20 Haziran 2009 Cumartesi

Cellâttan Uzun Yaşamak

“Ben Cellâtlarımdan Çok Yaşayacağım.”

Ömer Muhtar

Televizyonun karşısına geçip film seyretme alışkanlığım zayıf olmakla birlikte bazen tavsiye bazen de merak saikiyle film seyrederim. Yıllar önce seyrettiğim Ömer Muhtar filminin kareleri aklıma geldi. Aslında her karesi üzerine düşünülecek ve bir yazı yazılabilecek kadar nitelikli bir film. Her gösteriminde fırsat bulurlarsa gönüldaşların seyretmesini tavsiye ederim.

Bu filmin her karesi bir yazı konusu olabilir dedim ama günün mana, ehemmiyet ve gelişmelerine binaen benim üzerinde duracağım bir karede geçen tek cümle vardır.

Ömer Muhtarın yirmi yıllık mücadelesinden sonra esir düştüğünde, İtalyan komutanın kendisini teslimiyete ve işbirliğine davet etmesine verdiği “Ben Cellâtlarımdan Çok Yaşayacağım” cevabını teşkil eden cümledir.

Evet......

Unutulmamalıdır ki, tarih boyunca “haklılar daima cellâtlarından çok yaşamışlardır” tıpkı Ömer Muhtar’ın İtalyan komutana söylediği gibi.

Haklı olan, inancında sebat ettiği müddetçe güçlüdür ve cellâttan uzun yaşar. İki dik durandan biri Berit dağlarında şehid edilmesine rağmen cellâtlarından daha diridir ve yaşamaya devam ediyor. Diğeri de bütün tuzaklara rağmen cellâtlardan uzun yaşayacaktır.

Zulüm on yıllarca da sürse zalimler abad olmaz ve olmayacaklardır.

On yıllardır sürdürülen zulme rağmen örtülüler, okulundan atılanlar, işinden edilenler, aşından mahrum bırakılanlar, fişlenenler haklılar. Fişleyenler, andıçlayanlar ve sessiz kalanlar haksızdır ve cellâtlar konumundadır.

Ve....

Örtülüler, İslamî inanışa sahipliğinden ve yaşayışından dolayı mağdur olanlar, İmam- Hatip mezunu oluşundan dolayı memuriyetten tard edilenler, Kur’anı öğrenmesi yasaklananlar cellâtlarından uzun yaşayacaklardır. Tapınakçıların emrine girip cellâtlaşan bütün taifelere ve korkaklara rağmen.

Tarih, cellad’a dönüşen pek çok taife ve mensubuna rağmen haklı olanların çok yaşadığına şahit olmuştur.

Dün Allahsızlar Cemiyeti kuran nemrutlar, Leninler, Stalinler, firavunlardan oluşan cellâtlar nasıl mağdurlar ve mazlumlar karşısında yok olmuşlarsa, yerli cellâtlar da iplerini çektikleri mazlumlar karşısında yok olup gideceklerdir.

Bugün büyük tapınağın emir kulu ve şövalyesi olan “yerli görünümlü” taife cellâtlığının bedelini ödeyecektir. Bu ilahi adaletin gereğidir.

İlahi adalet, ilkelerini ve ülkülerini terk ederek zalimlerin maşalığına dönüşen nice cellâdın esamisinin okunmadığını bize göstermiştir.

İlahi adaletin tecellisinden ne “yerli görünümlü” taife ne “dönme” anaları, ne de seksenlik nemrut danişleri bu akıbetten kurtaramayacaktır.

Haksızlığa boyun eğen, haksızlığa piyon ve maşa olarak cellâtlaşan “yerli görünümlüler hem haklarını hem de şereflerini kaybetmişlerdir. Artık iflahları mümkün değildir. Bir zamanların meşhur benzetmesiyle “pınar suyuna lağım suyu karışmış ve pınar suyu lağıma dönüşmüştür.” Lağıma karışmalarından beri her şeyleriyle mülevves olmuştur tapınakçı maşaları.

Tavandaki mülevveslik tabana tam sirayet etmeden -her şeye rağmen- özünde pınarlık kalmış olanlara ve Türkiye’deki tüm iyi insanlara bir tek tavsiyemiz vardır.

Bir an önce lağımlardan kurtulmaya çalışınız. Lağımlaşan tavanınızı hortumcuları, soyguncuları, danişleri, “dönme” anaları ve tapınaklarıyla birlikte yokluğa mahkûm ediniz. Onların piyonu olacağınıza cellâtlara karşı mağdurlarla hareket ediniz ki, sizlerde cellâtlardan uzun yaşayasınız.

Selam ve Sabırla....................

10 Haziran 2009 Çarşamba

Büyük Birlik Çağrısı


Birleşin ey! Yolları Kur’an’da birleşenler

Birleşin, itikatta, imanda birleşenler

Ayrılık yakışmıyor, bölünmek günah size

Birleşin ey! Secde-i Rahman’da birleşenler.

Abdurrahim Karakoç

Yıllar önce idi. Kenan tufanı ve eylül fırtınası döneminden çok çekmiştiler. Yorulmadılar, dinlenmediler. Zira davalarının kudsiyetine inanmışlardı. Yolları İlayı Kelimetullah ve hedefleri nizamı alemdi.

1992’de bütün insanlara bir çağrıda bulundular. İşte o çağrıyı maddeleştiriyorum ve birlik peşinde olan tüm iyi insanlara sunuyorum.

“-Bütün dünyada Müslümanlar, kendilerine yabancı bir avuç diktatörün zulmü altında ezildiler.

- İmanlarını kaybetmeleri için bin türlü iğva ve zorlama ile karşılaştılar.

- Her şey mümkün. Her şey bizlerin ferasetine ve basiretine bağlı.

-Müslüman milletler kendileri güç merkezi olabilirler

-Halkı Müslüman olan ama yönetimleri dışa bağımlı birçok Ortadoğu ülkesi zillet içindeyken, öte yandan bu zilleti parçalayabilecek Müslüman Türk topluluklarının yeniden dirilişine sahne olabilecek bir ufuk önümüzdedir.

-Dünya küçülüyor, hızlı nüfus artışı ve tabii çevresinin süratle kirlenmesi, azalan iktisadi kaynaklar milletler arası rekabeti şiddetlendiriyor.

- Adaletimiz, güçlünün zayıfı ezdiği bir dünya da gelecek huzur ve barış getirmeyecek. - Milli kimliklerini yeni keşfeden etnik guruplar gecikmiş ve saldırgan bir kabilecilikle yaşadıkları bölgeyi ateşe boğuyorlar. Güçsüzlere yaşama hakkı tanımıyorlar.

- Türk milliyetçiliği kendini yenileyerek tarihi fonksiyonunu ifa edebilir. Âleme nizam verme ülküsünü kanatlandırabilir.

BİZLER

Bizler sadece kendimiz için değil uçuruma yuvarlanan insanlık içinde yeniçağın tarihini yapmak zorundayız. Dünyaya adaleti huzuru, insanlık şerefini getirmek zorundayız. Tıpkı eskiden olduğu gibi...

-1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyet `nin üzerine bina edildiği esaslar yeniçağın eşiğinde yerle bir olmuştur.

-Türkiye artık güvenliğini güç dengeleri içinde arayamaz. Bu intihar demektir.

-Güç dengelerine şirin görünmek için halkına dayattığı batıcı-laik politikaları sürdüremez.

-Milletimizi güçlü kılan bin yıldır olduğu gibi İslamiyet`tir.

- Rejimin tepeden inmeci-seçkinci-laik geleneği artık sona ermiştir. Rejimin pozitivist-laik politikaları ancak şahsiyetsiz, köksüz, milletine değil, kendine bile hayrı olmayan bunalımlı yabancılaşmış bir azınlığa kaynak olmuştur.

-Laikliğin din ve devlet işlerini ayırma politikası değil, ekmek-su gibi dini için yaşayan Müslüman halkı yönetiminden uzak tutma çabaları olduğu artık üstü örtülemeyen bir hakikat halini almıştır.

- Müslüman Türk milleti yeniçağdaki onurlu mevkiini, bir avuç oligarşik azınlığın heva ve hevesiyle, milletinden uzak ve zayıf şahsiyetiyle değil, kendi iradesi ve gücüyle elde edecektir.

-Türkiye, iktidara gelen partilerin değiştirdiği ama yöneten azınlığın değişmediği dönemlerin sonuna gelmiştir. Bu asalak azınlığın milletimizin sırtına yüklediği kambur artık iyice sırıtmaktadır.

-Milletimizin kendi gücü ve iradesiyle layık olduğu mevkii alacağı yeniçağda, bu asalak azınlığın hayat alanı kalmayacaktır. Bu mevkiye bin yıldır güç aldığımız kutlu kaynağımız İslamiyet`le varacağız.

GÖRÜŞÜMÜZ

-Allah`ın birliği ve yüce Peygamberimizin risaleti dışında hiçbir mutlak hakikat tanımıyoruz.

Bütün samimiyetimizle bu doğruların yanında başka doğruların da yer alabileceğine, zamanın değişebileceğine ve tenkit edilebileceğine inanıyoruz.

1. Hz. Âdem atamıza ve Hz. Havva anamıza nispetle bütün insanlar kardeştir.

-Bu inanç ve kabul, insanlık anlayışı bakımından sağlam bir ahlaki temel teşkil etmektedir. Kalü Bela`dan beri Müslüman’ız. Doğduğumuzdan beri Türk milletinin bir ferdi olarak yaşıyoruz. Birincisi mutlak hakikati ikincisi hayatın hakikatini ifade etmektedir. Zaman ve mekân içindeki muhteşem manzarasıyla bir tayf halindeki insanlık kemal nişanı olan kültürlü ayakta durur.

-Bu zengin tayf ten "çokluk içinde birlik" prensibine ulaşıyoruz. Anadolu coğrafyasında yeşeren ve bin yıldır bir coğrafyayı şekillendiren değerlerimizi tarih ve kader birliği olarak kavrıyoruz.

-Türk, Anadolu`da bin yıldır hükümran olan ve İslamiyet`le bir araya, aynı hedefe yönelen büyük bir milletin adıdır. Fatih - Selahaddin Eyyubi - Sokullu - Mimar Sinan - Mevlana - Mehmet Akif bu coğrafyaya İslamiyet`i nakşetmiş Türk ulularıdır

2. "çokluk içinde birlik" prensibini Allah`ın birliği ve risalet`i, dışında her türlü farklılığın her türlü görüş ve kavrayış biçiminin meşru kabul edilmesi olarak anlıyoruz.

Günümüzde evrenselleşmiş çoğulcu ve katılımcı yaklaşımların, cihanşümul değerlerin bütün ülke, toplum ve zihniyetler tarafından karşı konulmaz kabuller olduğunu müşahede ediyoruz. Müslümanların aynı gayeler etrafında bir araya gelmeleri ve kendi tarihlerinin faili olabilmeleri için gerekli ortamın teşekkül ettiğine inanıyoruz.

3. Siyasetin Müslümanların kendi aralarında ve dışlarında yer alan dünya içinde Allah`ın emir ve yasaklarını hâkim kılma gayeleri için başvurulması gereken vasıtalardan biri olduğuna inanıyoruz.

Siyaseti hiçbir zaman gaye edinemeyeceğimiz kutsal gayelerin vasıta olarak ama önemli ve gerekli vasıtası olarak gördüğümüzü söylüyoruz. Siyasetin sunduğu imkânların "MEŞVERET" ve "ŞURA" prensipleri etrafında Müslümanlar tarafından alabildiğine kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.

4. İnsanların yanılmazlığı esası üzerine inşa edilmiş lider karizmalarını ve lider sultalarını, İslam’a aykırı bulduğumuz için reddediyoruz.

Bunun yerine ilim sahibi olanların gönülleri ve zihinleri aydınlatanların toplum içinde layık oldukları mevkiye getirilmeleri gerektiğine inanıyoruz.

5. Türkiye`de mevcut hukuk sisteminin ve demokratik prensiplerin, siyasi mücadele için gerekli çerçeveyi verdiğini, sınırlamaların demokratik mücadele ile kaldırılabileceğini düşünüyoruz.

Bu sebeple siyasi görüş ve teşekküllerin gayeleri için şiddete başvurmalarını yanlış buluyoruz

ÇAĞRIMIZ

Yukarıda serdettiğimiz görüşlerin de içinde yer aldığı ve tartışmaya açıldığı bir zeminde "ÇOKLUK İÇİNDE BİRLİK” ilkesi etrafında mutabakat arıyoruz.

Bu mutabakatı sağlayacak esasların belirlenmesini, çerçevesinin çizilmesini istiyoruz. Bunun için herkes elinden geleni yapmalıdır. Hareketimiz ve yeni oluşum için ortaya çıkışımız bütün toplum tarafından bir "vesile" addedilmelidir.

Bir ihtilal, bir işgal, bir dış baskı vs. olmadan da ülkemizdeki güçlerin sivil toplum içinde kendi yollarını kendilerinin aydınlatabileceği, açabileceği bir oluşumu hazırlamaları mümkündür.

İnsanlarımız, birbirlerine küsme, birbirlerini mahkûm etme lüksüne sahip değildir.

Küfrün, riyanın, ahlaksızlığın başını alıp gittiği, kendi çocuklarımıza bizimkinden daha kötü bir dünya bırakmanın muhtemel göründüğü gezegenimizde Müslümanlar birlik olup geleceklerini kurmak zorundadır.

İhtilafı rahmet olarak niteleyip mutabakat’ın oluşacağı zemini bütün samimiyetimiz ve dürüstlüğümüzle kurmaya azmettiğimizi beyan ediyoruz.

ÇAĞRIMIZ BÜTÜN İNSANLARADIR.”

6 Haziran 2009 Cumartesi

Kamet ve İstikamet

Kamet ve istikamet her alanda önemlidir. İster siyasi, ister inanç açısından bakılsın “kamet” ve “istikamet” bireyin veya grupların yol haritasını oluşturur. Kamet yani duruş ve istikamet bir başka deyişle doğrultumuz, "ka'be"mizin yönü. Kamet ve istikameti sağlam ve dirençli olanların hareketleri uzun soluklu olur. Şuurlu mu’minin zaferi mutlaktır.

Hadiseye bu gözle baktığımızda AK Parti yöneticilerinin çetecilere, derin yapılanmalara ve özgürlük düşmanlarına karşı “kamet” ve “istikamet”ini koruduğu söylenemez. Kıblesi bozuk bazı ideolojilerin mensuplarına baktığımızda daha dirençli olduklarını görürüz. Partimizi kapatırsanız işte yedeği, bizi hapsederseniz çocuklarımız ve torunlarımız bunu sürdürür diyenlerin duruşu kıblesi bozuk olsa da tutarlıdır. Her şeye rağmen Cenabı Allah’a ve onun resulüne iman ediyorsak ülkemizi saran zihnimizi iğdiş eden, cebimizdeki paramızı çalan ve mallarımızı yağmalayan D tipi yapılanmalara karşı “cesur yürek” olmak durumundayız.

Böyle bir duruş bu ülkenin her insanı için gereklidir ve kaçınılmazdır. Aksi takdirde bütün güçleriyle ve tetikçileriyle millete musallat olan D tipi çetenin bitirilmesi söz konusu olmaz.

Kamet ve istikametimiz yoksa İstanbul’da boğazdaki aşireti oluşturan şişman kediler bizi sömürmeye ve Anadolu sermayesini tüketmeye devam eder. Boğazdaki Aşiretin çetesi bütün güruhlarıyla üstümüze çullanmaktadır. Halk bunu görmekte ve kendisine önderlik edecek “kamet” ve “istikamet” sahibi insanları aramaktadır. Çete deşifre olmuştur. Cennette vaat etse halk bunlara inanmamaktadır. Halk sadece belli bir kesime değil oligarşik çetenin hiçbir unsuruna inanmamaktadır. Bunu aşiret de bilmektedir.

Bürokrasinin hali bilinen manzarayı tescil etmektedir. Halkın arasına karışınız ve çete ile ilgili konuşulanları görünüz. Neticeten; Yeter artık söz ve karar milletin deme zamanı. Yeter diyebilecek “kamet” ve istikamet” sahibi Selahaddin Eyyubiler, Kılıçarslanlar neredesiniz.

Yoksa tarihin sayfalarında mı kaldınız.

Selam ve Sabırla…………………