31 Mayıs 2012 Perşembe

Değerler Şehrinde Değerler Eğitimi

Değerler Şehrinde Değerler Eğitimi

Veysi ERKEN

“Şeref’ül-mekân bil mekin” demiş atalarımız. Gerçekten bir şehri değerli kılan temel husus içinde barındırdığı üstün nitelikli, örnek şahsiyet ve model olanlardır.

Kastamonu şehrimiz bu yönü ile “değer”li bir şehrimizdir. Sayamayacağımız kadar “değerli şahsiyet”in mekânıdır.

İşte bu şehrimizde “Değerler Eğitimi Projesi” hayata geçirilmeye çalışılıyor. Emeği geçen ve katkı sağlayan herkesten Cenabı Allah razı olsun.

Hepimizin bildiği bir gerçek vardır.

Değerlerimizde büyük bir yozlaşma oluşturulmuş/oluşmuş. Asırlarca insanlığa kazandırdığımız “hak, adalet, sevgi, merhamet, sorumluluk, çalışkanlık, şefkat, hilm vs.” gibi binlerce “değer” zaman içinde yozlaştırılmış ve içleri boşaltılmıştır.

“Yiğit düştüğü yerde kalkar” misal ancak yozlaşan/yozlaştırılan değerlerimizin ihyası ve inşası ile hayat bulacağız. Ancak ihya ve inşa edeceğimiz değerlerimizle insanlığa değer katabileceğiz.

Bundan dolayıdır ki, bu projeyi önemsiyorum.

Proje Kastamonu Valiliğinin koordinesinde ve Kastamonu Üniversitesinin desteği ile yürütüleceği ifade edildi. Bu bağlamda başta Sayın vali Erdoğan Aktaş ve Üniversitemizin rektörü Sayın Seyit Aydın’a teşekkür ediyorum.

Bir panel ile başlatılan projenin en önemli özelliği toplumun bütününü kapsayacak şekilde düşünülmüş olmasıdır.

Bilindiği gibi “değerler” tek bir alanda kazandırılmaz ve yaşanmaz. Değerler ancak toplumun bütününü kapsayan ortak bir zeminin oluşturulmasıyla kazandırılabilir. Kısaca değer ortak zemin haline getirilen her yerde kazandırılır ve yaşanır.

Okulu, aileyi, esnafı, memuru, çiftçiği, şehirliyi, köylüyü, medyayı aynı amaç doğrultusunda hareket ettiremeyen toplumlarda değer tahribatını önlemek kolay değildir.

Temennimiz Değerler Şehri Kastamonu’muzda orta amaç doğrultusunda her kesimin “değerler”i yaşanır hale getirilmesidir.

Bilindiği üzere “En iyi nasihat yaşamaktır”

Bu gerçekten hareketle toplum bir bütün olarak değerlerimizi yaşarsa yeni nesilleri değerli kılabilir.

İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü koordinatörlüğünde başlatılan proje kapsamında düzenlenen ve oturum başkanlığını Doç. Dr. M. Serhat Yılmaz’ın yaptığı panelde projenin amacını ve kapsamını İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü Mustafa Korkmaz’dan, Tarihi tecrübemizde değerlerimizi Doç. Dr. Cevdet Yakuboğlu’dan, Eğitim sisteminde değerlerin kazandırılmasını Yrd. Doç. Dr. Veysi Erken’den ve değerlerin kazandırılmasında aile ve medyanın etkisini Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan Kıldan’dan dinledik.

Panelle başlatılan bu projenin uzun soluklu olmasını temenni ediyorum. “Her dem yeniden doğarız bizden kim usanası” diyen Yunus’un dili ile proje ile ihya ve inşa edilmek istenen değerlerimizin her dem var olmasını beklemekteyiz.

Değerler şehri Kastamonu’da değerlerimizin ihyası ve inşasında üniversitenin ve medyanın yeri tartışılmaz. Üniversitede değerler eğitimi araştırma merkezi kurulabilir ve ülke genelinde yayın yapan medyanın katkısı sağlanabilirse elbette ki, projenin tesiri büyük olur. Bu sağlanamazsa bile mahalli medyaya büyük görev düşmektedir.

Mahalli radyo, televizyon ve matbuat proje kapsamındaki değerlere yer vermelidir ki, ihya ve inşa kolaylaşsın.

Yaşamayan yaşatamaz düsturu gereğince mahalli medya değerlerimizi yaşamalı ki, yaşatsın ve insanımız “edeb” kelimesinde ifade edilen “eline, diline ve beline” sahip “değerli” varlık olsun.

Selam ve Sabırla.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Muhsin Yazıcıoğlu Külliyatı

Muhsin Yazıcıoğlu Külliyatı

Veysi ERKEN

Muhsin Yazıcıoğlu bir davanın sembol şahsiyeti. O menfur bir şekilde şehid edildi. Davası baki. Zira onun davası İlayı Kelimetullah doğrultusunda âleme nizam verme idi. Ondan önce de bu dava vardı ve kıyamete kadar bu davanın alperenleri olacak.

Merhum Yazıcıoğlu bir model şahsiyettir. Görüşleri özellikle gençliğe yol göstericidir. Yaptıkları ve yazdıkları bir külliyat haline getirildi.

Emek sarf ederek bu külliyatı hazırlayan Hakkı Öznur dostuma teşekkür ediyorum. Emek gerektiren bir çalışma. Hakkı Öznur’un emeği inşallah makbul olur bu mübarek aylarda. Külliyatın öz sözü ile sizi baş başa bırakıyorum. Umarım ki, son söze kadar gençlik külliyattan istifade eder.

Türk siyaset tarihi yazılırken açılması gereken en önemli başlıklardan biri de şüphesiz “Muhsin Yazıcıoğlu ve Türk Siyaseti”dir. O, siyaset mecrasında doğal karşılanacak birçok teklifi “millet” adına elinin tersiyle itmiş ender siyasetçilerden biri olmuştur. Yine Türk Demokrasi tarihinin bahsetmesi gereken en önemli siyasetçilerden biridir O.

Cennet mekân şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun (1954-2009) hayatını belki de en güzel özetleyen söz: “Haksız bir dava uğruna sultanlık yapacağıma, gerekirse haklı davada tek başıma yürürüm!” sözüdür.

Bu söz, bizim irfanımızın derinlerine nüfuz etmiş, hak ve hakikat kavramlarının, siyasal zeminde tecessüm etmiş haliydi. “Sonsuzluk”la geçici dünya arasındaki gerilimde, kendi medeniyet köklerinden tevarüs eden irfanın gücüyle, bütün dünyaya meydan okuyan bir idrakin, “Sonsuzluğun Sahibi”ne ulaşmak için yürüdüğü istikametin şifreleriydi bu sözler aynı zamanda.

Onun hayatı hep bu istikamet üzerine oldu. Her bir eylemi, her bir sözü, her bir yazısı, bu medeniyet kodlarının içinden süzülüp gelmiş irfanın, ülkünün mücessem haliydi.

Her eylemi, inanan ve inandığını hayata geçiren bir iman sahibinin eylemiydi. En netameli, çatışmalı yıllardan, işkence dolu Mamak yıllarına, oradan, siyasi parti genel başkanlığı sürecine ve nihayet ömrünün sonuna kadar fikir ve eylem birliğini sağlamış mefkûre ve eylem adamının davranışlarıydı bunlar.

Fikri ve siyasi mücadelesi, hep bu inanmışlık ve adanmışlıkla kendini gösterdi. Bu yönüyle o hep “lider”, hep “Muhsin Başkan” oldu.

Onun 40 yıllık siyasi hayatı hep fırtınalıydı, hep çileyle doluydu. O en kritik zamanlarda dahi, herkesin küçük bahanelerle kendi hayatını kurtarmaya çalıştığı anlarda, yukarıda alıntıladığımız sözün mucibince davrandı.

1980 öncesi, Ölümün kol gezdiği, namluların kan kustuğu çatışmalı yıllarda Türk gençliğini hep şiddetten çatışmalardan uzak tutmaya çalıştı. Konuşmalarında ve yazılarında “eller silah değil, kalem tutmalı” diyerek, gençliğe tarihi öneme sahip mesajlar verdi.

Türk gençliğini, küresel emperyalizme ve onun emrindeki, beşinci kol gruplara, iç savaş tahrikçilerine karşı daima uyardı. “Tahriklere kapılmayın, provokasyonlara gelmeyin” dedi.

12 Eylül 1980 öncesi Ülkücü Gençlik Hareketinin lideriydi. Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı iken, Şubat 1978 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e diplomatik bir üslupla mektup yazarak, , ülkenin içinde bulunduğu zor şartları ve tehlikeleri, devam eden kaos ortamını ve kızıl anarşiyi anlatıyordu.

Ülkenin Cumhurbaşkanı olarak sorumlu olduğu makamın gereğini yapmasını ve duruma seyirci kalmamasını istiyordu. Kısacası Cumhurbaşkanına, “ülke tehlikede, demokrasi düşmanları kaos peşinde” uyarısında bulunuyordu.

Bir gençlik lideri gibi değil, bir bilge siyaset ve devlet adamı gibi hareket ediyordu. Türkiye’nin 12 Eylül askeri darbesine sürüklenen sürecini önceden görmüştü. Bürokratik oligarşi, hâkim sınıflar ve NATO ile irtibatlı militarist çevreler, askeri bir darbe yapmak için Genelkurmay Karargâhında “darbe çalışma grupları” oluştururken, 1. Ordu’da “gizli darbe toplantıları” devam ederken, bütün bunlar bir şekilde kamuoyuna yansırken, o gelinen noktayı, demokrasi açısından tehlikeli görüyor ve ülküdaşlarına, “Türkiye hızla, ABD ve NATO planlı bir darbeye götürülüyor” değerlendirmesinde bulunuyordu.

1977-1980 yılları arasında milletimizi derinden sarsan ve acılara gark eden Malatya, Sivas, Kahramanmaraş, Çorum, vb. yerlerde çıkan olayların, birer provokasyon olduğunu, bu provokatif olayların, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek isteyen yabancı istihbarat servisler ile ajan diplomatların (CIA elemanları, Barış Gönüllüleri) işi olduğunu, bunların amaçlarının, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak olduğunu siyasi konuşmalarında, yazılarında açıkça ortaya koyuyordu.

Demokrasi dışı arayışlarda bulunan ve ihtilal şartlarını olgunlaştırmak isteyen, gladyo ile iç içe çalışan, askeri vesayetçi kesimlerin, darbe hazırlıkları yaptığı süreci, ülküdaşlarıyla değerlendiriyor, yaklaşan bir darbeye karşı ne yapacaklarını, darbenin rengini ve böyle bir darbede Türkiye’nin nasıl bir durumla karşılaşabileceğinin durumunu kendi aralarında tartışıyorlardı.

Yazıcıoğlu, Türkiye ve dünya meselelerini çok iyi analiz ediyordu. Türkiye’nin askeri bir darbeye hızla sürüklendiğini, askerlerin darbe hazırlıklarını yaptığını, Amerikancı, NATO’cu bir darbe olacağını ve demokrasinin büyük yara alacağını, ülkenin karanlık bir döneme gireceğini önceden tesbit etmişti. Yönelişleri sezen bir başkandı.

Yazıcıoğlu ufku geniş bir liderdi. “darbe geliyor” öngörüsünde ve tesbitlerinde haklı çıkmıştı. CIA’nın “Bizim Çocuklar” dediği, Amerikancı, NATO’cu Generaller 12 Eylül darbesini yapmışlar, yönetime el koymuşlar ve ülke karanlığa sürüklenmiş, demokrasi bir kez daha rafa kaldırılmıştı.

12 Eylül Faşist darbesinin ardından, dağılan, yok edilmeye çalışılan “Ülkücü Hareket”i derlemek ve toparlamak için yoğun bir çalışma yürüttü. Cuntacıların emrindeki asker ve polis karışımı, ülkücü düşmanı, özel seçilmiş güvenlik güçleri tarafından her yerde aranıyordu.

12 Eylül’ün bir kâbus gibi çöktüğü o karanlık süreçte rahmetli Alparslan Türkeş’in tutuklu olduğu dil okulundan “yakalanırsa çok işkence görür, çok zulmederler ona. Yurtdışına çıksın” telkinlerine; “Dava arkadaşlarım, idam sehpasında, işkence hanelerde şehit edilirken zindanlara doldurulurken, dört bir yandan askeri cunta tarafından aranan arkadaşlarımız varken, 2000’den fazla şehidimizin ve binlerce mağdurumuzun ailesi bizden maddi ve manevi yardım beklerken, hareketimiz dağıtılmaya, yok edilmeye çalışılırken, ben nasıl kendimi düşünür, yurtdışına çıkarım” diyordu. Bu tavrı ancak kendisini davasına ve milletine adamış Ülkücü bir lider sergileyebilirdi.

Yazıcıoğlu, 12 Eylül Faşizmine karşı mücadelesini, bir operasyonla yakalandıktan sonra götürüldüğü, Ankara 4. Kolordu’nun içinde, özel olarak cuntacılar tarafından kurulan, C-5 adlı işkence merkezinde de devam ettirmiş, ser verip, sır vermemiş, işkencecilere direnmiş, teslim olmamıştır.

Yazıcıoğlu, hem işkence gördüğü C-5’de, hem uzun yıllar kaldığı Mamak zindanlarında, hem de idamla yargılandığı, 12 Eylül hukuksuzluğunun adı olan, Cunta’nın kurduğu Mamak mahkemelerinde, 12 Eylül asker darbesini yapan “Beşli Konsey”e, 12 Eylül rejimine ve cuntanın işbirlikçilerine meydan okumuştu. Hiçbir zaman onlara boyun eğmemiş tahliye talebinde bile bulunmamış, ülkücü camianın bütün acısını ve ızdırabını omuzlamaya çalışmıştı.

Yazıcıoğlu, 12 Eylül sürecini takip eden “1993 Örtülü Darbe”sinde, bu sürecin devamı olan “28 Şubat” ve sonrasında yine demokrasiye ve milli iradeye sahip çıkarak, Türk demokrasi ve siyasi tarihine “yiğit bir lider”, gerçek bir “siyaset ve devlet adamı” olarak geçmişti.

Statükocularla, Ordu içindeki mezhepçi sol cuntaların otoriter BAAS’cı zihniyete sahip bir askeri darbe yapıp yönetime el koymaya çalıştıkları, karanlık 28 Şubat sürecinde, “namlusunu millete çevirmiş tank’a selam durmam” diyerek milli irade ve demokrasi düşmanlarına dikilmiş, demokratik sisteme sahip çıkmıştı.

Patronlar Kulübü “TÜSİAD!”ında içinde yer aldığı “Beşli Çete” denilen, Genelkurmay Karargâhı ile irtibatlı “sivil ihtilal kuvvetlerinin” ve Ordu içindeki mezhepçi cuntaların, anti demokratik baskıları nedeniyle ancak 11 ay sürebilen Refah-Yol Hükümeti’nin ve her kesimin darbeyi konuştuğu, “asker yönetime el koyacak” dediği 1997 Haziranında “Türkiye İran olmayacak, Cezayir olmayacak, ama Suriye olmasına da biz asla izin vermeyeceğiz” diyerek, Türkiye’de kurulan etnikçi-mezhepçi tezgâhı ifşa ederken, Türkiye’nin bin yıllık terkibinin kodlarını da ortaya koyuyordu.

Yazıcıoğlu, tarihi öneme sahip ve Türk demokrasi tarihine de ondan yana bir onur nişanesi olarak geçen o muhteşem sözü ile Türkiye’yi faşist bir askeri darbeden kurtarmış, ulusalcı-militarizmin oyununu bozmuş, darbe senaryolarını boşa çıkarmış, MDD’ci (Milli Demokratik Devrim) ve mezhepçi karanlık yapıların maskelerini düşürmüştü.

12 Eylül 1980 öncesi, yüz binlerce ülkücü gence liderlik eden bir gençlik lideriyken, dünyada ve Türkiye’de devam eden soğuk savaş döneminin kirli ve ülkeleri yakan, yıkan, darmadağan eden yüzünü yakından şahit olmuş ve iki emperyalist devletin, (ABD-SSCB) iki emperyalist askeri paktın, (NATO-Varşova) emperyalist paylaşım savaşlarının dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de devam ettirdiğini, soğuk savaş siyasetlerinin insanlık için büyük tehdit olduğunu ifade etmişti.

1947’de başlayan, 1989’da Berlin duvarının yıkılması ve SSCB’nin çökmesiyle, sona eren soğuk savaş yıllarının iki kutuplu dünyasından ABD ve NATO’nun hâkim olduğu tek kutuplu bir dünyaya geçilmişti. Girilen yenidünya düzeninin şifrelerini ilk deşifre eden yine Yazıcıoğlu idi.

“Yeni Dünya Düzeni”nin ABD ve Batı emperyalizminin küresel çıkarlarına hizmet edeceğini, bunun yeni sömürgecilikten başka bir anlamı olmadığını söylüyor, bu konuyla ilgili çok önemli siyasi tesbitlerde bulunuyor ve “YDD” (Yeni Dünya Düzeni) tehlikesine dikkat çekiyordu. İç siyasette olduğu gibi dış siyaset tesbitlerinde de yanılmayacak ve haklı çıkacaktı. “Yeni Dünya Düzeni” planının Amerika’nın “dünya imparatorluğu” peşinde koşan küresel emperyalist düzenin adı olduğunu ilk dile getiren siyasetçilerden biri oldu Yazıcıoğlu…

Yeni Dünya Düzeni ardından Türkiye’yi yakından ilgilendiren BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), BİP (Büyük İsrail Projesi) gibi emperyalist planların merkezinde Anadolu coğrafyasının bulunduğunu bu projelerin tek amacının Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, bölmek ve parçalamak, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmek ve terör devleti Siyonist İsrail’i korumak, güvenliğini sağlamak olduğunu ilk söyleyen lider de, yine o’ndan başkası değildi.

55 yıllık ömrüne bin yıl sığdıran Yazıcıoğlu, bin yıllık terkibin peşinde koştu. Muhsin Başkan’ın durduğu yer, Anadolu’nun bin yıllık tarihinden süzülen değerler dünyasıydı.

Yazıcıoğlu’na göre ayaklarını bu topraklara dayamayan hiçbir düşünce, gerçekçi değildi. Ruh kökümüz ve medeniyet tasavvurumuzun her zerresine sinmiş olan İslam, ana gayemiz ve ileri doğru yaşama cehdimizdir. Esas olan bu cehdin tam olarak ortaya konulabilmesi için İslam’ın son bin yıllık tecrübesinin ihmal edilerek bir yere varılamayacağı vurgusudur. Onun içindir ki, Türk milletinin ruh köklerini oraya buraya isnat etme çabalarına karşı, Muhsin Yazıcıoğlu’nun “Türkiye İran olmayacak, Cezayir olmayacak, ama Suriye olmasına da biz asla izin vermeyeceğiz” sözü bahsi geçen terkibin ifadesi olarak ortaya konulmuştur.

Bütün analizlerden hareketle, Muhsin Yazıcıoğlu’nda Türkiye’nin ve Müslüman Türk’ün “kendine has”lığı onun bütün konuşma ve eylemlerine sindiğini söyleye-biliriz. “Kendine has”lık başkasını inkâr üzerine inşa edilmez. Onun dayanağı yine kendi içinde gizlidir. Bu yüzden de ayrıştırıcı değil kuşatıcıdır. Onun için Türk milliyetçiliği ve Türk kültürü öteki oluşturarak kendini ifade etmekten ziyade, gönül ve akıl bütünlüğünde “yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” düsturunda ifadesini bulmuştur. İşte bu düsturdan hareketle de Türkiye oradan buradan devşirilecek bir sistemle değil, “kendi has”lığına uygun bir sistemle yönetilmelidir.

Milli iradenin tecellisi ise şekilsel toplum tasavvuru yerine, kendine haslığı ve varlığı ile barışık toplum iradesinin tecellisi olmalıdır. Nitekim Büyük Birlik Partisi’nin oluşum sürecinde ortaya konulan Milli Mutabakat Metnindeki “yenidünya düzenine karşı”, “Milli, İslami, Sivil, Katılımcı” ilkelerinden oluşan duruş, bu düşünceyi ortaya koyar. Ruh köklerinin iktidarı hedeflenmektedir böylece.

28 Şubat sürecinde Muhsin Yazıcıoğlu, bütün bunları kapsayan bir terkiple meydan okumuştu. Hatta bu meydan okumayı biraz daha ileri götürerek, 4 Şubat 1997’de Sincan’da tank yürüten, milli irade ve demokrasi düşmanı, ulusalcı militarizme, oligarşik güçlere, “Askerin yeri kışladır. Ordu sivil siyasete müdahale etmemelidir, ‘ordu göreve diyen’ darbeci zihniyet, demokrasi ve millet düşmanıdır.” diye haykırmış, cesareti ve dik duruşuyla milletin gönlünde taht kurmuştu.

1993 “örtülü darbe” sürecinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde kurulan, 28 Şubat sürecinde fiilen kendini gösteren, demokrasi düşmanı ve hukuk dışı bir yapılanma olan “Batı Çalışma Grubu”na millet adına, demokrasi adına karşı çıkan tavır koyan ve demokrasilerde darbe çalışma gruplarına, BÇG’lere yer yok diyen tek liderdi. Başlatılan 12 Eylül ve 28 Şubat soruşturmaları Muhsin Yazıcıoğlu’nun darbeler konusundaki öngörülerinde ne kadar haklı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Yazıcıoğlu’na göre; hâkim sınıflar, burjuvazi her zaman darbecilerle birlikte olmuş, onlara destek vermiştir. Yine Yazıcıoğlu’na göre; 12 Eylül darbesinde olduğu gibi 28 Şubat darbesinde de darbenin sermaye, yargı ve medya ayağı vardı. Yani darbecilerin “sivil ihtilal kuvvetleri” dediği işbirlikçileri vardı. Darbeler soruşturulurken mutlaka bunların sermaye, yargı ve medya ayağı yönünden de soruşturmalar yapılmalıydı. Ona göre; ABD ve İsrail, Genel Kurmay Karargâhının “28 Şubat post-modern darbesi” dediği darbeyi açıkça desteklemişti. Kapitalist enternasyonal, 28 Şubat aktörlerine uluslararası destek vermişti.

Yazıcıoğlu, demokrasiye ve millet iradesine sahip çıkan bilge tavrını, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın kaleme aldığı, açıkça demokrasiye bir müdahale olan, 27 Nisan 2007’deki e-muhtıraya, hükümetten önce karşı çıkarak sürdürmüş ve anti-demokratik e-muhtıraya ilk karşı çıkan siyasi lider olmuştur.

O, dönemde oynanan oyunlara, kendilerini millet iradesinin üstünde gören atanmışların tavırlarına karşı herkesin şok yaşadığı bir demde, en sert eleştiriyle karşılık veren Yazıcıoğlu, bu toprakların milli şuur ve tarih bilincini bir kere daha ortaya koymuştur.

Yazıcıoğlu, ordunun sivil siyasete karışmasına, müdahale etmesine şiddetle karşı çıkmış, askeri vesayet’ten, yana olan, demokrasi dışı arayışlarla daima mücadele etmiştir. Anti-demokratik bir rejim peşinde koşan, dikta rejimi heveslileriyle, mücadelenin demokrasi açısından son derece önemli olduğunu her yerde açıkça dile getirmiştir.

Yakın politik tarihimizde yer alan olaylara göstermiş olduğu tavırlar O’nun bir bilge lider oluşunu ve ülkücü duruşunu göstermektedir.

Muhsin Yazıcıoğlu, 1997 yılında verdiği bir mülakatta, “Genç yaşta ülke sorumluluklarını üstlenmiş bir kuşağız biz. Kendimize göre dünyayı yerinden oynatacak ideallerimiz var. Tercihimiz değildi ama kavgalarında girdabında geçti hayatımız. Şimdi diyorum ki, farklı düşünceleri anlamalı ve onlardan zenginlik üretebilmeliyiz. Kavgaların, darbelerin sorunları çözmediğini hayat bize öğretti” diyordu.

40 yıllık siyasi yaşamı boyunca üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü savundu. Yargının siyasallaşmasına hep karşı çıktı. İktidarlarında, yargıya müdahalesini yanlış buldu. Yargı siyasete karışmamalı, siyasetçilerde yargıya baskı yapmamalı fikrini her zaman, her platformda dile getirdi. Yargının siyaseti kuşatmasına, siyasetinde yargıyı kuşatmasına daima demokrasi ve millet adına karşı çıktı.

Hak ve hürriyetlerin korunması ve genişletilmesi yönünde bir tutum aldı demokratik ve sivil bir anayasa istiyordu. Askeri vesayete ve ulusalcı militarizme karşı çıkıyor, bürokratik oligarşiyle mücadele ediyor, milli iradeyi ve katılımcı demokrasiyi savunuyordu. Yazıcıoğlu’na göre aslolan vesayetçiliği mahkûm etmekti.

Vesayetçiliğin her türlüsüne karşıydı. Vesayetçilik son bulmadıkça, Türk Demokrasisinin gelişemeyeceğini düşünüyordu. Yazıcıoğlu 1960’dan bu yana yapılan darbe, darbe girişimleri ve muhtıraların, TBMM’de bir komisyon oluşturularak araştırılmasını istiyordu. Meclis darbelere el koymalı ve darbe dönemleri kapanmalı, kimse bir daha demokrasi dışı arayışlara yönelmemeli, darbeciler, cuntacılar halka hesap vermeli, yargılanmalı diyordu.

Her dönemde ülkenin birlik ve beraberliğinden yana olan, kamplaşmaya, cepheleşmeye, kutuplaşmaya karşı çıkan Yazıcıoğlu, 19, 20 ve 23. dönem milletvekili olarak yaklaşık 10 yıl süreyle mecliste temsil ettiği, milletinin değer ve inançlarını savundu.

Yazıcıoğlu, bölücü terör örgütü PKK’nın arkasında ABD, İsrail ve AB ülkeleri olduğunu, PKK’nın, stratejik bir “maşa” olduğunu, daima dile getirmiş ve terörle mücadele ile ilgili görüşlerini, tekliflerini, Cumhurbaşkanlığı yapan Turgut Özal, Süleyman Demirel, Abdullah Gül, Başbakanlık ve Bakanlık yapan birçok siyasetçiye ve siyasi parti liderlerine sunmuş ve çözüm önerilerini onlara anlatmıştır.

Yazıcıoğlu, “Çekiç Güç” adlı gizli ve karanlık gücün amacının, ülkemizi bölmek, parçalamak ve Irak’ın kuzeyinde işbirlikçi Barzani ve Talabani’ye kukla bir devlet kurdurmak, yani Irak’ın kuzeyinde “2. İsrail”in kurulmak istendiğini ilk dile getiren, “Çekiç Güç”e karşı çıkan ve millet adına tavır koyan tek lider olmuştur.

Bölücü terör ve bölücü terörle mücadele konularında söylediklerinde hep haklı çıkmıştı. Ancak, devleti idare edenler, siyasal iktidarlar ise onun söylediklerinin tam tersi istikametinde yanlış icraatlar yaparak terörün devam etmesine zemin hazırlamışlardı.

Fikri, felsefi ve entelektüel derinliği olan Yazıcıoğlu, klasik bir politikacı değildi. O’nda İslam ahlakı vardı. Ahlaklı, faziletli, dürüst, haysiyetli bir liderdi. Asla çıkarların adamı olmadı, daima fikirlerin adamı oldu. O, siyasi parti başkanının ötesinde tarihsel bir kişilikti. Politikanın kayıkçı kavgasını andıran bir üslupla yürütüldüğü bir zeminde, inancın ve fikrin doğrularını söyleyerek, Türk siyasetinin hesap yapmayan tek lideriydi.

Her zaman bu ülkenin birlik harcını savunmuş, günlük politikanın kavrayamayacağı bir üslupla, medeniyet kodlarının oluşturduğu bir üst dili kullanarak, bir misyon adamı olduğunu ortaya koymuştur.

O’nun için önemli, olan iktidar vizesi değil, yüce rabbimizin rızasıydı. Kur’an ve sünnet çizgisinde bir hayat sürdü. Hesap adamı değil, gerçek bir dava ve gönül adamıydı. O, İstikamet ve vakar sahibiydi. Hiç yanlış yapmadı, politikanın hiçbir kiri, bulaşmadı üzerine. O, makam ve mevkileri değil, sonsuzluğu düşünen bir liderdi. Siyasi yaşamı boyunca, her türlü emperyalizm ile liberal kapitalist sistemle mücadele etti. Egemen güçlere, çıkar çevrelerine asla boyun eğmedi, iç ve dış karanlık mihraklarla daima mücadele etti.

Maziyi, atiye taşımaya karar kılmış bir mefkûre adamı; siyasete ahlakı ve erdemi üfleyen bir ahlak adamı; en zor şartta dahi hakikati haykıran hakperest bir kahraman; milletin değerlerini her şeyin üstünde tutan milliyetçi; Türk’ün tarih boyunca oluşturduğu düzeni geleceğin dünyasında görmek isteyen bir ülkücü ve bütün bunları kuşatan İslam’a, gönlüyle ve eylemleriyle bağlı Hüseyni duruşlu Muhammedi tavırlı bir Müslüman’dı… Yani bütüncül bir medeniyet perspektifine sahip bir dava adamı…

Yazıcıoğlu, tavizsiz bir Türk Milliyetçisiydi. Sistemden beslenen, statükocu “ulusalcılık” ile millete dayanan Türk Milliyetçiliğinin çok farklı iki çizgi olduğunu hep dile getirdi, altını ısrarla daima çizdi.

“Atatürk Milliyetçiliği”, “Kemalist Milliyetçilik” kavramlarının yanlış olduğunu, kişilere dayalı milliyetçilik olamayacağını, “Devlet Milliyetçiliği” değil, milletin milliyetçiliğinin doğru bir fikir olduğunu net bir şekilde ortaya koydu.

Milletin inanç ve değerlerini savunan, İslam’la mecz olmuş Türk milliyetçiliğinin kuşatıcı, birleştirici ve bütünleştirici yönünü konuşmalarında ve yazılarında ortaya koymuş ve inançla savunmuştur.

Son yıllarda ortaya çıkan, milletin inanç ve değerlerine düşman “Ulusalcılık” akımının bir soğuk savaş çizgisi olduğunu, Ulusalcılığın milli irade ve demokrasi düşmanı bir ideoloji olduğunu, sürekli vurgulamıştır.

Bir hayali vardı bilge liderin;

“Bir hayalim var! Bütün vatandaşlarımızın, ayyıldızlı bayrağım altında, şerefle yaşadığı kavgasız bir Türkiye hayal ediyorum…

Bir hayalim var! Başını örtenle açanın, aynı üniversitede yasaksız, kavgasız, kardeşçe yaşadığı bir ülke hayal ediyorum…

Bir hayalim var! Kürt-Türkmen, Alevi-Sünni ayrımı olmadan, zengin-fakir ayrıcalığı görülmeden, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış, refah ve huzur içinde bir Türkiye istiyorum…

Kısacası; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar güçlü, kaynaşmış ve birleşmiş bir Türk dünyası ve Türk-İslam birliği hayal ediyorum…

Büyük bir Türkiye hayal ediyorum…”

Yine bir başka konuşmasında:

“Ya korkularımızla koyun koyuna yatıp, hiçbir şey üretmeden kendimizle cedelleşmeye devam edeceğiz, ya da birbirimize ve hayat tarzlarımıza tahammül edip, prangaları sökerek geleceğe doğru dev bir adım atacağız.” diyordu.

Meclise milletvekili olarak girdiği 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde, Yazıcıoğlu için “O inançlarımızı meclise taşıyacak” deniliyordu. Ve 10 yıllık milletvekilliği sürecinde milli iradeyi hakkıyla temsil etti. Milletin inanç ve değerlerini her şartta savundu. Demokrasi ve milli irade düşmanlarının baskılarına, dayatmalarına boyun eğmedi, ilkeli, seviyeli, tutarlı bir siyaset adamı olarak milletin gönlünde yer aldı.

Üç ciltten oluşan “Muhsin Yazıcıoğlu Külliyat”ında büyük bir fikir, siyaset, aksiyon, dava ve iman adamının 1976 yılından şehit düştüğü tarihe kadar yayınlanmış makaleleri, şiirleri, yapmış olduğu siyasi konuşmaları (seçim konuşmaları, kurultay konuşmaları, TBMM konuşmaları), ve kendisiyle yapılan röportajları ilk defa toplu bir şekilde bulacaksınız.

Baştan beri söylediğimiz gibi O, bir fikir ve eylem adamıydı. Onun eylemleri, fikirlerinin görünen haliydi. Bu yüzden, somut bir Muhsin Yazıcıoğlu portresinin en önemli göstergesi, ülküsünü ve inancını dile getirdiği makaleleri, röportajları ve konuşmalarıdır.

Üç ciltlik bu dev külliyatta; İslam, Türk-İslam medeniyeti, Ülkücülük, Ülkücü Hareket, milliyetçilik, Nizam-ı Âlem, siyaset, demokrasi, laiklik, kültür, anayasa, darbeler, terör, dış politika, Türk-İslam coğrafyasında yaşananlar, Ortadoğu, AB, vb. uzanan onlarca konudaki görüşlerine toplu bir şekilde yer verilmektedir.

12 Eylül 1980 öncesi ülkenin içinde bulunduğu ağır şartlar, çatışmalı yıllar, çatışmalar, 12 Eylül darbesi, darbe sonrası süreçler, 1993 süreci, 28 Şubat ve e-muhtıra dönemleri Yazıcıoğlu’nun perspektifinden yakın çağ siyasi tarihimize ışık tutmakta ve tarihe not düşmektedir.

Şehit, Muhsin Yazıcıoğlu’nun 1987 Nisan’ında Mamak Cezaevi’nden tahliye oluşu, “Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı” (SOGEV) Başkanlığı, 27 Kasım 1988’de MÇP’ ye girişi, MÇP yılları, 20 Ekim 1991’de Milletvekili oluşu, fikri ve siyasi ayrılığa düştüğü MÇP yönetiminden 7 Temmuz 1992’de kopuşu, “Yeni Oluşum” hareketi, “milli mutabakat çağrısı” sivil siyaset programı, BBP’nin kuruluşu ve daha pek çok konu ilk defa bu külliyatta toplu olarak yer almaktadır.

Soğuk savaş dönemi ve sonrası dünyada ve Türkiye’deki siyasal dönüşümler iktidar mücadeleleri vb. pek çok konular gerçek bir siyaset ve devlet adamı olan bilge lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun perspektifinden üç ciltlik külliyata bakıldığında görülecektir.

Muhsin Yazıcıoğlu külliyatında, özelde Ülkücü hareket, genelde ise Türk siyasi hayatının son 40 yıllık serüveni, yine Muhsin Yazıcıoğlu perspektifinden değerlendirilmektedir. BBP lideri olarak, 29 Ocak 1993’ten şehit düştüğü 25 Mart 2009’a kadar iç siyasetten, dış siyasete, ülkenin içinde bulunduğu siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel vb. konularla ilgili fikirleri, tespitleri, tahlilleri ilk defa bu külliyatta yer almaktadır.

Bu çalışmanın gayesi; bir iman, ahlak ve mefkûre adamının ayak izlerini takip ederek, geleceğin Türkiye’sine ulaşmaktır.

Şehit Muhsin Yazıcıoğlu, rol model olarak ortadadır ve bugün içi boşaltılan birçok kavramın gerçek niteliklerini yazmış olduğu makaleler, konuşmaları ve röportajlarda ortaya koymuştur. Ve rüyaların yok edildiği, yerine boş umutların üflendiği bir ortamda onun milli ve İslami düşünceleri bir kat daha önem kazanmıştır.

Üç cilt halinde hazırladığım Muhsin Yazıcıoğlu Külliyatı, hem bir dönemi ışık tutacak, hem de bu ülkenin yerli düşüncesinin zihin kodlarını ortaya çıkaracaktır kanaatindeyim.

Birinci cilt makaleler, konuşmalar ve şiirlerden oluşmaktadır.

1. Bölüm makalelerden oluşmaktadır (12 Eylül 1980 öncesi yayınlamış makaleleri, 12 Eylül 1980 sonrası yayınlanmış makaleleri).

2. Bölüm: Konuşmalar.

Bu bölümde; MÇP ve BBP kurultaylarında yaptığı konuşmalar, TBMM konuşmaları, seçim konuşmaları yine Yazıcıoğlu’nun tarihsel ve siyasal açıdan çok önemli olan konuşmaları “Ekler” bölümünde yer almaktadır.

3. Bölüm: Şiirler. Yazıcıoğlu edebiyat ve şiirle yakından ilgiliydi. Şair ve edip yönü vardı. 12 Eylül 1980 darbe sonrası Mamak Cezaevinde kaleme aldığı şiirler bunu ortaya koymaktadır. Bugün herkesi hüzne boğan ve silinmez bir iz bırakan “Üşüyorum” şiiri bunlardan birisidir. Yazıcıoğlu, Nisan 1987’de Mamak Cezaevinden tahliye olduktan sonra birkaç şiir yazmıştır. Yazıcıoğlu’nun kaleme aldığı toplam 34 adet şiiri vardır. Bunlar 3. bölümde yer almaktadır.

İkinci cilt ve üçüncü cilt ise röportajlardan oluşmaktadır.

İkinci cilt “genel siyaset” adıyla üç bölümden oluşmaktadır:

1. Bölüm: Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) dönemi.

2. Bölüm: Yeni Oluşum dönemi (BBP öncesi ve BBP’nin kurulmasıyla sonuçlanan süreç)

3. Bölüm: Büyük Birlik Partisi (BBP) dönemi (29 Ocak 1993 -25 Mart 2009)

Üçüncü cilt ise 4 bölümden oluşmaktadır.

1. Bölüm: Ülkücü hareket (Dava Ülkücülük-Ülkücü Hareket, Milliyetçilik-Milliyetçi Hareket gibi konu başlıkları)

2. Bölüm: Darbeler, Cuntalar, Muhtıralar. (12 Eylül Darbesi, Cezaevleri, İşkencehaneler, Anılar, 28 Şubat Süreci, 27 Nisan 2007, e- muhtıra konu başlıkları)

3. Bölüm: Dış Politika.

4. Bölüm: Din, Kültür, Edebiyat.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun Türk siyasi ve fikir hayatına sağlamış olduğu tarihi katkılar ve asla unutulmayacak olan hizmetleri, bu külliyatta, belgelerle ortaya konulmaktadır.

Bu çalışmayla hem üzerimizde büyük hakkı ve emeği olan şehit liderimiz, cennet mekân Muhsin Başkan’a vefa borcumuzu ödemek, hem de rızay-ı ilahiyi kazanmayı hedefledik…

Sonsuzluğu düşünen lider Yazıcıoğlu, çağının vicdanı, şahidi ve İ’lâ-yı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem davasının şehididir.

Ülkesine, milletine hizmet yolunda Keş dağlarında Şehit düşen, Hakka yürüyen, bilge lider, adam gibi adam, veli duruşlu, Yesevi gönüllü bir iman, ahlak, karakter, dava adamı olan, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu ve bütün şehitlerimizin ruhları şad olsun, mekânları cennet olsun…

Önsöz’ün “son sözünü ” O’na bırakıyorum:

“Ümitliyiz, kararlıyız, inanç doluyuz ve yalnız değiliz. Zaten inanan insanın yalnızlık gibi bir problemi olamaz. Allah’ı zikreden bir dil, Allah’a şükreden bir kalp taşıyorsa insan nasıl yalnızlık duygusuna kapılır?

Selam ve Sabırla.

20 Mayıs 2012 Pazar

Maaş mı "Mâ Aş" mı?

Mâ Aş

Veysi ERKEN

Üst yöneticilerin maaşı hariç ne zaman maaşlardaki artış gündeme gelse iktidar sahipler hemen “âli menfaat” teranesine başlarlar.

Sayın Başbakan da bu kervana katıldı. Daha birkaç ay önce eşit işe eşit ücret adı altında üst yönetime aşırı zam yapmışken Sayın Başbakanın maaş artışları konusunda Yunanistan’a döneriz ifadesi anlaşılır değildir.

Üstelik milletvekillerine yaptıkları kıyak hafızalarda taze iken.

Biliyorsunuz ki, aziz dostlar vekillerimizin ekseriyetinin hem emekli hem de vekillik maaşı tıkır tıkır işlemektedir. Bazılarının emeklilik maaşı 900 tl’den 6000 binler seviyesine ceffelkalem yükseltildi.

Sosyal konularda “ustalık dönemi” Sayın Başbakan’a yaramadı. Önce Bedellide gençleri mağdur etti. Devamında vicdanî ret askıda bırakıldı.

Yetmedi bir gecede şike kanunu değişti.

Yanlışlıkla bombalar yağdırıldı.

Hatalar

Hatalar bir birini kovalar misali

Bu dönemdeki hatalar saymakla bitmez.

Vatandaş bizar oldu.

Anlaşılmaz bir tavırla geniş kitleler mağdur edilmekte.

Mağrurlar kıs kıs gülmekte.

Mağrur olanların sonu bellidir.

Umarım ki, Sayın Başbakan kendini yanıltanları fark eder.

Zorbaların oyununa düşmez. Halk adamı olur. Tıpkı kendi ifadesiyle “çıraklık dönemi”nde olduğu gibi.

Bu devran böyle gitmez.

Üç artı üçlerle hayat sürmez.

Adam gibi geçimin yolu adam gibi iaşe ve ibate için maaştır. Başbakan’a “İsar”ı hatırlatırım. Hani empati diyorlar ya.

Biraz İsar, biraz empati.

Maaş yoksa “Mâ aş” vardır.

“Mâ aş”ı Sayın Başbakan iyi bilir.

Birde dostlar bilsin istedim.

“Mâ aş” yaşamadı demektir.

Onun için iktidar sahipleri “Mâ aş”lıları pek sever.

Vatandaş “mâ aş”lı olmak istemiyor.

Maaşlı olmak istiyor.

İaşe ve ibate sahibi olmak istiyor.

Sayın Başbakan bilirsiniz ki, hatadan ve kusurdan vazgeçmek bir fazilettir. İslami ve insani bir davranıştır.

Gelin birliğimizi ve dirliğimizi güçlendirecek adımları atalım.

Bir avuç insanın yanıltmalarını boşa çıkaralım.

Ülkemiz hukuk devletine sahip olsun.

Kanun devleti değil.

Hukukla kanun devleti farklıdır.

Kanunla insanları “mâ aş”lı yapabilirsiniz.

Ama bu hukuk değildir.

Hulasa-i kelâm.

Zulümle âbâd olunmaz. Zulümle âbâd olmak isteyenin sonu berbattır.

Selam ve Sabırla…