26 Kasım 2019 Salı

İttihatçılardan CHP ve Şeriklerine Miras Kalan Zihniyet


İttihatçılardan CHP ve Şeriklerine Miras Kalan Zihniyet

Veysi ERKEN

            Günümüzü anlamak için geçmişi bilmek gerekir.
            Tarih ibret almak ve geçmişin hatalarını tekrar etmemek için okunur veya okunmalıdır. Aksi takdirde geçmişi okumanın bir faydası olmaz.
            Meseleye bu şekilde baktığımızda günümüzün politik ayak oyunlarını daha iyi okuyabiliriz.
            Son dönemlerin olay ve olgularına baktığımızda birbirleriyle uyuşmayacaklarını düşündüğümüz bireylerin, grupların birbiriyle nasıl iç içe geçirildiklerini hayretle müşahede ediyoruz.
            Özellikle ittifak adı adlında bileşen haline getirilmişleri incelediğimizde bunu rahatlıkla görebiliyoruz.
            Kim derdi ki, saadetçiler, Mhp’den koparılmışlar, hdp’liler, kendini sosyalist hatta komünist olarak görenler bir araya gelecek ve üretilen ortak düşmanı yıkmak için bir araya gelecekler. Hatta ödünç milletvekili alacaklar, darbecilerden şikâyetlerini geri çekecekler ve kazanmak için değil, CHP zihniyetine kazandırmak için birlikte hareket edecekler.
            Bunların hepsi oldu ve olmaya devam ediyor.
            Bütün bu olup biteni tarih okumalarıyla öğrenebilir ve ona göre tedbirimizi alabiliriz.
            Bilinmesi gereken bir husus bütün bu olup bitenlerde İslami olmayan bir düşüncenin var olduğudur.
            Ve maalesef bu zihniyete bilerek veya bilmeden teşne olanlar vardır.
            Teşne olanların bir kısmı iyi niyetli olsalar bile maalesef kötülüye hizmet eder hale gelebiliyorlar.
            Bu siyonizm'in politikasıdır. Zira: “Siyonizm’in amaçlarına ulaşabilmesi için Osmanlı'nın dağılmasını beklemeliyiz. Bu sureci hızlandıracak girişimlere ağırlık vermeliyiz.” (The Complete Diaries Theodor Herzl, Cilt I, s.374) diyen siyasi Siyonizm’in öncülerinden olan ve şu anda İsrail Parlamentosunda heykeli bulunan THEODOR HERZL, Osmanlıdaki Yahudi dönme(z)lerini organize etmişlerdi.
        Üçü de Sabataist Yahudi dönmesi olan Enver, Talat ve Cemal Paşaların “hürriyet, eşitlik, kardeşlik” gibi yaldızlı yalanlarla sivil ve asker yandaşlarını ayaklandırıp Sultan Abdülhamit’i devirdikleri ve ardından uyduruk bahanelerle ve Siyonist merkezlerin talimatıyla Osmanlıyı 1. Dünya Savaşına sokup yedi cephede boğuşturup yıktıktan sonra yurt dışına kaçırıverdikleri inkâr edilmez tarihi gerçeklerdi. 
            Bu anlamda siyonizme hizmet etmiş olan İttihatçı zihniyeti iyi anlamak ve ondan kurtulmak gerek. Bu zihniyet ve yapı anlaşılmadıkça fetö türü ihanet örgütlenmelerini de çözmek mümkün olmaz.
            Bakınız o dönemi yaşayan Yahya Kemal bu yapıyı nasıl anlatıyor. "İttihat ve Terakkî kadar bin türlü zihniyeti, bin türlü yaratılışı, bin türlü emeli bir araya toplamış ve dağılmamış, bilâkis, zaman geçtikçe daha ziyade top­lanmış ve kuvvetlenmiş siyasî bir cemiyeti Avrupa'­nın ve Asya'nın tarihinde göstermek imkânsızdır. İttihatçı ittifakının içinde en dinsiz masonlar yanında en şedîd İslâm İttihatçıları; en geniş insaniyetçi ve medeniyetçiler yanında en dar kafalı milliyetçiler bu­lunduğu gibi, en seciyeli tanınmış adamlarla seciye­sizlikleri herkesçe malûm adamlar, maddî menfaatlerden uzak, temiz vatanperverlerle vurguncular ve harb zenginleri yan yana ve biribirini çok sever olarak görülüyordu. Böyleyken İttihat ve Terakkî dağılmadı. Bu terkibi Talat vücuda getirmiştir." Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, 3. bs., 1986, s. 171-176. 
            Maalesef bu yapı ve zihniyet CHP ve türevlerinde devam ediyor.
            Bunu içindir ki, komplo, kumpas, şantaj, yalan, hile ve hurda eksik olmaz.
            Fetö bu işin içinde deniliyor. Fetö hangi işin içinde değil ki, fetö denilen habis ve şeytani anlayış bireylerin ve örgütlerin sağından, solundan, önünden, arkasından girerek onları ifsad ediyor. Tabii ki, kişiler veya örgütler onun müntesibi değilse.
            Hâsılı kelam, bugünü anlamak için dünü okumak gerekir. Dünü okuduğumuzda CHP’nin bu ülkeye yapabileceği bir iyilik vardır, o da kendini feshetmesidir.
            Tabii ki, CHP ve ona iltisak edenlerin tamamı kendini feshetmesi gerekir. Umarım ki, bir kere de olsa bu milletin hayrına iş yaparlar…
            Selam ve Sabırla…
           
           

24 Kasım 2019 Pazar

TURAN GÜVEN: İNSAN GELECEKTE YAŞAR


*TURAN GÜVEN: İNSAN GELECEKTE YAŞAR

            Veysi ERKEN

 23 Kasım 1970 Dursun Önkuzu’nun şehadet yıl dönümü. Yıl dönümünde katıldık Turan Güven ağabeyinin “şeb-i arus”una. Vuslat etti âlemlerin rabbine.
“Turan Güven” ağabeyimizi dün teşyi ettik beka âlemine.
Hani
            “Dünyasına
            Güvenmem dünyasına
            Dünya benim diyenin
            Dün gittik dün YASINA” denilir ya. Biz yasına değil vuslatına gittik dün.
            Turan Güven mü’min ve cihat ehliydi.
            Bunu hastalığı teşhis edildikten sonra bir kere daha fark ettim ve inandım.
Rabbine tam bir teslimiyeti ve vazifesini hakkıyla yapmışlığın rahatlığı vardı. Aynı dönemde Beytullah’ı ziyaret etmiştik Hacc vazifemizi ifa için.
O “insan gelecekte yaşar” diyordu. Zaten kitabının adıydı. Biz de insanın gelecekte de yaşayacağına inanıyoruz. Çünkü ölüm yokluk değil, yeni bir başlangıçtır inanan için.
Yeni bir başlangıç bu dünyadaki amellerine göre şekillenir.
Yeni başlangıç bazıları için cennet, bazıları için cehennemdir.
Turan ağabeyin yeni başlangıcı cennettir inşallah.
Duamız onunla birlikte Resulullah’ın ravzasında buluşmaya yöneliktir.
Turan ağabeyle en son telefonla görüştüğümüzde hazırlamış olduğu yeni kitabından bahsetmişti.
İnşallah yeni kitabı basılır ve genç nesillere kitabıyla yol göstermeye devam eder.
Temennim bu yöndedir.
Dün Karşıyaka Camiinde kılınan namaza pek çok inanmış ve cihat etmiş altmış, yetmiş yaşını devirmiş dostla karşılaştık, halleştik, dertleştik. Dünün gençleri, bugünün ihtiyarları. Ve bitmeyen ülküleri ve inanmışlıkları.
Bir dost neslimizden bahsetti. Bizim hayatımız bir destandır, fi sebilillah (Allah yolunda) harcanmış bir hayat dedi.
Evet, çileli ama o kadar anlamlı bir hayat.
Dostumuz Mehmet Güneş Bey, evet güzel bir nesil ama kendisinden sonraki nesilleri yetiştiremeyen bir nesildir bizim neslimiz diye özetledi.
Doğru bizim neslimizi Kenan tufanı ve Eylül fırtınası ile boğmaya çalıştılar, yetmedi 28 Şubat’ta dondurmaya çalıştılar.
Belki bizden sonraki nesilleri bu yüzden yetiştiremedik.
Ama “çağrımız İslam’da dirilişedir” diyen nesil hiç yılmadı. Son nefesine kadar yılmayacak inşallah.
Merhum Turan Güven ağabey bunun bir misalidir. O ve onun gibi düşünenler Hz. Peygamberi (s.a.v.) usve edinmiştir zira.
Turan ağabeyi bir köşe yazısı ile anlamak ve anlatmak kolay değildir.
Tekrar hatırlamak ve cehd ile nihayetlenen mücadelesini hatırlatmak niyetiyle imzalayarak hediye ettiği “insan gelecekte yaşar” isimli kitabı ile ilgili daha önce yazdığım yazımla yazımı bitireyim
** İnsan Gelecekte Yaşar “
Yaşananların yazıya dökülmesi zor zanaattır.
Herkes bunu başaramaz. Herkesin başarmasına da gerek yoktur diye düşünüyorum. Çünkü insanların çoğunun yaşayış çizgisi birbirine benzer ve başkaları için "anlam" ifade etmez.
Ya önderlik edenlerin hayatları.
Onların ki, farklıdır. İyilik veya kötülükte yol göstermişler veya çığır açmışlar. Bu tür insanların hayatlarının bilinmesinde fayda vardır. Hele hele insanlara "usvetun hasenetun" olarak gönderilen Hz. Muhammed(s.a.v.)i kendisine model alanların hayatlarının bilinmesi daha elzemdir.
Bunun için önderlik edenlerin hayat hikâyelerini yazmaları gerekir diye düşünüyorum.
Yazmak sorumluluk gerektirir.
Herkes bu sorumluluğu yerine getiremeye bilir. Eli kalem tutanların bunu yapmaları gerekir ki, yeni nesiller benzer hataları yapmasınlar veya önderlerin güzel yönlerini devam ettirebilsinler.
İşte sorumluluğunun bilincinde bir zat.
Adı Turan Güven.
Ben ağabey diyorum kendisine.
Tanışıklığımız 1974 yılına dayanır. Ama kendisi onu hatırlamaz. Ankara Atatürk Lisesinde okurken liseden arkadaşım ve ülküdaşım Kayserili Erciş Gürbüz ile A. Ü. Fen Fakültesindeki odasında ziyaret etmiştik. O bir asistandı.
Asistanlığının ötesinde çile çekmiş ve “Yusufiye”lerde talim görmüş bir büyüğümüzdü. Ankara'ya geldiğimin ilk aylarında bunları öğrenmiştim okul arkadaşım Erciş Gürbüz' den. Bunları öğrenmem gerekirdi. Çünkü ben buraya ülkücü olduğum için Gaziantep Lisesinde uzaklaştırılmış olarak gelmiştim.
Bu ayrı bir fasıl.
Turan ağabey hayatının bir kesitini yazdı. Şüphesiz ki, yaşadıklarının hepsini yazamamıştır. Hangi insan yaşadıklarını tam olarak yazabilir ki. Veya yazması gerekir.
Turan ağabeyin kitabı;
"İnsan Gelecekte Yaşar"
Gerçekten insan güzel misal olmuşsa gelecekte de yaşar fikirleriyle, davranışlarıyla, eylemleriyle. Hz. Muhammed'in, Fatihin, Yavuzun yaşadığı gibi.
Turan ağabey anaların, sevgililerin, arkadaşların, dostların çilesini, aşkını, duygularını, önderliğini, fakirliğini, inatçılığını, ülküsünü, aldanışlarını, aldatılışlarını, safiyetini, çocukluğunu ve gençliğini doyasıya yaşayamayışını ve önder olanların kofluğunu kitaplaştırdı.
Samimi ve yaşanmış hadiselerin bir kesiti. Okurken benzer yönlerimiz gözümün önüne geldi. Farklı mekân ve zamanlarda benzer şeyleri ne kadar çok yaşamışız.
Turan ağabey ülkemizin karmaşaya sürüklendiği bir dönemin kahramanlarındandır. O dönemi "Bizim nesil, ideolojik ve silahlı savaşın içinde buldu kendisini... Üniversiteli gençler olarak, bu savaşın birincil suçluları değildik; ama savaşın sürdürülmesinde kullanılan önemli aktörlerdendik. Gençlik olarak bize verilen rolü tam oynuyorduk. Rolümüzü çok ciddiye almıştık ve her şeyi kendi irademizle yaptığımıza inandırılmıştık. Birileri tarafından kullanıldığımızı aklımızın köşesinden bile geçirmiyorduk. Her şeyi kendi iradesi ile yaptığını sanarak, hayatı boyunca birilerine hizmet eden nice insanlar gördük." diye tasvir eder.
Kitap sadece çekişmeleri ortaya koymaz. Kadirlinin Sarı danışmanlı köyünde başlayan ve halen Ankara'da devam bir hayatın hikâyesidir kitap.
Annesi tarafından kaçırılan ve profesörlükle devam eden acı ve acı olduğu kadar gerçek olan bir yaşayış çizgisinin hakikatidir bu eser.
Turan ağabey Mersinde başlayan ilahi rızaya dayanan mahpushanelere, işkenceye ve rezilliklere rağmen devam eden bir aşkı, bir sevdayı resmetmiştir kitabında.
Kitap bir ülkücünün çilesi ve mücadelesidir aynı zamanda.
Saf ve temiz bir aşkın hikâyesini bulursunuz sayfalarda. Altı yıl süren bekleyiş, sıkıntılı günler, inanmışlık ve adanmışlık, Allah'a tevekkül ve teslimiyet; bu aşkın veçheleri.
Kitabın önemli bir yönü insanımızın çürümüşlüğünü ortaya koymasıdır.
Çürümüşlük en az bir yüzyılın eseri.
Kitapta resmedilir.
Özellikle sistemin efendilerinin şerefsizliklerini, namussuzluklarını, ahlaksızlıklarını ve kimliklerini ortaya koyması açısından önemlidir kitap.
Bu kitabı herkese tavsiye ediyorum. Özellikle pişmanlık duymak ve kullanılmak istemeyenlere.
Bilinmelidir ki, herkes mukadderatı kendisine verilen cuz'i irade ile yaşar. İnsan olarak sınırlarını bilerek yaşamalı. Sınırlarımızı öğrenememişsek başkalarını mukaddesleştirebiliriz. Hevâ ve hevesimizi ilahlaştırabiliriz. Başkalarını yutturmaya çalıştığı zokaları yutabiliriz.
Bu kitap, gençlik üzerinde sürdürülen ve oyunlaştırılan senaryonun deşifresidir.
Velhasıl bu kitap sınırlarımızı bilmemize yardımcı olur.
Tıpkı Turan ağabeyin sınırlarının bilincine vardığı gibi.
"Hayatımın belirli bir döneminden sonra, "insan" olarak yaratılmanın bilincine eriştim. Bu bilinç düzeyine ulaştıktan sonra, hayata ve olaylara daha geniş pencereden –ve hatta evrensel ölçekte- bakmaya başladım. Kendi içimde bir dönüşüm yaşadım. Bu dönüşüm, dış dünyamda meydana gelen tüm dönüşümlerden çok daha fazla etkiledi beni... İçimdeki bu büyük dönüşüm, bende bir içi zenginliği yarattı ve ruh sağlığımı koruyarak yoluma devam etmemi sağladı. Keşke bu bilince çok önceden ulaşsaydım; çünkü böyle bir bilince eriştiğimde sıkıntılarımın çoğunu yaşayıp geçmiştim. İnandığım, iman ettiğim ve hayatıma anlam kazandıran değerleri ölünceye kadar savunacağım. Allah'ın ölçüleri içinde kalarak, gerçek özgürlüğü yaşamak istiyorum. Allah'ın insan için koyduğu ölçüleri özgürlüğümün sınırları olarak görüyorum. Öbür dünyada işime yarayacak kazanımlarımı, bu dünyada hoyratta harcamayacağım" ifadesiyle ortaya koymaktadır.
Son söz; bizden öncekilerin ve bizim neslin aldanışlarını yaşamamak, saf ve samimiyetlerini öğrenmek için okumalıyız.
Allah okuyanların ve gelecekte güzel yaşamak isteyenlerin yâr ve yardımcısı olsun.
*Turan Güven, İnsan Gelecekte Yaşar, Bilgeoğuz Yayınları, Barbaros Bulvarı, İBA Blokları, 14/1 Kat:3 Daire: 8, Balmumcu, Beşiktaş/İstanbul Tel: 0212 288 65 42”
Cenabı Allah Turan ağabeyimize rahmet ve merhametiyle muamele etsin duasıyla.
Selam ve Sabırla…

** Kasım 2006.


22 Kasım 2019 Cuma

Cenaze Namazı İle Direniş Aynı Zamanda Diriliştir.


Cenaze Namazı İle Direniş Aynı Zamanda Diriliştir. 

Veysi ERKEN

Siyonist haçlı zihniyetliler asla huylarından vazgeçmez. Fırsat bulduklarında topluma ayrılık ve kışkırtıcılık tohumlarını ekmekten geri durmazlar.
Bu gerçeklik son günlerde İslami değerlere saldırı veya tahfif sadedinde tekrar depreşmiş görünüyor. Hayatı boyunca İslami değerlere saldıran zevat öldüğünde cenazesi Müslümanların önüne konuluyor.
Şahsen ben tanımadığımın cenaze namazına iştirak etmiyorum. Hele İslam ile bağı olmayanların cenaze namazlarına iştirakini de doğru bulmuyorum. Bu konuyu defalarca dile getirdim.
Tekrar ediyorum.
“ Son günlerdeki ölümler bir daha gösterdi ki Müslüman’ın şuurlu olma ve yaşama mecburiyeti vardır. Aksi takdirde hayatı boyunca İslam ve Müslüman’la mücadele etmiş bireylerin cenazeleri vesile kılınarak İslam’a saldırılar arttırılır.
           Müslüman’ın açıktan yapılması gereken davranışlarında gizlisi olmaz. Dini vecibelerini açıktan yerine getirir. Bilinen bir husustur ki İslam, hayatın bütününü kuşatır.
           Müslüman bireyin ve toplumun bütün eylem ve söylemlerinin kaynağını İslam akidesi ve ilkeleri oluşturur. Birey, başkalarına karşı davranışlarını oluşturmasında "İslam"ın kaynakları mehaz alırsa hem kendisinin, hem de toplumun hayatı daha anlamlı olur. Hatta toplumda görülen olumsuz davranışların bir kısmının izale edilmesinde büyük rol oynar.
          Bunu "namaz"la misillendirebiliriz.
          Bilindiği üzere namazın hem bireysel hem de toplumsal faydaları ve etkileri var. Gerçek anlamda kılınan namaz, insanı Allah'a yakınlaştırır, kötülükten uzaklaştırır.
Bireyin iradesini ve ruhunu kuvvetlendirir, ona üstünlük sağlar, onu dünyevileşmekten korur. Ona şehevî ve dünyevî arzularını yerinde kullandırır, böylece onu rahatlatır.
         Toplumsal açıdan bakıldığında namaz, bireyi topluma karşı işleyeceği kötülüklerden alı kor. Nitekim bu durum "Namazı kıl. Çünkü namaz, fuhuştan ve kötülüklerden alı kor. Ankebut 45" ayetiyle belirtilmiştir.
          Her halükârda denilebilir ki, namaz birey ve toplum için bir diriliş eylemidir.
Namaz bir diriliş eylemi olduğu kadar, aynı zamanda bir yönüyle de "direniş" eylemidir de.
         Özellikle "cenaze namazı" bir direniş eylemidir denilebilir. Cenaze namazı toplumda yer alanlara karşı bir direniş eylemidir. Bunu ayetten anlıyoruz.
         Bilindiği üzere cenaze namazı farz-ı kifayedir. Toplum fertlerinin bir kısmının edâsı/ifası ile farz yerine gelmiş olur.
          İşte sorun ve direniş burada başlıyor.
          Bilindiği üzere toplumumuzda ömrü boyunca İslâm'a ve Müslümanlara saldırmayı marifet olarak gören, hayatı boyunca İslâm dışı yaşayan bireylerin ölüsü camiye getirilir ve şuursuz Müslümanlar bunların namazını kılar.
         Bu durum kötülerin kötülüklerini sürdürmesine zemin hazırlar.
         Hâlbuki Cenabı-ı Allah bu tiplerin namazının kılınmamasını emretmektedir. Ayette "Onlardan ölenlerin hiç biri üzerine asla cenaze namazı kılma. Tevbe-84" denilmektedir.
        Şuurlu olan her Müslüman önüne konulanın hayatını, eylemlerini ve yaşayışını sorgulamadan namazı kılmaz. Cenazeyi getirenlerin kenarda beklemeleri karşısında farz-ı kifayedir deyip saf'ta yer almaz. Bilir ki, şuursuz davranışlar topluma bir kötülüktür.
         Kısaca;
         Cenaze sahiplerinin safta yer almaması karşısında şuurlu Müslümanlar tarafından bir tepki gösterilip cenaze namazı kılınmazsa cenaze sahiplerinin ekseriyeti bu tepkiden ibret alarak İslam'a rucu eder ve normal davranış sergilerler. Bunun örnekleri çoktur.
        Konuya bu bağlamda bakıldığında namaz bir diriliş eylemi olduğu gibi, dirilişe vesile olacak bir "direniş Eylemi”dir aynı zamanda.
        Buradan hareketle diyebiliriz ki, haydin namazla şuurlanmaya,direnmeye, dirilmeye ve topluma iyilik etmeye.”
       Selam ve Sabırla… 29.05.2009.

15 Kasım 2019 Cuma

Oligarşik Yönetimin İşleyişi


Oligarşik Yönetimin İşleyişi

Veysi ERKEN

        Devlet, fert ve toplum için çok efsunkâr ve anlamlı soyut bir kavramdır. Gerek fert gerekse toplum zaviyesinden meseleye baktığımızda devletin baht, talih, saadet, mutluluk gibi manaları tazammum etmesi beklenir.

        Devlet bireylere hizmet aracı olduğu müddetçe saadet kaynağıdır. Bireye hizmet etmeyen, bilakis onu ezmeye çalışan devlet yapılanması ancak zülüm kaynağı olur. Denilebilir ki, fertlerin ve toplumun kendilerini güven ve huzur içinde hissettikleri devlet yapılanması anlamlıdır.

         Devlet ne zaman huzursuzluk kaynağı olur sorusunun cevabı “bazı kişi veya zümreler kendilerini devlet olarak gördüklerinde” biçimindedir. Gerçekten devlet kavramı bazen idarî mekanizmayı elinde bulunduranlarca kendileriyle aynileştirilmek istenir. Böyle durumlarda yönetim oligarşik bir duruma dönüşür ve devlet saadet olmaktan çıkar.

        Oligarşi ”siyasi iktidarın birkaç kişilik gruba, belirli bir zümreye veya hükümranlığı silsile halinde devam eden bir aileye dayandığı siyasi rejim”(1). biçiminde tanımlanır Tariften anlaşılacağı üzere oligarşik yapı kan bağına dayanan bir yapılanmayı değil, iktidar gücünün belirli ellerde toplanmasını ifade eder.

        İktidar gücünü eline geçirmiş olan oligarşik zümre iktidarın işleyişini halkla ve halkın içinden gelenlerle paylaşmaktan kaçınır. Bunun için oligarşik beyin halkı ve halkı temsil edebilecekleri devre dışı bırakma yollarını arar. Halkı devre dışı bırakmanın en kestirme yollarından biri oligarşik beyine hizmet edecek “üst kuruluş”lar oluşturmadır. Böylece oluşturulan üst kuruluşların marifetiyle halk devre dışı kalır.

        Üst kuruluşlar paslaşma vasıtalarıdır. Halkın yönetime katılımını engellemek isteyen oligarşik beyin, üst kuruluşlarını yöneten bürokratları marifetiyle paslaşarak namusluların yönetime gelmelerini engeller. Oligarşik yapı bu ve buna benzer yollarla hegemonyasını devam ettirir. Oligarşinin halkı yönetimden uzak tutmak için başvurduğu önemli yollardan biri de “çamur at izi kalsın”dır.

          Seçimle iş başına gelebilecekler muhtelif nitelemelerle karalanır ve yönetime gelişleri engellenir. Bunun için en geçerli yol medyanın kullanılmasıdır. Medya eliyle yönetime gelebilecek isimler etrafında vehimler ve spekülasyonlar oluşturulur. İrticacı, gerici, hain, devlet düşmanı gibi nitelemeler en çok kullanılanlarıdır. Bu nitelemelerle şartlandırılan toplum kendisine hizmet edecek şahsiyetlerden uzaklaşır. Son yıllarda ülkemizde vehimlerle oluşturulan hegamonik yapı bu oligarşik yaklaşımın en belirgin göstergesidir.

        Kısaca, bir ülkede oligarşik yönetim, fertlerin tek tek veya toplumun bir bütün olarak denetim yapamadığı durumlarda daha da belirginleşir. Denetimsiz kalan seçilmiş ve atanmış yöneticiler kendilerini “devlet” zanneder. Onlar artık ”biz devletiz” demeye başlar. Orwell’ göre “Oligarşik yönetimin temeli, babadan oğul’a geçmesi değil, ölenler tarafından yaşayanlara aktarılan bir dünya görüşünün ve yaşama biçiminin sürdürülmesidir. Yönetici grup, yerine geçecekleri saptayabildiği sürece, yönetici kalır. Parti, soyunu değil, kendisini ölümsüzleştirmeyi amaçlar. Hiyerarşik yapı aynı kaldığı sürece, gücün şunun ya da bunun elinde olması önemli değildir.” (2)

         “Şeffaflık ve denetim” oligarşinin en çok korktuğu kavramlardır. Denetimin olduğu yerlerde “adi menfaat”lar “âlî menfaat” diye yutturulamaz. Denetimden kaçınmanın yolu “âlî menfaat” yuttumacasının “sır”laştırılmasıdır.

          “Sır” bir sığınaktır oligarşi için.

          “Sır”laşan ve kendini devlet zanneden zümre denetimsiz olduğu için halinden memnundur. Çünkü bu zümrenin kendini “sır”laştırarak devletle aynileştirmesi onun soygun, rüşvet, talan, hırsızlık gibi işlerini kolaylaştırır. Bu durumda, “devleti idare edenler devletin arkasına saklanarak; devletin zırhına bürünerek; devletin eli gibi gösterip, devletin gücünü kullanarak; devleti istismar ederek; idarenin ismi ne olursa olsun, idare sistemini bir saltanata çevirebilirler. Giderek bu saltanatlarını kuvvetlendirirler ve sonunda, isimler ve cisimler değişik de olsa, soya-sopa dayanmasa da, ortaya zümrevî bir saltanat çıkar. Eskiden bir aileye itaat eden ve onu beslemeye mecbur olan millet, bu defa yüzlerce aileye itaat etmeye, onların gönlünce olmaya ve onları beslemeye mecbur kalacaktır.”(3)

            “Âlî menfaat” zırhına bürünerek “sır”lı bir şekilde ahtapotça çalışan oligarşi, halkın “devlet”e güven duygusunun zayıflamasının başlangıcını oluşturur. Halkın kendini ve yönetimi sorgulama alışkanlığını kazanamadığı yerlerde yönetime ve oligarşik yapıya duyduğu güven daha da azalır. Oligarşik yönetimlerin işleyişi saltanatlarının devamını sağlamaya yöneliktir. Bunun için oligarşik yönetimler en başta halkın “haber alma hakkı”nı muhtelif tarzlarla engellemeye çalışır. Halkın açlığı, sefaleti, hürriyetlerin gaspı onların bir parçası olan medya vasıtasıyla gizlenir. Halkın dertlerini gündeme getirmek isteyen ve oligarşiye muhalefet edenler yaftalanarak medya eliyle susturulur, hatta yok edilir. Oligarşik yönetimin demokratik açılıma asla tahammülü yoktur. Çünkü demokratik açılımın onun saltanatının sonunu getireceğinden emindir.

          Oligarşik yönetim, demokrasi adına fertlerin her türlü “hak ve Hürriyetleri”ni gasp etmekten çekinmez. Hak ve hürriyetlerin şartsız bir şekilde kullanılabildiği ortamlarda halkın yönetime katılımı artar. Bu durum oligarşinin hoşuna gitmez

         Hulasa, Şunu ifade edebiliriz.

        Gerek bireylerin tek tek, gerekse toplumun bir bütün olarak birkaç ailenin - medya, sanayi, ticaret ve bürokrasi yoluyla- kurduğu olgarşik yapının işleyişinin farkına varması ve onu denetimi altına almaya çalışması demokratikleşmenin birinci adımıdır. Halkın yönetimi denetleyebilmesi, toplumu oligarşinin “kulu” olmaktan çıkmasının diğer adımını oluşturacaktır. Toplumun, oligarşiden kurtulmanın çaresini ve yollarını bulması gerekir.

          Bize göre, oligarşik yapının kırılması, bireylerin mensup oldukları partiler, oluşturduğu medya, kurdukları dernekler ve vakıflar kanalıyla “demokratik haklarını” kullanılmalarından ve sivil itaatsizlikten geçer. Tabi ki, toplumu oluşturan bireyler oligarşik yapının kırılmasını istiyorlarsa.
Selam ve Sabırla. 23.08.2008

1-Türkçe Sözlük, C.III, İstanbul 1986,s.1009.

2- George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, s.171.

3-Şen, Seyit Mehmet. Devletin Tanrılaşması, İstanbul 1996,s.71.