29 Kasım 2023 Çarşamba

Suyu İçebilmek, Kızılelma’yı Gerçekleştirebilmek İçin Gayret Gerekir

 Suyu İçebilmek, Kızılelma’yı Gerçekleştirebilmek İçin Gayret Gerekir

Veysi ERKEN Dr.

Amacınızı gerçekleştirmek için belirlenmiş hedefiniz ve çabanız olmalıdır.

Varmak ve kavuşmak istediğiniz bir “Kızılelma”nız olmalı ve çok çalışmanız gerekmektedir. Nadir Şah; “Suyu düşünmek susuzluğu gidermediği gibi, sadece istemek de gayeye ulaştırmaz. Çok gayret, çok çalışmak lazımdır” diye bu hakikati dile getirmiştir.

Esasında bu hakikat Kur’an-ı Kerimde İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder. Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir.  Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir. Necm- 39-41” biçiminde izah edilmektedir.

Demek ki, çaba ve gayret Kızılelma’yı gerçekleştirmek için elzemdir.

Bir ülküsü, gayesi, gayreti ve emeli olmayanın "Kızılelma"sı yok demektir. Bu cehdi ve gayeyi idrak etmesi ve anlaması mümkün değildir.

Bunu ancak İlayı Kelimetullah ülküsü olan bilir ve Yahya Kemal’in ifadesiyle

“Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla

Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de

Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik " duygusu ve heyecanına sahip olanlar anlar.

Milletimiz İslam'la şereflendikten sonra hep İlayı Kelimetullah ülküsü ve bunun için gayreti olmuştur

Ve  

Milletimiz "Kızılelma"sını iki yönde gerçekleştirmeye çalışmıştır.

Gazneli'ler doğuya, Selçuklular batıya yöneldiler. İslâm coğrafyasında birliği sağlamaya çalıştılar.

Hint alt kıtası ve Bizans Kızılelma oldu milletimiz için.

Bir tarafta Babür devleti, diğer tarafta İznik ve İzmir'e dayanan Selçuklu devleti.

Kızılelma ülküsü Osmanlı ile devam etti. İlk önce Bursa akabinde İstanbul devamında Roma ve Kurtuba.

 Yavuz'la siyasi liderlik, bir başka deyişle hilafet milletimizle geçti.

Hayalden hakikate dönüşen Kızılelmalar olduğu gibi, bekleyenler de vardır. 

Belki bizler belki bizden sonrakiler gerçekleştirecek Kızılelma'mızı.

Siyasi birlik de sağlanacak inşallah.

Bugün her yer Kızılelma'dır bizim için.

Yeryüzünde adaletin ve tevhidin tesisi için güçlü siyasi liderliğe ve gayrete ihtiyaç var. Su ancak gayetle içilebilir.

Evet.

Her yerde tevhid ve adaletin sağlanması ülküsünün adıdır Kızılelma.

Kızılelma budur. Kızılelma gayretle elde edilir.

İşte yeni Kızılelma'mız.

Tevhid ve Adalet. Ülkede ve yeryüzünde birlik, her yerde dirlik. Dünya'da Tevhid ve Adalet.

İ'layı kelimetullah paydasında tevhid ve adalet. Bu doğrultuda nizamı âlem.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye tevhid, adalet ve özgürlük.

İlkelerimiz Rabbulalemin tarafından vahyedilen ilke ve kurallarla uyumlu ise tevhid ve özgürlük mümkündür. 

Bunun ülküsü ve "Kızılelma"sı doğrudur.

 "Kamet ve istikameti" bellidir.

 Bizim Kızılelma'mız bu doğrultuda hep var olmuştur ve olacaktır inşallah.

 Bu ülkünün ülkücüleri günü birlik olay ve olgularla düşünmez.

 Makam, mevki, şan ve şöhreti kutsamaz.

 Hesabi değil, hasbîdir.

 Hasbiliğini ve gayretini kaybeden savrulur, tarihin mezarlığında yerini alır. Tarih denilen mezarlıkta Mevta çoktur.

Kızılelma'mız ve nizamı âlem davamız daim, hasbiliğimiz kalıcı ve daim olsun.

Selam ve sabırla... 29.11.2023

 

 

Örtüye Saldıran Geri Zekâlı Aptallarda Utanma Aranmaz

Örtüye Saldıran Geri Zekâlı Aptallarda Utanma Aranmaz

Veysi ERKEN Dr.

Hayâ, edep, ahlak, inanç ve insanlıktan nasibini almamış, insan ve gazeteci kılıklı şeytanlar Yemenli Tevekkül Karman isimli insan hakları aktivistine başörtüsü ile ilgili iz’an dışı eleştirilerde bulunuldu.

Haber şöyle. “Barış Ödülü sahibi Yemenli Tawakkul Karman, gazeteciler tarafında giydiği başörtüsünün akıl ve eğitim seviyesi ile orantılı olmadığı yönünde eleştiriler aldı.”

O da cevap verdi: “İnsan ilk zamanlarda neredeyse çıplaktı ve zekâsı geliştikçe kıyafet giymeye başladı. Bugün olduğum ve giydiğim şey insanın başardığı en yüksek düşünce ve medeniyet seviyesini temsil ediyor” dedi.

Evet, şeytanların zekâ seviyelerine uygun bir cevap vermiş oldu. Örtü ile akıl ve eğitim seviyesini ilişkilendirmek kötü niyetli değilse geri zekâlılık ve aptallık belirtisidir. “İnsan ilk zamanlarda neredeyse çıplaktı ve zekâsı geliştikçe kıyafet giymeye başladı. Bugün olduğum ve giydiğim şey insanın başardığı en yüksek düşünce ve medeniyet seviyesini temsil ediyor” cevabı geri zekâlılara verilebilecek en güzel cevaplardan biridir.

Unutulmamalıdır ki, şeytanın yolunu izleyenler hem geri zekâlı hem de aptal hükmündedir.

Ve.

İnsanı kandırmakla meşguller.

Ayetlerde şeytanın insanları kandırdığını “Böylece ikisini de ayartmış oldu. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” Allah, “Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır” buyurdu; “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan diriltilip çıkarılacaksınız” dedi. Ey Âdemoğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise yarattık. A’râf 22-26” ifadeleriyle izah edilmekte ve dünyada mahremiyet için “örtü” yaratıldığı anlatılmaktadır.

Demek ki, örtüye ve örtünmeye karşı tavır almak geri zekâlılık ve aptallık göstergesidir. Maalesef ülkemizde şeytanın yolundan giden art niyetli, geri zekâlı ve aptalların sayısı artmaktadır.

Tabii ki, bunun başlıca nedenlerinden biri de gayrı İslami talim ve terbiye politikalarıdır.

John Taylor Gatto ülkemizde ve dünyada takip edilen eğitim sistemini “Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı” ve “Aptallaştıran Eğitim” olarak nitelendirmekte ve eleştirmektedir.

Tevekkül Kerman’a eleştirilerde bulunan gazeteci kılıklı şeytanlar da bu tezgâhtan geçmiş ve aptallaştırılarak geri zekâlı mahlûklara çevrilmişlerdir.

Gazeteci kılıklı geri zekâlı şeytanları ve efendilerinin “örtü” düşmanlığı bitecek değildir.

Kabil” ruhlu ve tıynetli olan şeytani taifeye karşı daim olarak teyakkuz halinde olunması şarttır.

Ülkemiz açısından konuya baktığımızda gereken mevzuatın düzenlenmesi gerekir.

İhmal edilmemesi icap eder.

Anayasanın 24. Ve 41. Maddelerinde yapılmak istenen ve kadük olan düzenleme küçük bir başlangıç adımı olabilirdi.

Seçimlerde önce bu adım mutlaka atılmalıdır.

Selam ve Sabırla... 29.11.2023

 

 

 

28 Kasım 2023 Salı

Devletin Adamı mı, Milletin Adamı mı?

 Devletin Adamı mı, Milletin Adamı mı?

Veysi ERKEN Dr.

Mahalli Seçimlere az bir zaman kaldı. Politika pazarında o devlet adamı lafı piyasada. Tezgâhçılar tezgâhlarını kurmaya başladı.

Moğollar ekibi bunları iyi tarif etti aslında.

“Sanki onlar hancı

Halkına yabancı

Biz ise kiracıyız da

Evden atmalı

Birisi oy peşinde

Öteki rant işinde

Kıyamet değilse bile

Bir şey kopmalı

Bir şey yapmalı hey

Bir şey yapmalı!”

Evet, bu tariften hareketle hiç hazzetmediğim kavramlardan birisidir “devlet adamı”

Hele hele bir pazarlama taktiği olarak kullanılması üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu.

Çünkü yönetimde görevi başında olanlar değil de palazlandırılarak milletin başına bela edilenler kast ediliyor “devlet adamı” sözüyle.

Seçimlerden hemen önce yerli görünümlü yabancıları basınının malum kalemşorları falan iyi bir “devlet adamı”dır tarzındaki teraneleri gırla gitmeye başladı.

Neymiş efendim tecrübesi varmış. İyi bar sanayici, iyi bir tüccar, iyi bir futbolcu, iyi bir aktör vs. Kısaca iyi bir “devlet tecrübesi” varmış.

Yetti artık. Bu millet kanmamalıdır.

Bilinmelidirler ki, bu adamlar “milletin adamı” değiller.

Karanlık mahfilerin adamları ve derinlerin uzantıları olsa gerektir.

İşte bu sebeple “devlet adamı”nı duyduğumda irkiliyorum.

Devlet adamı diye takdim edilen ve pazarlananların icraatlarına baktığımızda gerçekten halktan kopuk olduklarını, milletin adamı olmadıklarını görüyoruz.

İster siyasette, ister bürokraside veya bir başka sahada olsun “devlet adam”ları hep halkın başına iş açmışlardır.

Halkına yabancı duruş sergilemişlerdir.

İyi bildiğim sahaların birinden misal vereyim.

Üniversitelerde çalışanlar bunu yakından bilir.

“Devlet adamı” olan rektörler hem öğrencilere hem de öğretim elemanlarına yabancı davranmışlardır.

Tabii ki, aynı tecrübem politik sahada da geçerlidir ve “devlet adamı” tabirinin millete ve halka yabancılığını iyi bilirim.

Bu sebepledir ki, benim tercihim hep milletin ve halkın adamlığından yana olmuştur.

“Milletin adamı” milletin sofrasında oturmaktan gocunmaz. Milletin derdiyle dertlenir. Milletle sokakta yürümesini bilir.

Seçimlerden sonra milletten kopmaz, kapısı, gönlü millete açık olur.

Seçimler yaklaştıkça “Milletin Adamları”nın yolu bir daha halka yabancı “devlet adamları” marifetiyle kesilmek isteniyor.

Millet olarak uyanık olmak durumundayız.

Siyasette, ticarette, sanayide, bürokraside, medyada, kısaca her yerdeki “devlet Adamları”nı teşhis, teşhir ve hayatımızdan uzaklaştırmak durumundayız.

Bunu yapıp bunların zararlarını ortadan kaldıramazsak beş yılda bir oy verip “oy”, “oy”, “of” “of” demekten kurtulamayız.

Kaybolan yıllara kaybolacak yılları eklemek istemiyorsak gelin elbirliği ile “derin yazarlar”ın “ ”devlet adamı” pazarlamasını boşa çıkaralım.

Milletin adamlarının adaylığına yer vermeyen partileri hayatımızdan çıkaralım.

Selam ve Sabırla… 28.11.2023

27 Kasım 2023 Pazartesi

Midyat Projelerin Bitirilmesini ve Yatırımları Bekliyor

 Midyat Projelerin Bitirilmesini ve Yatırımları Bekliyor

Veysi ERKEN Dr.

Midyat’ın ve Midyatlıların beklentileri de vardır.

Mahallî seçim dönemine girmiş durumdayız.

Seçim vaadlerinden önce projelendirilmiş, başlanmış ve projelendirilmek istenen yatırımların gerçekleştirilmesini bekliyor Midyatlılar.

Bunların başında OSB, Yol,  ÜNİVERSİTE ve Sağlık yatırımları gelmektedir.

Bilindiği üzere pek çok ilçemizde üniversiteler mevcuttur. Alanya, Bandırma, İskenderun vs.

Midyat hem konumu hem de imkânları itibarıyla ÜNİVERSİTE’Yİ çoktan hak etmiştir.

Öncelikle Midyat için bir kaç fakülte hemen kurulabilir.

Bilindiği üzere Cumhurbaşkanlığı kararıyla fakülteler açılabiliyor.

Fakültelerin resmiyette kuruluşundan hemen sonra prefabrik binalarda öğretime başlanabilir.

2 Ayda 2000 kapasiteli hastaneleri kuran Türkiye, Midyat’ta Fakülteler için iki ayda bina yapmaya muktedirdir.

2024-2025 öğretim yılı için bu konuda çaba sarf edilmesi ve seçimden önce karar alınması gerekir.

Merhum Turgut Özal’ın mantığı ve yöntemi pratik idi.

Önce hizmet sonra bina.

Önce prefabrik binalarda telefon santralleri ve fakülteler kurduruyor sonra binaları inşa ediliyordu.

Bu yöntem Midyat’ta hayata geçirilmeli başlanmış projeler hızlı bir şekilde bitirilmeli, Üniversite kurulmalı, OSB bir an önce faaliyete geçirilmeli, Mardin-Midyat, Batman-Midyat ve Cizre-Midyat yolları bitirilmeli, Arıtma tesisinin inşaatına başlanmalıdır.

Özetle,  mahalli seçimler gerçekleştirilmeden önce Midyatlılar ve Midyat’ın yönetiminde söz sahibi olanların bu taleplere odaklanmaları ve gerçekleştirilmeleri için çaba harcamaları gerekir.

Vaat değil çaba gerek.

Hani cümlelerimiz şu şekilde bitiyor ya.

Gayret bizden, Tevfik Allah’tandır.

Unutulmamalıdır ki, Midyat ve Midyatlılar bu yatırımları çoktan hak etmiştir.

Tabii ki, İL olmayı da.

Selam ve Sabırla…28.11.2023

Pekâlâ, Pek Güzel, Münasip*

 Pekâlâ, Pek Güzel, Münasip*

Veysi ERKEN Dr.

                                        “Haksızlık karşısında susarsanız, sadece

                                    hakkınızı değil, şerefinizi de kaybedersiniz Hz. Ali r.a.

Bir arkadaşım hoşuma giden bir fıkra anlattı.

Ülkenin mevcut yapısını yansıttığından dolayı sizinle paylaşmak istedim. Umarım ki, sizin de hoşunuza gider.

Fıkra şöyle: Yanlarına aldıkları zaptiye kuvvetinin desteğiyle hırsızlık yapan iki hırsızın foyaları meydana çıkınca hırsızlıklarının devamı için “kılık” ve “yöntem” değiştirmeye karar vermişler.

Şekil, şemail, Kılık ve kıyafetlerini değiştiren hırsızlar yanlarına dillerini bilmeyen birini alarak soygunlarını devam ettirmeye karar vermişler. Hırsızlar dil bilmeyen yardımcılarına sadece “pek ala, pek güzel ve münasip” kelimelerini öğretmişler.

Hırsızlar adamlarına bir soru yönelttiklerinde aldıkları bir tek cevap olurmuş sürekli olarak.

“Pekâlâ, pek güzel, münasip”

Günlerden bir gün hırsızlar yardımcılarını zengin kılığına sokarak şehrin hazinesi konumuna eşdeğer olan büyük bir mağazaya gitmişler.

Gelen müşterilerin zengin olduğunu sanan mağaza sahibi onlara iltifatlar yağdırmış. Bunu fırsat bilen iki hırsız yardımcılarına alış veriş yapmak istediklerini söylemişler. Tabi ki, aldıkları cevap her zamanki gibi olmuş.

Pekâlâ, pek güzel, münasip”

Hırsızlar tezgâhlardan indirttikleri her mal için yardımcılarına şunu da alalım mı diye sorunca aldıkları cevap “pekâlâ, pek güzel, münasip” ten başka olmuyormuş.

Hırsızlar seçtikleri malları kamyona yükletip adamlarına bunu boşalttıktan sonra alış verişe devam edeceklerini söyleyerek malum cevapla ayrılmışlar. Tabi ki, olan biten her şey mağaza sahibinin yanında cereyan etmiş.

Mağazadan ayrılanların saatler geçmesine rağmen dönmediğini gören mağaza sahibi durumu mağazada bıraktıkları çelebi, halim selim ve konuşmayan adama arkadaşlarının neden dönmediklerini sormuş ve aldığı cevap maalesef “pekâlâ, pek güzel, münasip” ten başka bir şey olmamış.

Mağaza sahibi soyulduğunu anlamış anlamasına ama maalesef iş işten geçmiş.

Evet gönüldaşlar!

Fıkra hal u pür melalimizi anlatıyor.

Ülkemizi kasıp kavuran hadiseler karşısında “pekâlâ, pek güzel, münasip” kelimelerinden başka kavram bilemeyen “âdemlerimiz” var.

Maalesef ülkemizde denilenler, yapılanlar ve verilen cevap şunlardan ibaret.

Aile zulmü devam ettirilecek,

“Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

Sabetayistlerin sürek avı devam ettirilecek.

“Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

 Kur’an öğretimine karşı çıkılacak.

 “Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

 Hâkimiyet IMF’ye devredilecek.

 “Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

İşçi, memur, köylü ve esnaf ezilecek.

“Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

Yoksulluk arttırılacak.

“Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

Fakirlikte “eşitlik(!) sağlanacak.

“Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

İMF ve Medya patronunun emrine girilecek.

“Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

Velhasıl

Özürlü nemrutun her dediği yapılacak.

“Pekâlâ, pek güzel, münasip”.

 Peki, her şeye pekâlâ, pek güzel ve dahi münasip diyenler kimler biliyor musunuz aziz dostlar.

Mutlaka biliyorsunuzdur.

Selam ve Sabırla... 28.11.2023

Not: *Bu yazı 2001 yılında kaleme alınmış ve yayınlanmıştır. Ufak tefek değişiklikle maziyi hatırlama babında tekraren yayınlanmaktadır.

26 Kasım 2023 Pazar

Vefa, Samimiyet ve Sadakat

 Vefa, Samimiyet ve Sadakat

Veysi ERKEN Dr.

“Vefa” ve “sadakat”ın insanoğlu için zayıfladığının izahı babında “yok dostum yok o aşklar bu devirde, “Vefa” İstanbul’da bir semtin adı, “sadakat” ise köpeklerde kaldı” deyimi kullanılır.

Tabii ki İslamî anlamda böyle bir söz ancak Müminlik vasfını kaybetmeye ve münafıklaşmaya başlayanlar için söylenebilir.

Vefa sözünde durmayı gerektirir. Ayette; “Hayır! Kim sözünde durur, günah ve haksızlıktan sakınırsa, şüphesiz ki Allah takvâ sahiplerini sever. Âl-i İmrân-76” 

Dolayısıyla “Ahde vefa” mümin için gerekli bir sıfat olmak durumundadır.

Vefalı olan Sadık olur. Vefa dostları unutmamayı, dostluk ise arkadaşlara, gönüldaşlara ve iletişim halinde olanlara sadık kalmayı icab ettirir. Sadakat “Dürüst olmak, yalandan ve hileden kaçınmak, ne olursa olsun bağlılık yeminin arkasında durmak anlamına gelen en önemli insani değerlerden biridir.”

Bizim sadakatimiz, samimiyetimiz ve vefamız Kur’an-ı Kerim zeminli olmalıdır ki kıymeti harbiyesi olsun. Zira Usvemiz ve örnekliğimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır. Sav. Bu bir zorunluluktur.

İçinizden Allah’ın lütfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır. Müminler düşman kuvvetlerini karşılarında görünce, “Bu, Allah’ın ve resulünün bize vaad ettiği durumdur, Allah ve resulü hep doğru söyler” dediler; bu onların ancak imanlarını ve teslimiyet duygularını ­arttırdı. Müminlerden bazı kimseler Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, kimileri onun yolunda can verdiler, kimileri de ecellerini bekliyorlar; (vaadlerini) asla ­değiştirmediler. (Böyle oldu ki) Allah, sözünde duranları sadakatleri sebebiyle ödüllendirsin, münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın! Allah çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir. Ahzâb; 21-24”

Kur’an ve Resule uyma söz konusu ise vefa, samimiyet ve sadakat duyguları insanda gelişir ve karar bulur.

Bilindiği üzere “ fiiller tekrar edile edile alışkanlıklara, alışkanlıklar tekrar edile edile huylara dönüşür”.

Bizler iyiliği yapmada, kötülükleri yapmamada direnirsek fiillerimiz alışkanlıklara ve huylara dönüşür samimiyet, vefa ve sadakat duygularımız sübut bulur, ayrılmaz sıfatımız olur.

Şimdi bizler samimiyeti, vefayı ve sadakati insanlarda arıyoruz.

“Bir kahve fincanın kırk yıl hatırı vardır” denilir ya, bizler de kırk yıllık hatırları pekiştirecek vefa, samimiyet ve sadık dostları arıyoruz.

Bulabilir miyiz?

Herkes sorunun cevabını kendisi versin.

Hayatımız menfi olarak ne kadar tağayyur etti, ne kadar müspet yönde değişti.

Ölçü Kur’an olmak kaydıyla kendimizi ve etrafımızı değerlendirelim, ölçelim.

Selam ve Sabırla… 26.11.2023

25 Kasım 2023 Cumartesi

Bizim Gıyabî Cenaze Namazımızı Kılmayınız*

 Bizim Gıyabî Cenaze Namazımızı Kılmayınız*

Veysi ERKEN Dr.

Evet.

“Bizim Gıyabî Cenaze namazımızı kılmayınız, çünkü biz diriyiz, sizler ölüsünüz”* böyle haykırmış Filistinli çocuk.

Şuurlu bir mücahit.

“Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz. Bakara- 154” ayeti mucibince diri olduğunun farkında ve şuurunda.

Ölü olanlar zulüm karşısında sessiz kalanlardır.

Ölü olanlar zalimlerin safında yer alan, zalimleşen ve vahşete ortak olanlardır.

Bu sebepten gıyabi cenaze namazı kılmaya çalışanlara sormak gerekir.

Gerçekten zalimlere, katillere, vahşilere ve soykırımcılara karşı malınızla, canınızla ve bütün imkânlarınızla mücahitlerin yanında saf tutuyor musunuz?

Tutuyorsanız cenaze namazını gıyabi olarak kılınız yoksa uzak durunuz dirilerden. İnanıyorsanız biliyorsunuz.

Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olun” denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip de dünya hayatıyla yetinmeye razı mı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının sağladığı fayda âhiretinkine göre pek azdır.

Eğer toplanıp seferber olmazsanız Allah sizi elem veren bir azapla cezalandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Allah’ın her şeye gücü yeter.

Siz peygambere yardımcı olmasanız da önemli değil. Nitekim inkârcılar onu, iki kişiden biri olarak yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına “Tasalanma! Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hale getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir.

Kolay da olsa zor da olsa sefere çıkın ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Bilirseniz, bu sizin kendi iyiliğinizedir. Tevbe- 38-41”

Hâsılı kelam. Allah yolunda cihad ederken ölenler ölü değil, diridir. Onların gıyabi cenaze namazlarını kılacağımıza, onlara yardım etmek mecburiyetindeyiz. Dünyanın neresinde olursak olalım mükellefiz, bizlere farzdır. Meyyit olmamamız gerekir. Merhum Mehmet Akif:

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.

Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.

 İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:

Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.' Davransana…

Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.

Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?

Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz? Diyor.

Evet, MÜCAHİDLERE yardım etmiyorsak ve yanlarında değilsek şairin ifadesiyle “dipdiri meyyit”ler durumundayız, onların değil kendi cenaze namazımızı kılmalıyız.

Selam ve Sabırla… 25.11.2023

Allah Zulmetmez, İnsanlar kendi kendilerine zulmeder

 Allah Zulmetmez, İnsanlar kendi kendilerine zulmeder

Veysi ERKEN Dr.

Rabbulalemin Allah’tır ve kullarına (insanlara) zulmetmez. İki yolu gösterir, tercihlerinde serbest bırakır. “Ona iki yol gösterdik, iyilik ve kötülük, mükâfat ve sorumluluklarla ilgili aydınlatıcı bilgiler verdik. Beled-10”

Kendilerine iki yol verilen insanoğlunun bir kısmı kendilerine zulmeder ve zulümlerini etrafa yayar. “Gerçek şu ki Allah insanlara zerrece zulm etmez, fakat insanlar kendilerine zulmediyorlar ediyorlar. Yunus-44” ve “Onlara biz zulmetmedik; onlar kendi kendilerine zulmettiler. Rabbinin hükmü geldiğinde Allah’ı bırakıp da taptıkları tanrıları onlara hiçbir şey sağlamadı; ziyanlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Hud-101” ayetleri bize zulmün kaynağını insanın kendisi olduğunu gösterir.

Adalet’in tahkim edilmeye çalışılmadığı yerlerde “zulüm” başlar. “Zulüm”ün miktarı değişebilir.

Bu yakıcı azap, bizzat kendi ellerinizle işlediğiniz günahlar yüzündendir. Yoksa Allah kullarına asla zulmedici değildir. Enfal-51”

İnsanoğlu kendi elleriyle yapıp ettiklerinden dolayı yakıcı “azap”a duçar olur. Siyonist haçlı zihniyetinin vahşeti, katliamı, soykırımı ve zulmü ortadadır. Rabbulalemin Siyonist haçlı zihniyetinin bütün elemanlarını ve uşaklarını nar-ı cehennemde azap içinde kıvrandıracaktır. Buna inanıyorum.

Bu ayetler ışığında zalimlerden olmamamız ve zalimlere meyletmememiz gerekir. İmanımız varsa zalimlerden ve zulmetmekten uzak durmak durumundayız.

Maalesef merhum Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Doğru Yolun Sapık Kolları”na sapanlar, adaletten şaşanlar ve “Zalim”lere meal edenler artmıştır. Hatta tahmin edemeyeceğimiz kadar artmıştır.

Her şeye dini karıştırma diyenin Müslümanlığından, İslamî anlamında müminliğinden bahsedilebilir mi? Zalimlere meal etmemiştir denilebilir mi? Adaletli davranır mı?

Üzülsek de her şeye dini karıştırma diyen Müslüman görünümlüler artmıştır. Kur’an'ın tarifiyle “Münafık”laşmıştır. Belki daha önce münafıktı da bizler mümin zannediyorduk.

Görünen şudur ki, zalimlere meyleden ve adaletten ayrılanlar bir hayli çoğalmıştır. Özellikle idari yetki ve görevi olanlarda bu eğilim had safhadadır.

Hâlbuki Allah “Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz! Hud-113” diye buyurur.

Zulme meyledenlerden ve zalimlerin yanında duranlardan “adalet” beklenmez. “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir. Nisa-58” buyurur. Ayetin hükmü şu şekilde tefsir edilmektedir. “ emanetin yerine getirilmesi, ehline verilmesi ve insanlar arasında adaletle hükmedilmesi yönündeki emirlerin muhatapları genel olarak bütün insanlar, özel olarak müminler ve daha özel olarak da yöneticiler gibi emanet ve adaletten kamu adına sorumlu olan şahıslar ve topluluklardır.

Tarih boyunca insanların huzur ve mutlulukları iki sebeple kazanılmış veya kaybedilmiştir: Emanet ve adalet. Emanetler ehline verildiği ve adalete riayet edildiği müddetçe cemiyette huzur ve saadet bulunmuş, hıyanetler ve haksızlıklar ise huzursuzlukların, kavgaların, savaşların, servet ve neslin helâk olmasının baş sebepleri arasında yer almıştır.

Emanet, korunması istenen maddî ve mânevî değerdir.  

Maalesef Küresel haydutluk düzeninde emanet ehil ellere tevdi edilememektedir.

Haydutların teessüs ettikleri BİR(leş)MİŞ (m)İLLETLER bunun açık bir göstergesidir.

Maalesef bu yapı zalimlerin yanındadır, oyuncağıdır.

İnsan kılıklı şeytanlar bu vasıtayla dünyada zulmü arttırmaktadır. Gazze, Afrika ve Türkistan coğrafyaları bunun birer uygulama alanlarıdır.

Allah insana zulmetmediği gibi şeytanların yolunu takip eden zalimlerden uzak durmamızı, onlara meyletmemizi ve onlarla mücadele etmemizi emreder.

Hâsılı kelam zulme meyledenleri azaltma, adaleti hâkim kılma anlayışı ve arayışı daim olmalıdır ki, beşer kendi kendine zulmetmesin, adalet hâkim olsun.

Selam ve Sabırla… 25.11. 2023

 

 

24 Kasım 2023 Cuma

Musibet- Bela

 Musibet- Bela

Veysi ERKEN Dr.

İbadullah olarak kendimizi, yapıp ettiklerimizi ve fiillerimizi ne kadar sorguluyoruz. Eylemlerimizin Allah’ın rızasına uygun olup olmadığını sorguluyor muyuz?

Başımıza musibetlerin gelmemesi için günün sonunda icmal çizgisini çekerek yapıp ettiklerimizi sorguluyor muyuz?

Rivayete göre Hz. Ömer r.a günün sonunda bugün ne yaptım, yapıp ettiklerim Allah’ın rızasına ve emirlerine uygun mu diye nefis muhasebesi yaparmış.

Bilinmelidir ki, musibet ve belalar bizim kendi elimizle kazandıklarımız günahlar yüzündendir. Ayette: Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor. Siz, dünyanın hiçbir yerinde O’nun gücünün önünde duramazsınız. Sizin için Allah’tan başka gerçek dost ve yardımcı yoktur. Şûrâ-30-31” diye izah edilir.

Bir deyimde bela konusu şu şekilde ifade edilmiştir.”Kula bela gelmez hak yazmadıkça hak bela yazmaz kul azmadıkça”

 Şeytanların yolunda olan İnsanlar hem günah işler hem de başkalarını azdırmaya çalışır. Bu durum ayetlerde “İşte (baskılara karşı) sabretmelerinden ötürü onlara mükâfatları iki defa verilecektir. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızâsı için harcarlar. Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve “Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size. Esen kalın. Bizim cahillerle işimiz yok” derler. Kasas,54-55” biçiminde izah edilir.

Bir imtihan dünyasındayız ve şeytanlar bizi her zaman azdırmaya, yoldan çıkarmaya ve musibetlere duçar etmeye çalışır. Önemli olan kamet ve istikametimizi rızai bari doğrultusunda ayarlamaya çalışmaktır.

Misal olarak insan kılığındaki şeytanlar size ne Filistinlilerden, Türkistanlılardan yardım etmenize gerek yok, Siyonist haçlıları boykot etme ihtiyacınız yok diye musibetlere duçar olmamız için seferber oldular, oluyorlar ve olmaya devam edeceklerdir.

Bizler bunların telkinlerine uyduğumuz takdirde musibetlere uğramamız kaçınılmazdır. Ayetlerde ifade edildiği gibi bu musibet ve felaketler bizim kendi ellerimizle yapmış olduklarımızdan kaynaklanmış olacaktır.

Musibet ve felaketlerden korunmak ve kurtulmak için Kur’an-ı Kerim zeminli düşünmek, anlamak gerekir. Hayatımız ve yaşayışımız Kur’an zeminli olmak mecburiyetindedir.

Felah ve kurtuluş için haydi Kur'an zeminli cehd ve cihad etmeye ve her türlü şeytanı hayatımızdan uzaklaştırmaya.

Gün bütün mazlum ve mağdurlarla dayanışma ve yardımlaşma günü ve zamanıdır.

Musibetlere duçar olmamak için Kuran-ı Kerimi yaşama zamanıdır.

Gün Gazze ve Kudüs’e sahip çıkma ve yardım etme günüdür.

Musibetlere duçar olmamak için yardımlarımızı ihmal etmeyelim inşallah.

Selam ve Sabırla… 24.11.2023

23 Kasım 2023 Perşembe

Yöneticiler Adil Olmalı

 Yöneticiler Adil Olmalı

Veysi ERKEN Dr.

İslam’ı anlayarak yaşamaya çalışanlar “adil” olmakla mükelleftirler.

Bilhassa yönetici konumunda olanların “adil” olmaları en önemli vasıfları olmalıdır. Bilindiği üzere “devlet”ler ancak “adalet” üzere olduğu takdirde ayakta durur.

Aksi takdirde devletler ve milletler tarumar olur. Tarih milletler ve devletler mezarlığıdır bir yönü ile.

Geçmiş olay ve olgular bu gözle okunmalı ve ibret alınmalıdır. Aksi takdirde okuduklarımızın ve öğrendiklerimizin bir faydası olmaz.

Adaletle ilgili bir kıssayı nakledeyim. Belki yönetici konumunda olanlar ibret alır ve “adil” olur.

“Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) Şam’daki bir camiyi genişletmek ister.
Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.
Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece adildir, elbette seni dinler, der. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.” Kısa ve özlü bir cümle.
Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde. Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” Kendi kendine böyle konuşur. Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve kemik parçasını uzatır.
Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.
Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der.
Şam valisi Hz. Sad, bak der, sana bu cümlenin hikâyesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:
İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da; gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikâyetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.
Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım, teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık.
Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.
Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.
Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi: Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir.

Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi. Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor: Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm.

Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.
Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikâyetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.
İşte Hz. Ömer senin eline verdiği kemik parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor.
Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?
Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etti ve hem de İslam’a girdi.”

İbret alınması ve adaletin tecelli etmesi temennisiyle.

Selam ve Sabırla… 23.11.2023