26 Ocak 2021 Salı

Kayyım Rektör İstemiyoruz Diyenlere Dikkat

 

Kayyım Rektör İstemiyoruz Diyenlere Dikkat

 Veysi ERKEN

            Kayyım rektör istemiyoruz diyenlere dikkat edilmelidir.

            Düğmeye basıldı diyeceğim.

            Eksik olur.

            Çünkü düğmeler çok.

            Basılan düğmeler genelde birden çok.

            "One minute"den beri saniyede bir düğmeye basılıyor desem yeridir.

            Bir gün “yağ” düğmesine basarlar.

            Ertesi gün “ kayyım rektör istemiyoruz” düğmesine.

            Seçim öncesinde gündemde “soğan-patates” vardı.

            Akabinde “poşet”

            Düğmeye basanlar sadece muhalefet görünümlü olanlar değildir zahir.

            İktidar içinde görünen veya bürokrat olan mebzul miktardadır.

            Hele hele yarı resmi el-ahram gazetesi gibi yarı resmi kuruluşları unutmayalım.

            Odalar, borsalar, birlikler, akademisyenler, dernekler, sendikalar, konfederasyonlar vs.

            En çok da iktidarın mensubu gibi görünenlere ve atanmış bürokratlara dikkat edilmesi gerekir diye düşünüyorum.

            İçten olan daha şerir ve zararlıdır.

            İçteki takiyecidir.

            Opus Deinin elemanı olan bu düğmeciler Otporcudurlar.

            Aynı beynin maşalarıdırlar.

            Efendilerinin kölesi olup milletimiz içinde haşerelik yapmaktadırlar.

            Gezi zekâlılar mesele dokuz ağaç değil dediklerinde niyetlerini ifşa etmişlerdi.

            Bugün “kayyım rektör istemiyoruz” diyenler de mesele rektör değildir deseler hiç şaşırmam.

            Evet.

            Mesele gerçekten rektörün atanması değildir.

            Mesele efendilerine uşaklık etmeleri ve Türkiye düşmanlığıdır.

            Biden’nin açıklamasına tepki vermeyenler onun dostları değil uşaklarıdır.

            Ve.

            Bu uşaklar sahne alıp düğmeye basmış vaziyettedir.

            Her gün bir düğme.

            Türkiye’nin sevdalıları uyanık olmak mecburiyetindedir.

            Unutulmamalıdır ki, Türkiye İslam coğrafyasının kalbi ve beyni durumundadır.

            Hedef alınan ve yok edilmeye çalışılan beyin ve kalptir.

            İktidar muktedir olmak ve bu Opus Dei elemanı ve uşağı olan otporcuları deşifre etmek durumundadır.

            Özellikle de onlara zemin hazırlayan ve istismar konusu olan alanları da çözmek mecburiyetindedir.

            Selam ve Sabırla… 26.01.2021

21 Ocak 2021 Perşembe

Opus Dei, Otpor ve Sivil Organizasyonlarımız ve Medya Ne kadar Sivil?

 

                                                                                                        

  Opus Dei, Otpor ve Sivil Organizasyonlarımız ve Medya Ne kadar Sivil?

 Veysi ERKEN

         Son günlerde özellikle medya dünyasında numaralı ajanların varlığından sıkça bahsedilir oldu. Belki sayıları yüz binlerle ifade edilebilecek boyuttadır. 

Esasında numaralı ve dahi ücretli ajanlar sadece medyada değil sivil zannedilen teşkilatların, derneklerin, vakıfların, sendikaların, partilerin eğitim öğretim kurumlarının, sanayi ve ticaret sahalarının çoğunluğunda da söz konusudur.

            Daha önce yazılarımın birinde “ahtapot”un hareket tarzını aktarmıştım. Ahtapot ve benzerleri yeryüzünde olup icra-ı faaliyetlerini sürdürmektedirler.

 Ahtapot Opus Dei ve Otpor kollarını sivil zannedilen medyadan derneklere, vakıflardan partilere kadar her yere salmış durumdadır. Fetö, Kesnizani, Topal Molla bilinen yapılanmalarıdır.

            Sivil organizasyonların ve medyada, sanat dünyası denilen alanda şişirilmişlerine ve konuşma hakkı bahşedilmişlerine bakıldığında numaralı ajanların varlığı hemen fark edilir.

Adı sivil olan organizasyonların faaliyetleri ve duruş tarzları bu görüşümüzü muhkemleştirmektedir.

Hele hele medyada cilalanıp parlatılan, sanatçı denilen müptezelleri gördükçe bu anlayışımızın değeri kat kat artmaktadır.

      Ülkenin ağaçlandırılması faaliyetine tahsis edilmiş sözde sivil organizasyondan tutun, yolsuzlukla mücadele(!) azmiyle yola çıktığı varsayılan sivillere, denizin temizliği ile ilgilenecek teşkilatlardan bekçiliğe heveslenenlere, mensuplarının haklarını savunduğu varsayılan oda, birlik, sendikalara kadar hepsinde durum aynıdır.

Hepsi İHALARA, SİHALARA, Tanklara, Uçaklara, Mavi Vatana, Dijital Vatana kısaca Türkiye’nin güçlenip büyümesine karşı olmakla aynı teraneyi okuyorlar.

            Sanki ülkenin bütün faaliyet alanları parsellenmiş ve parsellenmiş alanlar belirli sivil(!) organizasyonlara tahsis edilmiştir. Toplumdaki bu intiba gittikçe kuvvet bulmaktadır.

            Bu düşüncenin kuvvet bulmasının birkaç delili vardır.

Bu delillerden birisi içinde numaralı ajanların bulunmadığı ve gerçekten sivil olan organizasyonların ve medyanın faaliyetlerinin kısıtlanması ve hizmetlerinin yok edilmek istenmesidir.

Faaliyet alanları aynı olan sivil organizasyonların bir kısmının faaliyetlerinin kısıtlanması diğerlerinin müsamaha ile karşılanması ancak numaralı ajanlarla izah edilebilir. İstanbul Sözleşmesi gibi toplumu yıkan bir kanunun savunucularına müsamaha ile yaklaşılırken toplumun değerlerinin korunması için çalışanların engellenmesi bunun bariz bir misalidir.

            Dün ellerindeki “gök bayrak”larlarla zalimleri telin edenleri,  şehit cenazelerini tekbirlerle, dualarla teşyi eden kalabalıkları içinde bulundukları organizasyonlardan bugün eser bulunmaması Opus Dei ve Otpor tarzlı numaralı ajanların varlığını gösterir.

Numaralılar sivil zannedilen organizasyonları efendilerinin emirleri doğrultusunda hareket ettirmekle görevlidirler.

            Görev tahsisli sivil(!) organizasyonların ve medyanın varlığı vazifelerine ihtiyaç söz konusu olduğu müddetçe devam eder.

Aksi durumda “yedek kulubesi”ne postalanır.

            Dün yazdıklarını bugün yalayan ve yalanlayan numaralıların varlığı sivil hayatın bütün alanlarını tehdit etmektedir.

Bilhassa hürriyetlerin pespayeye dönüşmesi ve toplumun halet-i ruhiyesinin bozulması bunun en kötü neticeleridir.

    Numaralılar genel olarak ahtapotun “sivil muvazzaf” kollarını oluştururlar. Kabuklarından başka “sivil” yanları olmayan bu sivillerin bir tek vazifeleri vardır. O da Otpor ve Opus Dei denilen Ahtapotun beynine hizmet etmek.

Numaralı kol vazifesini yerine getirmediği veya getiremediği durumda hemen oyun sahasının dışına çıkarılır. Özellikle kol vazifesinin kötülüğünü anlayıp gerçekten sivilleşmeye çalışırsa hemen yok edilmeye çalışılır.

            Bu durum toplumların hayatında ila nihaîye devam eder mi?

            Bu sorunun menfi ve müspet iki cevabı vardır.

            Evet, numaralıların faaliyeti ve yönlendirmeleri toplum onları kutsayıp desteklediği müddetçe devam eder.

Şuursuzca satın alınan her müsvedde, sivil diye sivil olmayanlar desteklendikçe ve maddi imkânlar onlara aktarıldıkça bu durumun yok olması düşünülemez.

            Bize göre bu durumun devam etmemesinin yolu, şuurlaşmaktan ve bilinçli kullanım ile bilinçli tüketimden geçer.

Bilinçli kullanım ve tüketim fikirlerden yazılı ve görüntülü medyaya kadar hayatın bütün ihtiyaçlarını kapsar. Bireylerin fikir dünyasının “fikir Pazarı”nda serbestçe gelişmesinin sağlanması sivilleşmenin ve numaralılardan kurtulmanın başlangıcıdır.

            Önüne konulanı hiçbir tahlile tabi tutmadan höpürdetip gümleten bir insan kalabalığı devam ettiği müddetçe sivilleşme konusunda sonuç alınamaz.

            Kısaca toplum hayatının düzenli işleyebilmesi ve sivil organizasyonların ve medyanın gerçekten sivilleşmesi  “zihinlerin sivilleşmesi”nden geçer.

 Zihinlerin sivilleşmesi ise sivil teşkilatlardaki kolların işlevsizleştirilmesi ve teşkilatların fonksiyonel hale getirilmesi ile mümkündür.

       Selam ve Sabırla...

19 Ocak 2021 Salı

Âlim Kimdir?

 

       Âlim Kimdir?

Veysi Erken

         “İnsan, organizma olarak tabiata uymak zorunda olmakla beraber, hayat ve zekâ olarak bu tabiatı değiştirme, yeniden kurma, kendi sübjektif isteklerine göre tabiat kanunlarını aşma ve ona insanın renk ve damgasını vurma gibi bir tabiata da sahiptir.” S. Ahmet Arvasi, Kendini Arayan İnsan, s.114.

         Cemiyet olarak yakalandığımız hastalıkların başında yer alan alanlardan birisi hiç şüphesiz ki, kavram kargaşalığı gelir...

Kavram kargaşalığı bir kelimeye farklı manalar yüklemeden ileri gelir.   İşte farklı anlamlar yüklediğimiz, bir başka ifade ile yanlış anlamlandırdığımız bir kelime. Yanlış kavramlaştırdığımız önemli bir kelime.

             “Âlim”.

            Dertlere derman olması gereken kavramdır.

            Âlim Arapça “alime” fiilinden türeyen “ism-i fail” kalıbında olan bir kavramdır.

Kalıbına uygun olarak anlamlandırılacak ve kullanılacak olursa, âlim kavramı “bilgiyi üreten” anlamını taşıdığı görülür.

Gerçek bu iken biz “malumat” sahibi olanı âlim zannetmekteyiz. Hakikatte “malumat sahibi olmak” ile “âlim olmak” arsında büyük farklılıklar vardır.

            Âlim, kitaba hâkim olandır. Kitabın “satır aralarını okumak” âlime has bir özelliktir. Âlim satır aralarını anlamlı hale getirir. Mukallit değildir. Kendine has görüşleri ve yorumları söz konusudur.

            Âlimin kitaba hâkim olma özelliğine sahip olamayanlar ise ancak kitaba mahkûm olur. Kitaba mahkûm olan ancak malumat, bir başka ifade ile bilgi sahibi olabilir. 

Bizim temel hatalarımızdan birisi âlim ile malumat sahibi olanını karıştırmamızdır.

            Âlim kendine ne kadar “özgün” ise, malumat sahibi o kadar “özgün”lükten uzaktır. Özgün olamayan malumat sahibi nakilden ve tekrardan kurtulmaz, kurtulamaz.

            Âlim eleştirir, kendini ifade eder. Bilgi sahibi nakleder, aktarır. Âlim üretir. Malumat sahibi taşır.  Akıl ve nakil kavramları âlim ile bilgi sahibi arasındaki farkı yansıtır.

             Medeniyetlerin gelişmesi peygamberlerin varisleri olan âlimlerin akılları ve eserleriyledir. İcat eden, farklılaştıran ve yol gösteren âlimlerdir. Bu fen bilimlerinde olduğu gibi sosyal alanlarda da karşımıza çıkar.

Değişmezler içinde değişimi gerçekleştirmek âlimlere münhasırdır. Gelişim ve dönüşümün oluşumunda âlimin etkisinin büyüklüğünü vurgulayan en güzel tespitlerin başında “âlimin ölümü âlemin ölümüdür” gelir.

            Âlimlerin bu özelliklerine karşılık malumat sahiplerinin medeniyet ve kültürlerin olduğu gibi, donuk bir vaziyette devamlılığında etkileri söz konusudur.

Âlimlerin geliştirdikleri ve dönüştürdükleri konuları gelecek nesillere intikalinde malumat sahibi olanların rolü küçümsenemez.

            Geçmişten intikal eden bilgilerin yenileyicisi durumunda olan âlimlerin azlığı söz konusu olursa medeniyetler ve kültürler donuklaşır ve zamanla yok olur.

            Bu bağlamda tefekkür ettiğimizde bizim medeniyetimizin ihyası için âlimlere ihtiyacımızın büyüklüğü küçümsenemez. Eleştirenin, kendini ifade edenin ve katkı sağlayanın, bir başka ifade ile âlimlerin önünü tıkayan bir mantık ve sistem medeniyetin çökmesine yol açar.

            Bizim sıkıntılarımızdan birisi sistemi işletme bir başka ifadeyle yönetme gücünü elinde bulunduranların “âlim” yetişme zeminini ortadan kaldırmasıdır. Okullarımız “âlim” değil, en iyimser ifade ile “malumat” sahibi olanı yetiştirmektedir.

            Yönetme gücünü elinde bulunduranların yaptıkları iş kendilerinden veya öngördüklerinden nakiller yapanların güçlendirilmesi doğrultusundadır.

Genel olarak âlimlerin ortaya koyduğu gerçekler yönetme gücünü elinde bulunduranların uykularını kaçırır.

Yeni düşünceler despotizmin sonunu hazırladığından demokratik olmayan yönetimlerde âlimlere değer verilmez.

            Netice itibarıyla unutulmaması gereken husus âlimlerinin kıymetini bilmeyen toplumların gelişemeyeceği gerçeğidir.

 Sadece taklit ve nakillerle toplumlar gelişseydi herhalde maymunlar topluluğunun medeniyeti en gelişmiş medeniyet olurdu.

            Selam ve Sabırla...19.01.2021

 

18 Ocak 2021 Pazartesi

Sol (CHP ve Türevleri) Neden Her Şeye Karşı Çıkar?

 

 

       Sol Neden Her Şeye Karşı Çıkar? 

Veysi ERKEN

         *“Zengin ülkelerde hükümetler sosyal politika gereği zenginden alıp,fakire dağıtır. Türkiye’de hükümetler zenginin isteklerini cevaplamayı görev bildiğinde fakirden alıp,zengine aktarmaktan yorgun düşüyor. Gelir dağılımı, sosyal denge,huzur giderek bozuluyor. .....................................Bu çarpık sistem yürümez. Sistem tıkanmak üzere...Bunu görmek lazım...  Güngör URAS  * 02.08.1999,Milliyet.

            Gecikmiş de olsa insanların ve grupların hatalarını kabul edip itirafta bulunmaları fena bir şey değildir. Belki itiraf geçmişle ilgili bir işe yaramayacak ama, gelecekle ilgili işe yarayabilir. Devrimcilik ve ilericilik adı altında gerçekleştirilmek istenen bütün güzelliklere karşı çıkılmasının hatalı olduğunu itiraf etmek, hataları dillendirmek iyi olmuştur bence. Belki bundan sonra “jakoben” ve “oligarşik” bir tarzda olan ve bize “sol” diye yutturulmak istenen nanelerden vazgeçilir.

            Filhakika, Türkiye’de solun geleneği yoktur ve hiç olmamıştır. Olacağı da yoktur. Bunun başlıca sebeplerinin tahlil etmek ve bir gelenek kurgulamak bizim işimiz değildir.

Ancak, bizim tespitlerimize göre Türkiye’de sol düşünceyi savunuyorum diyenlerin kahir ekseriyeti sömürücü ilan ettikleri zümrelere mensuptur.

Fakir ve kimsesizler değildir.

Solun bütün tonlarını savunanlarını tahlil ediniz, karşınıza sömüren kabul edilenlerin çocukları çıkar.

Sömürücü zümre genel olarak evladını milli ve manevi değerlere iyice yabancılaştıran kurumlarda yetişmesine gayret sarf etmiş, bu yetiştirmenin neticesinde de sefih bir hayata zemin hazırlamıştır. Bu istenerek mi yapılmış? Bunun tartışması başka bir yazıda yapılabilir.

             Bunun böyle olması Türkiye şartlarında yadırganacak bir durum değildir. Çünkü solu savunanların yuvalandıkları yerler ittihatçı geleneği sürdüren kurumlardır.

Ve bu yerler “halka rağmen halk için” ilkesini esas alan, halkı hor gören ve halkın değerleriyle barışık olmayanların yerleriydi.

İşte sol adına ittihatçı zihniyet kendi menfur emellerini ve sinsi planlarını sergilemeye çalışmış ve insanımızı kalkındıracak bütün güzel teşebbüslere karşı cephe almışlardır.

            Karşı çıkmalarının arka planını sıradan bir sol zihniyetli sade vatandaş asla anlamadı. Bunu anlaması da mümkün değildi. Karşı çıkanlar kolejlerde okuyanlar ve her türlü sefih hayatı sürdürenlerdi. Bu insanlar kendi düzenlerinin devamını istiyorlardı. Başkalarının kendileri gibi kolejlerde okumasına ve zengin bir hayat sürmelerine tahammülleri yoktu. Kendi dar dünyalarının devamı ancak kapalı rejimle mümkün olurdu.

            Neyimize renkli televizyon ve çok kanal!!!

Neyimize telefon ve internet!!!

Neyimize köprü ve otoyol!!!

Bunlar fuzuli yatırımlardı onlara göre.

            Evet, fuzuli yatırımlardı, çünkü onların dar kalıplarını ve zihniyetlerini kıracaktı bu yenilikler ve yatırımlar. Bunun içindir ki, yeniliklere, yatırımlara ve hayatı kolaylaştıracak her şeye karşı çıkılmalıydı.

            Yatırımlar gerçekleşse halk daha iyisini isteyecekti.,daha çok hak ve hürriyet diyecekti. Jakoben ve oligarşik solumuzun buna tahammülü yoktu ve olamazdı. Ne de olsa bu memlekete  lazım olanı getirmek onların işiydi. Velev ki, bu Komünizm de olsa!!!

            Onlar sosyal hayatın tek düzenleyicisiydiler ve öyle kalmalıydılar. Bu yağma düzeninin foyalarını ortaya çıkarmaya yarayacak her yenilik ve gelişme engellenmeliydi.

            Hasılı kelam yıllardır halkımıza yabancı olanların, halkın manevi dinamiklerini dinamitleyenlerin adına, bir başka ifadeyle sol adına yapılan bu itiraf umulur ki,hayra ve güzelliklere bir başlangıç olur.

            Vesselam. 28.08.2001

 

 Not. 20 yıl geçti Sol denilen (CHP zihniyeti ve iltisaklılarında) zihniyette değişen bir şey var mı?)