30 Haziran 2022 Perşembe

İslam Dünyasının Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumu- 2

 İslam Dünyasının Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumu- 2

Veysi ERKEN

27-29 Haziran 2022 tarihleri arasında Türk Ocakları İstanbul Şubesi tarafından Ali Emiri Kültür Merkezinde “İslam Dünyasının Meseleleri ve Çözüm Yolları” Başlıklı bir sempozyum (keşke Türkçe olan bilgi şöleni denilseydi) düzenlendi. Birncisi 2016 yılında düzenlenmiş. 

El’an İstanbul’da bulunmam hasebiyle iştirak ettim. Elbette iyi niyetli bir sempozyum olarak düşünülmüş ve değişik ülkelerden tebliğleriyle katılanlar olmuştur.

Ancak programı takip ettiğim kadarıyla “tebliğler” kuşatıcı değildi. Genel anlamda Türkiye’de yaşanılan meseleler ile ilgiliydi. Bunu Batı Trakya’dan katılan müftü’de dile getirdi.

Her şeye rağmen sempozyumu düzenleyenlere teşekkür ediyorum. Keşke müzakerelere bütün parti liderleri tebliğci olarak çağırılsaydı. Sadece açılış konuşmaları için değil. Maalesef programa açılış konuşması yapmak üzere Kılıçdaroğlu davet edilmiş ve Kılıçdaroğlu İmamoğlu-Canan ikilisiyle katılmıştır. Bu da tartışmalara vesile olmuş. Bu durum sempozyuma gölge düşürdü diyebilirim.

Gelelim esas konuya.

Kanaatime göre İslam dünyasının esas ve tek meselesi tefekkür zemininin Kur’an ve sünnetten kaydırılmasıdır. Karşılaştığı bütün sorunlara başka zeminlerde çözüm arar hale dönüştürülmüştür. Eğitim, sanat, tıp, ekonomi, teknoloji, küreselleşme vs konularda batı/batıl ekseninde çözüm aradığı müddetçe sorunlar büyüyerek katlanacaktır. Yıllar önce bir yazımın başlığı “Müslüman’ın Sorunu Kur’anı Yaşamamasıdır” biçiminde idi.

Bu başlık bile Müslüman’ın ve Müslüman dünyanın zihinlerinin ne kadar tutsak olduğunu göstermeye yetmiş idi. Esasında bu konu ile ilgili epey yazı yazdım. Buna rağmen bu konuya defalarca dönmek gerekir. Zira Müslüman’ın zihni işgal edilmiştir.

Bir arkadaşımın şu ifadesi zihinlerin nasıl işgal altında olduğunu açıklamaya yeter.

Yazımı okuyan akademisyen bir arkadaşım “Her şeye din ekseninden bakmak bizatihi dinin kendisini sorun haline getirmiştir” diye zırvalamıştı.

O günlerde samimiyetinden şüphe etmediğim arkadaşıma bir kitabı tavsiye ettim. Kitabı sempozyuma katılan bütün katılımcılara tavsiye ediyorum.

Kitap “sosyal hayat” ve sosyal hayatın düzenleyicisi kabul edilen “sosyal bilimler” alanında zihnimizin nasıl işgal edildiğini, edilgin hale nasıl getirildiğimizi, sosyal hayatımızın hangi yabancı değerler üzerinde inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Kitapta ortaya konulan yaklaşım İslam dünyası için kapsayıcıdır. Bir tek ülke için değil genel olara sorun/meseleleri ve bakış tarzını ortaya koymaktadır.

Syed Farid Alatas’ın “Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler Avrupa Merkezciliğe Cevaplar”(1) isimli kitabı Âdem Bölükbaşı tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

Bu kitaptan sadece iki kavramı kullanarak neden İslam dünyasının sorunlarının arttığını, çözüm bulamadığını ve Müslüman’ın her şeye neden din ekseninden bakmak mecburiyetinde olduğunu ortaya koymaya çalışayım. Belki sempozyuma katılanlar okur ve çözüm yolları geliştirir. Konuyu kitaptan bahisle daha önce şu şekilde ortaya koymuştum.

Kitapta geçen “tutsak zihin” ve “Akademik Bağımlılık” kavramları konunun izahı için yeterlidir.

Maalesef zihinlerimiz tutsak, akademik dünyamız bağımlıdır.

Sosyal bilimler içinde telakki edilen ve medeniyetleri şekillendiren hukuk, iktisat, eğitim, kültür, felsefe, psikoloji, sosyoloji vs. ilim dalları belirli ilkelere göre doktrine edilir.

Bütün sosyal bilimlerin doktrine edilmesi, bir amaca yönelik olması ve belirli ilkelerden hareket edilmesi kaçınılmazdır.

Şimdi konumuzu açıklığa kavuşturacak birkaç soruyu gündeme getirelim.

İnsan niçin eğitilmelidir, ticaret hangi ilkelere göre şekillenmelidir, hukuk insan ilişkilerini neye göre düzenlemelidir, sosyoloji toplumsal ilişkileri hangi kurallarla izah etmelidir, felsefe bilgi, varlık ve ahlakı ne ile izah etmelidir.

Bu soruları çoğaltmak mümkündür.

Ve medeniyet tasavvuru inşa etmek isteyenler bu soruları belirli ilkeler ve yöntemlerle çoğaltmak mecburiyetindedir.

Geçmişimizde Maturidiler, Ebuhanifeler, İbn Haldunlar, Buhariler, Ali Kuşçular, El Cezeriler, İbrahim Hakkılar bu soruları sorarak İslam medeniyetimi oluşturmaya çalışmışlardır.

Camiler, külliyeler, hanlar, kervansaraylar, köprüler ve şehirler bu anlayışla şekillenmiştir.

Robot çalışmaları, tedavi yöntemleri, astronomi çalışmaları, uçuş tecrübeleri tutsak olmayan zihinlerle gerçekleştirilmiştir.

Bugünkü çıkmazımız zihinlerimizin tutsak edilmişliği ve akademik dünyamızın bağımlılığıdır. Akademik dünyamız sosyal konuların tamamını bize dayatılan kavram, ilke ve yöntemlerle izaha kalkışmakta ve bu yüzden çuvallamaktadır.

Bugün ülkemizde sorulduğu zaman nüfusun yüzde yüzüne yakının Müslüman olduğu ifade edilir.

Soruyorum size iktisadi ve sosyal alanda, eğitim hayatında, batı yaşayışıyla, sosyal değerleriyle ve hukukuyla düşünmeyen, orijinal olan kaç sosyal bilimcimiz var?

Maalesef düşündüğünü, fikir ve bilgi ürettiğini zannettiğimiz akademik dünyamız taklitten öte bir şey ortaya koyamamaktadır.

Bizden adam olmaz, ancak batının şablonlarını kullanabiliriz/kullanmalıyız anlayışı tutsaklığın göstergesidir.

Peki, neden bu durumdayız.

Sebebi gayet basittir.

İlim adamı dediklerimiz batının bakış açısıyla yetiştirilmiş ve devşirilmiştir.

Ülkemizde ve İslam dünyasında yapılan orijinal çalışmalar kabul görmemektedir. Tezlerin tamamı taklitten ve tekrardan ibarettir.

Batı dilleri, özellikle İngilizce mukaddes dil haline getirilmiş, zihinler sömürgeleştirilmiş batı ülkelerinde yapılan tezler mutlak doğru olarak addedilir olmuştur.

Mesela; “Sınavsız ve Sınırsız okul” dediğimizde anlaşılmak istenmemekte, batı örnek verilmektedir.

Hâlbuki bizim medeniyetimizin inşasında bilgi edinme ve beceri geliştirme hakkı sınırsız kabul edilmektedir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayeti maarif sisteminin kurgusu için yeterlidir.

Batının değerleri ve şablonları ile düşündüğümüzden insanımızın önünü tıkamayı öğrenim hakkını gasp etmeyi marifet bilmekteyiz.

Kısaca zihni tutsak olmayanlar her şeyi Kur’an ve sünnet eksenli düşünmek ve hayata geçirmek mecburiyetindedir.

Çalışmalarını ve medeniyet kurgusunu kendi kavram, ilke ve yöntemleriyle gerçekleştirmek zorundadırlar. Şunu söyleyebiliriz ki, “inancın ve buna bağlı değerler sisteminin yerini iyice belirlemeksizin ve bu noktaya hak ettiği vurguyu yapmaksızın İslam medeniyetinin doğuşunun, gelişmesinin ve yayılmasının anlaşılması” (2) mümkün değildir.

Kısaca; medeniyetimizin gelişim ve çöküş süreçlerini iyi tahlil ettiğimizde, gelişimin Kur’an eksenli, çöküşün eksen /zihin ve zemin kaymasının sonucu olduğunu görürüz.

Hâsılı kelam, adalete, hakka ve hukuka dayalı bir şekilde nizam-ı âlemi tasavvur ve tahayyül eden kişi ve gruplar mihverlerini İslam’a asıl ifadesiyle Kur’ana istinad ettirmek mecburiyetindedirler. Keşke sempozyuma iştirak eden tebliğciler bildirilerini bağımsız zihin ve özgür akademik anlayış ile ortaya koyabilselerdi.

Bir diğer tavsiyem sempozyumun açılışında bulunan Kılıçdaroğlu, Ekrem ve Canan’a olacaktır. Bu tür sempozyumlara samimi olarak katılmak istiyorsanız lütfen düşünme tarzınızı Kur’an eksenli zemin üzerinde gerçekleştirmeye çalışınız, böyle bir düşünme zemininiz olursa faydalı olabilirsiniz.

Selam ve Sabırla…

1-Syed Farid Alatas, Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler Avrupa Merkezciliğe Cevaplar, Ter: Âdem Bölükbaşı, Matbu Yayınları, İstanbul-2016  

2-İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyeti Tarihi, TDV Yayınları, Ankara-2015, s.4.

 

 

26 Haziran 2022 Pazar

İnsanlara Çağrı: Beyaz Buluşmanın Ardından

  İnsanlara Çağrı:  Beyaz Buluşmanın Ardından

 Veysi Erken

Geleceği doğru kurgulayabilmek için geçmişten bir yazı 25.05.2005

Takip edebildiğim kadarıyla yaklaşık bir yıldır “ beyaz başörtüsü”nün sembol olarak kullanıldığı “inanç ve eğitim özgürlüğü ” 

 konulu toplantılar, yürüyüşler ve toplantılar düzenlenmiş bulunmaktadır.Bu faaliyetlerin bir kısmına “bildiri ve konuşmalar”la katıldım. İnsan haklarının vazgeçilmez ve devredilmezlerinden olan “kişinin inandığı gibi yaşama” ile “bilgi ve beceri geliştirme” hakları -üzülerek belirtmeliyim ki-, güzel ülkemde “oligarşik çete” tarafından gasp edilmektedir.

Yüzde doksan dokuzluk çoğunluğu oluşturan bireyler haklarını “özgürlük alanları”nda kullanamamaktadır.

15 Mayıs 2005 tarihli  “beyaz buluşma”, toplumun “inanç ve eğitim özgürlüğü”nün sınırsız bir şekilde kullanılmasından yana olduğunu göstermiştir.

Toplumun huzur ve refahını baltalamaya çalışan “Oligarşik çete”ye rağmen halk tarafını özgürlüklerden yana belli etmiştir.

“Beyaz Buluşma” mutabakatının ardından “kendini insan” olarak gören ve niteleyen herkese çağrıda bulunuyorum. Geliniz “oligarşik çete”nin oyununu bozalım. Hayalleri çalınanların, duyguları yaralananların ve yıllarını ve yollarını  kaybedenlerin mağduriyetlerini giderelim.

Bu çağrı tüm siyasi parti başkanlarınadır.

Baykal’dan Erdoğan’a, Bahçeli’den Karayalçın’a, Yazıcıoğlu’dan Kutan’a, Mumcu’dan Ağar’a kadar ve dahi isimlerini belirtemediğim bütün başkanlara sesleniyorum. Bu azap bitsin.

Bu çağrı bütün vekilleredir. Unutmayın ki, milletin vekaletini kullanıyorsunuz. Siz vekil millet asıldır. Vekaletinizi yerinde kullanınız ve zalimlerin oyununu bozunuz. Bu dönemki meclis faaliyetleri bitmeden bu zulmü bitiriniz.

Bu çağrı bütün yöneticileredir. Rektöründen komutanına kadar her düzeydeki yöneticiye yöneliktir bu çağrı.

Bu çağrı insan hakları alanında faaliyet gösterdiğini ilan eden bütün kuruluşlara ve yetkililerinedir. Bilgen' den Alataş’a, Korkut’tan Cengiz’e sesleniyorum. Bu zulüm bitsin diye gayretlerinizi arttırın.

Bu çağrı kadın kuruluşlarınadır. Kaplan’dan Şekerci’ye kadar mesaisini kadınlar üzerinde yürütülen zulmün bitmesi için gayret gösteren herkesedir.

Bu çağrı toplumun yarısından fazlasını oluşturan kadınlaradır.

Bu çağrı Ülger’den Solmaz’a kadar bütün İmam-Hatip ve ilahiyat mezunları ve mensuplarınadır.

Bu çağrı ÖNDER’den Türkiye İlahiyatçılar Birliği vakfına kadar bütün vakıfların mensuplarınadır.

Bu çağrı dini ne olursa olusun dinî ilim tahsil eden önderleredir.

Bu çağrı bütün esnafa, tüccara, çiftçiye ve sanayiciyedir.

Bu çağrı ülkenin kaymağını yiyenleredir.

Bu çağrı Dilipak’tan Yurdatapan’a kadar bütün “ortak payda”cılaradır.

Bu çağrı Eraslan ve Göktürk’ten Ilıcak’a kadar duyarlı ve duygulu kadınlaradır.

Bu çağrı bütün sivil kuruluşlaradır. Sayısı yüz binlerle ifade edilen dernek, vakıf ve sendikalar ve yöneticileri ister mahalli olun ister ülke çapında faaliyet gösterin hiç fark etmez. Herkesi harekete geçirmeye çalışın. Sessizlik zulme rızadır. Unutmayın inanç ve eğitim alanlarında zulüm kol geziyor.

Bu çağrı bütün düşünce gruplarınadır.

Alperen’den Milliyetçi’ye Ülkücü’den Devrimciye, Milli Görüşçüden Sosyaliste, Komunist’ten Nurcuya, Fethullahçı’dan Tarikat ehli olan herkese bir sesleniştir bu çağrı.

Bu çağrı aydın olarak bilinen herkesedir. Gerçekten aydın iseniz sessizliğinizi bozunuz ve zulmün bitmesine katkı sağlayınız.

Bu çağrı bütün medya kuruluşlarının patronları, yazarları, yorumcuları ve çizerlerinedir. Bu ülkeyi ve bu ülkenin insanlarını seviyorsanız; inancınız, yönünüz ve kıbleniz ne olursa olsun zulmün bitmesi için katkı sağlayınız.

Kısaca bu çağrı ülkemizde yaşayan bütün insanlaradır.

Unutulmamalıdır ki, bu çağrı “unutmak ve unutturmak pusudur” gerçeğinden hareketle zalimlerin zulmünü unutturmamak için yapılmaktadır.

Kendini insan olarak görenler!

Hadi ne duruyorsunuz.

Bu çağrıya kulak verin.

Bu çağrıyı okuyan ve duyanlar!

Kendinizi sorumlu olarak görünüz ve çağrıyı insan olarak telakki ettiklerinize iletiniz. 

 

Ki,İnsanımız “inandığı gibi yaşayabilsin ve istediği alanda ve miktarda bilgi ve becerisini geliştirebilsin”

Selam ve Sabırla...

   

    

Midyat İl Olmalıdır

 Midyat İl Olmalıdır

Veysi ERKEN

Yeni “İL”ler ihdas edilecekse “Evet” Midyat “İL” olmalıdır.

Zira “İL” olmayı en çok hak eden yerin başında MİDYAT gelir.

Zira 1868 yılında Midyat merkezin “Liva” olarak ittihaz edilmesine dair karar vardır ve bu karar TBMM’nin arşivinde duruyor.

Bunu dile getirmemin sebebi şudur.

Dün AK Parti Genel Başkan yardımcısı Vedat Demiröz Ahlat’ta konuşma yaparken  "MHP lideri Devlet Bahçelinin önerisi ve Cumhurbaşkanımızın beraber verecekleri kararla Türkiye’nin şehir sayısının 100’e çıkacağı bir zamanda inşallah Ahlat’ımızı da bu şehirler arasına alacağız" dedi. https://www.gazetevatan.com/gundem/il-sayisi-100e-mi-cikiyor-ak-partili-demiroz-son-noktayi-koydu-2046279

Ahlat’ın il olacak yerler arasına alınması doğru bir karar olur. Zira tarihimizde önemli bir yer tutuyor. Ayni şekilde MİDYAT’ta önemlidir ve ilk “İL” e çevrilecek yerlerin başında yer almalıdır.

Buradan bütün MİDYAT’lılara, Midyat’ta oturanlara ve Midyat’ı ve Midyatlıları sevenlere çağrıda bulunuyorum hemen faaliyete geçilmeli ve elbirliği ile bu konu gündeme taşınmalıdır.

Yeni bir idari düzenlemenin ve Midyat’ın il olması sağlanmalıdır.

Bilindiği üzere 1933 ve sonrasında düzenlemeler yapılmış ve bugün il sayısı 81’e ulaşmıştır.

Kanaatime göre il sayısı 100 hatta daha fazla olmalıdır. Başlıca sebebi hizmetlerin daha kolay icra edilmesidir.

Bu arada OSB başta olmak üzere bütün yatırımlar hızlandırılmalıdır ki, Midyatlı iş ve aş bulsun böylece refahına refah katsın.

Haydi, Midyatlılar İŞ başına…

Selam ve Sabırla…

 

 

25 Haziran 2022 Cumartesi

Emine Bacı, Muhacirler ve Mülteciler

 Emine Bacı, Muhacirler ve Mülteciler

Veysi ERKEN

“Allah kimseyi vatansız, evsiz, barksız bırakmasın” diye dua ederiz.

Vatansız kalmanın acısını, yokluğunu ve ızdırabını en iyi bilenler elbette ki, vatanından “cüda” olanlar bilir. Merhum Mehmet Akif,

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”
diye özetler.

Yeryüzünde vatanlarından edilenlerin sayısı yüz milyonlarla ifade ediliyor.

Siyonist haçlı anlayışı ve türevleri tarih boyunca ve yeryüzünün her yerinde bu zulmü insanlara reva görmektedir ve reva görmeye devam ediyor.

Türkistan coğrafyasının neredeyse tamamında, Hindistan’da, Arakan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da ve dünyanın her yerinde bu zulüm devam ediyor. Türkiye bu zulme uğrayanlara kol kanat olmaya çalışıyor.

Batılı vahşiler insanlara zulmettikçe Türkiye’ye iltica etmeye çalışanlar çoğalıyor. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Zira Türkiye emin bir yer olarak telakki edilmiş tarih boyunca.

Kafkaslardan ve Balkanlardan yüzyıl öncesinin göçlerini ve ilticalarını inceleyin aynı manzara ile karşılaşırsınız.

Geçenlerde Balkanlardan Bulgaristan’dan göçe zorlanan bir hanımefendinin anlatımına şahit oldum ve “nereden nereye savrulduğumuzu veya savurmak istediklerini” bir kere daha tefekkür etmeye çalıştım.

Evet.

Silivri’den Bahçelievler’e dönmek üzere otobüs durağında Hanım durakta bekleyen bir hanımefendiye ineceğimiz durakla ilgili bir soru sorunca, hanımefendi izah ederek bizim hanımla tanışmış oldu.

İkisi Yan yana ben de arka koltuğa oturdum.

Silivri’den Avcılara kadar konuşmalarına şahit oldum.

Meğerse 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ve iltica etmek mecburiyetinde kalanlardan biriymiş.

Unutmayanlar bilir 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye 360 bin kişi iltica etmeye zorlanmış.

Merhum Turgut Özal her zaman sahip olduğumuz “merhamet” ve “şefkat” duygularıyla kapıları açmış idi.

Emine Bacı bunlardan biri ve 28 yaşında iken kocasıyla yanlarına hiçbir şey almadan göçe zorlanmış.

İstanbul’da tanımadıkları bir aile bunlara sahip çıkmış ve Silivri’deki yazlıklarını bir kuruş kira almadan yedi yıl tahsis etmiş.

Emine Bacı’nın kocasına iş ayarlanmış ve tam 33 senedir İstanbul’da hayatlarını devam ettiriyorlarmış.

Çocukları burada doğmuş ve okullarını bitirenler olmuş.

Özetle binlerce Emine bacılarımız var ve sahiplenmeye çalışıyoruz. O yılları ve bugün yaşananları iyi biliyorum.

O günlerde de, bugünlerde de “muhacir” ve “mülteciler”e gücüm yettiğince yardımcı olmaya çalıştığıma inanıyorum.

Ve.

“Ya Rabbi. Elimden gelen budur. Sen kabul eyle” diye dua ediyorum.

Maalesef günümüzde içimizdeki “merhamet” ve şefkat” duygusunu yok etmeye “yabancı” diye insanı ötelemeye çalışan “alçaklar” vardır.

Neredeyse tamamının “İslam”la ilgileri ve alakaları yoktur. Kimliklerinde “İslam” yoktur.

Siyonist haçlı zihniyetinin emri ve talebi ile “yabancı” düşmanlığını körüklüyorlar.

Emine bacılara sahip çıkan insanımızı dönüştürerek kendi derekelerine düşürmeye çalışıyorlar.

Milletimiz Allah’ın izni, lütfü ve keremiyle bu zilleti bertaraf edecek ve Emine bacıları sahiplenmeye, onlara evlerini açmaya ve iş bulmaya çalışacaktır.

Zira bu millet müslüman'dır ve asla “Ensar” olmaktan vazgeçmeyecektir.

Emine bacı iyi ki, yaşadıklarını ve hikâyeni hanıma anlattın ve ben buna vakıf oldum.

Rabbulalemin “Ensar”lığımızı daim eylesin.

Türkiye nizamı âlemi kursun ve insanlar mutlu olsun.

Âmin.

Selam ve Sabırla… 25.06.2022