31 Mart 2015 Salı

Bir Elinde Zift Bir Elinde Kalay



Bir Elinde Zift Bir Elinde Kalay

Veysi ERKEN

            Foyaları ortaya çıktıkça çirkeflikleri artıyor.
            Malum cemadat diye tesmiye olunan yapının cilası döküldükçe dökülüyor. Cila döküldükçe elleri daha fazla görülüyor.
            Ellerinde bolca zift ve kalay varmış meğerse.
            Anlaşılan odur ki, tonlarca zift ve kalayı biriktirmişler.
            Kendilerince zamanı gelince her ikisini de kullanmışlar.
            Kullanılabilecekleri kalaylarken diğerlerini ziftlemeye devam diyorlar.
            Kalayladıkları kişiler olup bitenin farkına varması durumunda hemen onları ziftlemeye başlamışlar.
            Zift ve kalay aynı elin farklı parmaklarında bile duruyormuş anlaşılan.
            Kendilerine yaptıkları hatırlatıldığında sağır ve dilsiz kesiliyorlar. Değerler iflas ediyor.
            Papağanlaşıyorlar.
            Onlara ezberletilenin dışında bir şey söylemiyorlar.
            Sual hırsızlığından tutun da milletin mallarının yağmalanması, milletin casusça dinlenilmesi, bilgilerin efendilerine aktarılması faaliyetleri hatırlatıldığında duymamış gibi davranırlar.
            Papağanlaşma efendilerinin öğretisidir.
            Bu taktik efendilerinin taktiğidir.
            Malum efendileri Irak’ı, Suriye’yi, Türkistan’ı, Afganistan’ı, Filistin’i bombalarken hep aynı taktiği sergilemekteler.
            Söylenilenleri duyma, yazılanları okuma ve haksızlıklara devam et.
            Papağan gibi ol, ezberlediklerini tekrar et.
            Cemadat da bunu icra ediyor.
            Ezberlediklerini tekrar ediyorlar.
            Kalay ve zift temel malzemeleri.
            Emirlerine amade olanlar habire kalaylanıyor.
            Emir kulları pir-u pak ediliyor.
            Haklarında güzellemelerle dolu mısralar okunuyor. Methiyeler dillere destan oluyor.
            Güzellemeler gırla gidiyor.
            Falanlar feşmekanlarla beraber olurlarsa iktidar olacaklar havası yayılıyor. Kalayladıklarına her gün kanalizasyonlarında yer veriliyor.
            Pisliklerinden bahsedenlere ise sadece zift sürmekle meşguller.
            Tonlarca ziftlerine ilaveten ithal zift de kullanılıyor.
            Olumlu olan her şey kötüleniyor.
            Milletin fakirleşmesi, ülkenin gerilemesi için habire zift kullanılıyor.
            Kullanılabilenler hariç ziftlenmemiş yer kalmadı neredeyse.
            Her şeye rağmen senaryo anlaşıldı.
            Takke düştü kel göründü.
            Millet anladı oyunu.
            Artık cemadatın iskeleti ortaya çıktı.
            Zift ve kalayları artık işe yaramıyor.
            Artık söyledikleri doğrular da işe yaramıyor.
            Umarız ki, saf ve temiz insanlar iskeletin yapısını gördükten sonra cemadatı terk eder.
            Kendine, inancına göre davranır ve yaşar.
            Artık zift ve kalayla aldanılma ortadan kalkmalıdır ki, Hakka tapan milletin istiklali söz konusu olsun.
            Selam ve Sabırla.
           

23 Mart 2015 Pazartesi

“Bir Hayalim Var” diyen Muhsin Başkanın Aziz hatırasına



“Bir Hayalim Var” diyen Muhsin Başkanın Aziz hatırasına

Veysi ERKEN

25 Mart’a 1 gün var.
Muhsin başkanın şehid edilişinin üzerinden 6 yıl geçmiş.
Unutturulmak isteniyor.
Hayali olanlar Muhsin başkanı unutturmayacak.
Yolunu takip ettiklerini söyleyenlerin unutturmalarına rağmen “Muhsin”ler unutturulamayacak.
İnanıyoruz ki, şehidler yaşıyor.
Şehidlerin yaşamaları gibi davaları da yaşayacak.
Bir hayalimiz var.
O hayalimizi şöyle haykırıyordu.
“Bir hayalim var: Bütün vatandaşlarımızın, ayyıldızlı bayrağın altında şerefle yaşadığı bir TÜRKİYE hayal ediyorum...
Bir hayalim var: Başını örtenle, açanın aynı üniversitede yasaksız, kavgasız kardeşçe yaşadığı bir ülke hayal ediyorum...
Bir hayalim var: KÜRT-TÜRKMEN, alevi-Sünni ayrımı olmadan, zengin-fakir ayrıcalığı görülmeden imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir TÜRKİYE istiyorum...
Kısacası; Adriyatik`ten, Çin Seddi`ne kadar kaynaşmış, güçlü bir TÜRK dünyası hayal ediyorum. Büyük bir TÜRKİYE hayal ediyorum...”
Bu hayal hep var olacak.
İlayı Kelimetullah bunu gerektirir.
Birlik ve dirlik içinde olan bir coğrafya hayali hiç bitmeyecek.
Fırıldak olmadan bu hayal devam edecek.
Şahsi emellerini önceleyenlere rağmen bu hayal devam edecek.
Şehid olmadan 6 gün önce hayalinin peşinde koşarken fırıldak olmayacağımızı haykırıyordu.
Evet…
19 Mart 2009’da Karamanda haykırıyordu.
Saniyesine hükmedemediğimiz bir hayat için fırıldak olmayacak, hayallerimiz peşinde koşacağız.
İşte o tarihi sözler:
“Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahirette Allah, bize ‘Niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz.”
6 yıl sonra da aynı noktadayız.
Hayallerimizin peşindeyiz.
Rahmetle yâd ediyoruz.
Tıpkı ifade ettiğin gibi.
Fırıldak olmadan ve dik durarak.
İnanıyoruz ki, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’ın ravzasındasın.
Çünkü sen bir kar tanesi olsam Mekke’ye düşmek isterdin.
Vefalı bir dost olarak Resulullah’ın (s.a.v.) izini sürdün.
Bizler de bu izi sürmeye devam edeceğiz inşallah.
Selam ve Sabırla…

18 Mart 2015 Çarşamba

Dünyevîleştirilmiş Dünya



Dünyevîleştirilmiş Dünya

Veysi ERKEN

             “Seküler bir dünyada dindar olma hakkı var mıdır?” sorusu Prof. Dr.Ümit Meriç hanımefendiye aittir.
            Seküler kavramı “dünyevî”liği ifade etmektedir. Tabi ki, bu dünyada yaşıyoruz ve bu dünyada olmamızdan dolayı buranın gerekliliğini yerine getirmemizin zorunluluğu vardır. Asıl sorun “dünyevî” gereklilikleri yerine getirmede değil “dünyevî”liği ilah edinenlerin dayatmalarıdır.
Dünyevîliği ilah edinenlerin zorbalıkları ve dayatmaları hayatın bütün alanlarında karşımıza çıkabilir. Bir patronun personelini kendi biçtiği tarzda yaşamaya zorlamasından tutun yönetme gücünü herhangi bir yolla ele geçirmiş olanlara kadar uzanır.
             Bilinen en kötü dayatmacılar yönetme gücünü elinde bulunduranlardır. Bunlar, yönetmekte oldukları ülkenin veya grubun insanına hayatın tamamını zehir etmekte mahirdirler. Yönetme gücü sebebiyle ilahlık taslayanların ortak özelliği halkına veya grubuna yabancı oluşlarıdır veya yabancılaşmış olmalarıdır. Yönetilenlerin değerlerini yok etme çabası onlar için vazgeçilmezdir.
            Üzülerek belirtmeliyiz ki, sekülerleşmede 28 Şubat sonrasında dinî kabul edilen cemaat ve tarikatların rolü artmıştır.
            Bir başka deyişle hâkimiyet gücünü eline geçirmiş toplumdan kopuk bir zümre dünyevî zevk u safa ile nimetleri ilah edinmekte ve bütün hayatın buna göre kurgulanmasını istemektedir. Toplumun büyük çoğunluğu hayatını ve beşerî ilişkilerini oligarşik zümrenin dayatmalarına göre şekillendirmek istememeleri nefsini ilahlaştıranlar açısından sorun olmaktadır.
            Meseleyi bu bağlamda tahlil ettiğimizde sorunun “sekülerlerin (adı, sıfatı, mensubiyeti, aidiyeti, konumu vs ne olursa olsun) hâkim olduğu bir ülkede dindar olma hakkı var mıdır?”  biçiminde sorulması ve cevaplandırılması gerekir. 
            Soruyu dinî/ İslâmî ilkeler bağlamında düşündüğümüzde fazla bir problemin olmadığı gerçeği ile karşılaşırız. Çünkü dinî/İslâmî ilkelerden birisi “sizin dininiz sizin, benim dinim benimdir” biçimindedir. Dolayısıyla, dindar dinsize din biçme ve dayatmada bulunma hakkını kendinde görmez. Dindar ancak inancının gereği olan “tebliğ” vazifesini yerine getirir. Bir başka deyişle dindar dinsize ancak inandığı ve gereğini yerine getirme çabasına girdiği ilkeleri öğretmeye çalışır. Bu mantık bütün fikir ve düşünce sahipleri için geçerlidir. Zira her düşüncenin mensubu kendi düşüncesinin başkaları tarafından paylaşılmasını arzu eder,   etmelidir.
            İnanan insanlara göre dindarın dinsizi “hidayet”e erdirme gibi bir fonksiyonu yoktur. İnanan dinsizin hidayeti için ancak vasıta olabilir. Bu ise ancak tebliğle mümkün olur.
            Asıl sorun yönetme gücünü eline geçirmiş ve ele geçirdikleri yerlerin imkânlarını kullanan sekülerlerin ve dini görünümlülerin dindara din biçmesinden kaynaklanmaktadır. Sekülerler ve makyevelistler hayat tarzlarını zorla ve zorbalıkla başkalarına dayatma, dolayısıyla yaşatma çabasındadır. Bir başka deyişle sekülerler için, kendilerinin dışında kalanlara “don biçer gibi din biçme” bir ilkedir.
             Sekülerler için “don biçer gibi din biçme” ilkesi bireyin hayat alanının tamamı için geçerlidir. İmkân bulurlarsa rüyaları bile biçimlendirmekten geri durmazlar.
            Hayatın tamamını biçimlendirmenin yolu herkese daima açık olması gereken alanları “kamusal alan” yutturmacası ile kendileri gibi yaşamak istemeyenlere kapatmaktan geçer. Adi ve suflî hayatlarını “âli menfaat” kâğıdıyla sarmalayarak kendilerine benzemek istemeyenlere “had”leri bildirilir.
            Dağdakinin bağdakini kovma isteği gibi tecelli eder seküler yamyamların davranışları. Kendi toplumundan kopuk insan olma vasfını kaybederek sekülerleşmişlerin tarih boyunca yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri budur.
            Hülasa-i kelam seküler bir dünyada dindarın yaşamaya hakkı vardır. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi sekülerleşmiş ve insanî özelliğini kaybetmiş sözde insan gerçekle insan olmayan yönetme gücü gaspçılarının izole edilmesinden geçer.
            Selam ve Sabırla...

15 Mart 2015 Pazar

Beyaz Kuvvetler



Beyaz Kuvvetler


Veysi ERKEN

            Aşağıda linkini verdiğim haberi okuduğumda Türkiye’de değişen bir şeyin olmadığını bir kere daha fark ettim.  Umarım ki, tamamen sivil ve demokratik bir ülke olur ve içimizdeki kışkırtıcı görevlilerden kurtuluruz.
            İyi okumalar.
            “ Demokratik ülkeler için büyük bir ifşaat olurdu “beyaz kuvvetler” tabiri. Ama bizde hiç kimseden veya sivil zannedilen kuruluştan ses yok. Herkes “lâl” kesilmiş. Kulaklar duymaz, gözler görmez ve beyinler işlemez oldu ne hikmetse.
             Şunları yazıyordu Mehmet Eymür sitesinde. “ Yaygın olarak Özel Harp diye bildiğimiz Özel Kuvvetler Komutanlığının, asker gücünün yanı sıra, ülke çapına yayılmış olan ve ‘Beyaz Kuvvetler’ diye bilinen sivil unsurları var. Bunlar muhtelif meslek gruplarından kimseler. Türkiye’nin her bölgesinden belediye başkanı, doktor, esnaf, muhtar, aşiret reisi gibi çeşitli meslek gruplarından, seçilmiş, güvenilir kişiler...
            ABD’nin desteğiyle kurulan ve Avrupa’da kardeş teşkilatları olduğunu yazısında belirten Eymür bu teşkilatın “Türkiye’de ilk olarak 1952 yılında Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan bu teşkilat, daha sonra Özel Harp Dairesi ve son olarak da Özel Kuvvetler Komutanlığı adını aldı. Günümüzde, daha ziyade rütbeli görevlilerden oluşan bu teşkilatta erat sayısı çok az” (Yeni Şafak 06.01.2001, s.17)
            Evet...
             Her kesim “lâl” olmuş vaziyette.
            Bu ifadeler toplumu sarsmalıydı. Hangi olayların “Beyaz Kuvvetler”in eseri olduğunu sorgulamalıydı. Hiçbiri olmadı. Çünkü bizim toplumumuz mutidir. Olup bitende bir hikmet arar. Büyükleri hep doğru söyler. Zırvaları tevile teşnedir toplumumuz.
            Merak ediyorum.
             Sadece merak mı?
             Elbette ki, hayırdır.
             Düşünüyorum ve soruyorum. Acaba inançlı öğrencilerimizi okullarından uzaklaştıran, örtülülerimize kan kusturan sözde profesörler beyaz kuvvetlerin bir elemanı mı? Kitleleri pasifize eden sivil toplum kuruluşlarının başındakiler bu görevlilerden mi?
            İşçinin, memurun mağduriyetine yol açan “beşli çete”nin elemanları adı geçen kuvvetin unsurları mı? Siyah mı? Beyaz mı? Turuncu mu?
            Ülkeyi yaşanmaz hale getiren pir-i fani ve şürekâsı birer eleman mı?
            Ve...
            Evet...
            Ve en kötüsü güvenebileceğimizi düşündüğümüz bütün sivil organizasyonların, partilerin yöneticileri bu kuvvetlerin elemanları mı acaba?
            Beyaz kuvvetler bir ülkenin iç işleriyle mi uğraşır? Yoksa bu kuvvetleri kurduranların menfaatlerine mi hizmet etmekteler? Bu kuvvetler birer “tapınak” mı oluşturuyor?
            Tapınağa girmenin yolu ülkeye hizmet etmemek mi?
            İşte bütün bu sorular gündeme gelmeliydi, getirilmeliydi.
            Maalesef hiç kimseden ses seda yok. Herkes dilini yutmuş. Üç maymunları oynamakta.
            Görmedim. Duymadım. Bilmiyorum.
            Herkes sağır, dilsiz ve kör.
             Demokrasinin hâkim olmayışının azizliği mi dersiniz?
             Nerede demokrasi var ki?
            Bir yer gösterin ki, onu harekete geçirelim.
             Selam ve Sabırla... 07.01.2001.”

 NOT: Bu haberi lütfen okuyun ve izanınızla değerlendirin.

http://www.yenisafak.com.tr/gundem/desifre-olacak-hemen-lagvedin-2096876