29 Eylül 2017 Cuma

Yanılmışlık Aldatılmışlık



Yanılmışlık Aldatılmışlık

Veysi Erken

            En küçük topluluktan en büyüğüne kadar yönetenin etrafında fertler bulunur. Özellikle büyük yapılanmalarda “etraf”ı  danışmanlar, bürokratlar ve diğer görevliler oluşturur.
            Organizasyonlarda yer alan “etraf” yönetenleri yanıltabilir, aldatabilir.
            Bunu yılların tecrübesiyle söylüyor ve yazıyorum.
            Özellikle politik sahada yanıltmalar ve aldatmalar fazlasıyla olabilir. Tarihi okumayanlar bari “Diriliş Ertuğrul” gibi dizileri seyretsinler meramımı anlarlar.
            Son yıllarda yanılmışlık ve aldatılmışlık üzerine müthiş bir algı operasyonu yapılıyor.
            Cumhurbaşkanı “yanıldık”, “aldatıldık” gibi ifadeler kullanınca özellikle Siyonist haçlı zihniyetinin akıldaneleri uşaklarını, piyonlarını ve dahi “nüfuz ajan”larını piyasaya sürdüklerini görüyoruz.
            Bilhassa FETÖ tipi şeytanlar yanılmışlık ve aldatılmışlık üzerine propagandayı günün yirmidört saatinde sürdürüyorlar desem mubalağa etmiş sayılmam.
            Evet,
            Cumhurbaşkanı “etraf”ınca aldatıldı ve yanıltıldı.
            Maalesef etrafında mebzul miktarda aldatan ve yanıltan vardı. Pek çoğunu temizlediğini düşünüyorum.
            Buna rağmen “etraf”ında danışman, bürokrat, teknokrat vs. gibi görevlerde bulunan aldatıcıların ve yanıltıcıların olduğunu düşünüyorum.
            Umarım ki, “etraf”ını temizler, kendisini yanıltmayacak ve aldatmayacak “danışman”lar seçer.
            Aksi takdirde bütün yönetim alanlarında olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde de yanılmalar ve aldanmalar kaçınılmaz olur.
            Lider ve etrafın ehemmiyeti ile ilgili bir yazımı değerli dostlarla paylaşayım. Belki aldanan ve yanılanlar “etraf”ını namuslu ve dürüst olanlarla tahkim eder.
“Lider, Teşkilat, Etraf ve Değişim*
Giriş
İnsanoğlu hayatını fıtratı gereği topluluk içinde sürdürür. Bir arada bulunma mecburiyeti işbölümü ve işbirliği gereği “teşkilatlanma”yı da beraberinde getirir.
Türü ve kuralları ne olursa olsun teşkilatsız beraber yaşamaktan söz edilemez. Zira toplumsal bir yapıda üyelerin birbirine karşı “duruş”unu belirleyen kurallar ve ilişkiler yer alır. Teşkilat böyle bir beraberliği ifade eder.
Teşkilatların başarısı ve devamlılığı çeşitli unsurlara bağlıdır. Bu unsurların başında ortak “amaç” ve “hedefler” gelir. Başarının ikinci unsuru, teşkilatı oluşturan bireylerin konumları itibarıyla birbirleriyle “işbirliği” ve “işbölümü” ilkeleri çerçevesinde dayanışma ve yardımlaşma içinde olmaları oluşturur.
İnsanoğlunun hayatındaki en önemli teşkilat ortak yaşamayı kolaylaştırdığı var sayılan “devlet”tir. Devlet denilen teşkilatı sevk ve idare etme biçimi farklı şekillerde tezahür eder. Monarşik, oligarşik, demokratik veya başka isimlerle anılan sevk ve idare tarzlarında yönetmeye talip olanların sahip oldukları veya olmaları gereken nitelikler farklılaşır.
Yönetimin babadan oğla veya bir zümrenin fertleri arasında el değiştirdiği devletlerde “lider” ve “etraf”ın nitelikleri önemli değildir.
Yönetime talip olanların “halk” tarafından belirlendiği devletlerde ise “ortak hedefler”in gerçekleştirilebilmesi için gereken “işbölümü” ve “işbirliği”nin sağlanmasında “lider” ve “etraf”ın nitelikleri önem arz eder.
Lider
Ufuk açıcı olan liderliğin ehemmiyeti “etraf”ın tespitiyle başlar. Dilimizdeki “şeyh uçmaz müritler uçurur” misali “etraf” liderlikte önemli yer tutar. “Etraf” liderliği başarıya ulaştırabileceği gibi “hedefler”den saptırıcı da olabilir. Dolayısıyla “lider”lik “etraf”taki sızmaların engellenmesiyle belirginleşir. Çünkü lider teşkilatın görüntüsünü yansıtan “etraf”ını iyi belirleyemezse teşkilat “entrikacı”lar tarafından kolayca dönüştürülür. Teşkilat uşaklar marifetiyle amaçlarından ve hedeflerinden uzaklaştırılır. Lider ve teşkilat adeta “kurbağa” gibi haşlanır.
Burada haşlanan kurbağa misalini anlatmakta etmekte fayda vardır. Malumunuzdur ki, kurbağa doğrudan doğruya kaynar suya atılırsa tepki gösterir ve kazandan kendini dışarıya atmağa çalışır. Genel olarak bu durumda kurbağa başarılı olur ve kurtulur.
Eğer kurbağa normal sıcaklıktaki suyun içine atılır ve su yavaş yavaş ısıtılırsa başarısızlık mukadder olur. Bu durumda kurbağa yavaş yavaş haşlanır ve ölür.
İşte başarılı organizasyonların muhalifleri genelde “etraf”ı kullanarak teşkilatları yok cihetine gider. Böylece kendi karanlık düzenlerini ortadan kaldırabilecek muhalif teşkilatları uşakları vasıtasıyla içten çökertmiş olur.
Özellikle karanlık ve gizli güç odakları adamlarını muhalif teşkilatlara yerleştirerek ve onları lider için “etraf” haline getirerek teşkilatları var eden ilkeleri ve hedefleri anlamsız, yaşanmaz ve savunulmaz hale getirmeye çalışırlar.
Bunu fark edemeyen liderler kendi elleriyle teşkilatlarını kurbağa misali yok ederler.
Günümüzün Türkiye’sinde hemen hemen her alanda olduğu gibi “liderlik” konusunda da kısır bir vasat oluşmuştur. Bunu durumu tahlil ettiğimizde karşımıza bir kaç sebep ortaya çıkar. Bunlardan birisi ve en önemlisi topluma yol gösterme konumunda olmaları gereken muhalif insanların liderlik vasıflarından mahrum oluşları ve teşkilatlarının dönüştürülmesinin farkında olmamalarıdır.
Günümüzün Türkiye’sinde hemen hemen her alanda olduğu gibi konusunda da kısır bir vasat oluşmuştur. Bunu durumu tahlil ettiğimizde karşımıza bir kaç sebep ortaya çıkar. Bunlardan birisi ve en önemlisi topluma yol gösterme konumunda olmaları gereken muhalif insanların liderlik vasıflarından mahrum oluşları ve teşkilatlarının dönüştürülmesinin farkında olmamalarıdır.
“Ön ayak nereye giderse arka ayak da oraya gider” gerçeği bu tespitimizi doğrular niteliktedir. Dolayısıyla kılavuzluk eden “lider ve etraf” olay ve olguları yönlendiremezlerse teşkilatın ve toplumun nereye varacağı belli olsa gerek.
Ön ayak olmak yani liderlik etmek zor zanaattır şark toplumlarında. Zira şark toplumları hak aramayı bilmez, liderlerinin her şeyi halledeceğini düşünür.
Esasında bir insanın liderlik konumuna gelmesi ve liderliğinin devamı için muhtelif şartların oluşması gerekir. Fertler lider konumuna gelebilir; hatta getirilebilir. Ancak lider olmak ve lider kalmak kolay değil bir toplumda. Kendinden önce toplumu düşünmek var liderliğin özünde. Bu haslet kaç kişiye nasip olur, bilinmez ama tespitlerimize göre bir insanın liderliğinden bahsedilebilmesi için en az beş vasfın aynı anda zatında mevcut olması gerekir. Bunlar;
İnanç,
Feraset,
Bilgi,
Kararlılık,
Cesarettir
Bu vasıflar liderde aynı anda ve kesintisiz olmalıdır. Liderde başka güzel vasıflar olursa aliyulâlâ.
Her halükârda değişmezliği kabul edilen değerler ve ilkeler manzumesi inancın yegâne göstergesidir. İnanç, liderlik vizyonunun ışık kaynağıdır. Liderliğin olmazsa olmazlarındandır.
İnanç ferasetle tamamlanır. Leb demeden leblebiyi anlayacak kadar kıvrak bir zekâ, bir zihin açıklığı ferasetin ifadesi olup liderliğin mihenk taşlarından birisidir. Ferasetsiz kişiler “etraf”ını iyi seçemeyeceğinden kitlelere ancak azap verir.
Liderliğin mütemmim cüzlerinden olan bilgi, önderlik edenin önünü aydınlatır. Sağlıklı kararlar vermesine yardım eder. Müşaverelerde yanılmasını engelleyici olur. Lider her şeyi bilir diye bir kaide yoktur ama lider bilgiyi ve bilgiye ulaşma yollarını keşfetme bilgisine sahip olmalıdır. Bu en asgari bilgi seviyesidir.
Kararlılık, doğruluğundan emin olunan konularla ilgili sebatı ifade eder. Sebatsız kişiler rüzgârın yönüne göre şekil alır. Hadiselerin yönlendiricisi değil, hadiselere göre yönlenen olur. Kararlılık vazgeçilmez bir niteliktir liderlik için.
Bahsi geçen niteliklerin tamamlayıcısı cesarettir. Her türlü konuda olayların üzerinde gözü pek bir şekilde gitmek cesaretin belirtisidir. Atalarımız “gözünü budaktan esirgememek” özdeyişiyle bunu formüle etmişlerdir. Mandela gibi mahpusluğu ve ölümü, Cevher Dudayev gibi şahadeti, Şeyh Şamil gibi esareti ve sürgünü göz önüne almak bir cesaret göstergesidir. Cesaret her liderim diyenin ayrılmaz niteliklerindendir. Cesaret olumsuzluklara karşı “risk” almayı ifade eder. Cesaret yolların sonunu düşünmemeyi hatırlatır lidere. Cesareti olmayanın, yarının endişesini duyanların ve yolların sonunu düşünenlerin liderliği sadece kâğıt üzerinde kalır.
Despotik ve oligarşik yönetimlere karşı halkın özgürlüğü ancak liderlerin öncülüğünde gerçekleşir. Lidersiz hareketlerin başarı şansları yoktur.
“Etraf”sız liderliğin de başarı şansı yoktur.
Etraf
Teşkilatlarda “etraf” liderin en yakın çalışma arkadaşlarını, bazı hallerde sırdaşlarını ve danışmanlarını ifade eder. En yakın çalışma arkadaşları hareketin ve teşkilatın görünümünü, danışmanlar vizyon ve misyonunu yansıtır. Teşkilatların övülmesi veya yerilmesi vitrindeki “etraf”la başlar.
Şu ifadeleri her zaman ve zeminde duymak mümkündür. Teşkilatın lideri iyi, ancak etrafındakiler yetersiz veya kötü. Böyle bir değerlendirilmeye zemin hazırlamak liderin kusurudur. Teşkilatın zayıflamasının ve başarısızlığının temel göstergesidir.
Ulvî amaç ve hedefler peşinde olduğunu söyleyen liderlerin inandırıcılığının göstergelerinden biri “etraf” olduğuna göre başarı için dikkatli olmak burada başlar. Teşkilatın amaç, ilke ve hedeflerini şahsında, yaşayışında ve söylemlerinde yansıtamayanların “etraf”ı oluşturması teşkilata ve başarıya darbedir.
Değişim
Her toplum, topluluk ve teşkilat hızlı veya yavaş bir şekilde farklılaşmakta ve halden hale geçmektedir. Toplumun ve teşkilatın hayatı ne kadar dinamik, etkileme ve etkilenmeye açık ise farklılaşma o kadar hız kazanır.
İnsanlık tarihi incelendiğinde farklılaşmanın toplumdan topluma, topluluktan topluluğa teşkilattan teşkilata değişik şekillerde ve değişik sebeplerle gerçekleştiği müşahede edilir.
Farklılaşmanın sosyal hayatın veya teşkilatın hangi boyutunda olduğu veya olması gerektiği sürekli bir şekilde araştırma ve tartışma konusu yapılmaktadır. Toplum ve teşkilat yapısındaki farklılaşmaların bir kısmının tartışma konusu yapılması kaçınılmazdır. Çünkü farklılaşma sonucunda oluşan yeni hayat ve teşkilat normlarının her zaman eskisinden iyi, mükemmel ve işe yarar olduğu söylenememektedir. Değişimde düstur “değişmezlerle değişimi yakalamak olduğu müddetçe farklılaşma sorun olmaz. Değişmezler genel anlamda teşkilatın ilke, misyon ve vizyonuyla bir başka deyişle kültürüyle ilgilidir.
Dolayısıyla; toplum ve teşkilat hayatındaki farklılaşmaya bu zaviyeden baktığımızda karşımıza öncelikle “ kültür” mefhumu çıkar. Bu sebeple evvel emirde “kültür” mefhumu ile neyi kastettiğimizi ortaya koymak durumundayız.
Kültür
Kültür, mefhumu değişik şekillerde tanımlanmaktadır. Ancak tanımların tamamının ortak yönü fert ve toplumların hayat tarzları ve onların belirleyicileri durumunda olan “muharrikler ve saikler” etrafında toplanmaktadır. Buradan hareketle birkaç değişik tanımdan yola çıkmakta fayda görmekteyiz. Mümtaz Turhan, kültür mefhumunun üç mânâ ifade ettiğini belirtmektedir.
1-İnsanın hayatında içtimai yoldan tevarüs ettiği maddi ve manevi unsurlar.
2-Ferdi inceliğin daha ziyade konvansiyonuna tabi bir ideali ifade eder. Kültürlü insan
3-Grubun sahip olduğu manevi kıymetler.
C.Wissler, kültürü “bir halkın yaşama tarzı” biçiminde tarif eder. Erol Güngör’e göre “kültür bir inançlar, bilgiler, his ve heyecanlar bütünüdür, yani maddi değildir. Bu manevi bütün, uygulama halinde maddi formlara bürünür. Mesela, dini inançlar cami, namazlardaki beden hareketleri, dini kıyafet vs. şeklinde görünür”.
Tariflerden anlaşılacağı üzere “kültür” gerek fert, gerekse grup ve teşkilat bazında ağırlıklı olarak değişmemesi gereken ilke ve kurallara istinat eden bir yaşayışı ifade etmektedir.
Kültürün Sabitleri
İster toplum bazında olsun, ister teşkilatlar bazında olsun her kültürün kendini devamlı kılacak değişmez “sabit” ilke ve kurallarının olması gerekir. Toplum ve teşkilat dokusunun ve yaşayış tarzının belirleyicileri olan “ilke ve kurallar” sağlam ve değişmez bir kaynağa istinat etmemekte ise esen rüzgârın yönüne göre şekil alan ağaçlara ve denizin dalgalarına dönerler. Kendilerine yeni katılanlara göre değişirler ve bozulurlar.
Değişken ilke ve kurallara istinat eden “hayat tarzı” ve teşkilatlar köşeli olmaktan çıkarak yuvarlaklaşır. Böylece değişken ilke ve kurallara göre hayat felsefesini oluşturan fert ve toplumlar gibi lider, etraf ve teşkilatlar da “çok yüzlü” tavırları rahatlıkla takınırlar. Lider, etraf ve teşkilatlarda çıkara dayalı ilişkiler ön plana çıkar. İlke ve kuralları sağlam olmayan kültürler ve teşkilatlar “yüz” kavramı gibi belirsizlik taşır. Misali açacak olursak “yüz” bir sayı mıdır? Bir emir midir? Sima mıdır? Çehre midir?
Dikkat edilirse “yüz” kavramı net ve tek bir anlam ifade etmemektedir. Yüz kavramında olduğu gibi, hayat tarzının belirleyicisi kabul edilen kültürün, bir başka deyişle toplum ve teşkilatların “ilke ve kuralları” net ve herkes için aynı şeyi ifade etmiyor veya edemiyorsa yapı “yüzsüz”leşir, anlamsızlaşır ve çekilmez bir hal alır. Böyle yapılarla ortak doğrulara ulaşılamaz
İlke ve Kuralların Önemi
Fert, toplum ve teşkilatların yaşayış tarzlarının vazgeçilmezleri olan kültürel ilke ve kurallar grupların varlıklarını devam ettirmelerinde birinci amil iken, yıkılmalarının da birinci amili haline gelebilirler.
Özellikle teşkilatlara yeni katılan ve “etraf”ı oluşturanların ilke ve kuralları yaşamamaları ve temsil etmemeleri zayıflamanın ve çöküşlerin başlangıcı olur. Yeni “etraf”la teşkilat mensuplarının yaşayış tarzlarının ilke ve kurallarında oluşan köksüz “değişme”ler nedeniyle teşkilat anlamsızlaşmış ve bütün mukaddesler etkisini kaybederek grupları çökertme noktasına gelmiş olur. Buradan hareketle denebilir ki, teşkilatlardaki “kültürel değişim” ilke ve kurallardaki olumsuz farklılaşmayı belirtir. Mesela; geçmişte toplumu oluşturan fertler;
“Önce selam, sonra kelam,
Önce refik, sonra tarik.”
İlkesini benimsemiş olduklarından, selamsız ve destursuz bir yere bir başka deyişle teşkilata girmezlermiş ve beraber olabilecekleri arkadaşlarını seçmeden yola çıkmazlarmış. Bugün bu ilke varlığını devam ettiremediğinden olsa gerek, teşkilatlarda ani dostluk(!) ve arkadaşlıklar(!) zuhur etmektedir.
Teşkilatların kültürlerinin “sabit” muharrikleri yanında değişimi sağlayıcı muharriklerinin de bulunması gerekir. “Değişken” muharrikler dinamizm için gereklidir. Yeni mensuplar teşkilata bu anlamda katkı sağlar. Ancak katkıları teşkilatın ilkelerini benimsemeleri ve yaşamalarıyla doğru orantılıdır.
Kısaca, “değişme ve değişim” kavramları “sabit”lerden yoksun ise, belirsizliklerle dolu olduğu rahatlıkla söylenebilir. “Sabit”siz değişim kavramı tıpkı “yüz” kelimesi gibi köşesizdir. Her mânâya çekilebilir.
Değişim müspet manayı tazammun eden tekâmül, teali, terakki, teceddüt anlamında kullanılıyorsa, her kültür ve sosyal yapı için gereklidir. Hayat dinamik olduğuna göre yenilenme, yücelme ve yükselme kaçınılmaz bir zorunluluktur. Kendini bu manada yenileyemeyen kültürler ve teşkilatlar başka kültürlerin ve teşkilatların tesiriyle asliyesini ve safiyetini kaybedebilir.
Değişim, şayet, inhiraf, inhitat, tereddi gibi anlamlara gelebilecek hususları ihtiva ediyorsa, değişim grupların ve teşkilatların sonunu hazırlar.
Değişime yukarıda belirtilen zaviyelerden baktığımızda, kültürde yani yaşayış tarzında değişmesi ve değişmemesi gereken hususların bulunmasının kaçınılmaz olduğu sonucu çıkar.
Sonuç
Topluma hizmeti “şiar” edindiğini ifade eden teşkilatlarda ve teşkilatların liderliğinin “etraf”larında ve kültürlerinde değişim kaçınılmazdır. Ancak değişimin yönünü belirleyemeyen, kontrol edemeyen ve “etraf”ını seçemeyen teşkilatlarının başkalaşması kaçınılmazdır. Başkalaşmanın engellenmesi birinci derecede liderin görevidir. Bunu başaramayan lider teşkilatının yok olmasına zemin hazırlar.
Böyle durumlarda “entrikacı” gizli güç odakları uşakları vasıtasıyla nice ulvî gayelerle teşekkül etmiş teşkilatları imha ettikleri bir vakıadır.
Kısaca, varlığını ilkeleriyle sürdürmek ve başkalaşımı yaşamak istemeyen teşkilatların üst yönetimi ve liderleri oynanan oyunun farkında olmaları bir zorunluluktur. Bunu fark edemeyen lider ve üst yönetimin vebali büyüktür.

*12 yıl öncesine aittir. Değişen bir şey var mı?

26 Eylül 2017 Salı

Baktım ki Kulak Asmıyorlar



Baktım ki Kulak Asmıyorlar*

Veysi ERKEN

“Baktım ki kulak asmıyorlar”
Oligarşik bürokrasiyi tanımlayan bir ifade.
15 yıllık bir iktidar sürecinin itirafı.
Evet, değerli dostlar.
“Baktım ki kulak asmıyorlar” ifadesi yönetim olgumuzun ilkelerini, işleyişini ve Hanfrilerini ortaya koyma babında müthiş bir tespit.
Hatırlayanımız vardır.
Bir ara “Emret Bakanım” isimli bir dizi yayınlanmıştı TRT’de.
Dizinin en önemli figürlerinden birisi bakan sekreteri olan Hanfri idi.
Hanfri bakanın bütün talimatlarına ve emirlerine peki efendim. Bu görüşünüz müthiş, güzel diyor.
Devamında hemen harekete geçmemiz için bir “komisyon” kurduruyorum diyerek, bakanın bütün icraatlarını, talimatlarını ve emirlerini engelliyordu.
Evveliyatına gitmeyelim.
15 yıllık Recep Tayyip Erdoğan iktidarı döneminde de Hanfriler hep devrede olmuşlardır.
Bütün olumlu ve milletin hayrına olabilecek iş ve işlemleri engellemekle kendilerini görevli addetmektedir Hanfriler.
Benim kanaatim.
Bu iktidar döneminde görevlendirilen bürokrat ve danışmanların ekseriyeti Hanfri konumunda olup “nüfuz ajanlığı” yapmaktadır.
Bürokratlara bürokrasiyi azaltın, milletin hayatını kolaylaştırın, işlerini savsaklamayın denildikçe onlar Hanfrileşmekte, emir ve talimatı savsaklamakta ve unutturmaktadır.
Böylece İktidarın etrafını kuşatan Hanfriler milletin hayatını daha çekilmez hale getirerek, iktidarı başarısızlığa mahkûm etmek istemektedir.
15 yıllık iktidar sürecinde olup biteni birkaç misalle izah edelim.
Cumhurbaşkanı ilk olarak “asgari ücret”in seviyesi itibarıyla insanlık ayıbı olduğunu dile getirmişti.
Sahi Hanfriler ne yaptı.
Memur maaşları ile ilgili düzenlemeler yüzdelik dilimlerle yapılmayacaktı. Ücret dengesizliği giderilecekti güya.
Sendika ve bürokrasideki Hanfriler ne yaptı dersiniz?
Lojman, sosyal tesisi makam aracı ve bürokrasinin imtiyazları bitirilecekti ne oldu?
Yardımcı Doçentlik meselesi çözülecekti, akıbetinden haberdar olan var mı?
Öğrencilerin yurt problemi çözülecekti, KYK nerede?
YGS ve LYS gibi ucubeler ortadan kaldırılacaktı. Tam tersi sınavlar arttırıldı.
İhlas mağdurlarının mağduriyeti bitirilecekti. Ali Coşkundan eser yok.
Ve.
En son TEOG ile ilgili canlı yayındaki ifadeler.
Kısaca hep oyalama hep oyalama.
En son 15 yıllık iktidar sürecindeki bu durumun faş edilmesi gündeme geldi.
“Baktım ki kulak asmıyorlar” ifadesi oligarşik bürokratik düzenin ve Hanfrilerin bir kere daha faş edilmesidir.
İşe yarar mı?
Bence yaramaz.
Bu düzenden kurtulmak için sağlam bir irade ve emin istişare gerekir.
Cumhurbaşkanı bu oligarşik düzenden ve Hanfrilerden milleti kurtarmak istiyorsa ilk önce bürokrasinin dışında olanlarla istişarede bulunması ve elindeki yetkiyi tereddütsüz bir şekilde derhal ve hızlı bir şekilde kullanması gerekir.
“Baktım ki kulak asmıyorlar” ifadesi yerine “talimat verdim hemen yapıldı” diyebilmek için KHK ile Barolar, Odalar, Birlikler, Yüksek Kurullar ve Bütün bürokrasiyi içine alan düzenleme yapılmalıdır.
Personel rejimini değiştirerek, atananların seçilenlerle gelip gitmesi sağlanmalıdır.
Bilindiği üzere 16 Nisan referandumu ile yeni bir yönetim anlayışına geçilmiştir.
Bu yönetim süreci ile birlikte yönetimdeki bütün engellemeler ve başarısızlıkların faturası yönetme organının başı olan makama çıkarılacaktır.
Cumhurbaşkanına sesleniyorum.
Bürokrasideki kulak asmayanlarla ilgili tespitiniz doğru.
Oligarşik bürokrasi “kulak asmıyor”
Biliniz ki, kulak asmayanların ekseriyeti “nüfuz ajan”lığı yapmaktadır.
İster FETÖCÜ ister başka yapıların görevlisi olsun fark etmez.
Esasında bunların hepsi aynı zararlı zihniyetin elemanlarıdır. Kulak asmayanların geciktirdikleri veya tamamen engelledikleri haklı taleplerin faturası size çıkarılmaktadır.
Hasılı kelam bu düzenden ve Hanfrilerden milleti halas etmek ve “kulak asmayan”lardan kurtarmak istiyorsanız hemen KHK ile mevcut yapının ilke ve kurallarını değiştiriniz, Hanfrilerin görevine son veriniz.
Çürümüş sistem ancak bu şekilde düzeltilebilir.
TEOG, YGS, YLS ile birlikte diğer bütün ucubeler ancak sağlam irade ve hasbi duruşla bitirilir.
Selam ve Sabırla…


“Basın mensuplarının, 'Kapsamlı bir eğitim reformunu ne zaman tartışabiliriz?' sorusu üzerine Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan şu yanıtı verdi:
"Şu anda tartışmıyoruz, yaşıyoruz. Mesela TEOG, ben o açıklamayı yapmamış olsam hala ülkenin gündeminde kalacaktı. Baktım ki bu işe yeterince kulak asılmıyor. En iyisi açıklama yaparak gündeme taşıyayım istedim bunu. Çünkü ailelerin hali ortada. Çocuklar bindirilmiş kıta. TEOG ne kazandırıyor bize? Sadece, stres stres stres... Masraf masraf masraf.. O sistem, paraların genelde o namussuzlara (FETÖ'ye) akmasını sağlıyordu. Bu nedenle dersaneleri kapattık, biz devlet olarak haftasonlarına takviye kursları koyduk. Çocuklarına kurs isteyen göndersin kurslara. Sen devlet olarak çocuklarını yetiştiremiyorsan bir yerde suç bizimdir. Bunu aşmamız lazım. Ortayı düz ortaokulda okudun, buradan fen lisesine gidecek. Kendisine en yakın yere gidecek. Fazla müracaat varsa lise kendi imtihanını yapar."

24 Eylül 2017 Pazar

Beşeri Birikim Kutsal Kaynak mı, Kutsal Metnin Otoritesine Sığınmak Yanlış mı?



Beşeri Birikim Kutsal Kaynak mı, Kutsal Metnin Otoritesine Sığınmak Yanlış mı?

Veysi ERKEN

İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı tarafından düzenlenmekte olan MODERNLEŞME, PROTESTANLAŞMA VE SELEFİLİK Modern İslami Yorumlarda Metnin/Nassın Araçsallaştırılması 22-23-24 Eylül 2017 İstanbul, Türkiye sempozyumunun tanıtım kitapçığı* FETÖ vari sapmaların nasıl oluştuğunu, neşvu nema bulduğunu anlamamız bakımından ibretliktir.
            Yüzyıllardır aynı oyun tekrar tekrar sahnelenmekte ve Müslümanlar tuzağa düşürülmektedir.
            Bu oyunun piyonlarını iki kategoride incelemek mümkündür.
            Birinci gruptakiler “kültürel bağımlılık” olgusunun kurbanları olup “tutsak zihin” sahipleri olanlardır. İkinci gruptakiler ise doğrudan doğruya Siyonist haçlı zihniyetinin “piyonu”, nüfuz ajanı” ve “uşağı” olanlardır.
            Bilerek veya bilmeyerek bu iki gruptakiler de Siyonist haçlı zihniyetine amade durumdadır.
            İslam’ı anlama ve yaşamada asıl ve değişmez olan Kur’an-ı Kerimdir. Bu durum yüzlerce ayette ifade edildiği halde Kur’an’nın terk edilmesini esas alma biçiminde yorumlanacak yaklaşımlar İslami olmadığı gibi İslam’ı tahrip mesabesindedir.
            Binlerce âlim Kur’anı esas alma hususunda Müslümanları uyarmış ve bu konuda cehd etmiştir. Merhum Mehmet Akif İlhamın Kur’andan alınması gerektiğini ve ancak bu yolla asrın idrakine İslam’ın nakş edilebileceğini haykırmıştır.
            Bütün bu gerçeklere rağmen İslam coğrafyasında oluşturulan gruplar İslam adına Kur’anın terkini telkin etmiş ve esas almışlardır. Bu grupların adı tarikat, cemaat, mezhep, meşrep olmuş fark etmez.
            Hepsinin temel özelliği mensuplarını Kur’andan uzaklaştırmalarıdır.
            Bilerek yapanlar hain, bilmeyerek gafildir.
            Ama ortak özellikleri Siyonist haçlı zihniyetine hizmettir.
            Sizi sempozyumun tanıtım kitapçığının girişinde kullanılan ve Kur’anı esas alanları reddeden ifadelerle baş başa bırakıyorum.
21. yüzyıl İslam dünyasında, klasik fıkhî düşünme biçimini hatalı gören, fıkıh usûlü geleneğini dışarıda bırakan ve genel olarak Kur’an ve Sünnet naslarından dini anlamaya ve bilgi üretmeye çalışan bir yaklaşım olduğu bilin­mektedir. Bu anlama biçimini “Metin İslamcılığı” olarak nitelemek mümkündür. Dini bu şekilde anlama ve yorumlama biçimi modern dönemde ortaya çıkmış olmakla birlikte, Müslümanların bütünüyle yabancı olduğu bir zihniyet değildir. İslâm tarihinin erken dönemlerinden itibaren za­man zaman tezahür eden ve güçlenen bir düşün­me biçimi olan Ehl-i Hadis ve Selefiyye zihniyeti ile modern dönemde ortaya çıkan bazı akımlar arasında benzerlikler bulunmaktadır. Bu ben­zerlikler ve alakalar, modern hareketlerin bazı yönlerinin klasik Selefîlikten ilham alarak şekil­lendiğini gösterir. Geçmişten günümüze uzanan bu düşünme biçimleri arasında bazı farklılıklar bulunmakla birlikte, hepsi özünde İslâm’ın temel kaynaklarına dönme ve kaynağın tekliği iddiasın­da birleşmektedirler. Bugün Metin İslâmcılığı ola­rak nitelenebilecek bir zihniyetin revaçta olduğu akımlar, fıkıh usûlü düşüncesinden uzaklaşma, geleneği değersizleştirme ve fıkıh mezheplerini İslâmî kaynakları anlama, yorumlama ve sıhhatli bir şekilde yaşamanın meşrû vasatları olarak gör­meme hususunda ortak kanaat arz ederler. Ayrı­ca tarihi tecrübeyi işlevsiz kılarak köklere dönme fikrini savunma ve tek olan hakikate ulaşıp bunu dayatma noktasında indirgemeci bir tavra sahip olan Selefî düşünme biçimi ile kendilerini ilerle­meci ve modern olarak takdim eden anlayışlar arasında da ciddi bir benzerlik bulunmaktadır. Yine kutsal metne dönüşü savunan Protestanlık ile İslâm dünyasındaki bu türden Selefi hareket­ler arasındaki ortak zihniyet de dikkati çeken bir diğer husustur. Fıkhî düşünceyi ve beşerî biriki­mi reddederek nasları merkeze alan ve bir anlam­da kutsal metnin otoritesine sığınarak kendisine alan açmaya çalışan Selefilik hareketinin modern İslam düşüncesinde nasıl bir kırılmaya yol açtığı tartışmaya değer bir meseledir.”
            Kendini Müslüman olarak hisseden, İslam’ı anlama ve yaşamaya çalışan herkese soruyorum.
genel olarak Kur’an ve Sünnet naslarından dini anlamaya ve bilgi üretmeye çalışan bir yaklaşım olduğu bilin­mektedir. Bu anlama biçimini “Metin İslamcılığı” olarak nitelemek mümkündür.” garabetini nasıl okuyorsunuz.
İslam nereden anlaşılacak “metin İslamcılığı” ne demek?
“hepsi özünde İslâm’ın temel kaynaklarına dönme ve kaynağın tekliği iddiasın­da birleşmektedirler.” İfadesiyle neyi kast ediyor bu beyefendiler. Kaynağın çokluğunu mu savunuyorlar? Yeni Kur’anlar mı icad ediyorlar?
Hele hele Fıkhî düşünceyi ve beşerî biriki­mi reddederek nasları merkeze alan ve bir anlam­da kutsal metnin otoritesine sığınarak” Kutsal metnin otoritesine sığınma ne demek?
İslam hangi otorite ile anlaşılacak ve yaşanacak?
İşte bu yaklaşımlar FETÖların oluşmasına zemin hazırlamaktadır.
Bütün bu oluşumlar Kur’andan kopuşun tezahürleridir.
Diyanet bu zihniyetlere karşı yöntem geliştireceğine bu tipleri desteklemekte FETÖ gibi yapılanmaları sadece “Din İstismarcısı” görerek basite almakta** ve Siyonist haçlı zihniyetine karşı tavır almamaktadır.
Hâsılı kelam
Bilinmelidir ki, Müslümanlar Kur’an-ı Kerimi mutlak otorite kabul edip, hayatlarını ona göre tanzim ettiği müddetçe Cenabı Allah’ın nusretine nail olacaklar, aksi takdirde kendilerini Kur’an-ı Kerimden uzaklaştırdıkça (Kur’an-ı Terk etme (Furkan 30) nimetleri kesilecek, felaketler artacaktır.
Bütün Müslümanlara çağrımdır.
Haydi, Kur’an-ı Kerimi okumaya, öğrenmeye, anlamaya ve yaşamaya çalışalım. Kur’an-ı Kerimi tek kutsal otorite olarak görelim.
Selam ve Sabırla…


** Kendi Dilinden FETÖ Örgütlü Bir Din İstismarı, T.C. Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı Ankara-2017, Raporla sadece FETÖ’nün anlayışını ortaya koyma çabası vardır. Rapor, bu haşhaşi tapınakçı zihniyetin oluşma biçimi, Kur’an-ı Kerimden kopuşu ve bu lanetli zihniyetle mücadele yöntemlerini ihtiva etmemektedir.
Esasında FETÖ tipi haşhaşi yapılarla mücadelede en büyük vazife Diyanet gibi kurumlara düşmektedir.