30 Eylül 2014 Salı

Yaş Yirmi Beş Bedel On Beş Bin



Yaş Yirmi Beş Bedel On Beş Bin

Veysi ERKEN

Yarın 1 Ekim.
Meclis son dönemine başlamak üzere açılıyor.
Bize gündemin yoğun olduğu masalı anlatılmaya çalışılacak.
Gündem yoğun değildir.
Çalışmak yoğun olmalıdır. Gündemin bütün maddeleri yoğun bir çalışma ile çözülmelidir.
Gündemin ilk maddesi BEDELLİ askerlik ve AKADEMİSYENLERİN ÖZLÜK hakları olmalıdır. Bu konular çözülüp gündemden kaldırılmadıkça başka maddelere geçilmemelidir.
            Biliyorum bu konular çok uzadı. Gençler bunalıma girmiş. Aileler dağılmaya başlamış, iş yeri kuran gençlerin bir kısmı işini dağıtmış, fazlasıyla bedel ödenmiştir.
            Toplum yeter diyor.
            En son Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi sözler verildi. İlk iş BEDELLİ konusunun gündeme getirileceği vaadinde bulunuldu. Başbakan Ahmet hoca akademik anlamda meslektaşlarının özlük sorununu ve haklarını EKİM ayında çözeceğini deklere etti.
            Artık kaçış yok.
            BEDELLİ ve Akademik dünya ile ilgili sorunlar ilk oturumda çözülmelidir.
            Tehir asla olmamalıdır.
            Toplumun duygularını başka türlü tamir edemezsiniz.
            Yıllardır bu konuyu dostlarla paylaşıyorum. Sivil olan, sivil toplum kuruluşu oluşturan ve gerçekten vekillik edenler anlıyor. Bu konunun çözülmesini arzu ediyor.
            Ancak sivil zannedilen sendika, parti, dernek, vakıf ve insan hakları kuruluşlarının ağababalarından ses seda yok.
            Gençler artık kendi göbeklerini kendileri kesmek noktasına gelmişlerdir. Sırf bu konu için dernek oluşturmuşlardır.
            Herhalde akademisyenler de bu yolu deneyecekler.
            Velhasıl sayın vekillerimiz size defalarca seslendim. Ufak değişikliklerle daha önceki bir yazımı tekrar gündeme getiriyorum. Gençliğin feryadını arş-ı âlâya duyurmak istiyorum.
            Umarım ki, sizler de duyarsınız.
“Vekillere Sesleniyoruz Feryadımızı Duyuyor musunuz?
Gençlik feryad ediyor.
          Heyyy vekillerimiz duyuyor musunuz?
          Biz ve ailelerimiz sosyal sarsıntı yaşıyoruz.
          Düşünebiliyor musunuz sayımız sekiz yüz binleri, yaşımız yirmi beşleri aştı. İş vermediniz işimizi, aşımızı ve eşimizi bulduk.

         Sizlere yük olmadık.
        Kurduğumuz aile düzenimiz, bulduğumuz iş ve yediğimiz aş ortadan kalkmak üzeredir.

         Sebep asker kaçağı veya bakaya sayılmak.
         GBT ile aranmak.
         Bütün vekillere çağrımızdır.

         Partiniz, siyasi görüşünüz ve duruşunuz ne olursa olsun sesimize kulak veriniz. Sesimizi duyunuz.

          Bizi aşımızdan, işimizden, eşimizden uzaklaştırmayınız. Anamızı ve babamızı perişan etmeyiniz. Ailelerimizin geçimini ve vatanımıza olan katkımızı düşününüz.
.Bizleri daha fazla mazlum ve mağdur etmeyiniz. İş yerlerinin kapanmasına fırsat vermeyiniz.
          Geliniz askerlik konusunu kökten hallediniz. Profesyonel ve donanımlı ordu düzenine geçiniz ve BEDELLİ ASKERLİK konusunu da çözünüz.
         Böylece toplumda kangrenleşen bir sosyal sorunu çözünüz ve travmayı ortadan kaldırınız.
         Sizin vazifeniz sosyal sorunları çözmek ve çözüme katkı sağlamaktır.
         Vazifenizi unutmayınız.

         Görüşünüz ne olursa olsun bu konuda mutabakatı sağlamak ve sekiz yüz bin gencin ızdırabını dindirmek acil vazifenizdir. Biliyorsunuz ki, parti başkanları veya yakınları da kısa dönem veya bedelli askerlik yapmışlardır.
BEDELLİ sekiz bin gencin hakkı.

        YAŞ 25 BEDEL 15 bin.
        Bu vazifenizdir.

         Bu vazifeden kaçanı gençler unutmayacak.
         Unutmayın ki, gençlik büyük ve güçlü ülke istiyor.
         Sanayisi, ticareti, iktisadı ve ordusuyla güçlü bir ülke istiyor gençlik
         Ve biliniz ki, BEDELLİ askerlik hem iktisadi hem de askeri güce güç katacaktır.

         Hepimiz biliyoruz ki, güçlü ordu teknolojik donanımı yüksek, sayısı az ve mobil kabiliyeti ile harp tekniğini bilen ordudur.

        Hiçbir donanımı olmayan gencin orduya katacağı bir şey yoktur. Ancak iktisaden yük olur.

         Sayın vekiller geliniz Anayasa’nın 72. Maddesine göre bir düzenleme yaparak, vatan görevinin farklı alanlarda da yapılacağını gösteriniz ve BEDELLİ yolu ile mağdur ve mazlum yüz binlerce gencin yarasına çare olunuz.

            Sayın vekiller yarın tasarıyı komisyona getirmek sizin için bir fırsattır.
BEDELLİ konusunu hemen meclis gündeminin birinci maddesine dönüştürünüz ve bu sosyal dramın ortadan kalkmasına katkı sağlayınız.

          BEDELLİ ASKERLİK konusu için acil çözüm değil hemen çözüm bekliyoruz.
AŞ, İŞ ve EŞ mağduru ve mazlumu olan ve GBT travması yaşayan yüz binlerce genç olarak çözüm bekliyoruz sayın vekiller.
Sesimizi DUYUYOR MUSUNUZ?”
Selam ve Sabırla.

28 Eylül 2014 Pazar

Küpün Şeklini Alır



Küpün Şeklini Alır

Veysi ERKEN

            Dilimizde yaygın bir tabir vardır. “İçinde bulunduğu kabın veya küpün şeklini almak”
            Evet, aziz dostlar, bütün hareketler, ideolojiler zamanla içinde yer aldıkları veya sızmaya çalıştıkları küpün şeklini alır ve içinde bulundukları küpten niteliklerini sızdırır. Sızıntıları kendi niteliklerinden başkası değildir.
            Nice hareketler vardır ki, zamanla “kamet ve istikamet”ini kaybetmiş ve içine sızmaya çalıştıkları küpün şeklini almış bulunmaktadırlar.
            Çoğumuzun yakından bildiği bazı hareketler iyi niyetle başlatılmış olmakla birlikte zamanla hulul etmek istedikleri yapılara benzemiş ve onlara hizmet eder hale gelmişlerdir.
            İçine hulul edilmek istenen küpler yalan, dolan, talan, iftira, sır, casusluk olunca iyi niyet ve hayra hizmet anlayışı zail olur, hareket fitne, fücur ve yabancıya hizmet kaynağına dönüşür.
            Maalesef bunu müşahede ediyoruz.
            Görüyoruz ve yaşıyoruz.
            Düne kadar dini ve hayrî zannedilenlerin foyaları tel tel dökülüyor. İzzet ve itibarlarını kaybediyorlar.
            Artık dini ve hayrî bir hareketle yola çıktıklarını söyleyenlerin durumu ortada. Hayatları furuattan ibaret. Yaşayışları sadece dünyevîlik. Konuşmaları ikircikli. İcraatları la İslamiliğe hizmet.  Bütün inandırıcıklarını kaybetmişler.
            Artık foyaları ortaya çıkmış ve içine hulul ettiklerini düşündükleri grupların rengini almış ve küpten o rengi sızdırır olmuşlardır.
            Kamet ve istikametlerini kaybedenlerin ve başkalaşanların zevali mukadderdir.
            Bir topluluk kendini değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmeyecektir Rad–11 ve “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez ve (bilin ki) Allah (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) hakkıyla bilendir. Enfal-53” ilahi hükümleri tecelli etmektedir ve zeval başlamıştır.
Bütün yaşayışları, eylemleri, ticaretleri, reklamları, medyaları ile İslam’dan uzaklaşanların tekrar dini ve İslâmî söylemlere başlamaları bunun göstergesidir.
            Hâsılı kelam zevalleri mukadder olanların sızdırdıklarından emin oluruz inşallah.

SGK Borçlanması ve Anaların Duası

            Değerli Dostlar
            Yazılarımdan dolayı epey mail alıyorum. Tabii ki, hepsine cevap veremediğim gibi hepsini köşeme yansıtmam mümkün olamamaktadır. Ancak toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren konularda aynı zamanda maillere cevap niteliğinde yazı yazıyorum. Bedelli, akademisyenlerin durumu vs. birkaç başlık olmuştur.
            Bu yazımda SGK borçlanması ile ilgili bir okuyucumdan mail aldım. İlgililere açık mektup şeklinde duyurmamı talep ediyor.
            Bütün ilgililer ve dostlar duysun ve gereğini yapsın diye olduğu gibi paylaşıyorum. Umarım ki, bu konuya el atan herkes ANALARIN hayır duasına mazhar olur.
İşte O talep:
S.A. sevgili hocam kadınların sigortalılık öncesi yapmış olduğu doğumlar hükümet, çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı ve SGK tarafından borçlanma kapsamına alınmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ANAYASA'sının 10. maddesi
HERKES, DİL, IRK, RENK, CİNSİYET, SİYASİ DÜŞÜNCE, FELSEFİ İNANÇ, DİN, MEZHEP VE BENZERİ SEBEPLERLE AYIRIM GÖZETİLMEKSİZİN KANUN ÖNÜNDE EŞİTTİR. KADINLAR VE ERKEKLER EŞİT HAKLARA SAHİPTİR. DEVLET, BU EŞİTLİĞİN YAŞAMA GEÇMESİNİ SAĞLAMAKLA YÜKÜMLÜDÜR. “BU MAKSATLA ALINACAK TEDBİRLER EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI OLARAK 
YORUMLANAMAZ.”
“Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile 
Malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” 
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.'' hükmüne amir olmasına rağmen negatif ayrımcılık uygulamaktadır. Erkeklere sigortalılık öncesi yaptıkları askerlik hizmeti borçlanma hakkı veriliyor. Diyeceksin ki orada fiili bir hizmet var. Ancak; anneler vatana hizmet  eden evlatları doğurup büyütüp yetiştiriyor...
Hocam bu konuyu da işlerseniz veya muhterem zevata açık mektup yazarsanız mağdur edilen annelerin duasını alırsınız.
Baki selamlar Allaha emanet ol.”
Sayın ilgililer duyuyor musunuz, muhterem dostlar konuları ilgililere duyuruyor musunuz?
Yoksa uyuyor musunuz?
Selam ve Sabırla…

22 Eylül 2014 Pazartesi

Sivil Kıyafet İçin Sivil İtaatsizliğe Devam



Sivil Kıyafet İçin Sivil İtaatsizliğe Devam

Veysi ERKEN

            Geçenlerde mailime bir haber geldi. Başlığı hoşuma gitti. “Sivil Kıyafet İçin Sivil İtaatsizliğe Devam”  biçimindeki haberi okudum.
            Sivil itaatsizlik.
            Kılık kıyafet ve benzer dayatmalara çocukluğumdan beri itaatsizlik göstermeye çalıştım. İnsanın inancına aykırı olmayan her türlü kılık kıyafetle işini yapmaya, okuluna devam etmeye veya sokağa çıkmaya hakkının olduğuna inandım.
            Bu konuda yapılan her eylemi haklı buldum. Bugün de aynı kanaattayım. Bu bağlamda “Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, darbe ürünü kılık kıyafet yönetmeliği değiştirilinceye kadar sivil itaatsizlik eylemine devam kararı aldıklarını belirterek, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik’in 5. maddesinde hala hükmünü sürdüren kravat zorunluluğu, saç ve favori uzunluğu, sakal bırakma yasağı, bıyık şekli gibi sınırlama ve yasaklara son verilmesi yönünde düzenleme yapılıncaya kadar, başlatmış olduğumuz sivil itaatsizlik eylemine devam edeceğimiz yönünde başkanlar kurulu toplantımızda karar almış bulunmaktayız”  
http://www.memursen.org.tr/haber/gundogdu-sivil-kiyafet-icin-sivil-itaatsizlige-devam/ açıklamalarını destekliyorum.
            Ancak bu tür açıklamaları yetersiz buluyorum. Sivil itaatsizlik her türlük çarpıklık için yapılmalıdır.GBT korkusu yaşayan, bedelli bekleyen gençleri unutanların açıklamalarını yetersiz buluyorum.
Keşke haklı olan bu tür eylemleri bütün sivil kuruluşlar desteklese ve zulümler bitse.
            Ama olmuyor. Zira sivil zannettiğimiz kuruluşların ekseriyeti sivil değil, birinin dediği veya başlatmak istediği bir eylemi diğerleri sabote etmeğe çalışıyor.
            Bu garabet yıllardır sergileniyor. Bir başka deyişle oyun sahneleniyor. İşin bu boyutunun yanında sivil itaatsizliği başlatan kuruluşların üyelerinde görülen samimiyetsizliktir.
            Mesela kılık kıyafet yönetmeliğine karşı çıkan sendika yöneticileri veya üyeleri kravatla basın toplantısı yapıyor, derse veya işe gidiyor.
            “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” misali bir durum. Veya kılık kıyafet düzenlemesine karşı çıkan öğretmen öğrencisinin kılık kıyafetine karışmaya devam ediyor.
            Geliniz samimi olalım.
            Kılık kıyafetin her türlü dayatmasına karşı çıkalım.
            Bireyler inandıkları ve kendilerine yakıştırdıkları tarzda giyinerek işlerini yapsınlar, öğrenimlerini sürdürsünler ve hayatlarını devam ettirsinler. Bunun mücadelesini yapalım.
            Sivil itaatsizlik eylemleri ancak bu şekilde başarılı olur.
            Samimiyet, cesaret ve inanç zafer demektir.


Yöneticiler ve Saptırmalar

            İnsanoğlu fıtratı icabı bir topluluk içinde yaşar. Ailede aşirete, bölgelerden devlete kadar çeşitlendirilecek topluluklar ve sosyal birliktelikler.
            Fıtrat gereği oluşan gruplarda yöneticiler her zaman söz konusu olmuş ve olmaya devam edecektir.
            Parti, sendika, dernek, vakıf, cemaat, tarikat deyin fark etmez. Her grupta sevk ve idare edenler söz konusudur.
            Sevk ve idare edenlerin yani yöneticilerin konumları her zaman tartışmalı olmuştur ve olacaktır.
            Yöneten ve yönetilenlerin konumları ve tabi olmaları nasıl olmalıdır sorusu sürekli gündemde olmak mecburiyetindedir.
            Bu konuyu yazmamın sebebi dostların sosyal organizasyonlarla ilgili düşüncemi merak etmeleri ve bu konuda soru yöneltmeleridir.
            Benim kanaatim ve düşüncem gayet açık ve berraktır. Birey olarak bir grubun içinde yer almamız tabiidir. Yönetilen olmamız da normal bir durumdur.
            Bu normali muhafaza etmemiz, yöneticilere karşı hakkı haykırabilmemize bağlıdır. Körü körüne bir bağlılık ve itaat sapmamıza yol açabilir. Beşeri anlamda hiçbir yönetici kutsal değildir, yanılmaz değildir.
            Yöneticilerin hata yapabileceği, heva ve heveslerini ilahlaştırabilecekleri, makam, mevki, şan, şöhret veya başka niteliklere yönelebilecekleri gerçeği göz ardı edilmemelidir.
            Bunu göz ardı edenler yöneticilerini kutsallaştırır ve yöneticileri ile birlikte hataya, günaha veya başka bir niteliğe duçar olabilirler.
            Buna duçar olanlar  “Ve dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular. Rabbimiz, onlara azaptan iki katını ver ve onlara büyük bir lanet ile lanet et." Ahzab 67-68” deme derekesine düşebilirler.
            Ülkemizde yaşanan budur. Dinî bir hareket olarak ortaya çıkan pek çok sosyal grubun veya parti, sendika, dernek ve vakıf gibi sosyal teşkilatların yöneticileri vasıtasıyla sürüklendikleri mecra ortadadır.
            Üzülerek belirtmeliyim ki, ülkemizde pek çok grup, yöneticileri marifetiyle yerli olmayanlara teşne olmuş ve yöneticileri marifetiyle yanlışa düşmüşlerdir.
            Bütün yönetilenlere sözüm şudur. Bir grubun mensubu olmanız tabiidir. Ama lütfen yöneticilerin iş ve eylemlerini sorgulamaktan vazgeçmeyiniz. Aksi takdirde yöneticilerinize iki kat azap isteseniz de sizler azaptan kurtulamayacaksınız.
            Hem kendinizi hem de ülkenizi tehlikeye atmış olacaksınız. Gelin aklınızı kullanın. Zira aklını kullanmayanlar pislik içindedir.
            Selam ve Sabırla.

18 Eylül 2014 Perşembe

“OD*”daki HAŞHAŞİLER

“OD*”daki HAŞHAŞİLER

Veysi ERKEN

            Günü ve günceli anlamak için geçmişi bilmek gerekir. Mazi günün kökü, gün geçmişin dalı ve yaprağıdır.
            Bazen geçmiş bir romandan anlaşılır.
            En son okuduğum romanlardan biri İskender Pala tarafından kaleme alınmış olan “OD”tur.
            Evet;
            Aziz dostlar “OD” Anadolu’nun hercümerç olduğu bir dönemi anlatılıyor. Yunus’un şahsında ve etrafında anlatılıyor o yıkımlar, talanlar ve gruplar.
            Romanda dikkatimi çeken gruplardan biridir Haşhaşiler.
            Tam tamına tasavvur edilmiş Anadolu coğrafyası.
Okumanızı tavsiye ederim.
            Haşhaşileri tanımak ve işbirliği içinde oldukları grupları anlamak için okumak gerekir.
            Tapınakçılar ve Haşhaşiler.
            Dün, günümüzü aydınlatıyor mu?
            Buna karar verin.
            Dünün Haşhaşileri şöyle tasavvur ediliyor romanda:
“İsmailî fedaileri Haşhaşiyun adıyla hâlâ bozkıra dehşet saçmaya devam ediyorlardı. Ulukışla taraflarında abdal dervişlere yetiştim. Hâlâ aynı kılıkta yola devam ediyorlardı. ….Bu adamlar kendilerince kutsal bildikleri şeye “dava” diyorlardı ve kendilerini de o davanın “dai”si olarak tanıtıyorlardı. İbadet ettiklerini görmedim, hatta abdestsiz gezdikleri de oldu, ama tespihlerini hiçbir gün ihmal etmediler. Zikir olarak ne okudukları ise, doğrusu hiç merakımı çekmedi. Sureta baldırı çıplak ve cavlak ışık idiler ama torbalarında her türlü silah vardı. Ben katlanabilen bir kılıcı ilk kez onların torbasında bir ney kamışının içinde, hançer ve muştaları da acıktıkları zaman bölüp yedikleri somunun karnında gördüm. ….. Dört hafta boyunca yanlarınca gittim, binbir hallerine şahit oldum. Birgün gördüğüm kişiler diğer gün başkaları oluveriyorlardı. Nereye varacağımızı onlar belirliyor. … Gittiğimiz kasaba ve şehirlerde tanıdıkları birkaç kişi mutlaka oluyor. ….. Bir defasında saçlı sakallı birer sof taciri oldular ve bir kervan ile Halep’e ve Urfa’ya kadar gittik. Dönüşte biri kâtip, diğeri nakkaş oldu. Tomarla kâğıtlar edindiler ve biri yazdı, diğeri nakışladı. ….Muhtemelen yeni bir infaz için hazırlanıyorlardı. Yazı malzemeleri arasında taşıdıkları bir torbanın altınla dolu olduğunu ve Konya’da bir Çekikgöz’e teslim ettiklerini gözlerimle görmüştüm. S.114-115”
Yukarıdaki ifadeler bugünü anlatıyor mu?
Bugünün Haşhaşilerinin dünkülerden farkları var mı sizce?
            Dün Tapınakçılar ve Haşhaşiler bugünün Kartel ve Zimmet medyası. İhanet aynı, yol ve yordam aynı. Yöntem de farklı değil. Efendilerinin emirleri doğrultusundaki yayınlarını inceleyin ihaneti göreceksiniz.
            Dün gizlilik, bugün gizemlilik. Dün çarpıtma, bugün nefret kusma.
            Kısaca;
            “OD” ateş demek, “OD” çıra demek, “OD” aydınlatmak veya yakmak demektir. Cehennem demektir “OD”.
            “OD”laşarak ya Yunus gibi etrafı aydınlatacak veya Haşhaşiler gibi etrafı yakacak, kan revan içine sokacaksınız.
            İşte “OD”daki Haşhaşiler ve etrafa, Anadolu’ya verdikleri zararlar.
            Yunuslaşmak ve Haşhaşilerden korunmak için İyi okumalar
            Selam ve Sabırla.

            *OD, İskender Pala, Roman, Kapı Yayınları, İstanbul-2011