30 Mayıs 2022 Pazartesi

Bugünü Anlamak ve Yorumlamak İçin Ülkücü Hareketi Anlamak Gerek

 Bugünü Anlamak ve Yorumlamak İçin Ülkücü Hareketi Anlamak Gerek

Veysi ERKEN

İnsanların hayatlarının şekillenmesinde mutlak olarak Allah’ın vahyettiği ve Peygamberlerin tebliğ ettiği ilkelerin yeri ve ehemmiyeti tartışılmazdır.

Tabii ki, vahyin ilkelerinden uzaklaşmalar ve sapmalar her devirde olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Bu bağlamda düşünüldüğünde vahye uygun yaşayışın ihyasında, inşasında ve toplumların hayatının şekillenmesinde liderlerin, önderlerin ve siyasilerin rollerinin etkisinin çok büyük olduğu anlaşılır.

Türkiye toplumu bazı dönemlerde siyasi gücü elinde bulunduranların baskıları, yaptıkları düzenlemeler ve zorbalıklarla vahye dayalı yaşayıştan uzaklaştırılmış olduğu bir gerçektir.

Baskılar ve kanuni düzenlemelerle yapılan tahribatları durdurmak için elbette gayret edenler de olmuştur. İşte bu gayretin içinde olanlardan biri de Alpaslan Türkeş’tir.

3 Mayıs 1944 olayları münasebetiyle tutuklanmış ve 27 Mayıs 1960 darbesinde yer almış Alparslan Türkeş’in siyasi mücadelesi ve toplumun İslamî ilkelerle yeniden inşası çabası 31 Mart 1965 günü CKMP’ye katılmasıyla başladığı söylenebilir.

Türkeş, Dündar Taşer, Rıfat Baykal gibi ordudan emekli olmuş arkadaşlarıyla beraber CKMP’ye katılmış ve CKMP’de siyaset yapmaya başlamıştır.

Alparslan Türkeş, 30 Temmuz-1 Ağustos 1965 tarihleri arasında yapılan ve 3 gün süren CKMP 7. Olağanüstü Büyük Kurultayı’nın ikinci günü 31 Temmuz Cumartesi günü Genel Başkan seçildi.

Türkeş’in siyasi mücadelesinin asıl yönünün anlaşılabilmesi için 24-25 Kasım 1967 tarihinde yapılan CKMP’nin 8. Büyük Kurultayı’nın kapanış konuşmasının tahlil edilmesi gerekir.

Türkeş, “Büyük Hedef” başlığı ile tarihi konuşmayı yapar, konuşma yön belirleyici olur ve tarihe damgasını vurur. Daha sonra partinin adı 1969 kongresiyle  değişir, MHP adını alır. Tarihe damgasını vuran konuşmasında Türkeş:

“Ben Türk milletini;

Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvetle, hileyle, çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlaktan mahrum bir hürriyete,

Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum.

Türklük şuur ve gururuna, İslâm ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, hakikat yolu, ALLAH yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum:

Yeniden maneviyata dönüş... Hedefimiz, Türkiye'yi aç hürler, tok esirler ülkesi yapmamaktır. Bu yolda bizi tavizkar politikacı olarak itham edenler, Türk'ün yüce varlığını anlamayanlardır. Unutmamalıdır ki, bir çiftçinin toprağa tohum saçması, tarlaya taviz vermesi demek değildir. Toprağı değerlendirmesi ve verimli kılması demektir. Bizim hareketimizin de mana ve ruhu budur. Yine unutulmamalıdır ki, medeniyetler, devletler para ile değil, inançla kurulurlar; parasızlıktan değil, inançsızlıktan çökerler.

Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye'dir. Buluşma noktamız, imanlı Türk ferdinin kafası, kalbi ve cevher-i aslisidir. Bugüne kadar olduğu gibi Türk halkını yalnız kendi yazdığınız kitabı okumaya, yalnız kendi söylediklerinizi dinlemeye çağırmayınız. Siz de onun söylediklerini dinlemeye, onun okuduğu kitabı okumaya, onu tanımaya, anlamaya koşunuz.

O zaman buluşma yeri ve noktasında asgari müştereklerde değil, azami müştereklerde birleşeceğiz.

Türk milletini iktidarları için bir basamak, demokrasiyi de sadece bir rey düzeni olarak kabul eden görüş, bizim görüşümüz değildir.

Saflarımız, Türk milletinin ve devletinin ebedi hayatını düşünen milliyetçilerin, vatanseverlerin meydana getirdiği bir saftır. Anadolu'nun dağlarında, ovalarında bir Eyüp Peygamber sabrı ile dolaşan, çalışan, kahırkeş, çilekeş çiftçi, işçi topyekün yurt çocuklarını bu manevi davamıza davet ediyoruz.

Vazifemiz; "ALLAH, taşıyacağımızdan daha fazla yük yüklemez" inancı içinde çalışan, yürüyen bu insanların inançları ile istihza ve istiskal değildir. Onların yükünü omuzlamaktır, onların haklarını çalanlara, rızıklarına, emeklerine el uzatanlarla mücadeledir.

Bu mücadelemiz içte ve dışta yılmadan devam edecek ve bu yolda Allah'ın izni ile mutlaka muvaffak olacağız. Çünkü yolumuz hak ve hakikat yoludur.

Türkiye ve Türk milletinin karakteri, içerden ve dışarıdan çok iyi kıymetlendirilmelidir. Kore yaylasından kopan bir fırtına, kendi sahillerinde söner. Vietnam'dan kopan bir fırtına, ancak kendi sahillerini yalar; Himalayalar'da kopan bir fırtına, Hint Okyanusu'nda kırılabilir. Fakat, Anadolu yaylasından kopan bir fırtına, bütün dünyayı tesir altına alabilir. Bunun böyle bilinmesi ve değerlendirilmesi gerek.

Geleceğin BÜYÜK TÜRKİYE’Sİ selam sana.”

https://haberplatosu.com/ahmet-er-in-vefatinin-5-yili-hakki-oznur-kaynakci-baba-bizden-de-selam-soyle-muhsin-baskan-a/47402/

Ülkücü hareket bu konuşma ile asli yönünü bulmuştur. Ve yürümeye devam etmektedir. Ülkücü harekette -içine yerleştirilen fitneci, fesatçı ve bozguncular marifetiyle- zaman zaman kırılmalalar, yanlış yönlere yönelmeler ve sapmalar görülse de bu ülkü doğrultusunda Müslüman Türk milletini İ’layı Kelimetullah için Nizamı Alem ülküsü için hareket ettirmeye ve yaşamaya davet etmiş ve büyük oranda başarmıştır.

Bu gayenin devam ettiğini gösteren delillerden biri de Cumhur ittifakının 2018 yılında yayınlamış olduğu seçim bildirgesindeki şu ifadedir.

“Cumhur İttifakı, Türkiye’yi hedef alan saldırılar karşısında parti çıkarları ve günlük siyaset hesapları yapmaksızın ortak bir duruş ortaya koymaya ve Türkiye’yi zayıflatarak uluslar arası operasyonlara açık hale getirmeye yönelik her türlü faaliyetin karşısında yer almaya kararlıdır. Bu kararlılık ve işbirliği ile ittifakımız Türkiye’yi bölgesel güç ve lider ülke yapacak 2023 hedeflerini gerçekleştirmenin yanı sıra, İ’la-yı Kelimetullah uğruna asırlarca dünya barışının ve adaletinin teminatı, İslam aleminin ve bütün mazlum milletlerin yegane ümidi olan Türkiye’yi küresel bir güç haline getirecek, 2053 ve 2071 vizyonun alt yapısını adım adım inşa edecektir. https://www.milliyet.com.tr/siyaset/cumhur-ittifaki-protokolu-nun-tam-metni-2662293

Evet.

Ülkücü hareket 1967 yılında yapılmış konuşma ile yönünü bulmuş ve ülkemizi doğru yöne yöneltmeye, İ’layı Kelimetullah doğrultusunda yaşamaya ve nizamı alemi gerçekleştirmeye yönelik gayretini sürdürmeye kararlıdır.

Anlaşılacağı üzere Türkiye’de iki cari zihniyetin varlığı söz konusudur. http://veysierken.blogspot.com/2021/04/turkiyede-cari-olan-iki-zihniyet.html Bu iki zihniyet Hak-batıl, İslamî- gayrı İslamî, yerli-yabancı eksenli  olarak tasnif edilir.

 Bu iki zihniyetten biri olan “yerli, İslami, insani, ahlaki olan ve toplumu etkileyen ülkücü zihniyet ve anlayış” muzaffer olacaktır inşallah.

Siyonist haçlı zihniyetinin piyonları, maşaları ve uzantıları olanlara ve zihniyetlilerine rağmen Türkiye başaracaktır. Türkiye’nin muhalifleri yok olacaklarıdır inşallah. Yeter ki, temel ilkelerimizi ve yönümüzü kaybetmeyelim. Bu ilkelerin bilinmesi ve unutulmaması için 1967 konuşmasının tahlil edilmesi ve sürekli anlatılması gerekir.

Bu sebeple diyorum ki, Türkiye’nin gitmekte olduğu istikameti anlamak için ülkücü hareketin başlangıcının ve temel metinlerinin bilinmesi ve anlaşılması gerekir.

Selam ve Sabırla… 30.05. 2022

 

 

29 Mayıs 2022 Pazar

Küresel Vicdanın Dilinden ÖZGÜRLÜK FİLOSU

 Küresel Vicdanın Dilinden ÖZGÜRLÜK FİLOSU

Veysi ERKEN

Hem fert hem de toplum olarak insanoğlunun hayatının sürecinde üzüntü, keder ve sevinç anları, günleri ve ayları vardır diyebiliriz.

Toplum olarak Mayıs ayının son günlerinde hem üzüntülü, bizleri kedere gark eden zamanlara hem de sevicimize sevinç katan olay ve olgulara rastlıyoruz.

Evet.

Toplum olarak 27 Mayıs hüznün, kederin ve zulmün tarihe nakşedildiği bir gün olarak kayda geçmiştir.

Tasmaları tapınakçıların elinde olanların kışkırtmaları ile 27 Mayıs1960 (darbe günü) kara gün olarak tarihte kayıt altına alınmıştır. 27 Mayıs günü zalimlerin lanetle anıldığı ve anılacağı gün olarak tescillenmiştir.

Yine bir Mayıs günüdür.

Tarih 28 Mayıs 2013’ü gösterdiğinde yine ipleri ve tasmaları haşhaşi, fetöcü tapınakçılarının elinde olan OTPOR elemanları tarafından GEZİ olayları başlatılmış ve ülkemizin her tarafı yakılıp yıkılmak istenmiştir. Manevi tahribatın ölçüsü belli değil ama maddi yıkımı yüz milyarlara ulaştığını bilmeyen yoktur.

Gezi zekâlıların ülkemizdeki tahribatı yıllara sâri olmuş ve olmaktadır.

Buna mukabil 29 Mayıs günü bizim için sevinç ve sevgi günüdür. Bilen ve inanan bilir. 29 Mayıs 1453 gönüllerin, yüreklerin ve kalplerin fethedildiği, sürur ile dolduğu gündür. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın sav müjdelediği fetih ile şehir fethedilmiş, şehrin sembolü Ayasofya camiye çevrilmiş İslambol’a dönüştürülmüştür. Komutan Fatih olmuştur. Artık o Fatih Sultan Mehmet’tir.

Tüm zamanlarda 29 Mayıs dünden bugüne sevinç günü olarak yansımıştır. Bugün de bu sevinç günü “Millet Bahçesi” olacak alana 145300 ağacın dikilmesiyle şenliğe ve şölene dönüşecektir.

Millet ve İslam toplumu olarak sevincimiz daim olsun inşallah. Bütün günlere, aynalara, yıllara ve zamanlara sâri olsun inşallah.

Ah Mayıs.

Neleri içinde barındırmıyorsun sen.

Hem hüzün hem de sevinçlerle dolusun.

İşte hüzünlü ve kederli günlerinden bir gün.

“Küresel Vicdan Sahipleri”nin “Küresel haydutlar” tarafından susturulmaya çalışıldığı bir zaman dilimi.

Gün 30 Mayısı 31 Mayısa bağlayan gün. 31 Mayıs 2010 sabahı.

“Küresel Vicdan sahibi” olanları Gazze’ye götüren filonun (6 gemi) en büyük gemisi “Mavi Marmara” gemisi uluslar arası kabul edilen alanda “küresel haydutlar” tarafından saldırıya uğruyor. Filo “insani yardımla birlikte 750 aktivisti de taşıyordu. Almanya, Kuveyt, İsrail, İrlanda, İsveç, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Fas, Yemen, Mısır ve Cezayir gibi 36 ülkeden gelen aktivistler arasında 15’den fazla milletvekili, 60’ın üzerinde uluslararası basın mensubu, sanatçılar ve Nobel Barış Ödüllü aktivistler de yer alıyordu.

Gazze’ye insani yardım götürmek amacıyla yola çıkan ve sadece yardım gönüllüleri ile insani yardım malzemesi taşıyan Mavi Marmara, Sfendoni, Challenger I, Eleftheri Mesogios, Gazze I ve Defne Y gemilerinden oluşan Gazze Özgürlük Filosu, 31.05.2010 günü İsrail askerlerinin hukuk dışı saldırı ve müdahalesiyle karşı karşıya kaldı. Bu saldırı esnasında ve devam eden süreçte 10 insani yardım gönüllüsü hayatını kaybetti, 56’sı ağır yaralandı.”

Evet,

Şehit ve gaziler verildi. Haydutlar can aldı. https://ihh.org.tr/mavi-marmara

Millet ve küresel vicdan sahipleri olarak acıya ve kedere gark olduk ve oluyoruz.

Nasip olmayınca bir yerde yer alamıyorsunuz. Mavi Marmara sefinesinin ashabı ile ilgili yazı yazmıştım o günlerde. İçinde doğrudan doğruya tanıdıklarım vardı. https://veysierken.blogspot.com/2010/06/ashab-sefine.html

Merhamet yüklüydü sefine.

İnsani yardım götürüyordu Mavi Marmara filosu ve yolcuları.

Küresel vicdan sahibiydiler ve haydutlara karşı özgürlük mücadelesini yürütüyorlardı. Milliyetleri, dinleri, renkleri ve dilleri farklıydı ama hepsi “vicdan” sahibiydi hepsi.

“Gazze Özgürlük Filosu, dünyanın dört bir yanından yeryüzünde adaletin hâkim olması için Bu, her daim adaletten yana tavır alabilecek insanların oluşturduğu bir erdemliler topluluğuydu. Zira o gün Gazze için bir araya gelen ve dünyanın vicdanını simgeleyen bu topluluk, zulme uğrayan İsrail halkı olduğunda da adaletten yana aynı tavrı gösterebilecekti. İnsanlık adına yola çıkan ve Gazze’ye umut taşıyan ‘İnsanî Yardım Filosu’nda kırka yakın ülkeden yedi yüzü aşkın barış gönüllüsü, özgürlük şarkıları eşliğinde bölgeye ulaşmaya beklerken Uluslar arası sularda tüm dünyanın gözleri önünde İsrail askerlerinin saldırısına uğradı.

Gazze için hayatî önemi olan İnsanî Yardım malzemelerini taşıyan ve insanlığın adalete duyduğu özlemi dünyaya haykıran insani yardım filosu 31 Mayıs sabahına İsrail askerlerinin silah sesleriyle uyandı. Tamamı sivillerden oluşan filoya yapılan saldırıda Mavi Marmara gemisinde bulunan 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetti, 50’den fazla kişi yaralandı. Filonun diğer gemilerini de şiddete dayalı yöntemlerle durduran İsrail donanması Gazze Özgürlük filosunun tüm yolcularını esir alarak hapse gönderdi, İnsani yardım malzemelerine ve gemilere el koydu. Tarihe mal olan liderler, olaylar, eserler vardır; nesillere öncülük eden, çığırlar açan, destanlar yazan… mevcut haksızlıklara dur diyen güçlü sesler vardır, tarihin akışını değiştiren… Gazze özgürlük filosu, Gazze limanına ulaşamadı belki ancak tarihi bir misyonu yerine getirdi. Filo, Filistin halkının maruz kaldığı haksızlıkları ve İsrail zulmünü dünyaya birebir gösterdi, siyasetin gölgesinde kalan, dezerfermasyon ve medya karartmaları ile gizlenmeye çalışılan Filistin meselesi tüm dünyada tartışılır hale geldi. Ve artık dünyada haksızlıklara rıza göstermeyen insanların sesi çok daha gür çıkıyor.”(1)

Evet, belki 31 Mayıs kara bir gün olmuş ve tarihe not olarak düşülmüştür. Ama “Küresel vicdan”ın sesi daha gür çıkmaya ve haydutlara daha gür çıkmaya başlamıştır.

Artık bütün coğrafyalardaki mazlumlar için Özgürlük filoları devreye girmelidir.

Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Afrika’da ve dünyanın bütün coğrafyalardaki “Küresel Haydutlar”a karşı “Küresel Vicdan”ın sesi daha gür ve yüksek çıkmalı “Özgürlük Filo”ları yola daha kesif çıkmalıdır. Yola çıkmanın zamanı gelmiş ve geçiyor.

31 Mayıs kara gün olmaktan çıkarılmalı, 29 Mayıs 1453 ruhu ile gönüllerin fethi günlerine dönüştürülmelidir.  29 Mayıs günlerinde gönüller fethedilmeli, insanlar özgürleştirilmeli ve ruhlar ihya olmalıdır.

Var mısınız?

Küresel vicdan sahibi misiz, yoksa vicdansız mısınız?

Safınız belli olsun.

Kara günleri fetih günlerine çevirecek filoların gemilerine bininiz, binelim. Mavi Marmara ashabı gibi filoda yerimizi alalım Kostantiniyeleri “İslambol”lara çevirelim ki, Mihail Kosesler Köse Mihailler olsun.

Çorbada tuzumuz olsun.

Selam ve Sabırla…

1-    Zahide Tuba Kor, Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük Filosu, Yolcularla Söyleşiler, İHHKİTAP, İstanbul-2011.

 

 

 

 

 

27 Mayıs 2022 Cuma

İnsan Şeytanı

  İnsan Şeytanı 

Veysi ERKEN

“Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” diye meşhur bir ibare vardır. Gerçekten insanımızın hafızası çabucak unutur hale getirilmiştir. Bilhassa Pensilvanya şeytanının tilmizi olanların “algı operasyonları” ile unutturma ve hafızayı sıfırlama çabaları neticesinde kayıplar epey artmıştır.

Dün savunduğu “İslami değerleri” bugün inkar eden ve kendini Müslüman, ülkücü, milliyetçi, milli görüşçü diye yutturma çabasında olan epey şeytanlaşmış tiplerle karşılaşıyoruz.

Yirmi sene önce netameli yıllarda şeytanlaşan kendini “sosyolojik Müslüman” olarak tanımlayan tiplerin benzeri ademler çoğalmıştır. Yıllar önce bu tipleri yazmış idim. Günümüzde şeytanlaşmışlardaki artış dışında değişen bir şey yok. Okuyalım bari.

“Kur’an-ı kerimde insan ve insan olmayan şeytanlardan bahsedilir. Ayette “Her peygambere insan ve cin şeytanlarını Biz böylece düşman ettik ki, bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler ilham ederler. Eğer Rabbin dileseydi onlar bunu yapamazdı; onun için sen onları uydurduklarıyla baş başa bırak. En'âm Sûresi, 6:112” insan ve cin şeytanlarından bahsedilir. Ve şeytanın görevi anlatılır.

Şeytanın temel fonksiyonu ve görevi insanı vazedilen ilahi ilkelerden uzaklaştırmaktır. Araf Suresi, 202. ayette: (Şeytan'ın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar.” İnsan tipindeki şeytanlara vurgu yapılır.

 İnancımıza göre insanın şeytanla (insan ve cin şeytanları) mücadelesi yaratılıştan beri süregelmektedir.

Şeytan, insanı ilahi ilkelerden uzaklaştırmak için her türlü hile ve desiseyi rahatlıkla kullanabilecek yaratılışta olup kendisine mühlet verilmiştir. Kendisine verilen süre içinde insanı baştan çıkarmak ve onu ilkeleri yaşamaz hale getirmek için sarf ettiği çabada kullandığı yöntemler çoktur. “Bakara Suresi, 14. ayet: İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: "Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz." diyerek yöntemlerini ortaya koyarlar.

Bu yöntemlerden en önemlisi “batıl”ı süsleyerek gerçekleri tersyüz etmektir. Araf Suresi, 20. ayet: Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi. “İnsan şeytanları” da iblis gibi hakikatlari çarpıtmakta pek mahirdirler.

Ülkemizin insanını hem bedenen hem de ruhen iğva etmek ve onu ilahi ilkelerden uzaklaştırmak için “insan şeytanları” tarafından sarf edilen çabaların arttığını görmekteyiz.

Donsuz uyarıcı lakaplı şeytan yetmezmiş gibi eski müftü kılıklı bir beyaz şeytan devreye girdi.

Dünyadaki efendilerine yaranmak için yapmadıkları tahrifat kalmadı desek abartmış olmayız. Beyaz şeytanı kanalizasyonda şov yaparken gerçekleri ne kadar maharetle çarpıtmaya çalıştığına istemeyerekten olsa da şahit olduk.

Neymiş efendim Kur’anda örtünmeyi emreden ayetler yokmuş. Bunu söylerken efendilerine ne kadar yaranmaya çalıştığını her akıl sahibi fark etmiştir. Belki efendileri dünyalığına dünyalık katar.

Kim bilir....

Örtünün ilahi ilke olmadığını ispat etmek için köle müslüman kadınların giyinme tarzlarını bile resmettirmişti müsvettelerinde. Bu resimler en büyük delildi onun için. Kendin pişir kendin ye misali, kendin çizdir kendin inan ve inandır.

Esasında orada oturanlardan birisinin beyaz şeytana şunu sormasını çok bekledim. Acaba sen ananın, karının veya kızının gösterdiğin kıyafet çizimleriyle köle olduklarını mı ima ediyorsun? Yoksa bayanlara çizimindeki kıyafetleri giydirerek cariyeleştirmek mi istiyorsun?

Evet.

“Beyaz” sıfatlı insan şeytanına sorulması gereken sorulardan bir kaçı bu şekilde olabilirdi bence.

Esasına bakarsanız insan şeytanlarının yeryüzündeki efendilerinin istediği ve yapmaya çalıştığı şey bayanları köleleştirmektir. Hürriyetin sembolü olan örtüye duyulan kin, nefret ve düşmanlığın arka planında bu düşüncenin olduğundan hiçbir akıl sahibinin şüphesi yoktur. Zira bütün ilahi kaynaklı dinler iffete önem vermiş ve insana örtünmeyi emretmiştir.

Heva ve heveslerini ilah edinenler dünyadaki saltanatlarını devam ettirmek ve insandaki iffet, namus kavramını ortadan kaldırmak ve behimî hayatlarını devam ettirmek için insan şeytanlarını kullanmaktan geri durmazlar.

“Donsuz” uyarıcı gibi “beyaz” sıfatlı şeytanın şov dünyasına sokulması saltanatın devamı içindir.

İnsanın bu tür şeytanların şerrinden korunması ilahi ilkeleri bilmesinden ve onları hayatına tatbik etmesinden geçer.

Haydi, insanlar İslam’la İslamlaşmaya ve ilahi ilkelerle arınmaya.

Selam ve Sabırla......... 09.12.2000.

Not. Yazıda çok az değişiklik yapılmıştır.

 

 

     

26 Mayıs 2022 Perşembe

Türkiye’ye Musallat Edilmiş İki Musibet: Kemal ve Meral

 Türkiye’ye Musallat Edilmiş İki Musibet: Kemal ve Meral

Veysi ERKEN

Tarih boyunca musibetler eksik olmamıştır ve olmayacak. Türkler Allah’ın lütuf ve keremiyle İslam’ın bayraktarlığını yapmaya başladıkları zamandan beri yerli olmayan unsurlar tarafından “musibet”ler başa sarmalanmıştır.

Bu durum Türkistan coğrafyasından Anadolu’ya, Anadolu’dan Avrupa kıtasındaki hâkimiyet alanına kadar uzanmıştır.

Musibetleri tarihi oluş sırasına göre sıralamak mümkün olmakla birlikte ciltler dolusu olur.

Tarihin derinliklerine gitmeye gerek yok. 1900’lerin başından itibaren olay ve olguları incelemek yeterlidir.

İlk etapta Jön Türkler “musibet” olarak örgütlendirilmiş ve “İttihatçı”ların eliyle “musibet” felakete dönüştürülmüştür.

Ülkemiz bu musibetle büyük kayıplara uğramış, adeta tarihin derinliklerine gömülme noktasına dönüşmüştür.

Her şeye rağmen Rabbulalemin’in lütuf, keremi ve nusretiyle bir nebze de olsa ayakta kalma ve yeniden ayağa kalkma durumuna gelmiş bulunuyoruz.

Tabii ki, Türkiye’nin “İlayı Kelimetullah davası”nın davacısı olmasını istemeyenler daimi olarak başımıza pek çok “musibet” musallat etmeye çalışmış ve çalışmaya devam ediyorlar.

Son zamanlarda bize musallat edilen “musibet”lerden biri Kemal diğeri Meraldir.

Kemal’in nasıl “musibet” olarak içimize salındığı herkesin malumudur.  Kemal yeterince başarılı olamayınca yardımcısı olsun diye Meral devreye sokulmuştur.

Bilinen bir gerçektir ki, milletimiz ittihatçı zihniyetin devamı ve varisi olan CHP’yi iktidarsızlığa ve ademiyete mahkûm etmiştir.

Bu gerçektir.

Buna rağmen tapınakçılar asla pes etmemiş ve etmiyor. Bu nedenledir ki, Meral devreye sokulmuştur.

Meral’in bir tek görevi vardır. O da kendini milliyetçi, ülkücü, yerli, Müslüman ifade eden kitlenin zihinlerini bulandırmak ve değerlerinden kopararak CHP zihniyetine iltisaklandırmaktır.

Bundan dolayı hem Kemal hem de Meral içimize sokulmuş “musibet”lerdir.

Bu gerçek fark edildiği takdirde “musibet”lerden korunuruz biiznillah.

“Musibet”lerin tahribatını kavrayamayan topluluklar felaketin büyümesine zemin hazırlamış olurlar.

Bilhassa Meral’in yanında saf tutan ve kendini hala vatansever olarak görenlere tavsiyemdir.

İntibah vakti geçiyor demiyorum, geçti.

Artık kendi değerlerinize, İslamî değerlere sarılma ve tevbe etme vaktidir.

Şer güçlerin hadimi ve piyonu olmayınız.

Sadece son olay ve olguları okumayı öğrenirseniz bu “musibet”lerin bizleri ve ülkemizi nereye savurmak istediklerini görürsünüz.

Atalarımız “zararın neresinden dönülürse kârdır” demişlerdir. Artık zarardan kâra geçmemizi sağlayacak tavrı sergileyiniz, titreyip kendinize ve değerlerimize dönünüz.

Tevbe size ve ülkemize çok şey kazandıracak, ülkemizi “musibet”lerden kurtaracaktır.

İlayı Kelimetullah davası ve nizamı âlem ülküsü bunu gerektirir.

Geliniz bu ülkünün ülkücüsü olunuz ve hem kurtulunuz hem de ülkemizin dünya lideri olmasına katkı sağlayınız.

Selam ve Sabırla…