını “temel amaç” doğrultusunda tanzimine imkân sağlamak için değer, ilke ve kurallar “ayetler” biçiminde vazedilmiştir.

       Bir Müslüman için inanış bu şekildedir.

       Cenab-ı Allah ayetlerini insanlara “değer”, “ilke” ve “kural” oluştursun ve bunlarla kendileri için belirlemiş olduğu temel amacı gerçekleştirsinler diye vazetmiştir. Bu ayetleri insan kabul veya reddeder. Kabul edenler için ahkâma kaynaklık eden ayetler kurtuluş vasıtası olurken, reddedenler için ayetler bir anlam ifade etmez.

       Yukarıda yapılan izahattan netice olarak denilebilir ki, “ din,  insana temel amacını gerçekleştirmesine kaynaklık teşkil eden değer, ilke ve kurallar bütünlüğünden oluşan bir araçtır”. 02.10. 2000

            Mekânın cennet olsun Hasan.

            Selam ve Sabırla…

26 Eylül 2020 Cumartesi

Ülkücülerin Medeniyet Tasavvuru Var mı(ıydı)?

 

                            Ülkücülerin Medeniyet Tasavvuru Var mı(ıydı)?

Veysi ERKEN

 

            Cevaplandırılması gereken en zor sorulardan birisi başlıktaki soru olsa gerek. Ömrümün dörtte üçünün geçtiği bir camia için bu soruyu sormak kolay değildir. Buna rağmen her ülkücüyüm diyenin kendi kendine bu soruyu sormasının gerekliliğine inanıyorum.

            Evet.

            Geçmişte ülkücülerin bir medeniyet tasavvuru ve iddiası vardı. Biz bunun için ülkücüydük. Ülkücülerin medeniyet tasavvuru ve iddiası İslam medeniyeti idi.

 “Ben sizi pazarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye değil, Allah yoluna davet ediyorum” diyerek davet eden liderin önderliğini yaptığı ülkücü hareketin İslâm medeniyeti tasavvurunun ve iddiasının ispatıydı.

            Bu hareket “çağrımız İslâm’da dirilişedir”, “kanımız aksa da, zafer İslâm’ın” diyerek medeniyet tasavvurunu ve iddiasını haykırmaktaydı. Bu tasavvur ve iddiayı dağlara, taşlara ve gönüllere nakşetmekteydi.

Eylül fırtınası öncesi gençler, çocuklar, ihtiyarlar, Türkler, Kürtler, Çerkezler, Doğulusu, Batılısı, Kuzeylisi, Güneylisi kısacası halk bunun için ülkücü hareketle kucaklaşıyor, bunun için her şeyi göze alıyordu.

Halk, ülkücülerin İslâm medeniyetinin muştusu olduğuna inanmıştı.

Ya sonra.

Tapınakçı egemenler ülkücülerin gidişatını bozmayı hedeflemişti.

Eylül fırtınası ülkücülerin istikametini bozmayı becerdi. İslâm medeniyetine gidişatı durdurdu. Artık ülkücüler, eskisi gibi homojen bir yapıda değildi. Bölük pörçük olmuşlardı fırtınanın tesiriyle.

Artık “Allah yoluna davet” ülkücülerin ortak paydası olmaktan çıkarılmıştı. Ülkücüler ortak paydalarını kaybedince bölük pörçük oldular.

Nallı ülkücü, ballı ülkücü, kurtlu ülkücü, güllü ülkücü seksenli ve doksanlı yılların nitelemeleri olmuştu camia için. Sabatayist ve boğazdaki aşiretten müteşekkil derin aile ülkücüleri medeniyet iddialarından uzaklaştırmayı becermişti.

Bu hengâmede Yusufiyelerde tedrisatını ikmale zorlananların ekseriyeti İslâm medeniyeti iddialarını devam ettirmiş ve bu iddialarını iki binli yıllara kadar sürdürmüşlerdir.

Günümüze gelince ülkücülerin İslâm’la ilgili bir medeniyet tasavvuru ve iddiasının varlığını göremiyoruz.

Bilhassa post modern darbenin gerçekleştirildiği melun süreçle birlikte ülkücüler tamamen savrulmuş ve medeniyet iddialarından tamamen uzaklaşmış durumdalar. Artık ülkücüler insanları Allah yoluna davetten çok uzaktalar.

Ülkücüler artık “kızıl bayrak” sevdalıları ile kol kola girebilmekte. Allah’a savaş açanlarla beraber olabilmekte.

Ülkücü(!)ler artık tapınakçıların zulüm maşası olarak öğrencileri okullardan uzaklaştırmakta, İslâm’ı yaşamaya çalışanlara eziyet edebilmekte.

Ülkücüler tapınakçıların kolları tarafından hazırlanan gizli yönetmelikler çerçevesinde “kızıl bayrak” sevdalılar ile yan yana, omuz omuza rahatlıkla oturtulmakta.

Kur’anı hayatımızdan silmeye çalışan mel’un güruhun marifetiyle hareket eden bir grubun hiçbir iddiası kalmamıştır demektir.

Umulur ki, ülkücüler başta Türkiye’de olmak üzere İslam coğrafyasında oyunlaştırılan senaryoların figüranı olmaktan kurtulur.

Umulur ki, ülkücüler insanları Allah yoluna, Hakk ve hakikate davet ederek medeniyet inşacısı olsun.

Ülkücüler oyunlaştırılan senaryonun farkına varamazlar ve gereken direnci  göstermezlerse milletimizin tarih sahnesinden silinmesinin aracı haline gelirler.

Dileğimiz bu yazının ülkücülerin uyanmasına katkı sağlamasıdır. 

Selam ve Sabırla... 08.09.2003 tarihli yazı

 

 

Aileyi parçalama yasası komisyondan geçti*

 

Aileyi parçalama yasası komisyondan geçti*

 Veysi Erken

            Sürekli gündemimiz işgal ediliyor.

             Meşhur bir söz var.

            “Bayrağı yerinde ve zamanında dikmek”. Önemli olan zamanında ve yerinde iş yapmayı ifade eden bir sözdür. Maalesef zamanlı iş yapılmadığından enerjimiz tüketiliyor.

             Mesela aile konusunu ele alalım.

            Aile ile ilgili tahribat yeni değildir.

            Ama önemli tahribatlardan biri TMK'da 2001 yılında yapılan düzenlemeler ile yapılmıştır.

4721 sayılı kanun 22.11.2001 tarihinde kabul edilmiş,8.12.2001 tarihinde yayınlanmış ve 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

            Değişiklik tasarısı komisyondan geçince sebep olacağı tahribatı kısaca şu şekilde özetlemiştik. Yanlışa karşı uyarıda bulunmuştuk 

"TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilen Türk Medeni Kanun Tasarısı, aile hukukunu altüst ediyor. TBMM Başkanlığı’na 1,5 yıl önce gönderilen 1030 maddelik tasarı, yaklaşık 5 aylık komisyon maratonunu dünkü toplantıyla tamamladı. Komisyonda, tasarının Genel Kurul’da öncelikli görüşülmesi kararlaştırıldı.  

            Tasarı, ‘’Başlangıç’’, ‘’Kişiler Hukuku’’, ‘’Aile Hukuku’’, ‘’Miras Hukuku’’ ve ‘’Eşya Hukuku’’ başlıklarını taşıyan dört kitaptan oluşuyor. 

 

EVİN REİSİ YOK 

 

      Evlenme işlemi halen sadece erkeğin bulunduğu yerde yapılırken, tasarıyla kadının bulunduğu yerde de gerçekleştirilebilecek. ‘’Koca’’nın evin reisi olması hükmü değiştirilerek, evlilik birliğinin yönetiminde kadın ve erkek eşit söz hakkına sahip olacak. Eşler, evlilik birliğini temsil etme yetkisine sahip olacaklar. 

      Eşler, birliğin temsil yetkisini kullandıkları hallerde, üçüncü kişilere karşı da müteselsilen sorumlu sayılacaklar. 

      Kadının evlilik birliğini temsil yetkisini kötüye kullanması halinde, kocanın bu yetkiyi kaldırmasına ilişkin hüküm değiştiriliyor. Buna göre, eşlerden herbirinin temsil yetkisini aşması veya bu yetkiyi kullanmada yetersiz kalması halinde, temsil yetkisinin sınırlandırılması veya kaldırılması konusunda karar verme yetkisi hâkime bırakılıyor. 

      Eşler, oturacakları evi birlikte seçme hakkına sahip olacaklar. Mevcut düzenleme ise kadına, kocanın belirlediği evde oturma zorunluluğu getiriyor. 

    Tasarıda, ‘’kanuni ikametgâh’’ yerine Türkçe, ‘’yasal yerleşim yeri’’ ifadesi kullanılıyor. Evlenen kadın, isterse kocasının soyadının yanı sıra kızlık soyadını da kullanabilecek. Boşanan kadın, evlenmeden önceki soyadını kullanabilecek. Bu soyadı, kadının tanındığı soyadı da olabilecek. 

      Üçüncü kişilerle kadın arasındaki davalarda kadını kocanın temsil edeceği hükmü de kaldırılıyor. Eşler arasındaki eşitlik ilkesi uyarınca eşlerden her biri, üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabilecek. Ailenin oturduğu ev konusunda istisna getirilerek, bu ikametgâh ile ilgili işlemler konusunda, eşlerden her biri, diğerinin açık rızasını almak zorunda olacak. 

 

      EVLENME YAŞI 18, EVLATLIKLA EVLENMEK YASAK 

    

 Daha önce erkek için 17, kadın için 15 olan evlenme yaşı, her ikisi için de 17 yaşın doldurulması, 18 yaşından gün alma şartına bağlanıyor. Olağandışı durumlarda ise kadın-erkek arasındaki fark kaldırılarak 16 yaşını doldurma, 17 yaşından gün alma olarak değiştiriliyor. Akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemeyecekler. 

     Kocanın, ‘’kadın ve çocukların bakımından sorumlu olduğu’’ ilkesi kaldırılarak, yerine eşit mali sorumluluk getiriliyor. Evin giderlerine katılmada eşlerin mali güçleri, emek ve mal varlıkları esas alınacak. Evlik dışı çocuklara da evlilik içi çocuklar gibi eşit haklar getiriliyor. Buna göre, evlilik dışı çocuklar da evlilik içi çocuklar gibi mirasta eşit hakka sahip olacaklar. Evlatlıkla evlenmek kesin olarak yasaklanıyor. Daha önce evlatlıkla evlenmek yasak olmasına rağmen, evlenme gerçekleşmişse buna izin veriliyordu. 

 

      BOŞANMA DAVASINA GİZLİ OTURUM 

     

Boşanma sebepleri arasında ‘’onur kırıcı davranışlar’’ da sayılıyor. Boşanma sebepleri arasında yer alan terkte süre 3 aydan 6 aya çıkarılıyor. Buna göre, halen 3 ay sonunda ihtar çekme zorunluluğu kaldırılıyor, bunun yerine 6 ay sonunda uyarıya gerek kalmaksızın boşanma davası açma imkânı getiriliyor. Boşanma davalarında, taraflardan birinin isteği doğrultusunda hâkim davanın gizli olarak sürmesi kararını verebilecek. Boşanma halinde eşler aile konutu ve ev eşyasını kimin kullanacağı konusunda anlaşamazlarsa, hâkim, eş ve çocukların geleceğini göz önüne alarak karar verecek. Miras hukukunda saklı oranlar azaltılarak, miras bırakanın mallarındaki tasarruf özgürlüğü genişletiliyor. Sağ kalan eşin miras payı da yükseltiliyor. 

 

      ÇOCUĞU OLAN DA EVLAT EDİNEBİLECEK 

      

Evlat edinmede yeni kurallar getiriliyor. Evlat edinmede çocuksuz olma veya alt soyun olmaması şartı aranmayacak. Evlat edinme yaşı 35’den 30’a indirildi. Çocuğu olanlar da diğer şartlar uygunsa evlat edinebilecek. 

 

      CİNSİYET DEĞİŞTİRME ŞARTLARI 

      

Her isteyen cinsiyetini değiştiremeyecek. Cinsiyetini değiştirmek isteyen kişi, bu değişikliğe gitmeden önce mahkemeye başvuracak. Cinsiyet değiştirmek için, 18 yaşını bitirmek, bekâr olmak, sağlık kurulu raporu almak, transseksüel yapıda olmak, üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun olmak ve hâkimin izni şartları aranacak. 

 

       MAL REJİMİ 

      

Tasarı, eşler arasında sorunlara neden olan ‘’mal ayrılığı rejimi’’ yerine, ‘’edinilmiş mallara katılma’’ rejimini yasal mal rejimi olarak kabul ediyor. 

      Evlilik birliğinin boşanma, ölüm veya diğer sebeplerle sona ermesi halinde, ‘’edinilmiş mallara katılma’’ yasal mal rejimi olarak kabul edilmesine karşılık eşler, istedikleri takdirde ‘’mal ayrılığı’’, ‘’paylaşmalı mal ayrılığı’’ ve ‘’mal ortaklığı’’ rejimlerinden birini, mal rejimi sözleşmesi yaparak seçebilecekler. 

      Edinilmiş mallara katılmada iki tür mal esas alındı. Buna göre, ‘’kişisel eşya, mal rejimi kurulmadan önce kazanılan mallar, miras olarak kazanılan mallar, manevi tazminat alacakları, kişisel malların yerine geçen mallar’’ kişisel mallar olarak sıralandı. Edinilmiş mallar, ‘’çalışma ile elde edilen kazanç, sosyal güvenlik, sosyal yardım ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulmuş sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel malların gelirleri ve edinilmiş mallar yerine geçen değerler’’ olarak tanımlandı. 

       Mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılacak. Ancak, taraflar evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçeceklerini yazılı olarak bildirebilecekler."

   Tasarıdan anlaşılacağı üzere, denilebilir ki, aileyi yanlış tanzim işi İstanbul sözleşmesi ile başlamadı. İstanbul sözleşmesi tahribatı derinleştirdi ve kangrenleştirdi.

   Toplumun felahı ve kurtuluşu için tahripkâr mevzuatın topyekûn ortadan kaldırılması gerekir.

Dolayısıyla tekraren önemli olan zamanında iş yapmaktır diyoruz.

Selam ve sabırla...

 

 Not:  29.08.2001 tarihli yazıdır. Sadece giriş ve son kısma kısa ilave yapılmıştır.

24 Eylül 2020 Perşembe

Akl-ı Selim’ini Kaybetmiş Toplum

 

                  Akl-ı Selim’ini Kaybetmiş Toplum 

Veysi ERKEN

   Günümüzün dünyasında olup bitenleri doğru okuyabilmek ve yorumlayabilmek için “akl-ı selim ve hiss-i selim”e ihtiyaç vardır.

       Heyhat!

       İnsanımızın ekseriyetinin zihni işgal altında olduğundan akl-ı selim ve hiss-i selim ortadan kalkmıştır.

       Akl-ı selimini ve hiss-i selimini kaybetmiş, bir başka deyişle zihni işgal edilmiş olan insanımızın ekseriyeti olup biteni yorumlarken medya şeytanlarının tesirinde kalmaktadır. Medyanın gücünü Aldous HUXLEY “Kalem ile ses en azından kılıç ölçüsünde keskindirler, bir başka deyişle, kılıç, yazılı ya da sözlü bir buyruğu yerine getirmek için kuşanılır. İlerleyen teknoloji” güçlü”leri daha da güçlendirmiştir, onları yalnızca daha güçlü, daha yetkin zorlama ve sindirme araçları ile donatmakla kalmamış, ellerine bir de geçmiş hükümdarların buyruğundakilerle karşılaştırılamayacak ölçüde kat kat üstün “inandırma ve kandırma araçları”nı bularak vermiştir. Basın çarkı ile radyo ekonomik ve siyasal güçlerin bir yerde toplanmasında büyük katkıda bulunmuşlardır” biçiminde ifade etmektedir.

    Günümüzün dünyasında yönetme gücünü eline geçirmiş olanların zorbalıkları “inandırma ve kandırma” araçlarıyla zihni kirletilmişlere haklı olarak gösterilmekte ve saf kitlelerin beyinleriyle birlikte duyguları işgal edilmektedir.

    Evet...

    Üzülerek ifade etmeliyiz ki, insanımızın zihni,  medyayı vasıta olarak kullanan radikal Yahudiciler, radikal Hıristiyancılar ve radikal dinsizler tarafından işgal edilmiştir. Bahsi geçen radikallerin ortak paydaları “İslâm düşmanlığı”dır.

   Medyanın köşebentleri olan şeytanlar tapınağı oluşturan efendilerini memnun etmek için ha bire kalemleriyle kusuyorlar.

   Unutulmamalıdır ki, tapınakçılar güçlerini sürekli kılmak için her alanı tanzim etmekle meşguller. Tapınakçıların ilk tanzim ettikleri alan “derin devlet”tir. Hatta denebilir ki, derin devletin en derin kısmıdır.

   Tapınakçıların bu tanzimi her alanı ve her şeyi kapsar. Kimin güçlendirileceği, kimin yönetime getirileceği ve kimin medya şeytanı olarak istihdam edileceği tapınak tarafından belirlenir veya belirlenmeye çalışılır.

  Bir ülkede tapınak çok güçlü ise o ülkenin insanının sağlıklı düşünmesi beklenmez. Çünkü tapınak, şeytanları vasıtasıyla bombardımana başlar ve zihinleri kirletir.

   Zihinler kirlendikten sonra “sağlıklı düşünmek” ortamı ortadan kalkar. Artık zihinlerde iyi-kötü, doğru- yanlış, güzel-çirkin, hak- haksızlık, adalet- zulüm gibi kavramların yerleri kolaylıkla değiştirilir. Zihinler kötülüğü iyilik, zulmü adalet olarak tasavvur eder hale gelir. Tıpkı günümüzde olduğu gibi.

    Zihinlerimiz kirlenmiş ve kültürel işgal zihinsel sathın tamamını kaplamıştır.  Zihinsel işgal nedeniyle “vatansever” zannettiğimiz kimselerin çoğunun “vatan satan” olduğunu, Müslüman Türk zannettiklerimizin çoğunun da “contürk”leştiğini ibretle ve hüzünle fark etmekteyiz.

    Bu olumsuz gidişattan kurtulmak mümkün değil mi?

    Elbette kurtulmak mümkündür.

    Kurtuluş için doğru teşhis ve tedavi gerekir.

    Kurtuluş “boğazdaki aşiret” ve “dönme”lerin oluşturduğu “tapınak”ın teşhisi ile başlar ve radikal Yahudiciler, radikal Hıristiyancılar ve radikal dinsizlerin şeytan olarak görevlendirildikleri medyayı desteklememekle devam eder.

    Tapınağın tetikçisi medyanın desteklenmemesi zihin kirliliğinin sonu, akl-ı selim ve hiss-i selimin başlangıcıdır. Dünyada olup biteni doğru algılama ve yorumlamanın, bir başka deyişle zalimlerin yanında yer almamanın ilk noktasıdır.

   Selam ve Sabırla... 11.10.2001 tarihinde yayınlanmıştır.