23 Mart 2022 Çarşamba

Moiz Cohen’in Türkçülüğü ve Türkçüleri

 Moiz Cohen’in Türkçülüğü ve Türkçüleri

Veysi ERKEN

Bir milleti, topluluğu, ümmeti, aileyi parçalamayı hedefleyenlerin ilk yaptığı iş toplulukların “ortak amaç”ını yok edecek “tefrika”yı ve “bölünme”yi arttıracak farklılıkları ortaya koymak, onlar üzerinde politika yapmak ve onları teşvik etmektir. Basit bir misal olsun diye şunu söyleyebilirim. Aile fertler içinde sen uzun boylu, sen kısa boylusun, uzun boylular şöyle, kısa boylular böyle diye diye kardeşler arasında tefrika çıkarılabilir. Bunun gibi bir milleti, ümmeti de parçalamak mümkün ve olmaktadır. Mesela aynı boy olanları Kazak, Kırgız, Türkmen, Azeri vs. ifadelerle milletimizi asırlardır bölük pörçük ettikleri inkâr edilemez bir hakikattir. Hasan Sağındık aynı boy olan hakikati şu şekilde terennüm eder. https://www.youtube.com/watch?v=wRtx-R0jX54

Özetle bilhassa milletleri dağıtmak isteyen şer yapılar asırlardan bunu yapmaktadırlar ve yapmaya devam edeceklerdir.

Bilindiği üzere İslam’ı din olarak benimsemiş olan milletimiz “İ’lâyı Kelimetullah” etrafında kenetlenmiş ve Nizâm-ı âlemi ülkü edinmiştir.

İlk Müslümanlardan bugüne kadar bu tevhidi anlayış devam etmiştir. Şer güçler, bilhassa Siyonist haçlı zihniyetliler Milletimizin her ferdini diğerine kenetleyen ve tevhidi sağlayan bu ülküden koparmak için her türlü melaneti işledi ve işlemeye çalışıyor.

Siyonist haçlı zihniyetinin bu amacı asla değişmiyor ve bunun için piyon kullanıyor.

Yakın tarihi incelediğimizde karşımıza “Moiz Cohen”ler, “Michel Eflak”lar, “Abdullah Cevdet”ler çıkar. Kimi damızlık ithal edilmesi gerektiğini söyleyecek kadar bütün değerlerimizi tahrip eden bir sefil, kimi Hıristiyan olduğu halde Müslümanlara önderlik edecek kadar kurnaz, kimi de adını değiştirerek Türkçü geçinen ve milletimizin dimağını ve zihnini ifsad eden bir melanet. Bunları ve ektikleri nifak tohumunu anlamak isteyenler umarım ki, aşağıdaki linklerdeki bilgileri okurlar. Esasında bu tiplerler ilgili yüz binlerce sayfalık bilgi mevcut.

 

Moiz Cohen (1883, Serez , Selanik Vilayeti , Osmanlı İmparatorluğu - 1961, Nice , Fransa ) bir Türk yazar, filozof ve gazeteciydi. Farklı zamanlarda farklı hareketlerin ideologu oldu: Osmanlıcılık , Pan-Türkizm ve Kemalizm .  Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu, daha sonra adını Munis Tekinalp olarak değiştirdi.

https://en-m-wikipedia-org.translate.goog/wiki/Munis_Tekinalp?_x_tr_sl=en&_x_tr_tl=tr&_x_tr_hl=tr&_x_tr_pto=sc

https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-cevdet

https://www.hurriyet.com.tr/gundem/saddami-iktidara-tasiyan-misel-nasil-ahmet-oluverdi-38551985

Tabii ki, bu yazının konusu bunlar değildir.

Konumuz bunların peşinde giden, fikirlerini Türkçülük sanan veya kabul eden, bu fikirlerle milleti ifsat eden tiplerdir.

Sosyal mecralarda (watsApp, Twitter, FaceBook, Bip vs.) veya medya köşelerinde mebzul miktarda kendini “Türkçü” diye etiketleyen ve milletimiz arasına nifak tohumlarını eken ademler vardır.

İslam’a, Müslüman’a ve İslami hayata düşman olanlar dillerine “Türkçü”lük maskesiyle İslam ve mazlum coğrafyaların “kalbi” ve “beyni” olan ülkemize iltica eden mültecileri dolamış vaziyette. Tabii ki, bunlar Türk ve Müslüman olsalar veya Türk tarihini bilseler “mülteciler”i asla hor görmezlerdi.

Bunların zihni, beyni iğdiş edildiği veya doğrudan gayrı Türk ve Müslim oldukları için bir maske ile düşmanlık ediyorlar ve Türkiye’ye düşman üretmeye çalışıyorlar.

Bu tipler Munis, Tekinalp, Tekin, Alp vs. Moiz Cohen gibi birkaç isimli ve kimliklidir. Tekin Alp, Munis gibi isimlerle melanet ve nifak saçan Moiz Cohen’nin davamı olanların adları Ahmet, Mehmet, Hatice, Fatma vs olabilir.

Ama melanetleri asla değişmez. Nedim Şener Moiz Cohenleşmiş ve muhtelif kılıklara bürünen tipler için “Bir yerde sahtecilik, yalancılık, iftira, kumpas, şerefsizlik varsa orada FETÖ vardır. Girmedikleri kılık yok hatta Müslüman taklidi bile yapıyor şeytanın çocukları” https://twitter.com/nedimsener2010/status/1505812066891935745?cxt=HHwWgsC5mZiG3OUpAAAA tespitinde bulunur.

Evet.

Özellikle sosyal mecralarda günümüzde “Türkçü” kisvesi altında zehir kusan Moiz Cohenlerin muakkipleri vardır.

Bunları deşifre etmek onların zehirlerini kursaklarında bırakacak ve milletimizin “tevhid”ine katkı sağlayacaktır.

Unutulmamalıdır ki, medeniyetimiz “tefrika” değil, “tevhid” esasına istinad eder. Onın için Merhum Abdurrahim Karakoç Ağabeyimiz.

“Birleşin ey! Yolları Kur’an'da birleşenler...

Birleşin, itikatta, imanda birleşenler...

Ayrılık yakışmıyor, bölünmek günah size...

Birleşin ey! Secde-i Rahman’da birleşenler...” diyerek tevhidin nirengi noktasını beynimize kazımaya çalışır.

Merhum Mehmet Akif ERSOY zihnimize sokulmuş olan tefrikayı “Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize?” diyerek sorguluyor.

“Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,

Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,

Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?

Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?

Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı,

Aynı milliyetin altında tutan islam'ı,

Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.

Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir...

Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez..

Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez!

Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;

Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.

Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah,

Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah.

Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.'

Yok ki hiç bir  kişiden... Millet-i merhume sağır!

Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye...

Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez.

Bırakın eski hükümetleri meydandakiler

Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.

İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!

İşte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi.”  30 Muharrem 1331, 27 Kanunuevvel 1328 - 1913

Rabbulalemin “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız. Âli İmran -103” ayetiyle yok olmamamız için hükmünü ifade ediyor.

Hâsılı kelam varlığımızı güçlü bir şekilde sürdürmek, nizam-ı âlemi gerçekleştirmek istiyorsak “İ’lâyı Kelimetüllah”tan sapmamamız ve içimizdeki Moiz Cohen’in yoldaşları olan “Türkçü” cüppelileri deşifre etmemiz elzemdir.

Felahın yoldu budur.

Selam ve Sabırla…

18 Mart 2022 Cuma

18 Mart Çanakkale Köprüsü

 “18 Mart Çanakkale Köprüsü”nden sonra tarihe damga vuran projeler Kanal İstanbul ile taçlansın

Veysi ERKEN

Çanakkale’nin adı zaferdir.

Binlerce kefensiz yatanın ruhunun şahitlik ettiği bir zaferdir.

Zafer, bugün büyük ve tarihi bir eserle taçlanıyor.

“18 Mart Çanakkale Köprüsü”

Muhalefet zannedilen Türkiye’nin muhaliflerine rağmen gerçekleşen bir hayaldir “18 Mart Çanakkale köprüsü”.

Asırların hayali.

Yıkacağız diyen göbekleriyle dışarıya bağımlı olanlara rağmen gerçekleşti asrın projesi.

Zihni, beyni, aklı, gönlü, midesiyle dışa bağımlı matkaplar bunu anlayamaz, anlamadıkları gibi yıkıma talipler.

Hayalin hakikate inkılâbını anlamazlar.

Hangi yüzle geçecekler köprüden.

Tabii ki, yüz yok ki, utansınlar.

Evet.

Hayal hakikate inkılab ediyor.

Zaten “hayali olmayanın hakikati olmaz” demiş atalarımız.

“Hayalleri olanlar asla uyumaz”larmış.

Bugün köprü, gelecek ay denizde inşa edilen hava alanı.

Muhalefet zannedilen Türkiye’nin muhalifleri çatlıyorlardır hasetlerinden.

Hayaller “Kanal İstanbul” ile taçlanmalıdır.

Hayal “Kanal İstanbul” ile tarihe damgasını vurmalıdır.

Kızılelma bir kutup yıldızıdır.

Hep ileri, hep ileri.

İ’layı Kelimetullah yeryüzünün her noktasına ve zerresine vurulmalı, nizamı Âlem kurulmalıdır ki, yeryüzüne adalet hâkim olsun.

Bu büyük eserler bunun için inşa ediliyor.

Teknoloji bunun için geliştiriliyor.

Bugün ihya ve inşanın önemli bir günüdür.

Çanakkale boğazının “Köprü” ile taçlanacağının günüdür. Bugünkü kervan İstanbul’a doğru çıkıyor inşa ve ihya için.

Gönül köprüleriyle birlikte “Kanal İstanbul”u inşa için.

Köprüler gönülleri birbirine yakınlaştırır.

Zaman gönül köprülerini de inşa ve ihya zamanıdır.

Kur’an ahlakıyla gönül köprülerini inşa zamanıdır.

Mânâ maddeyi anlamlandırır ve şekillendirir.

Maddi köprülerimizi ve kanallarımızı mânâ ile taçlandırma zamanıdır.

Batının ve batılın kölesi, maşası, tasmalısı olanlara rağmen bu ihya ve inşa gerçekleşecektir inşallah.

Yeter ki, “kamet” ve “istikamet”imizi bozmayalım.

Yeter ki, niyet ettim Allah’ın rızası için diyebilelim ve dediklerimizi yaşayabilelim.

Böyle bir gayeye sahip olanların dedikleri ve diyecekleri bir tek şey vardır.

“Ülkümüz göklerde dalgalanan bir sancak.

Allah’ın önünde eğiliriz biz ancak”

Eğilip bükülmeden dünyaya damgamızı vuracak yeni köprülere ve kanallara.

Hayırlı olsun “18 Mart Çanakkale Köprüsü. Devamı olsun “Kanal İstanbul”

Emeği, duası olan herkese selam olsun.

Hayırlı olsun inşallah.

Selam ve Sabırla…

 

 

17 Mart 2022 Perşembe

Mehmet Akif’in Kabri İçin- Broşür

  Mehmet Akif’in Kabri İçin- Broşür

 Ön söz

Okuyucu; bu küçük broşüre Akif’in genç duygularla yapılmış bir mezarı diyebilirsin.

Duyduk, düşündük ve kadirşinas Türk gençliğinin hissiyatını bu küçük broşürde topladık; böylece Akif kendi mezarını yine kendi yapmış oluyor; çünkü biz bir vasıta olmaktan başka bir şey değiliz.

Broşüre imza koyanların başka bir iddiası yoktur; onlar sade kalplerdeki Akif sevgisini tazelemek ve ona sevgilerden yapılmış bir mezar meydana getirmeği düşündüler; okuyanlar, içinde Akif’in sesini duyacak ve sevgisini bulacaklardır. (On beş gün evvel bir gurup arkadaşlarımızın ilk teşebbüsünü, bu ikinci broşür, sureti kat'iyede tahakkuk ettirmek gaye ve iradesiyle çıkıyor. Bu broşürün temin edeceği hasılat, ilk broşürünki ile en titiz bir ciddiyet ve samimiyet ile gençliğe layık ve Mehmet Akif'in şahsına uygun bir mezar yaptırmak için harcanacaktır.)

Bu broşürün içinde okuyacağınız yazıların yegâne ve bir ağızdan ifadesi sadece: Mehmet Akif, taşsız bir avuç toprak altında yatıyor. Ona vadimiz olan mermer taşı dikelim !, dir.

İş başına arkadaşlar:

Damla damla göl olur. Mermer makberinin önünde toplanacağımız ve bir minnet ve şükran vazifesini başaracağımız güne hazırlanalım.

 

Akif, ruhu, mezarı...

 

“Ey mezaristan, ne âlemsin, ne yüksek fıtratın; Sende pinhan en guzin evlâdı insaniyyetin!,.

Akif’in mezarı... Dün, tarihe sığdıramayıp ebediyete tevdi ettiği Mehmetçik için, Kâbeyi taş, ruhunun vahyini kitabe, gök kubbeyi bütün ecramı ile kanayan lâhdine örtü, mor bulutları tavan, yedi kandilli Süreyyayı âvize, mehtabı türbedar yapıp;

Gündüzün, fecrile âvizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Gene bir şey yapabildim diyemem hatırana!

mısraları ile, bu, pâk alnını' ecdadına öptürdüğü, bu toprağın şanlı askerinden, aciz hissederek özür dileyen İstiklâl Marşı şairinin mezarı...

Bir yığın toprak ki Akif’i gösterecek küçük bir işaret bile yok!

Dün,

Oturmuş ağlıyorum, ağlasam da mazurum;

Vatan cüda gibiyim, ceddimin diyarında!

Diyerek;

Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını, Bana çok görme ilâhi, bir avuç toprağını! şeklinde, yeis ile Allah’ına yalvaran Akif’in, bugün de ruhu:

Bir yığın toprak da olsak, sade çiğnenmek neden? diye isyan ve,

Duygusuz olmak kadar dünyada lâkin dert yok;

Öyle salgınmış ki mel'un: kurtulan bir fert yok! diye intizar ediyor. Zira elbette ki biz onun için hissiz ve lâkayt kaldıkça:

Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak, İlel'ebet o büyük ruh çırpınıp duracak!

 

Hukuk F. Abdürrahman Konuk

 

Akif’in ağzından akan kan

 

Kalbini Türk toprağına ve Türk toprağının bekçisi Mehmed’e vermiş vatansever. Kendi zamanı ve mekânı içindeki milli mefkûreye inanan ve dönmeyen, karakterli insan.

Bir mezarı olmayan fakat milyonlarca kalpte yatan büyük şair.

Toprak Akif, yüksek insanlığın sembolüdür.

Ölümünün yıl dönümü günü, onun taşsız mezarı başında üç asker milli marşlarını söylediler ve selâma durdular.

Bu geleceğin geçmişe bağlılığı ve milletin san'atkâra sevgisi, oğlun ataya saygısıdır.

Tarihin en üstün kahramanları Çanakkale şehitlerine bir milletin kuramadığı âbideyi bir başına inşa eden Akif’i bir yıl önce ay yıldızlı bayrağile kefenlerken ağzından sakalına akan kanı gördüm.

O kan bana şunları söyledi : "Kadirşinas Türk genci!. Ben, ölüsünü başında taşıdığın, bu şairin kalbini dolduran vatan sevgisiyim. O sağ iken, bir ateş ve alev kılığıle beni mısralarına katardı. Şair öldükten sonra ben kan şekline girdim ve onun dudaklarından döküldüm. Kadirşinas Türk genci! Bu gördüğün kanın ‘Akif’in kalbinde daima taşınmış vatan sevgisi olduğunu geleceğe söyle!,

 

M. Atsızayoldaş

 

Ödenmeyen borç

 

Bir avuç toprak; evet nihayet her faninin akıbeti. Fakat vücudunun her zerresiyle tarihin ve büyük bir milletin mali olan bir varlığın toprağa düşer düşmez nisyanın halelerine gömülerek isimsiz ve işaretsiz yatması, bütün bir maşerī vicdanı sızlatacak kadar acı ve insanlığın kadirşinaslığı karşısında yüzleri kızartan utandırıcı bir manzara değil midir?.

Büyük “ölünün” bugün kıymetli hatırası etrafında toplanan bir gençlik kitlesi uzun bir yılın ardından duyduğu tahassür ve iştiyakın sevkiyle onun kabrini ziyarete gitti.

Kabir mi?

Heyhat...

Üzerinde bir taş bile bulunmayan bir yığın toprak; sinesine aldığı aziz vücudu, ebedî

sükunetleri içinde uyutarak izini bizden saklamak istiyor. Hayır, büyük ölü hayır! Sen izsiz yaşamadın ve unutulmak için ölmedin. Geçen yılın yine böyle bir gününde seni eller üstünde taşıyarak buraya bırakan yüzlerce insan, yükselen hıçkırıklar arasında seni unutmamağa and içmemiş miydi? Ne yazık ki bugün yine aynı kimseler sana bir taş -bile-dikememekten duydukları hicabı, senin yüksek vakarının önünde başlarını eğerek ruhlarının derin sızısına gömmeğe çalışıyorlar.

Büyük insan! Bizi affet sana karşı vazifemizi yapamadık fakat ruhun müsterih olsun. Lâyık olduğun en muhteşem âbideyi sana tarih yaptı. Biz de eğer vicdanlarda tecessüm eden büyük varlığının ufak bir timsalini yattığın mübarek topraklara dikebilirsek, asırların ve nesillerin karşısında belki nankörlük damgasından kurtulur ümidiyle teselli buluyoruz.

Hukuk F.A.R

 

Mezarı başında...

 

Akif! Seni, yaşına giren toprak ömrünle böyle karşımızda çıplak bir tümsek altında görmek bize acıların en acısı geldi. Meğer, bir adamın, bir tarihin ve hatta bir devrin unutulması için bir yıl kâfi gelirmiş; bunu da öğrendik.

Milyonla kahramanın ebedî mezarlarını yapan Akif’i, taşsız ve işaretsiz bir toprağa bırakıp da aradan bir yıl geçtikten sonra böyle yüzümüz kızara kızara arayacak, nihayet bir mezarcının delâletine mi muhtaç kalacaktık?

Arkadaşlar! Akif’i nihayet bulduk; o bir avuç toprak altında yatıyordu; ona ne söyleyebilirdik, diriler bazan ölülerin karşısında küçülüyor, ufalıyor da faziletlerin gömüldüğü toprakların kendilerine lânet yağdıracağını sanıyor; toprak, muhakkak onu bizden daha çok seviyordu.

Ne olurdu, insanın dünyada toprak ana kadar sevgili bir dostu daha olabilseydi.. Tesellisiz kalplerin birgün kendilerini habersizce onun kucağına bırakmaları pekte esef edilir hadiselerden görünmüyor.

Biz Akife neler anlatabilirdik?

Arkadaşlar! Varlığına hayranlık duyulanların yokluğu daha ayrı bir hüviyete bürünüyor, bu yeni hüviyet sükûtîliği kadar ezici, karanlıkları kadar korkunç görünüyor; bizi Akif’in mezarı başında bu hisler titretti.

Sonra hep bir ağızdan gürleyerek çıkan bir İstiklal marşı. Ve sessiz bir Fatiha… O belki bir gün bunu düşünmüştü, fakat biz şimdiye kadar onu hiç düşünmedik. O bize çok şey vermişti; ya da biz ona?... Tesellisiz düşüncelerin göz yaşından farkı ne ki… Fakat hayatımızın birgün bir mermer sütunda teşahhusunu görmekte ayrı bir teselli değil mi?...

 

Tıb F. M. Onbaşıoğlu

 

Kabrin bugünkü hali

 

(Silik Bir Fotoğraf)

 

Akif’in Mezarı Önünde

 

Rüzgâr, soğuk yüzleri kamçılarken Akif'in mezarını arıyoruz. Ölüm onu korkunç ellerile aramızdan kaptığı gibi, bu gün de yattığı yeri gizliyor. Nihayet mezarcıya sormakla kabrini bulduk.

Her taraf dümdüz, ölgün ve sessiz... Her gün olduğu gibi, bugün de mezarlıkta mezarlığa yaraşan mezarlık sessizliği ve korkunçluğu var.

Kırık taşlar arasında Akif'in taşsız ve izsiz mezarı bana şu beyti hatırlattı:

Bir canlı izin varsa yer üstünde silinmez

Ölsen seni sırtında taşır toprağın altı

Onu yalnız toprak sırtında taşımakla kalmadı. Aynı  zamanda Çanakkale şehitlerine`bir türbe diken, ve Milli Marşını yaratanın mezarını yapmak için icab ederse tırnaklarile toprağını kazacak ve sırtında taşını taşıyacak kadirşinas Türk gençliği de kalbinde yaşattı.

 

Hukuk F.M.S.

 

Hayal ve hakikat

 

Akif’in kabrinden dönüyordum.

Bu büyük adamın mezarının hali beni çok müteessir etmişti. Müfekkirem hep onunla meşguldu.

Yolda ve evde hep onu düşündüm.

Gece yatarken bile kafamda Akif’in taşsız kabri vardı.

Koca Akif mezarsız ha... Ne acıklı manzara.

Muhayyelemden aldığım kuvvetle ona bir makber için birçok plânlar yapıyor, sonra hepsini bozuyor yeniden yapıyordum.

Ne yapsam.. Ne kadar büyütsem küçük görüyor, az buluyor daha büyüğünü yapmağa çalışıyordum.

Birden kendisini görür gibi oldum.

Mağrur bakışları ışıklı gözleri ile bana bakıyordu.

Nurani çehresi bir arslanın yelesini andıran sakalla çevrilmişti. Dudaklarını hafifçe bükerek.. Davudi bir sesle:

Zahmet etme oğul dedi. Onu; kendimiz hayatta iken düşündük ve icabına baktık...

Dikkat ettim hakikaten kendisi Çanakkale’de ölen Mehmetçiğin muhip, müheykel ruhu ile beraber kendi yaptığı âbide içinde idi.

 

Kabatas Lisesi Nejad E.

 

Geciken vazife

 

27 Birinci kânun!..

Onu geçen sene bugün kaybetmiştik.

Bugün de bir yıl önceki gibi; soğuk ve acı.

İçimizin hızı dışarının fırtınasına hakim, kanımızın yakıcılığı, hüküm süren soğuğa galip; paçalarımızdan aşan bir çamur deryası içerisinde, irkilmeden Akif’in mezarına gidiyoruz. Fırtına, kar, çamur; duyduklarımızı izhar için başucunda toplanmamıza mani olamıyor.

Ruhlarda asil heyecan, dudaklarda bu heyecanı her an tazeleyen onun ölmez mısraları, ilerliyoruz.

Mezarlığa girdik... Gözler kendilerini uzaktan çekecek bir abidenin yerini araştırıyor.

Fakat yanlış mı geldik?

Yoksa haberimiz olmadan Akif’i başka bir yere mi naklettiler.

Şuraya buraya koşuyor, abide arıyoruz, bulamayınca büyük mezar taşlarını, 'nihayet küçüklerini okuyoruz. Fakat onun ismine tesadüf edemiyoruz. Nihayet geçen sene bıraktığımız yeri bulduk. Burada toprakları dağılmış, üzerinde otlar bitmiş, yakında izi kaybolacak bir mezar var.

Hayır, burası Akife ait değildir.

Ne bir anıt, ne bir küçük taş, ne de Akif’in burada yattığına işaret edecek en küçük bir delil... Hiç bir şey yok. Sadece bir toprak yığını. Mezarcıyı çağırıyoruz.

Sema devlerinin ateşlediği yıldırım bataryaları birden boşanmışlar, kulakları sağır, benlikleri yok eden derin tarrakaları ile başımızın üstünde şimşekler

 

Akif’in kabri

 

Gerçi ecram içindedir tahtım

Gecelerden siyahtır bahtım

Sayhe zendir başımda matemler

Hamit

Akif'i kaybedeli bir sene oldu ...

Soğuk, karlı bir günde onu ebediyet yolunun kapısına bırakarak gençlik bir yıl sonra o büyük ölünün hatırasını anmak üzere toplandı...

Yine öyle bir gün ... müthiş bir soğuk. Göz alabildiğine bir çamur deryası. Bir toprak yığını ve onun soğuktan moraran ellerini Sema’ya kaldırmış gençler...

Gür bir ses İstiklâl Marşını söylüyor. Ağır, fakat müheyyiç... Zahiren sakin, fakat hakikatte ateşle dolu... Dört bucaktan toplanıp gelmiş, kalpleri Akif'in sevgisi ile dolu, bu gençlik ile dağılmış harap mezar arasında ne büyük bir tezad var ...

Burası ne için böyle bırakılmış ?.. Bu hal bizler için ne kadar yüz kızartıcı...

Gençliğin bir sene evvel ona güzel bir mezar yaptırmak üzere verdiği söz nerede kaldı, bu bir hayal mi ? Yoksa icra safhasına geçmiyecek bir vaid mi idi?

Bilmem, belki de... Akif’in kendi için kalplerde yapdığı makber kâfi görüldü.. Zannetmiyorum.. Şüphe yok ki bu bir fani için en büyük bir mazhariyettir.

Fakat niçin kalplerimizin sevgisini mermerden bir âbide şeklinde ebediyete terk etmiyelim... Niçin bir gün yok olacak bir varlığı hiç ölmiyecek olan varlıklara örtü yapalım...

Buna hakkımız var mi?

Bazı şeyler var ki niçini yokdur. Sorulacak sual cevapsız, niçin manasız kalır? Çünkü o herkesin arzusu herkesin isteğidir. Belki bu niçin de onlardan biri... Temenni edelim ki öyle olsun. Ve bir gün...

Dümdüz bir mezar karşısında yüzümüz kızara kızara (Acaba Akif'in mezarı bu mu idi) demek betbahtlığına uğramayalım. Tıp F.Ş. Edgüer                            

 

 

“Mezarsız şair” faciasının Son Perdesi.

 

(Sahne: Edirnekapı’nın harap mezarlığı; yağmurlu, karlı birgün.)

BEN- Mezarcı, mezarcı! Mehmet Akif’in kabri nerede?

MEZARCI-Geçen yıl, siz gençler onu kendi omuzlarınızda buraya getirmiş gömmemiş miydiniz? Ne çabuk unuttunuz koyduğunuz yeri..

(Kazmakta olduğu hendekten kurumuş bir kafatasını ayaklarımızın önüne yuvarladı ve sanki yüzünde: “nisyan kurdu ne çabuk hafızalarınızı kemirmiş. Şu kuru kellenin içindeki beyni sömürmek için mezarlığın yılan çıyan sürüsü senelerce savaşır., demek isteyen bir mana vardı.)

BEN- Mezarcı, mezarcı, bu zehirli sözleri bırak bir yana. Bize Mehmet Akif’in mezarını göster. Aradık onu bütün kabristanda, ama bulamadık (soğuk ve açlık ile yüzü yeşile çalan mezarcı, ayıkladığı mezardan çıkardığı bir ince kol kemiği ile):

MEZARCI- Nah, şu yanda! Şu seyrek, kel tutmuş selvilerin altında!

BEN- Şu demir parmaklıklı, çimento örülü makbere olmasın?

(Kâbuslarda görünen bir tayfın gülüşiyle)

MEZARCI- O, o değil be... Onun beri yanında, bir toprak yığını. Bir seneden beri toprak basılmış, hendekte çökmüş olmalıdır. Bakan olmadı ki... (Yarı bele kadar açtığı “taze mezar, -Bu onların tabiri- dan dışarı sıçrayarak,)

Şu patikayı tutun!

 Şu su birikintilerini atlayın.

Nah, iste şu deve dikenlerinin sağındaki toprak yığını.

(Mezarcı yine bulacağımıza kanaat getiremiyerek önümüze düştü. Yerle bir olan bir mezar başına geldik.)

BEN - Mezarcı, mezarcı! Burada kim yatıyor.

MEZARCI- Bir ölü.

BEN- Mezarcı, hayır, mezarcı! Burada bir ölü değil, burada Mehmet Akif medfundur!

MEZARCI - (Lâkayt) adı öyleymiş.

Gözlerimi, bu yerle bir olan toprak yığınına çevirdim. Birden çevreme bu ıssız mezarlığın aysız ve yıldızsız korkunç gecesi çöküverdi. Ve bu insanlık faciasının hazin harabezarının dikenleri yerine, yüzüme, sahillerini yetmiş iki düvelin ölümlerini getiren denizlerin dövdüğü Çanakkale’nin ateş fırtınaları ve kan kasırgaları kopan cehennemlerinin alevi vurdu. Ve kızıl bir kefen gibi alaca gökleri saran sabahların altında, uzanmış, şehit kardeşlerimin zafer ve kahramanlık rüyalarına şiirinden:

“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!,

Diye türbe yaratan, gür, temiz sesin sahibi; esaret zincirlerini hürriyet meşaleleri ile düşmanlarının beynin'de parçalıyarak, gözlerinde İstiklâl baharlarının çiçekleriyle örülmüş çelenklerle:

Ordular, hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!

Emrile, fecirlerin yıkadığı aydınlık ufuklara yürüyen hür bir millete:

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak! ın tükenmez iman kaynağını, hız alevini veren temiz insan, büyük şair, yüce bir Türk, bu bir kucak toprağın altından, bu yerle bir olmuş mezardan, mağfiret nuruna bürünerek kalktı, gülen bir yüzle:

- Oğul, oğul.. Ben makbersiz' değil, kefinsiz bile yatabilirim, gönlüme gömdüğüm yüz binlerce şehit gibi.. dedi. Ve beyaz bir gölge gibi yine bir kucak toprağına döndü.

Hayır, mezarsız şair! Mezarsız şair!

Sen mezarsız kalmıyacaksın. Senin mefahir taşını, ay yıldızlı bayrağına, senin şiirlerinin alevini bürüyerek hür ufukları fethe koşan gençlik koyacaktır.

 Gençlik! Büyük ölülere hürmet ve minneti, büyük dirilere duyduğu şükran hissile gençlik yapacaktır senin makbereni!. Edebiyat F. Ergenekon”

 

 

Not: Bu broşür Zekeriya İyilik tarafından temin edilmiş ve Veysi Erken olduğu gibi  yayınlanmıştır. Çanakkale ruhunun dirilmesi, Edebiyat alemine ve merhum Mehmet Akif Ersoy’un  sevenlerine hayırlı ve faydalı olması temennisiyle.  

Bugün muhteşem bir açılış günü. 18 Mart Çananakkale Köprüsü. En’lerin köprüsü.18.03.2022