24 Ocak 2013 Perşembe

Allah’a inanıyorlar Allah yokmuş gibi yaşıyorlar




Sorun ateizm değil, insanların Allah var demesine rağmen Allah yokmuş gibi yaşamalarıdır*
 Veysi ERKEN

            “Allah’a inanıyorlar Allah yokmuş gibi yaşıyorlar.” İnternet dünyasında gezinirken bu ifade dikkatimi çekti. Sayfayı açınca Dr. Emre Dorman beyin röportajı ile karşılaştım. Tanımadığım bir isim. Harika bir tespit. Bir solukta röportajı okudum. Röportajın tamamını okuma isteyenler için adres: http://www.moraldunyasi.com/bul-1397-99-dr_emre_dorman__sorun_ateizm_degil.html
            Anladım ki genç bir akademisyen.
            Kendisiyle irtibata geçtim.
            Sağ olsun üç kitabını gönderdi.
 “Modern Bilim: Tanrı Var”, “İnsanlar Uyurlar, Ölünce Uyanırlar” ve “Kur’an-ı Kerim’deki Temel Emir ve Yasaklar”
Birbirinden harika kitaplar.
Kur’an-ı Kerimdeki emir ve yasakları yüz ondört başlıkta kısa kısa ayetler ışığında özetlemiş.
Herkesin rahatlıkla okuyup anlayacağı eserler.
Vahyedilen İlk ayetleri ikra ile başlayan kitabı temel referans alan bir inancın mensupları okumak ve araştırmak mecburiyetinde.
Bu mecburiyet hayatlarını Allah’ın hudutlarını, emir ve yasaklarını bilmek ve yaşamak içindir.
Aksi takdirde hayatlarını kendi heva ve heveslerine uydururlar. Yani Emre beyin ifadesiyle Allaha inanırlar ama Allah yokmuş gibi yaşarlar.
Bugün içinde yaşadığımız durum budur.
Heva ve hevesimizi adeta ilah edinmenin sonu hüsrandır.
Başkasına örnek olamamızın sebebi budur.
Allah yokmuş gibi yaşamamız.
İntibah okumaktan, öğrenmekten ve yaşamaktan geçer.
Hayatımızı Allah’la irtibatlandırmamız zorunludur.
Allah’ın ipine sımsıkı sarılmamızın vakti gelmiş ve geçmiştir.
Bunu yapamadığımız gibi uyur kalmış oluruz.
Sadece öldükten sonra uyanmamalıyız.
Bu âlemde de uyanık olup Cenabı Allah’la olmak zorundayız.
Allah’ın hudutları dâhilinde yaşamak ve yaşatmak her Müslüman’ın görevidir.
Artık okumak ve uyanmak vaktidir.
Röportajı ve kitapları okuyun ve okutun ki, “Allah vardır ve istediği gibi yaşıyorum” önermesi hayat bulsun.
İyi okumalar.
Selam ve Sabırla.

Modern Bilim: Tanrı Var
İnsanlar Uyurlar, Ölünce Uyanırlar
Kur’an-ı Kerim’deki Temel Emir ve Yasaklar

Kitaplarının temini için
İstanbul Yayınevi, Cağaloğlu Yokuşu Evren Han No 17, Kat 1, Daire 33 Sirkeci/İstanbul

Tel:0212 519 6272
e-posta: bilgi@istanbulyayinevi.net

18 Ocak 2013 Cuma

Sosyal Tesisler Gerçekten Kapatılacak mı?



Sosyal Tesisler Gerçekten Kapatılacak mı?

Veysi ERKEN

                Sayın Başbakanın bir toplantıda kullandığı “Senede bir ay iki ay gidecekler oralarda kamp yapacaklar, ondan sonra 10 ay buraları çıplak, çürümeye yüz tutacak. Neymiş? Kamu mensuplarının oralarda yazın tatillerini geçirmesine fırsat vermek. Devlet böyle bir şey yapacaksa belli otellerle anlaşırsın, oralarda gider o tatillerini yaparlar, olur biter” http://www.aktifhaber.com/memur-kamplari-kaldiriliyor-mu-721341h.htm  ifade ile memur kamplarının kapatılacağı düşünülüyor.
Tabii ki, kampların, sosyal tesislerin, lojmanların kapatılmasını, makam araçların satılmasını ve imtiyazların bitirilmesini istiyorum. Ama bunun gerçekleşeceğini zannetmiyorum. Zira başbakan her ne kadar bunu ifade etmişse de bürokrasi allem edip kulem edip saltanatını sürdürüyor. Bununla ilgili “Üç Beş Lojmanı boşalttırmak Yetmez” yazımı sizinle paylaşayım.
            “Dün  “Başbakan Erdoğan belediye başkanlarına 'Halkın içinde olun. Kendi ilçenizde oturun' talimatı verdi. Florya'daki deniz manzaralı daireler boşaldı, 11 belediye başkanı artık kendi mahallesinde yaşıyor... İstanbullu belediye başkanları eve döndü. Başbakan Erdoğan'ın, 'İlçenizde oturun' talimatının ardından Florya'daki 'başkan lojmanları' bir bir boşaldı...  ” ifadesini okudum ama sevinemedim.
Bilindiği üzere Sayın Başbakan 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra da vekillere lojmanda oturmamalarını salık vermiş ve lojmanlar satılmıştı. O zaman sevinmiştik gerisi gelir diye.
Boşuna bekledik oligarşik devletin temel niteliği olan imtiyazlardan vazgeçilmedi. Bilakis lojman, makam aracı, ek tazminatlar, sosyal tesisler arttırıldı.
Bürokrasi muhkemleştirildi.
Başbakan gerçekten halkı düşünüyorsa başta bütün üst bürokratların (ayırım yapılmadan generaller, hâkimler, savcılar, genel müdürler, müsteşarlar vs.) olmak üzere herkesin kullandığı lojmanı, makam aracını ve sosyal tesisini boşalttırmalıdır.
Bilinmelidir ki imtiyazların olduğu yerde oligarşik yapı vardır.
Seçime az kaldı. İmtiyazların ve saltanatların kaldırılmasını bekliyoruz.
Daha önce oligarşık devletin niteliğini şu şekilde ifade etmiştik. “Her zaman tartışma konusu olan ve olmaya devam edecek iki kavram “siyaset” ve “devletin Niteliği”dir.  Tanımlamaları zor ve tartışmalı kabul edilse bile bireyin ve toplumun hayatını doğrudan etkileyen kavramlardır.
            Zorluklara rağmen “siyaset bir ülkede maddi ve manevi kaynakların nasıl dağıtılacağına ilişkin süreç ve bu süreçle ilgili kararları etkilemedir” biçiminde tanımlanabilir. Bu tanımdan hareketle denilebilir ki, eğer toplum ülkedeki kaynakların dağıtılmasında etkili ve güçlü değilse siyasetten değil despotizmden bahsedilir.
            Devlet ve siyaset ilişkisine bu bağlamda yaklaşıldığında devletin niteliğini güçler ilişkisinin belirlediğini görürüz.
            Karar almada birey ve toplum etkili ise o devlet demokratik ve milli sayılır. Aksi takdirde devlet güç odaklarının devletine dönüşür. Bugün yaşadığımız süreç devletlerin güç odaklarının ve şirketlerin devletlerine dönüştüğünü göstermektedir.” ifadeleriyle başlamıştım.
            Tespitim oligarşik çete tarafından doğrulandı.
            Oligarşik çetenin hâkimiyeti “Lojman”, “Makam aracı” . “Dokunulmazlık” ve bunların türevlerinde devam etmektedir. Oligarşik çete bu alanlardaki hâkimiyetini ve tasallutunu kaybetmek istememekte ve siyasetin belirleyici olmasını kabullenememektedir.
             Suiistimal, yolsuzluk, hortumlama ve fişleme zanlısının tutukluluğuna yapılan itiraz, gösterilen dayanışma ve siyasete yapılan taarruzlar oligarşik çetenin varlığına ve hâkimiyetine bir delildir.
            Bunun yanında makam araçları ve lojman saltanatının devamı ayrı bir delildir. Kuşatma el parası ve emirleriyle muhtelif şekillerde devam ettirilmektedir. Elin parasıyla ahtapotun kolları faaliyete devam etmekte ve nice baharlar feda edilmektedir.
            Millet artık el parasıyla ve emirleriyle hareket eden ve kendisini satan her türlü yapıyı reddetmelidir. Başka bir çıkış ve kurtuluş yolu yoktur.
            Çıkış yolunu gerçekten Allah rızası için hareket edenler gösterebilir. Yol gösterme kavramının içinde şan, şöhret, makam, mevki ve liderlik istekleri varsa biliniz ki, sahtekârlık mevcuttur.
            Peygamberler nasıl ki, insanlara yol gösterdiklerinde bir şey talep etmedilerse, günümüzün yol göstericileri de böyle olmak zorundadır.
            Kurtuluş “Boğazdaki Aşiret” ve “Sabatayist”lerden oluşan derin aileyi faş etmekle mümkündür. Bu aile faş edilmedikçe muhtelif görünümlü maşaların faaliyetleri durdurulamaz.
            Derin aile hem kendi hem de el parasını rahatlıkla maşalarına dağıtabilmekte ve onları millete karşı kullanabilmektedir.
            Hemen hemen her kesimde ve teşkilatta habis ailenin maşası yer almaktadır. Ailenin görünen fertlerinden söz ettiğinizde onları savunan maşalarla karşılaşırsınız. Âlî menfaat ile başlayan nutuklar vatanseverlikle sürdürülmekte ve efendilerin istekleri doğrultusunda yorumlarda bulunulmaktadır.
            Medyanın şeytanlarının köşeleri ve teşkilat yöneticilerinin ifadeleri bu habis ailenin isteklerinin sıralanmasından başka bir şey değildir.
            Derin aile kurduğu ağlar ve uşaklarına sunduğu lojman, makam aracı ve dokunulmazlıkla varlığını gizleyebilmekte ve fucuratına devam edebilmektedir.
            Siyaseti gerçekten millet için yapma iddiasında olanların uyanması ve güç odaklarının oyuncağı olmaktan kurtulmaları gerekir. Bunun yolu dokunulmazlık ve saltanatın bitirilmesinden geçer.
            Unutulmamalıdır ki, niteliğini halkın belirlediği devletlerde hiçbir kimse ve kurum “la yüs’el” değildir ve olamaz.
            Oligarşik yapıyı ve derin ailenin tasallutunu çözmek isteyen siyasilerimiz halkı karar alma sürecine katacak formülleri sunmak mecburiyetindedir.”
Netice olarak Sayın başbakana sesleniyorum. Üç beş lojman yetmez.
Hazır siz kirada oturuyorken hemen ve acilen lojman, makam aracı, tazminat ve sosyal tesis imtiyazına ve saltanatına son veriniz.
            Selam ve Sabırla...................................................
  

13 Ocak 2013 Pazar

“Gen-etik”i Bozuk Olgu: Küreselleşme



“Gen-etik”i Bozuk Olgu: Küreselleşme*

                Veysi ERKEN

            Herkesin dilinde “küreselleşme” veya “globalleşmek” kelimeleri yer etmiş. Ulema takımından tutun sokaktaki insana kadar herkes küreselleşiyoruz, bundan kaçınmak mümkün değil değip duruyor.
            Hakikaten “küreselleşme” kaçınılmaz mı? Küreselleşme kaçınılmaz ise insanları nasıl etkileyecek? Küreselleşme hangi “gen-etik” kodlara göre oluşmaktadır? Bu soruların cevaplandırılması ve ona göre “donanım”ın geliştirilmesi gerekir.
            Yeryüzünde olup bitenler analitik bir yaklaşımla incelendiğinde “küreselleşme”nin hem “gen” hem de “etik”i bakımından bozuk, dolayısıyla genetiğinin de bozuk olduğu görülür. Küreselleşme “gen” ve “etik” olarak tahlil edilmelidir ki, “donanım”ımız sağlıklı olsun.
             “Gen”, “etik” ve “Genetik” bozuk olunca sonuç ne olur?
            Sonuç ortada.
            Sonuç kan, zulüm, yıkım, işgal ve sömürü.
            Esasında “küreselleşme” seri düşüncelerin ve yazıların konusudur. Yüzlerce sayfa uzunlukta ve binlerce belgeye dayanacak kadar geniş bir konudur.
           Tespitlerimize göre herkesin dilinde olan ve kaçınılmazlığından dem vurulan  “küreselleşme” bir kaç temel alanı kapsamaktadır. Ve bu alanların bir “tapınak” tarafından kendi süflî  “amaç” ları doğrultusunda şekillendirilmeye çalışıldığını görmekteyiz.
            Bu alanlar şunlardır.
1-      Dünya jandarmalığının tek elde oluşturulması ve şövalyelere terk edilmesi,
2-      Yeryüzü ekonomisinin tek merkezden tanzim edilmesi ve tapınak şirketlerine havale edilmesi,
3-      Merkez tapınağın tanzimi doğrultusunda tüketim alışkanlıklarının oluşturulması,
4-      Yapılandırılmak istenen düzenin geçerli olduğunun anlatılması için “medya” tekelinin oluşturulması,
5-      Her türlü “dinî değer”in tahrip edilmesi,
6-      Tahrip ve tahrif edilen dini değerlerin yerine kendi değerlerinin ikame edilmesi,
7-      İnsanı değersizleştiren öğretim sürecinin yapılandırılması.
Dünyada “küreselleşme” adı altında yürütülen biçimlendirilme işlemleri yeni değildir ve sona ereceği yoktur. Bu işlemler “hak” ve “hukuk” mantığının olmadığı “sion” ve “templiye” tipi tapınakların oluşmaya başlamasından beri vardır. Yeryüzünün efendileri olma sevdasını taşıma bu gruplarda her zaman olagelmiştir. Geçmişten günümüze uzanan “haçlı” ruhunun temelinde bu “amaç” yatar. “Yeni bir haçlı seferi başlattık” ifadesi tapınak geleneğinin tezahurudur.
Başta Birleşik Devletlerin elitleri olmak üzere muhtelif devletlerin elitlerini oluşturan “tapınakçılar” tarih boyunca dünya hâkimiyetini kurmak ve jandarmalık yapmak üzere silahlı gruplar oluşturmuşlardır. Haçlı seferleri “tapınakçılar” tarafından oluşturulan gruplarla gerçekleştirilmiş ve günümüzde de sürdürülmektedir. Geçmişle bugünün mukayesesi yapıldığında günümüzde işgaller ve bunun akabinde jandarmalığın ekseriyetle “vekil hükümet ve ordular”la gerçekleştirildiği görülür. Panama, Nikaragua, Kore ve en son Afganistan’ın işgali bunun tipik misalleridir.
İşgallerin yapılış nedenlerinin başında “değerlerin hâkimiyeti” yanında “ekonomik hâkimiyeti tesis” etme gelir. Tabii kaynaklar başta olmak üzerek ekonomik faaliyetlere konu olan her şeyin kimlere ve nasıl dağıtılacağı yine yürütülen faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Genel olarak ekonomik ve parasal faaliyet alanları tapınağın merkez şirketleri tarafından belirlenmekte ve işgal edillen alanlarda taşeron firmalar kullanılmaktadır.
İşgal neticesinde dünyanın her tarafında ekonomik olarak ortak tüketim alışkanlıkları oluşturulmaktadır. Dünyanın her tarafında coplanın içecek haline gelmesi, fast food(hazır yiyecek) ların hâkim olması, “kot”un ana giyecek haline gelmesi, aynı filmlerin seyredilmesi ve aynı kitapların okunması ekonomik olarak ortak tüketim alışkanlıklarının tipik misalleridir.
Tapınakçılar hem değerler, hem de ekonomik faaliyetlerinin kalıcılığını zihinleri işgal ederek sağlamaya çalışmaktalar. Bunun için yeryüzünde “muhalif medya”yı yok ederek kendi medyaları ile zihinleri iğfal etmek elzemdir. Dünyanın hemen hemen her tarafına yaygınlaştırılmış ve sadece “tapınakçılar”a hizmet eden iletişim araçları bunun göstergesidir.
Peki, tapınakçıların “küreselleşme” adını verdikleri işgalin zararlarından kurtulmak mümkün mü? Elbette mümkündür. Hal çareleri üzerinde kısmet olursa başka yazılarda durulacaktır.
Peşinen şu ifade edilebilir ki, “kurtuluş doğru teşhis ve tedavi ile mümkündür”. Bunun için teşhisten sonra tedavi babında yapılması gereken ilk iş küreselleşme alanlarına alternatifler oluşturmaktır. Bize göre kurtuluş “İlayı kelimetullah için hududullah içinde nizamı âlem”dedir.
Selam ve Sabırla........................

Not: Bu yazı ilk olarak 04.03.2002 tarihinde yayınlanmış idi.Önemine binaen tekraren yayınlanmaktadır

7 Ocak 2013 Pazartesi

Allah’ın Düşmanlarını Dost Edinenler



                                                                                    
                    Allah’ın Düşmanlarını Dost Edinenler
Veysi ERKEN

İslâm dünyasının halini düşündüğümüzde zelil halle karşılaşırız. Bunun başlıca nedenlerinden birisi ve en önemlisi bizleriz. Kendini Müslüman olarak telakki edip de Allah’ın tebliğine muhalefet edenleri baş tacı etmek doğru olamayan bir davranış olduğu halde bunu hep yaparız.
Cenab-ı Allah bizi şu ayetle ikaz ettiği halde halimizi düzeltmeye çalışmayız.
 “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kavmin, babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resulü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsiniz. Onlar o kimselerdir ki Allah kalblerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın hizbi (dininin yardımcıları)dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah’ın hizbi(taraftarları)dir Mücadele-22”
Ayeti tahlil ettiğimizde Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselerin en yakınları dâhil olmak üzere Allah ve Resulüne düşman olanlarla dost olamayacağını görürüz. Bu ayet bizi ikaz etmektedir.
Üzülerek belirtmeliyiz ki, kendi yapımızı bu bağlamda tahlil ettiğimizde Allah ve Resulüne düşmanlık edenleri dost edinenleri baş tacı ettiğimizi görürüz.
Allah’ın düşmanlarının sembollerinden olan boynuzu kabul edenleri lider olarak gören, haçlarını madalya olarak kabul edenleri “baba” bilen, katillerin karargâhlarından liderlik ve cesaret ödülü alanları kahraman olarak kabul eden, Kur’an öğretimini yasaklayanları önder gören bir toplum yapısı olduğu müddetçe hatayı başka yerde aramamıza gerek yoktur.
İnananın kalbinde iman varsa o ilahi kudret tarafından desteklenmiştir ve o Tapınakçılardan himmet ve destek istemez.
Üzülerek belirtmeliyiz ki, bugünkü anlayışta kurtuluş müjdesi hep başkalarından beklenmektedir. Kurtuluşu başka yerde arayanların beklentisi şudur. ABD’nin veya AB’nın müktesebatını kendi yaşayışımızın ilkeleri haline getirirsek kurtulup özgürleşeceğiz.
Veyl bu şekilde düşünenlere.
Unutulmamalıdır ki, başkalarını benzemeye çalışanlar ne onlar gibi olur ne kendi kalabilir. Sokaklara çıktığımızda başkalaşımın tahribatını hep birlikte görmekteyiz.
Hadiseler göstermektedir ki, inanıyorum diyenler katillerin araçlarını tamir ettirme noktasına gelmiş bulunmaktadır. Toplum bu dalaleti görmezlikten gelmekte ve onları hala kendinden bilmektedir.
Yıllarca sürdürülen taktik tutmakta ve değerlerimiz kurbağa gibi haşlanarak yok olmaktadır.
Uyanış zamanı geçmiştir. Geçen her gün telafisi zor kırılmaları beraberinde getirmekte ve tarihin mezarlığına bir adım daha yaklaşmaktayız.
Bu hali değiştiremezsek Allah’ın razı olduğu kavim olmamız mümkün değildir.
Bu yazıyı okuyan her gönüldaşa tavsiyem şudur.
Lütfen yukarıda mealini verdiğim ayeti başkalarına hatırlatın ve etrafınızdakilerin uyanışına katkı sağlayın.
Artık Allah ve Resulünü düşman olarak telakki edenleri dost görmelerine ve onlarla diyalog arayışlarına kalkışmalarına engel olmaya çalışalım. Unutmayın ki, Allah ve Resulünü düşman olarak telakki edenlerin niyeti bizi biz yapan değerleri yok etmektir.
Şimdi uyanış zamanı.......
Selam ve Sabırla.......................