29 Ekim 2017 Pazar

Obez Devlet (Hantal)



Obez Devlet (Hantal)

Veysi ERKEN

Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “OBEZ DEVLET” kavramından bahsetti ve devletimizin obezleştiğini ifade etti.
Gerçekten doğru bir ifadedir.
Bilindiği üzere tıp dilinde Obezite, vücutta sağlığı bozacak ölçüde aşırı yağ ve anormal yağ birikmesi olarak ifade edilir.
Bu kavramın üzerinde siyaset ve yönetim bilimcileri durmalıydı. Muhalefet bunun nedenlerini iktidar partisine sormalıydı diye düşünüyorum.
Bekledim.
Ne siyaset ve yönetim bilimcilerinden ne de muhalefetten tıs yok.
Hep lüzumsuz bir şekilde ahkâm keser muhalefet ve bilim adamları(!).
İşleri güçleri farklı.
Ekseriyeti iyi niyetten yoksun.
Bence Obezite kavramı sorgulanmalıdır.
Evet devletin bünyesi kanun, tüzük, yönerge, genelge vs. ile obezleştirilmiştir. Hani bir zamanlar Cemil Çiçek de aynı itirafta bulunmuştu. Meclisin “kanun çıkarma Fabrikası”na döndüğünü belirtmişti.
Bilinmelidir ki, “kural çoğaldıkça hukuk azalır, özgürlük alanı daralır”
Bu açıdan bakıldığında obezliği azaltma iddiası ve taahhüdü ile iktidar olan AK Parti döneminde "Obezite/ Hantallık” azalacağına maalesef artmıştır.
Hem mevzuat, hem bürokrat ve memur sayısı ve hem de yüksek idari binalar, sosyal tesisler ile makam araçlarıyla devletin obezliği artmış ve bireyin hayatı felç edilmiştir.
Obezliğin artmasında rolü olanlar sevinirken halk gittikçe bizar olmuştur.
Son dönem bu gözle değerlendirilmeli ve muhasebesi yapılmalıdır.
Üzülerek belirtmeliğim ki, Şeyh Edebalinin “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” anlayışı yerine “devlet” denilen mekanizmayı obezleştiren anlayış tahkim edilmiştir. Edilmeye devam edilmektedir.
Özellikle son dönemde çıkarılan kanun, tüzük, yönetmelik veya genelgeler bireyin rahatını arttıracak ve mutluluğuna katkı sağlayacak yerde onu bizar edecek, hayatından bıktıracak durumdadır.
En son çıkarılan kanunlara ve verilen demeçlere bakmak yeterlidir.
MTV ile ilgili düzenlemede ölüm gösterilerek vatandaş sıtmaya razı edilmiştir adeta.
Aynı şekilde “cam filmi” konusu da böyledir. Altı milyon insan altı ay içinde alınan iki farklı karardan mağdurdur, mazlumdur.
Vatandaşın nefretini arttıran uygulamalardır MTV ve “cam filmi”.
Bunlara ilaveten “yüzdelik” kavramlarla memur ve diğer çalışanlara yapılan zam sıralanabilir. Sendika ve kamu temsilcileri çalışana eziyet etmiştir kararlaştırılan artış oranlarıyla.
Sayın Cumhurbaşkanı.
Yıllar önce asgari ücreti insanlık ayıbı olarak nitelendirmiştiniz. O nitelemeniz doğruydu ve bugün de geçerlidir.
Bugün bırakın asgari ücreti en düşük memur aylığı bile insanlık ayıbıdır desek mübalağa etmemiş oluruz.
Hele hele otuz beş yıldır sürüncemede bırakılan YÖK ve içinde yer alan yardımcı doçentlik konusu tam bir garabet ve obezlik gerçeği.
Sayın Cumhurbaşkanına buradan sesleniyorum ve çağrıda bulunuyorum.
Kullandığınız ifade doğrudur.
Devlet obezleşmiştir, hantallaşmıştır.
Hem de çok çok çok çok obezleşmiştir.
Bunu dile getirmek yeterli değildir.
İcraat lazımdır.
Devleti obezleştiren zihniyetten ve etraftan kurtulmak gerekir.
Etrafınızda bulunanların bir kısmı sizi yanıltmakta ve devletin obezleşmesini sağlamaktadır.
Bu anlayışla bireyin mutluluğu ve memnuniyeti azalmaktadır.
Geliniz elinizdeki yetkiyle obezliği ortadan kaldıracak mevzuat değişikliğini hemen gerçekleştiriniz.
Kanun Hükmünde Kararname yetkisini kullanarak YÖK, Odalar, Barolar, Birlikler ve Bürokrasinin tamamını kapsayacak değişiklikleri hayata geçiriniz. Hem de birkaç hafta içinde.
Maalesef toplumda bu tür değişikliklerin etrafınızdakilerin engellemeleri yüzünden gerçekleşmediği kanaati hâkimdir.
Umarım ki, devlet OBEZİTEDEN kurtulur ve “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” zihniyeti hâkim olur.
Selam ve Sabırla…

25 Ekim 2017 Çarşamba

Bu İP Güven Vermiyor



Bu İP Güven Vermiyor

Veysi ERKEN

            Meral Akşener’in başkanlığında kurulan partinin ilk günden topluma güven vermeyeceği belli oldu.
            Kısa zamanda bu partinin kuruluşunda yer alanlar da göreceklerdir.
            Zaten Meral Akşener gerek 1 Kasım seçimlerinden sonra 1 Kasımda aday gösterilseydim ve milletvekili seçilseydim Devlet Bahçeli’ye rakip olmazdım ifadesi ve 28 Şubatçılar için açılan davadan müştekilik dilekçesini geri çekmesiyle “güven” kaybına uğramış biri idi.
            Kanaatime göre kurulan partiye güven duyulmayacak ve ismi cismi belli olmayan partilerin safında yer alacaktır.
            Dilimizde bir söz vardır. “Esmer” tonlu birine “Beyaz” demekle beyaz olmayacağı gibi bir partiye “İyi” demekle iyi olmaz.
            Zaten kurucular kuruluna baktığımızda da bunu görüyoruz.
            Meral Akşener’in partisinin kurucular kurulunda yer alanların bir kısmını birebir tanıyorum. Tanıdıklarımın geçmişlerine baktığımda ufuklarının olmadığını biliyorum.
Ne de olsa 40 yıllık tanıdık.
            Geri kalanlar ise toplama.
            Hayatları ve icraatları başarısızlıkla dolu insanlar. Bunların başarısızlıkları kısa zamanda gündeme gelecek.
            Tartışılacak ve millete anlatılacak.
            Günlerdir “Devlet Bahçeli” karşıtlığında birleşen arkadaşlarla konuşuyordum. Çoğunda bir bezginlik hissediliyordu. Özellikle daha önce kurucu olacağı beyan edilenlerin isimleri açıklanınca sükût-u hayale uğradıkları anlaşılıyordu. Onların beklentilerini karşılamıyordu açıklanan isimler. Bu konuda neden yazı yazmadığımı soruyorlardı.
            Verdiğim tek cevap oldu. Partinin adını, programını ve kurucular kurulunun tamamını görelim.
            Bugün açıklanan kurucular kurulu ve program onların sükût-u hayallerini çoğaltacaktır.
            Kanaatimce İP yanlış kişilerle kurulmuştur. Programı da yeni bir şey ifade etmiyor.
            Özetle yıllarca siyasetin içinde bulunmuş, bir partinin genel yönetim kurulu üyeliği ve yüksek istişare kurulu başkanlığı yapmış biri olarak kurulan İ P’in güven telkin etmediğini ve ülkemize katacağı bir şeyi olmadığını ifade edebilirim.
            İ P’in içinde yer alan ve beni iyi bir şekilde tanıyanlar kusura bakmasınlar. Güven verecek bir yapı oluşturamadınız.
            Hani atalarımız derler ya: Her şey zamanla anlaşılır.
            Dolduruşla yol alınmaz.
            Bugün sizlerden bahseden medya organlarına ve kalemşorlara bakarsanız durumunuzu anlarsınız.
            Peki, bunları neden yazdım.
            El cevap.
            Tarihe not düşmek için.
            Selam ve Sabırla…25.10.17

19 Ekim 2017 Perşembe

Yrd. Doçentlik, Kırtasiye ve Devlet İçinde Devletçikler



Yrd. Doçentlik, Kırtasiye ve Devlet İçinde Devletçikler

Veysi ERKEN

            Bütün teknolojik gelişmelere rağmen ülkemizin yapısı ve işleyişi hız kazanamıyor. Birkaç konuyu birden ele alayım.
           
Yardımcı Doçentlik
           
Sayın Cumhurbaşkanı bu konuyu gündeme taşıyalı epey zaman oldu. Herhangi bir gelişme yok.
            12 Ekimde YÖK başkanı Doçentlik konusunda yakında çalışmalarımızın sonuçlarını açıklayacağız mealinde ifade kullandı.
            Esasında Yüksek Öğretim Kurumları ile ilgili sorunlar bir bütün içinde ele alınması gerekir.
            YÖK kanunu durdukça bu alandaki sorunlar bitmez.
            Sorun ilkesel ve yapısaldır.
            Konuyu Yardımcı Doçentlik bağlamında düşündüğümüzde sorunun bir saatte çözülebileceğine inanıyorum. Zira bu konu kanunla düzenlenmiştir. Yeni yapı ancak kanun veya kanun hükmünde kararname ile düzenlenebileceği için YÖK’ün yapması gereken şey kanun hükmünde kararnameye dönüştürülecek metni hazırlamadır.
            Bunu herhangi bir hukukçu bile çözebilir.
            Ama maalesef konu uzatılıyor.
            Umarım ki, 30 yıldan fazla sürüncemede bırakılan Yardımcı Doçentlik meselesi geçiş sınavının kardırılmasıyla birlikte çözülür.
            Umutlu muyum?
            Hayır.

Bürokratik Kırtasiye

            Geçenlerde devletle iş yapan bir müteahhitle hasbihal ederken Devlet yapısındaki hantallığa ve kırtasiyeciliğe bir misal verdi.
            Ülkemiz için gerçekten üzüntü verici.
            İnsanımızı bizar eden hantal bir yapıdır mevcut yapı.
            Bahsi geçen müteahhit arkadaş Bir milyon beşyüzbin liralık hak ediş hazırlamış.
            Bilen bilir.
Hak edişler bilgisayar yardımı ile yapılır. Kullanılan program Excel hesap yapılırken virgülden sonraki toplamda küçücük rakam farklılığı oluyormuş. Bunun sebebi virgülden sonraki rakamların iki haneye toplamın yuvarlanmasıdır.
            Bir buçuk milyonluk hak ediş tablosunda 65 kuruşluk bir fark bulunmuş.
            65 kuruş.
            Evet, belki şaşırmışsınız.
            65 kuruş.
            Bu fark için yeniden görüşmeler, raporların yenilenmesi, imzalar ve gecikmeler.
            Anlayacağınız 65 kuruş için bin liralarla ifade edilebilecek harcamalar ve zaman kaybı.
            Bu misali bütün uygulamalar için yangınlaştırabiliriz.
            Kuruşlar için hacizler, kredi kartları blokajları, elektrik, su, doğal gaz vs. için güvence bedelleri, abonelik işlemleri, nakil ve devirlerdeki kırtasiyeler ve dahi binlerce israf ve zaman kaybı.
            Bütün bunlar KHK ile kısa sürede düzenlenebilecekken vatandaş bizar ediliyor.
            Devlete küstürülüyor. İş yapma ve yaşama hevesi kırılıyor.

Devlet İçinde Devletçikler

            Ülkemizde her kurum başlı başına bir devletçik hükmündedir adeta. Bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
            Mesela bir şehirde üniversite kurulmuş. Kurum ve kuruluşların atıl vaziyette bina veya arazisi var. Kurumlar bunları üniversitelere devretmez.
Direnir.
            Bir başka misal şehir gelişmiş, nüfus artmış, yeni yollar, köprüler yapılması icap eder. Yol zorunlu olarak bir kurumun arazisinden geçirilmesi gerekir. Kurum direnir.
            Bunu örnekleri çoktur. Özellikle Ankara’yı bildiğimden dolayı binlerce örnek verebilirim.
            Mesela Bilkent mevkiinde inşa edilmekte olan hastaneye ulaşımı kolaylaştırmak için yol ile ilgili haberleri okumuşsunuzdur.
            Veya hızlı bir şekilde gelişen Bağlıca, Etimesgut yollarının nasıl ve hangi kurumlarınca engellendiğini merak ediyorsanız lütfen araştırın. Bağlıca bulvarı ile çevre yolunun kesişme yerine yapılacak köprülü kavşağın geciktirilmesi.
            Tabii ki, devlet içinde devletçiklerin başında Odalar, Borsalar, Birlikler vs. gelmektedir.
            Her biri ayrı derebeylik konumunda olan Odalar ve Borsalar birliği, Barolar, Mühendis ve Mimar Odaları işin cabası.
            Artık bu hantal yapılara ve yapılanmalara bir çözüm bulunmalı diyorum.
            Aksi takdirde faturası gittikçe ağırlaşıyor.
            Yardımcı Doçentlik meselesinden hemen başlanmalı ve bir günde sonuçlandırılmalı diyorum.
            Selam ve Sabırla…

           

11 Ekim 2017 Çarşamba

Edeb Ya Hu



Edeb Ya Hu 
                                                                                                       
           Veysi ERKEN

            Büyüklerimiz “edep insan için gereklidir yönetici için daha elzemdir” derlerdi. Gerçekten de edep kişilik ve toplum için önemlidir.
            Edep bireyin kişiliğinden daha çok toplumun kişiliği, huzuru ve mutluluğu için önemlidir dersek abartılı ifade kullanmış olmayız.
Atalarımız “elif, dal ve be” harflerinden oluşan “edeb” kavramını çok güzel tanımlamışlardır.
İrfanî tanıma göre edep, insanım eline, diline ve beline hâkim olması, bir başka deyişle eliyle, diliyle ve beliyle başkasına zarar vermemesidir.
            Edep kavramının tanımına göre hal böyle iken, ülkemizde “edeb”sizlik “tapınak Şövalyeleri”nin uzantıları ve piyonları marifetiyle teşvik edilmekte ve kutsanmaktadır. Piyonların marifetiyle topluma önderlik etmesi beklenenlerin kişiliksizlikleri “özel hayat” kavramı adı altında masum gösterilmeye çalışılmakta ve değerlerimiz dinamitlenmektedir.
“Hizmetçi yaparsa oruspuluk evin kızı yaparsa kaçamak” anlayışı ile edepsizlik unutturulmak istenmekte ve yönetimdekilerin edepsizlikleri örtülmek istenmektedir.
Yapmayın etmeyin beyler ve bayanlar demeyeceğim. Sizler maşa ve “nüfuz ajanı” olduğunuz için yine emirleri yerine getireceksiniz. Dudaklarınızdan dökülecek ve kalemlerinizden karalanacak kelimeler emirlerin dışında olmayacak. Zira sizler talimli edebsizlersiniz.
Bilesiniz ki, edepsizlik mızrağı ve edebsizliğiniz çuvala sığmıyor.  Hayati Akkaya beyin ifadesiyle:
“Bir gidiş ki, durak yeri sonu yok
Varsa seks yoksa seks başka konu yok
Eski kız harama uçkur çözmezdi
Şimdikinin, uçkur nerde donu yok”
Harama uçkur çözmemek için bir insanda cenabı Allah’ın vazettiği helal-haram inancının olması gerekir. Bu değerler bireyde yoksa donsuz da olabilir. Üzülerek belirtmeliyim ki, piyon ve uşakların marifetiyle yaşatıldığımız ortam budur.
Dolayısıyla oluşturulan ortamda zihinler iğfal edilmekte ve değersizleştirilmektedir.
Oluşturulan ortamla zihin haritamız “değer”sizleştirildiği için medya şeytanlarını -gözlerimizi fal taşı gibi açarak- seyrediyor ve edepsizliği savunmalarını hayretle izliyoruz.
Oluşturulan ortamda piyonların dolmalarını yutanlar yapılan edepsizlikleri ve edebsizleri değil onları tenkid edenleri suçluyor. Böyle bir medyadan ve şeytanlarından başka ne beklenebilir.
Eskiden “kenarına bak bezini al, anasına bak kızını al” derlerdi. Şimdi diyorum ki “patronuna bak yorumcuyu ve yazarı anla”.
Evet.
Gerçekten yorumcu(!) ve yazarları(!) bu mantıkla anlamaya çalışıyorum.
Bir tartışma programında kanunlarımıza göre  “zina” suç değil, sadece boşanma sebebidir, olanlar biz ilgilendirmez ifadesiyle içine düşürüldüğümüz ahlaki derekeyi daha iyi anlıyorum.
Maalesef ahlaki şirazemiz kaybettirilmiş ve kaybolmuştur. Artık şirazesiz bir toplumda her türlü “edeb”sizlik tabii karşılanması gerektiği anlayışı telkin edilmeye çalışılmaktadır.
Bunun sonu ne olur dersiniz?
Kanaatimce sodom ve gomorlaşmadır. Neticesi yok olmadır.
Unutulmamalıdır ki, kendindeki güzel vasıfları terk eden toplumların sonu yok olmadır.
Bu bir ilahi emirdir.
Okuması, yazması ve aklı olan okusun ve edepsizliği savunmasın.
Hele hele edepsizliği “milliyetçilik” veya “ tecessüs” kavramlarıyla hiç kimse "şal"lamasın.
Artık “edeb”sizlik mızrağı çuvala sığmıyor.
EDEB ya Hû diyorum.
Selam ve sabırla…