24 Mart 2021 Çarşamba

Muhsin Yazıcıoğlu: Siyasilerin Hayali Olmalı

 

Muhsin Yazıcıoğlu: Siyasilerin Hayali Olmalı

 Veysi ERKEN Dr.

           Cinayetin sene-i devriyesidir. Pus ve karanlığın devam ettiği bir zaman dilimi. Merhum Muhsin Başkanla ilgili yeni bir şey yazmaya gerek yok.

            Zira onun ve hepimizin bir hayali vardı ve hayalimiz devam ediyor.

            İlayı Kelimetullah için nizamı âlem.

            Bu ülke ve hayal yeni değildir. Bizden önce olduğu gibi bizden de sonra devam edecek inşallah.

            Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her karış toprağında.

            Özellikle ülkenin yönetimine talip olanların hayali çok önemlidir.

            Merhum Başkanla ilgili şunu ifade etmiştim şahadetinde.

“Ülkenin yönetimine talip olanların gerçekleşebilir hayalleri olmalıdır. Hayal sadece ülkenin insanı ile değil dünyayı kapsayıcı da olmalıdır.

            Hayal kurmak ve onu gerçekleştirmeye çalışmak fıtri bir duygudur. Yönü ve hedefi yetişme ve yetiştirilme tarzına göre farklılaşır. Dolayısıyla siyasilerin de hayalleri vardır.

Siyasilerin hayalleri ülkenin insanına hizmete yönelik ise anlamlıdır. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun bir hayali vardı.

O gençliğinde “eller silah değil kalem tutmalı derken” huzurlu bir ülkeyi hayal ediyordu.  Hayali gerçekçi ve örnek teşkil edecek evsafta idi.

Genel Başkanlığını yaptığı bütün kuruluşlarda ve başkan olduğu dönemlerin tamamında huzurla ilgili hayallerini dillendirmeye devam etti. Çabası hep bu yönde oldu. Bütün siyasilere ve başkanlara örnek olmaya çalıştı ve çabaladı.

İşte merhum Yazıcıoğlu’nun ülkemiz için hayali:

“Bir hayalim var: Bütün vatandaşlarımızın, ay-yıldızlı bayrağın altında şerefle yaşadığı bir TÜRKİYE hayal ediyorum...

Bir hayalim var: Başını örtenle, açanın aynı üniversitede yasaksız, kavgasız kardeşçe yaşadığı bir ülke hayal ediyorum...

Bir hayalim var: KÜRT-TÜRKMEN, alevi-Sünni ayrımı olmadan, zengin-fakir ayrıcalığı görülmeden imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir TÜRKİYE istiyorum...

Kısacası; Adriyatik`ten, Çin Seddi`ne kadar kaynaşmış, güçlü bir TÜRK dünyası hayal ediyorum. Büyük bir TÜRKİYE hayal ediyorum...”

Ne güzel bir hayal değil mi?

Ülkemizi kargaşaya sürüklemek isteyen siyasi görünümlü bezirgânları seyrettikçe Yazıcıoğlu’nun hayali daha bir anlam kazanıyor?

“Hayalleri olanlar asla uyumaz” diyor Pat Mesiti. Gençlere ve siyasilere sesleniyorum. Merhum Muhsin Başkan bu anlamda hiç uyumadı.

Gençler ve dahi siyasiler sizin de huzura yönelik hayaliniz olsun?

Uyumayın ve hayal kurun.

Kavgasız ve kargaşasız bir Türkiye ve dünya ile ilgili hayal.

Fırıldak olmadan. Kimseyi aldatmadan ve fırıldaklara kanmadan kurun hayalinizi.

Zira huzurlu bir Türkiye ve dünya hayali ancak fırıldaklıklardan uzak bir zeminde kurulur ve gerçekleştirilmeye çalışılır.

Merhum Yazıcıoğlu hayallerini fırıldaklıktan uzak bir zeminde kuruyordu ve düz durmamanın kötülüğünü şöyle açıklıyordu.

“Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahirette Allah, bize ‘Niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz.  19 Mart 2009günü partisinin Karaman Seçim Bürosu’ndaki konuşması”

Neticeten fırıldaklıktan uzak huzur dolu hayaller gençlerimize, siyasetçilerimize ve bürokratik yöneticilerimize gereklidir.

Tavsiye olunur.

Mekânın Hz. Muhammed Mustafa’nın ravzasıdır inşallah.

Selam ve Sabırla…

 

Not: 2009 Şehadeti münasebetiyle yayınladığım kitaptan.

 

Muhsin Başkan: Baki Kalan Kubbede...

 Muhsin Başkan: Baki Kalan Kubbede...

          Veysi ERKEN Dr.

          “İnsan ölür kalır eseri” demiş atalarımız.

Bu dünyadan hicret edip nisyana uğramayanların sayısı az.

Firavunlar ve nemrutlar zulümleriyle, peygamberler ve varisleri de iyilikleri, tebliğleri, usvelikleri ve irşatlarıyla unutulmaz, nisyana uğramaz.

Asırlarca anılırlar bıraktıklarıyla.

Önemli olan iyi eser bırakmak ve güzel anılmak.

İşte hayatıyla güzel eser bırakan bir dost. O, zikre dalmış her şey diyordu. Kendisi de bu zakirlerden biriydi.

“Zikre dalmış her şey” diyen bir dostun, tanıdığın, gönüldaşın ardından yazmak zor. Ölümüyle gönülleri birleştireni, büyük birliği gerçekleştireni anlatmak kolay değil. Hele hele şehid bir cinayet sonucunda şehid olduğuna inandığım birinin hayatından kesitleri kaleme almak hiç kolay değil.

Evet, Muhsin Yazıcıoğlu şehittir inşallah. “Ölüm güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?” diyenlerdenim. O sonsuzluğun sahibine, âlemlerin rabbine kavuştu suikast neticesinde.

“Ölümüm dirimden daha çok İslam’a hizmet edecektir” diyenlerin yolundaydı O.

“Selam gönülleri birleşenler, selam uzaklarda dertleşenler” diyen şairin dediği gibi gidişiyle gönülleri birleştirdi. Uzaklarda dertleşenleri kaynaştırdı.

Yazıcıoğlu’nu herkesin yazdığı gibi dillendirmeyeceğim. Onu tanıklık ettiğim birkaç yönüyle anlatmaya çalışacağım ki, tarihe not düşelim. Bilinmeyen yönlerini bilinir hale getirelim.

Merhum başkanla ortak hatıralarımızın hepsini yazmaya kalkışsam bir kitap olur. Tarihe tanıklık babından yaşanmış sadece birkaç hadiseyi anlatıyım ki, merhum anlaşılsın, model olarak sunulsun.

Yolumuzun ilk kesişme zamanı ülküdaşım ve hemşerim Metin Olgaç’ın şahadeti münasebetiyle oldu.

Metin Olgaç, Yazıcıoğlu gibi “Mefkûremiz göklerde dalgalanan bir sancak, Allahın huzurunda eğiliriz biz ancak”  diyen beşerlerdendi. Metin Olgaç’ın zaafı vardı ailesine karşı. Sözümü dinlemedi ve Batman’da ikamet eden ailesinin yanına gitti.

Avdetinde Malabadi köprüsünü geçemeden Diyarbakır ilinin Silvan ilçesinde kahpe bir saldırıya hedef olarak şehid düştü.

İşte Muhsin başkanla ilk mülaki oluşumumun nedeni ülküdaşımızın şehadetinden sonra yapılacaklar içindi.

O dönemde Muhsin Genel Başkandı Ülkü Ocaklarında. Ben ise Ülkü-Köy’ün Genel Sekreteri idim.

Metin’in şehadetinden sonra da birkaç kez görüştük. Dik duruşu yüzünden okunuyordu daima.

Aradan yıllar geçti. İslami hassasiyetleri zayıf olan dostlarla yollarımız ayrıldı. Ülkü Ocakları başkanı Muhsin medrese-i Yusufiye'de tedrisatını tamamlayıp dik duruşundan bir şey kaybetmeden mezun oldu.

Yine siyaset ve Allah’ın rızasına matuf hizmete devam.

Eski dostlarla olmuyordu, devam edemedi o günün partisinde.

Seçildiği partisinden ayrıldı. MİSK kokan milli, İslami, sivil ve katılımcı bir hareketi başlattı arkadaşlarıyla.

İlk günden itibaren destek olanlardan biriydim.

İlk telkinim partiden ayrılmalarından dört gün sonra oldu.

Cuma namazında Kocatepe camiinde karşılaştık. Ona geçmiş üzerinde ve geçmişin kavramlarıyla siyaset yapmamasının gereklerini izah ettim.

Yollarımız tekrar kesişmişti. Büyük Birlik hareketi totaliter zihniyetleri red hareketi idi ve Türkiye’de ilkti.

Dik duruşun adıydı Büyük Birlik. Sorgusuz sualsiz ve robotça davranışlara karşı bir “isyan ahlakı hareketi”ydi.

Büyük Birlik hareketine inananlar şunu öğrenmişlerdi. Ülkemiz farklılıkları bünyesinde barındıran bir kilim gibiydi ve iki buçuk metrekarelik hücreler gibi bölüşülebilmeliydi.

Yıl 1996. Refah yol hükümeti için destek söz konusu. Toplantıya davet edildik. Çünkü bu harekette meşverete önem veriliyordu ve görüşlerimiz onlar için önemliydi.

Merhum Başkana ve topluluğa dönerek şöyle ifade ettim fikirlerimi.

Görüyorum ki, çok sıkıştınız. Destek olmasanız Müslümanların iktidarına engel olmakla itham edileceksiniz. Destek olursanız eski dostlarınız tarafından başka türlü itham edileceksiniz. Siz en iyisi karşılıksız fakat şartlı destek veriniz.

Ertesi gün kürsüden Büyük Birlik hareketi adına haykırdı. Aynen şunu söyledi kürsüden. “Bizler Müslümanların iktidarını engellediler” dedirtmeyeceğiz.  Karşılıksız destek bazılarının hoşuna gitmese bile ülkeyi rahatlattı.

Tabi ki, bu davranış oligarşik çetenin hoşuna gitmedi. Bir şeyler yapılacağı belliydi.

Oligarşik çete 28 Şubat post darbeyi yaptı “host”ları vasıtasıyla. Yine dik duruş gösterilmeliydi. Ve gösterildi.  16 Mart 1997 günü mecliste görüştük. İstanbul'dan gelenler vardı.

Meğerse insan hakları derneklerinden gelmişlerdi. HDR Başkanı Mehmet Doğan, Mazlum der İstanbul Şube başkanı Şadi Çarsancaklı ve Ankara’da Osman Yurt. Orada Muhsin Başkan şunu söyledi. “Namlusu halka çevrilen tanka selam durmam”

“Namlusu halka çevrilen tanka selam durmam” bu söz dalga dalga yayıldı ve oligarşik çeteyi rahatsız etti.  Çünkü O  “zulüm Azrail olsa hep hakkı tutacağım. Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.” inancına sahipti ve tankın namlusunu halka çevirenlerle mücadele etmeliydi.

Büyük Birlik camiası bunu hep gösterdi. 

Namluyu halka çevirenlerle mücadele etti.

Oligarşik çete boş durmadı.  Oligarşik çete Büyük Birlik tarlasını hep sürmek istedi.  

Sızmalar her zaman mümkündür gruplara. Büyük Birlik içine sızan ve sızdırılanlar uzun bir süre kalamadı. Kısa sürelerde deşifre olup terk ettiler veya terk edildiler.

Bizler kaldık Başkanın etrafında. Bu hareketten hiç kopmadık. Bir dönem yönetiminde bulunduktan sonra da hiç kopmadık.

Dostluğumuz “sonsuzluğun sahibine kavuşma” anına kadar devam etti. Umarım ki, cenneti muallâda Hz. Peygamberin ravzasında da dostluğumuz devam eder.

Büyük Birlik gönüllerde büyüktür. Muhsin Başkanın son vuslat kurultayı bunu gösterdi.

Dik duruş 27 Nisan 2007 e-darbede de gösterildi. Darbecilere karşı yayınlanan karşı bildiri yankı buldu ve darbeciler pustu. Bildiride şu haykırılıyordu. “Milletin iradesinin tecelligahı olan TBMM’nin iradesinin dışında hiçbir irade tanımıyoruz.”

Bu haykırış ve dik duruş darbecileri ürküttü.

Merhum başkanım, kaht-ı ricalin olduğu her dönemde dik durdu. Eğilmedi. O;“Mefkûremiz göklerde dalgalanan bir sancak, Allahın huzurunda eğiliriz biz ancak”  diyen beşerdendi.

 İnandığı gibi yaşamaya çalıştı fırıldakların dünyasında.

Tuzak kurduk diyenlerin mekânında.

 Onun için “saniyesine hükmedemediğimiz bir hayat için ve iki saniye sonra ne olacağımıza dair bir garantimizin olmadığı dünyada, kirlenmeye fırıldak olmaya değmez” demişti son konuşmasında.

Fırıldaklar mevki, makam, şan, şöhret, heva, heves ve şehveti ilahlaştırırken O, “ Dualar gibi yükseliyor ümitlerim” diyordu.

“Ruhumu dinlendirmek istiyorum” diyordu otuz üç yıllık arkadaşım, gönüldaşım ve başkanım.

Sen ruhunu dinlendirmeye başladın, sonsuzluğun sahibine kavuştun.

Sen ki, İlayı Kelimetullah diyordun.

Uğrunda her şeye hazırım diyordun.

Hazırlığın hitama erdi.

 Rabbine ve sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’e vasıl oldun.

Hz. Muhammed’in, Selahaddin-i Eyyubinin, Kılıçaslan’ın, Fatihin, Yavuzun ve milyarlarca evliyanın komşusu oldun inşallah.

Mekânın cennet olsun.

Mamak zindanlarında, medrese-i yusufiyelerde üşüyen adam.

Dağlarda ısındın.

Cennet vuslat yeridir.

 Cennet huzur yeridir.

Cennet, Allah’ın emri doğrultusunda hayatlarını sürdürenlerin ve cihad edenlerin vuslat yeridir.

Sen vasıl oldun.

 Bir ahlak ve itidal adamı olarak vuslata erdin.

Tüm renklerin ve farklılıkların birlikteliğini savunanın vuslatı böyle mi olmalıydı?

İlahi sırları bilemeyiz.

Sen bir yönünle derviş meşrepliydin. Meşrebine uygun Tacettin Sultana komşu oldun.

Cennet-i Âlâ’da Hz. Muhammed Mustafa’ya komşusun inşallah. Darısı “emri- bil maruf ve nehy anil munker”i hakkıyla yaşayanlara.

Senden kalan “kubbede hoş bir seda’dır” merhum dostum.

Selam ve Sabırla…

 

Not: 2009 Şehadeti münasebetiyle yayınladığım kitaptan.

 

 

22 Mart 2021 Pazartesi

Misyoner

 

Misyoner

İngiliz Misyoneri Nasıl Yetiştiriliyor*

 Veysi ERKEN

           Merhum Mehmet Akif

“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diye kıssadan hisse almadığımızı ve geçmişi okuyup ibret almadığımızı anlatır.

Evet.

Gerçekten okumuyoruz. Vahyedilen ayetin “ikra” ile başladığına inanırız da yine okumuyoruz ve tarih tekerrür ediyor.

Geçenlerde 1924 yılında neşredilmiş “Pervaneler” isimli kitaptan bahsettim. İngiliz,  Amerikan misyonerlerinin okul adı altında insanımızı nasıl değerlerinden koparıldığını anlatan bir kitap.

Maalesef okuyan ve ibret alan yok.

1927 yılında Bursa’da tahripkâr olduğu için kapatılan Amerikan Kız okulundan da haberi yok bizim aydın(!)ların.

Eminim ki, “Misyoner, İngiliz Misyoneri Nasıl Yetiştiriyor” isimli kitaptan da haberleri yok.

Belki vardır da kendilerini anlattığı için unutturuldu, Pervaneler kitabı unutturulduğu gibi.

Ahmet Hamdi Paşa 1918 yılında neşretmiş bu kitabını. “Âlem- İslâm ve İngiliz Misyoneri-  İngiliz Misyoneri Nasıl Yetiştiriliyor?” başlığı adıyla neşrediyor kitabını.

Yüzyıl geçmesine rağmen tazeliğini kaybetmiş değil. Hatta Misyonerleri ve faaliyetlerini anlama babında tekrar tekrar okunması gerekir.

Kitab Ahmet Hamdi Paşa’nın Yemende Hacı Ali ve Abdullah Mansur adıyla iki ingilizin bulunduğunu öğrenmesiyle başlar.

Bu iki İngiliz ihtida etmiş görünmekle birlikte gerçekte Misyoner teşkilatının elemanları olarak faaliyet göstermektedirler.

Hayırsever ve ilim adamı görünümlü bu iki kişinin temel görevi o bölgenin tabii ve tabii olmayan kaynaklarını öğrenmek ve tahrip etmektir.

Kitap okunduğunda bu misyonerlerin nasıl çalıştığını öğrenmiş oluyoruz.

Kitabın asıl can alıcı yeri ise, Bahriye Kaymakamı Rizeli Kaptan Mustafa beyin anlattığından yazdıkları notlardır.

Kaptan Mustafa Bey görevli olarak ingiltereye gönderilir ve orada misyonerleri ve misyoner cemiyetinin faaliyetlerini tanır ve öğrenir.

Cemiyet başkanı ile tanıştırılır ve kendisinden istifade edilmek istenir.

Misyoner cemiyeti özellikle İslam coğrafyasının her noktasına nüfuz etmek üzere teşkilatlanmış ve her konu ile ilgili birim oluşturulmuş.

Şii, suni, Nakşi, kadiri, Türk, Hint, Karadenizli, Egeli, Türkçe Konuşan Kürtçe konuşan vs. toplulukları incelemek, anlamak ve tahrik etmek için birimler oluşturulmuş.

İslam coğrafyasını tahripte görevlendirilecek kişiler küçük yaşlarda seçilir ve istihdam edilecekleri yerlere gönderilmek suretiyle orada yaşayanlar gibi yetiştirilir. Umumiyetle

Büyük paralar harcanarak çocuklar oralı ailelere verilir, hatta evlatlık verilir.

Çift kimlikli bu çocuklar yetiştikten sonra tahrip faaliyetlerini yüklenir.

Yerine göre imam, yerine göre akademisyen, bürokrat, teknokrat v.

Böylece küçük bir azınlık iki milyara yakın nüfusa baliğ olan İslam coğrafyasını dilediği gibi sömürüyor, yakıyor, yıkıyor.

Maalesef aynı tahribat günümüzde de devam ediyor.

Hem de daha yıkıcı oluyor.

Artık sarı oğlan ve kızların yerine bizim kızlar ve oğlanlar yetiştirilmiş ve yerleştirilmiş.

Allah bilmez diyen, deistliğini ilan ederek ölen, tepemize bombalar yağdıran geçmişte bizim olan çocuklar.

Mankurtlaştırılmış, köleleştirilmiş, piyanlaştırılmış geleceğimiz olması gereken çocuklar.

Ahmet Hamdi Paşa kitabında sadece tespitte bulunmuyor. Teklifte de bulunuyor.

Âlem-i İslam’ın “kalbi” ve “beyni”nin Türkiye olduğunu bilerek ve inanarak teklifte bulunuyor.

Önce düşmanı tanımak durumundayız.

Onun için onları inceleyecek ve teklif edebilecek bir yapının oluşturulmasını istiyor.

Yol gösteriyor .

Günümüzün misyonerleri olan fetö, kesnizani, ingiliziyun hindiyun elemanlarının şerrinden korunmak ve mevzuatımıza soktukları İstanbul Sözleşmesi gibi metinleri, tahribatı anlamak için bu tür eserler tahlil edilmeli ve buna göre tedbir alınmalıdır.

15 Temmuz ihanetinden sonra Tuğgeneralliğe terfi ettirilen veya savcı olarak atanan misyonerleri anlamak için okumak ve tedbir almak farzı ayındır.

Haydi, okumaya ve intibaha.

“Misyoner, İngiliz Misyoneri Nasıl Yetiştiriliyor” okuyun, intibahta olun.

İslam’ı anlayarak yaşamak ve İlayı Kelimetullah için nizamı âlem davasının davacısı olmak için okumak ve uyanık olmak gerekir.

Her günümüz okuyarak uyanık durmak için kitaba yönelelim ve yaşayalım, yaşatalım.

Selam ve Sabırla…

 

·         Misyoner, İngiliz Misyoneri Nasıl Yetiştiriliyor?, Ahmet Hamdi Paşa, Sadeleştiren,  Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu, İstanbul 2018.