28 Eylül 2022 Çarşamba

Bu Sözü Unutma: Fiili Durumu Resmileştirdik

 Bu Sözü Unutma: Fiili Durumu Resmileştirdik 

 Veysi ERKEN

Hep diyorum.

Unutmak pusudur. Unutursan kalbin “kara”yı “ak” görmeye başlayabilir. Bu anlamda Müslüman affeder ama unutmaz.

Bütün coğrafyalarda Müslüman kendine yapılan zulümleri, haksızlıkları, işkenceleri unuttuğu için yenileriyle, daha şedidiyle ve ahlaksızıyla karşılaşıyor.

Bunun için diyorum ki, ilahı kelimetullahın davacısı olan, bu ülküde birleşenler, âleme nizam vermeye çalışanlar unutma hastalığına duçar olmamalıdırlar.

Unutursa vicdanları, ahlakları ve bütün güzel vasıfları kurur, bedenen yaşayan ölüler olurlar.

Ki bugün dünün zalimlerini ve zulümlerini unutan milyonlar vardır Türkiye’de.

Kendilerine zulmeden zihniyetle iltisak haline dönüşmüşlerdir.

CHP’lileşmişlerdir.

Her şeylerini kaybetmişlerdir.

İbret alanlar ve hatalarından dönen yok mu? Tevbe istiğfar eden yok mu?

Elbette vardır.

Ama acı olan Bilhassa 28 Şubat zulmüne direnenlerin bir kısmı bugün 28 Şubat savunucusu zihniyetin iltisaklısı olmuş, alagarson saçlıların peşine takılmış ve “zehir”leşmiştir.

Unutmak pusudur diyorum ya.

İşte unutmanın kötülüğünü anlatan 2001 tarihli bir yazım.

“ABD Kongresi Kur’an’la açılacak ( 04.05.2001 Gazeteler) haberinin çıktığı bir zaman diliminde ……….  tarihe geçecek bir itirafta bulundu.

Bu ülkenin sevdalıları, inançlıları, hicrete zorlananları siz siz olun ………’nın cümlesini asla unutmayın. Eğer unutursanız tekrar tekrar aldatılmanızın delili olacak bu cümle.

  …….“28 Şubattan beri altını çizerek söylüyorum ki, polis okullarına bir tane bile İmam-Hatip Lisesi mezunu alınmamıştır. Geçen hafta Mecliste yaşanan tartışmalar bu fiili durumun resmileştirilmesinden başka bir şey değildir” diyordu.

İşte tarihi itiraf.

Bu itirafı unutan iflah olmaz.

Bu itirafı…….’ya ve onun içinde yer aldığı partiye/ partilere hatırlatmayanlar nadanlık etmiş olur.

Ben şimdiden vazifemi yapayım da mahşer gününde mesul olmayayım.

Evet, ………. memleketlisi. Sizin resmileştirmediğiniz herhangi bir fiili durum var mı?

Resmileştirmediğiniz bir zulüm var mı? Siz fiili zulümleri ……beri resmileştirmektesiniz.

Cengiz Çandar’ın tabiriyle Bülent Ecevit’in tarikatının müridi oldunuz ve inananlara “had” bildirmeye başladınız. Ülkücülere hakaret edeni ana bildiniz. Tam teslimiyetle ülkücüleri katillikle suçlayanlara ittiba eylediniz.

Bu da yetmedi.

Çalışanların, esnafın, köylünün canını çıkardınız pirinizi memnun etmek için yetmedi. Yolsuzluk ve hırsızlıklara batmış olanları akladınız(!) pakladınız(!) sütten çıkmış kaşığa çevirdiniz. Hiç kimse bu kadar aklayıcı(!) olduğunuzu bilmiyordu.

Yine tatmin olmadınız.

Deprem oldu tınmadınız. Deprem sarsıntıları arasında mezarda emekliliğe mahkûm eylediniz insanları şeriklerinizle.

Kur’an öğretimini yasakladınız. Hem de dünyada eşi menindi olmayacak bir şekilde hızınızı alamadınız.

Katilleri, hırsızları, uğursuzları ve ırz düşmanlarını saldınız sokaklara yeni cinayetler işlesinler diye. İçinize bunu da sindirdiniz. Çünkü değirmen gibi her şeyi sindiriyordunuz ne de olsa.

Yoksullukla, yolsuzlukla ve haksızlıkla mücadele edeceğinizi söyleyerek meydanlara inmiştiniz. Bunların gereğini(!) yaptınız ortaklarınız ve müntesibi olduğunuz pir-i faniyle. Bankalar hortumlandı devr-i saadetinizde tınmadınız. Binler ülkeden hicret etti tınmadınız. Duygular yaralandı tınmadınız. Yoksullukla, yolsuzlukla ve dahi haksızlıkla mücadeleden anladığınız buymuş.

   Sınırlar açık olsa yönetecek halk kalmayacak yine kılınız kıpırdamadı.

  İlla da ananız ve pirinizin memnuniyeti önemliydi sizin için. İki kişi mutlu olsun yeterdi. İki kişinin mutluluğu için Çeçenleri Putin’e, Ata yurdunu Zemin’e sattınız.

Ülkenin felaketlerine seyirci kaldınız.

Lal olmuştunuz adeta.

Bataklık gizlenemeyecek noktaya gelince Mesih beklediniz.

Ve beklediğiniz Mesih(!) gönderildi.

Derviş yasaları gerekliydi Mesih(!)i gönderenler için. Bunlara da eyvallah dediniz. “Emret Başkanım” dediniz topluca ve huşu içinde.

Ülkeyi müstemlekeye çevirdiniz “boğazdaki aşiret” ve “dönmeler”den müteşekkil “Tapınak Şövalyeleri”yle birlikte.

İşte itirafınız bunun için önemlidir. Bu sözünüz resmileştirdiğiniz bütün fiili zulümlerin bir nişanesidir. Yukarıda sayılan sadece küçük bir demettir. Resmileştirdiğiniz fiili zulümleri asla unutmayacağız ve gücümüz yettiğince unutturmayacağız. Çünkü unutanlar ve unutturanlar mesuldür. Hem bu tarafta hem de ukbada hesabını veremezler. 

Evet ……

“ 28 Şubattan beri altını çizerek söylüyorum ki, polis okullarına bir tane bile İmam-Hatip Lisesi mezunu alınmamıştır. Geçen hafta Mecliste yaşanan tartışmalar bu fiili durumun resmileştirilmesinden başka bir şey değildir” tarzındaki itirafınızı unutmayacağız ve unutturmayacağız, daima sizlere hatırlatacağız.

Ecevit’e tabi olanların hal ü pür melalini hatırda tutmak ülkücülüğümüzün gereğidir.

Selam ve Sabırla...29.08.2001”

 

Not: Hatalarını anlayıp tevbe edenler olduğu için isimler yazıdan çıkarılmıştır. Geçmişin yazısını bugün Bidenin kurdurduğu 1 ayaklı çokgen masanın kenarında olan, destekleyen herkese ithaf ediyorum. Çünkü geçmişinizi unuttunuz, zalimlerin yanında yer aldınız. İbret alacağınızı zannetmiyorum.

25 Eylül 2022 Pazar

Yeniden İslam’a, Yeniden Bismillah ile İşimiz olsun

 Yeniden İslam’a, Yeniden Bismillah ile İşimiz olsun

Veysi ERKEN

Atalarımızın “Birbirine karıştı ablarla dolaplar, ablar(sular) galip gelince döndü dolaplar” diye fiillerimizi izah eden güzel tespitleri vardır.

Özellikle İslami terminoloji ile akrabalığı olmayan ve yaşamayanlar doğrudan veya dolaylı olarak İslami terminolojiye karşı çıkarlar. Anmasını Bilinmesini ve yaşanmasını istemezler.

Onlar gerçekte yüzlerini güneşe çevirdikleri, haçlının kelime ve kavramlarını yaşadıkları ve yaşatmaya çalıştıkları halde toplumu kandırmak için Müslüman olduklarını da iddia ederler.

Dolayısıyla zihniyetleri faş edildiğinde ve durum kendilerine hatırlatıldığında hemen biz de “Müslüman”ız derler.

Bu tiplere daima şunu sormuşumdur.

Mademki, Müslümansınız İslam’ı hayatınızdan neden çıkarıyorsunuz. İslami kuralları ve ilkeleri yaşamaya çalışanları kötülüyor, engellemeye çalışıyorsunuz.

Neden İslami kavramları kullananlara karşı çıkıyorsunuz diye sorduğumuzda cevap yok.

Tık yok.

İtham bol.

Tam münafıkça.

Peki diyorum.

Hani siz demokrasiden bahsediyorsunuz. Batı ülkelerinde “Hıristiyan Demokrat, Hıristiyan Birlik” adlı partiler var ve bu partiler Hıristiyanlık değerleri ve kavramlarını bolca kullanıyorlar niye kimse itiraz etmiyor. Sizler de ses çıkarmıyorsunuz.  Müslüman’a gelince bu vaveylayı neden koparıyorsunuz.

Yine tık yok.

Bunları yazmamın sebebi “Haydi Bismillah”a yapılan itirazdır.

Bilindiği üzere bazıları herhangi bir açılışta, temel atmada veya benzer faaliyetlerde, düğün derneklerde “Haydi Bismillah” ile söze başlıyorlar.

Buna itiraz edenler samimi olsaydı, itiraz edeceklerine kampanyalarını “Haydi Bismillah”a ilave olarak “Allah’u Ekber”le yaparlardı.

Ama bunların İslam’la ve Müslüman’la sorunu vardır. Münafık karakterli, Sabetayist meşrepli ve Görünümlü tiplerdir.

Böyle olmayanlar için diyorum ve umuyorum ki, hatalarını anlarlar ve İslam’la Müslümanlaşırlar.

Bilinmelidir ki, Müslüman yapacağı işe ve gerçekleştireceği her hayırlı fiile besmele ile başlar ve manen şunları söyler “İşime, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyorum. O’nun emriyle ve O’nun için bu işin başındayım ve O’nun adına teşebbüste bulunuyorum, O’nun emriyle yapıyorum. Çünkü bu başladığım işin tamamlanmasında gerekli olan kuvvet ve kudret O’nun tarafından bana verilmiştir ve O’ndandır. O bana bu kuvvet ve kudreti vermezse ben bu işi tamamlayamam” kasdındadır.

Evet, Resulullah (sav) her yaptığı hayırlı işe besmele ile başlamıştır. “Bismillah ile başlamayan her ciddi iş noksandır.” diyerek Müslümanları buna teşvik etmiştir. Başka bir hadis-i şerifte de Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Sizden kim bir şey yerse “Bismillah (Allah’ın adıyla)” desin. Bidayette söylemeyi unutmuşsa sonunda şöyle söylesin: “Bismillahi fi evvelihi ve âhirihi (başında da sonunda da Bismillah).” (Hz.Aişe) http://www.dogruhaber.com.tr/haber/12902-besmele-her-hayrin-basidir/

Özetle her Müslüman’ın vazifesi yapacağı ve yapmayı düşündüğü hayırlı işe “Bismillah” ile başlamalı ve yaptığı hatalı işlerden dolayı İstiğfar ve tövbe etmelidir.

Bilinmelidir ki, istiğfar ve tövbe de her Müslüman’ın şiarıdır.

Kanaatime göre önümüzdeki seçimler için bütün partiler Bismillah'la başlayıp istiğfar ve tövbe ile biten iş ve işlemleri amasız, lakinsiz, fakatsız bir şekilde yapmalıdır.

Kısaca İslam’ı tefekkür etmeli ve hayatı İslam’a göre kurgulayacaklarını yaşayarak taahhüt etmelidir.

Unutulmamalıdır ki, samimi bir şekilde “Bismillah”la başlayan eylemler hayırla sonuçlanır.  Her alandaki kalkınma hızlanır, İslami hayat çerçevesinde refah artar. Eylemlerimizdeki hata ve kusurlar için de istiğfar ve tövbeyi de ihmal etmemeliyiz.

Hepimiz insanımızı sıkıntıya sokan, ülkemizi zayıflatan silahtan, hendekten, tuzaktan uzak durmak için bismillah demeliyiz, silah kullanana, hendek kazana, tuzak kurana, korku ve dehşet saçana destek olabilecek ifade ve eylemlerden dolayı istiğfar ve tövbe etmeliyiz.

Bu taleplerim bütün partililerden ve partililerdendir.

Ayrım yok.

Önümüzde seçim var.

Haydi, İslam’la İslamlaşmaya.

Haydi, “bismillah” diyerek hayırda yarışmaya, istiğfar ve tövbe ile kötü eylemlerden uzak durmaya.

Selam ve Sabırla...

 

 

 

 

 

 

Tutsak Zihin ve Akademik Bağımlılık

 Tutsak Zihin ve Akademik Bağımlılık

Veysi ERKEN

Türkiye’de Müslüman’ım deyip İslam’a itiraz eden o kadar “ebleh” oluştu ki, hayret etmemek mümkün değil.

Bu konu ile ilgili epey yazı vardır esasında.

Yıllar önce “köle yetiştirme eğitimi”, “öğreterek yabancılaştırmak”, “Müslüman’ın Sorunu Kur’anı Yaşamamasıdır”, “Her Şeye Din Ekseninden Bakmak” ve yüzlercesi misal verebilirim.

Yazılarım Müslüman’ın zihinlerinin ne kadar tutsak olduğunu gösteriyor esasında. Bu konuya defalarca dönmek ve yazmak gerekir. Zira Müslüman’ın zihni işgal edilmiş ve kültürel soykırıma uğratılmıştır.

Zihinler işgal edilip kültürel soykırım gerçekleşince Müslüman dediklerimizin ekseriyeti “Allah’a inanıyor, Allah yokmuş gibi yaşıyor” derekesine düşüyor. Tabii ki, bu derekeye düşme sebeplerinden birisi ve en önemlisi “para alan emir alır” kaidesi gereğince yaşayan “kanaat önderleri(!), “satılmış gazeteciler”, “ilim adamı sıfatlı akademisyenler”, “siyasi liderler” vs. gelir.

Hakikatte bunların hepsi toplumun eğitiminde, yönlendirilmesinde ve yönetilmesinde etkili kesimlerdir.

Bu tespitimde bir arkadaşımın şu ifadesi zihinlerin nasıl işgal altında olduğunu açıklamaya yetiyor.

Arkadaşım İslami talim ve terbiye verdiğini düşündüğümüz bir fakültede öğretim üyesi ve unvanı en kalabalık.

Sohbetimizde “Her şeye din ekseninden bakmak bizatihi dinin kendisini sorun haline getirmiştir” dedi.

Tabii ki, bu arkadaşımız sahasında hep batı/batılların kitaplarıyla doldurulmuş, zihni tutsak edilmiş ve akademik bağımlı hale dönüşen biri.

Samimiyetinden şüphe etmediğim arkadaşıma bir kitabı tavsiye ettim. Biraz oku ve zihnini esarette kurtar dedim. Kitabı bütün okuyucularıma tavsiye ediyorum. Bugünkü ayırımı esas alacak olursak hayat “sosyal” ve “fen” bilimleri zemininde kurgulanır.

Kitap sosyal bilimler alanında zihnimizin nasıl işgal edildiğini, edilgin hale nasıl getirildiğimizi, sosyal hayatımızın hangi yabancı değerler (Gayrı İslami) üzerinde inşa edildiğini ortaya koymaktadır.

Syed Farid Alatas’ın “Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler Avrupa Merkezciliğe Cevaplar”(1) isimli kitabı Âdem Bölükbaşı tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

Bu kitabın düşünce hayatımıza kazandırdığı en önemli iki kavram “tutsak zihin” ve “Akademik Bağımlılık” kavramlarıdır.

Haçlı zihniyetinin bilhassa Güney Asya coğrafyasında Müslümanları nasıl köleleştirdiği akademik bir üslupla ortaya koyuyor.

Tabii ki köleleştirme bütün İslam coğrafyasında geçerlidir.

Ülkemiz ve insanımız maalesef zihin bakımından köle durumundadır. Tabii ki, bu derekeye düşmemizin sebeplerinden birisi ve en önemlisi “para alan emir alır” kaidesi gereğince içimizde yaşayan “kanaat önderleri(!), “satılmış gazeteciler”, “ilim adamı sıfatlı akademisyenler”, “siyasi liderler” vs. gelir.

Merhum Turgut Özal kalkınmamamızın sebebi yabancıların içimizden satın aldıklarıdır derdi.

Sadece kalkınma konusu değil sosyal hayatımızın parçalanmışlığı, aile hayatımızın darmadağınık hale dönüşümüzün, çocukların ebeveynlerini tanımayışının, hayatta anlık zevk ve sefih hayatın dışında bir şeyin kabul edilmeyişi, maddenin ilah edilmesi vs hep zihnin tutsak edilmesi neticesinde akademik bağımlılıkla çözüm üretmeye çalışanlardır diyebiliriz.

Bu gerçeği kitaptan sadece iki kavramı kullanarak neden Müslüman’ın her şeye din ekseninden bakmak mecburiyetinde olduğunu ortaya koymaya çalışayım. “Tutsak zihin” ve “Akademik Bağımlılık” kavramları konunun izahı için yeterlidir.

Maalesef zihinlerimiz tutsak, akademik dünyamız bağımlıdır.

Sosyal bilimler içinde telakki edilen ve medeniyetleri şekillendiren hukuk, iktisat, eğitim, kültür, felsefe, psikoloji, sosyoloji vs. ilim dalları belirli ilkelere göre doktrine edilir.

Bütün sosyal bilimlerin doktrine edilmesi, bir amaca yönelik olması ve belirli ilkelerden hareket edilmesi kaçınılmazdır.

Şimdi konumuzu açıklığa kavuşturacak birkaç soruyu gündeme getirelim.

İnsan niçin eğitilmelidir, ticaret hangi ilkelere göre şekillenmelidir, hukuk insan ilişkilerini neye göre düzenlemelidir, sosyoloji toplumsal ilişkileri hangi kurallarla izah etmelidir, felsefe bilgi, varlık ve ahlakı ne ile izah etmelidir.

Bu soruları çoğaltmak mümkündür.

Ve.

 Bir medeniyet tasavvuru inşa etmek veya ihya etmek isteyenler bu soruları belirli ilkeler ve yöntemlerle çoğaltmak mecburiyetindedir.

Geçmişimizde Maturidiler, Ebuhanifeler, İbn Haldunlar, Buhariler, Ali Kuşçular, El Cezeriler, İbrahim Hakkılar bu soruları sorarak İslam medeniyetimi oluşturmaya çalışmışlardır.

Camiler, külliyeler, hanlar, kervansaraylar, köprüler ve şehirler bu anlayışla şekillenmiştir.

Robot çalışmaları, tedavi yöntemleri, astronomi çalışmaları, uçuş tecrübeleri tutsak olmayan zihinlerle gerçekleştirilmiştir.

Peki, bugün soruluyor mU?

Maalesef çok az soruluyor?

Soranlar hemen baskın görüş haline dönüşen görüş sahipleri tarafından bastırılmaya çalışılıyor.

Hatta bu bastırma faaliyetinde İslam dairesinden zihnen çıkmış “Müslüman Görünümlü”ler tarafından daha şiddetli bir şekilde yapılıyor.

Aile hukuku veya sınavsız okul konusunu gündeme getirdiğimizde en çok itiraz “Müslüman Görünümlü”ler tarafından oluyor.

Dolayısıyla bugünkü çıkmazımız zihinlerimizin “tutsak” edilmişliği ve “akademik“ dünyamızın bağımlılığıdır.

Akademik dünyamız sosyal konuların tamamını haçlılar tarafından bize dayatılan kavram, ilke ve yöntemlerle izaha kalkışmakta ve bu yüzden çuvallamaktadır.

Bugün ülkemizde sorulduğu zaman nüfusun yüzde yüzüne yakının Müslüman olduğu ifade edilir.

Soruyorum size iktisadi ve sosyal alanda, eğitim hayatında, batı yaşayışıyla, sosyal değerleriyleve hukukuyla düşünmeyen, orijinal olan kaç sosyal bilimcimiz var?

Maalesef düşündüğünü, fikir ve bilgi ürettiğini zannettiğimiz akademik dünyamız taklitten öte bir şey ortaya koyamamaktadır.

Bizden adam olmaz, ancak batının şablonlarını kullanabiliriz anlayışı tutsaklığın göstergesidir.

Peki, neden bu durumdayız.

Sebebi gayet basittir.

İlim adamı, politikacı, iktisatçı, sosyolog, psikolog, hekim vs. dediklerimiz batının bakış açısıyla yetiştirilmiş ve devşirilmiştir.

Ülkemizde yapılan orijinal çalışmalar kabul görmemektedir. Tezlerin tamamı taklitten ve tekrardan ibarettir.

Batı dilleri, özellikle İngilizce mukaddes dil haline getirilmiş, batı ülkelerinde yapılan tezler mutlak doğru olarak addedilmektedir.

Mesela; “Sınavsız ve Sınırsız okul”, “her yer okul” veya “tabii bitkisel ilaç”, “ailemiz kendi hukukumuzla inşa edilsin” dediğimizde anlaşılmak istenmemekte, batı örnek verilmektedir.

Hâlbuki bizim medeniyetimizin inşasında bilgi edinme ve beceri geliştirme hakkı sınırsız kabul edilmektedir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayeti maarif sisteminin kurgusu için yeterlidir. Kur’an aile hukukumuzu inşa için yeterlidir ve bununla yüzyıllarca mutlu yaşamışız.

Tutsak zihin ve akademik bağımlılık ile düşünenler batının/batılın değerleri ile tefekkür edenler insanımızın önünü tıkamayı öğrenim hakkını gasp etmeyi ve aileyi sıfırlamayı marifet bilmektedir. Hem de “Müslüman’ca(!)” düşündüklerini ileri sürerek.

Bilinmelidir ki, “tutsak zihin” ve “akademik bağımlı” kölelere dönüştürülmüş ve devşirilmişlerden medeniyetimize bir katkısı beklenmez, beklenemez.

Zira düşünme zeminleri kaydırılmıştır. Efendilerinin şablonlarının dışına çıkamazlar.

Dolayısıyla zihni tutsak olmayanlar, Müslüman olanlar her şeyi Kur’an ve Sünnet eksenli düşünmek ve hayata geçirmek mecburiyetindedir. Çalışmalarını ve medeniyet kurgusunu kendi kavram, ilke ve yöntemleriyle gerçekleştirmek zorundadırlar. Şunu söyleyebiliriz ki, “inancın ve buna bağlı değerler sisteminin yerini iyice belirlemeksizin ve bu noktaya hak ettiği vurguyu yapmaksızın İslam medeniyetinin doğuşunun, gelişmesinin ve yayılmasının anlaşılması” (2) mümkün değildir.

Kısaca; medeniyetimizin gelişim ve çöküş süreçlerini iyi tahlil ettiğimizde, gelişimin Kur’an eksenli, çöküşün eksen kaymasının sonucu olduğunu görürüz.

Hâsılı kelam, adalete, hakka ve hukuka dayalı bir şekilde nizam-ı âlemi tasavvur ve tahayyül eden kişi ve gruplar mihverlerini İslam’a asıl ifadesiyle Kur’ana ve Sünnete istinad ettirmek mecburiyetindedirler.

Unutulmamalıdır ki, felah “tutsak zihin” ve “akademik bağımlılık”tan kurtulmakla mümkündür.

Selam ve Sabırla…

1-Syed Farid Alatas, Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler Avrupa Merkezciliğe Cevaplar, Ter: Âdem Bölükbaşı, Matbu Yayınları, İstanbul-2016  

2-İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyeti Tarihi, TDV Yayınları, Ankara-2015, s.4.