24 Kasım 2020 Salı

Tıp fakültesi olmayan tek büyükşehir: Mardin

Tıp fakültesi olmayan tek büyükşehir: Mardin

 Veysi Erken

            Garip bir durumdur.

            Türkiye'de 30 büyükşehir bulunmakta ve Mardin hariç hepsinde tıp fakültesi var.

            Bırakın büyük şehirleri diğer şehirlerde de tıp fakültesi kurulu.

            Misal mi istiyorsunuz?

            Kastamonu, Yozgat, Kars, Uşak, Elazığ vs.

            Tek tek sayabilirim.

            Gerek yok diye düşünüyorum.

            Merak ediyorum.

            Mardin'in tıp fakültesinden mahrum bırakılmasının sebebi nedir?

            Bunu başta YÖK olmak üzere izah etmelidir.

            Bu hususta özellikle Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a sesleniyorum.

            Bu konu ile ilgileniniz.

            Sizin bir telefonunuzla YÖK bu hatasından vazgeçecektir.

            Sayın Cumhurbaşkanı.

            Bu konuda vereceğiniz talimat için Mardin'liler müteşekkir olacak, Mardin'in mağduriyeti bitecek ve hak yerini bulacaktır.

            Mardin'in hakkı teslim edilmelidir.

            Bana kalırsa Mardin tıp fakültesi Midyat'ta açılmalıdır.

            Esasında midyat'a müstakil üniversite gerekir.

            Yine de şayet tıp fakültesi Midyat'ta açılırsa geniş bir bölgeye daha kolay hizmet eder.

            Bunun başlıca sebebi midyat'tın kavşak bir yerde olmasıdır.

            Bir tarafta Gercüş, öbür yanda Ömerli, Savur, Nusaybin, İdil ve Cizre.

            İlk akla gelen yerler.

             Anlaşılacağı üzere acilen Mardin ilimizin mağduriyeti giderilmeli ve tıp fakültesi kurulmalıdır.

             Mardinliler Diyarbakır'a, Urfa'ya, Malatya'ya, Ankara'ya, İstanbul'a tedavi için taşınmaktan kurtulmalıdır.

            Mardinli ve Mardin'i seven bütün etkili ve yetkililere sesleniyorum.

             Vekiller, kanaat önderleri, iş adamları sizlerle sesleniyorum.

            Mardinli olup muhtelif tıp fakültelerinde görev yapan öğretim üyesi, uzman ve diğer eğitici personele sesleniyorum.

            Bir an önce tıp fakültesinin kurulması için harekete geçiniz, çaba sarf ediniz.

            Durmak yok.

Fakülte açılıncaya kadar yola devam.

            Yarın değil, şimdi.

            Hemen şimdi.

            Selam ve sabırla...

 

22 Kasım 2020 Pazar

Cahil

 

Cahil

 Veysi ERKEN

             C H L fiilinin ismi faili.

        Bunu anlamayan, anlamaya çalışmayanlar cahildir. Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyenleler ise “echel”dir.

            Hani derler ya.

            Bilmez,

            Bilmediğini bilmez.

 Bilir

            Bildiğini bilir.

            Bilir, bilmediğini bilir.

            Bilgi fert ilişkisi böyle düşünülebilir.

            En kötüsü "echel" olarak ifade edilir.

            Echel hem bilmez, hem de bilmediğini bilmez.

             Cahil okumaz, okumadan lafazanlık eder, nasihat dinlemez. Nasihatin ve tavsiyenin anlamını ve şümulünü bilmez.

            Bilgiden, nasihatten ve tavsiyeden korkar.

            Onun için "echel"ler sadece "ükela" takımındandır.

            Çünkü ükelayı da bilmez.

            Bu tipler içinde yer aldıkları gruplarda mazarrat çıkarırlar. Bir metni, konuşmayı veya fikri "tahlil" ve "terkip" kabiliyetleri yoktur.

            Cahilin mantığı olmadığı için mantıklı düşünemez. Cahil, ne önermeyi ne de çıkarımı bilmez.

            Özetle cahillerin topluma ve beşeriyete hiç bir faydaları yok zarardan başka.

            Zihin bulandırma aracı olarak kullanılma niteliğine sahiptirler.

            Şeytanlar, bilhassa insan görünümlü şeytanlar bunları kullanır.

            Bu niteliklerinden dolayı "bir"den fazla sahipleri olabilir.

            Bunların şerrinden muhafaza olmak isteyenler bunlardan yüz çevirir.

            Çünkü bizi halk eden ve bizi bizden mutlak anlamda daha iyi bilen Rabbulalemin böyle istiyor.

             Ayette. 

            "Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. A'raf 199"

            Ayet gayet açıktır.

             Mümin bunlardan yüz çevirdiği gibi meclislerinde de bulunmaz. Bulunmuş ise onları terk eder. Ayetlerde bu durum şu şekilde ifade edilir.

            "O size kitapta şunu indirmiştir: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın; aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz. Allah elbette münafıkların ve kâfirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecektir. Nisa 140"

            "Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar kendilerinden uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma! En'am 68"

            Demek ki, her halükarda "cahil" ve "echel"den uzak durmalıyız ki, felaha erelim. Çünkü "Rahmânın has kulları yeryüzünde vakarla yürüyen, cahiller onlara laf attığı zaman, "selâm" deyip geçen kullardır. Furkan 63"

            Selam ve sabırla...

21 Kasım 2020 Cumartesi

Hayat Ölümden Koparıldı

 

Hayat Ölümden Koparıldı

 Veysi Erken

           Müslüman hayata bir bütün olarak bakar.

Gece gündüz nasıl bir bütün olarak "gün" diye adlandırılıyorsa hayat ve ölüm düşüncesi de öyle birbirini tamamlar.

            Rivayete göre Türkiye'nin nüfusu on     beş yirmi milyon civarında olduğu dönemde, merhum Yahya Kemal Beyatlı -elçiler toplantısında- elçiler ülkelerinin nüfusları ve güçleriyle övününce en güçlü ve en kalabalık ülke biziz demiş.

            Elçiler bu ifade karşısında hayret edince merhum Yahya Kemal çünkü biz ölülerimizle sayılırız. Bizim evlerimiz ve mezarlarımız yan yanadır, iç içedir, ölülerimiz diridir, biz onlarla güçlüyüz demiş.

            Evet bu ifade doğru idi bir zamanlar..

            Biz hayat ve ölüm düşüncesini iç içe yaşıyorduk. Ölümü ve ölüm ötesini hayatın, diriliğin mütemmimi olarak yaşıyorduk.

            Ölümü yokluk değil, yeni bir hayatın başlangıcı görüyorduk ve inanıyorduk.

            Maalesef bütün alanlarda olduğu gibi hayata ve ölüme bakış tarzımızı ve tefekkürümüzü de parçaladılar.

            Kur'an eksenli tefekkürümüzü yok ettiler.

            Ölüm bizim hayatımızı tamamlayan bir unsur olmaktan çıkarıldı.

            Ölüm hayatımızdan çıkınca dünyevileştik.

             Dünyevî menfaatlerin, makamların, mevkilerin esiri ve kölesi olduk.

            Ölüm ve hayata bakışımız Kur'an'ı Kerim'e uygun olsaydı bu hale düşmezdik.

            Kur'an'ı Kerim En'âm suresinde ölüm ve hayata bakışın nasıl olması gerektiği şu şekilde ifade edilir.

"161. De ki: Şüphesiz rabbim beni doğru yola, sapasağlam bir dine, Allah’ı bir bilen İbrâhim’in dinine iletti." O, ortak koşanlardan değildi.

162. De ki: "Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.

163. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim."

164. De ki: "Allah her şeyin rabbi iken ben O’ndan başka bir rab mi arayacağım?" Herkesin yaptığının sonucu kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz rabbinizedir ve O, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.

165. Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz rabbinin cezası çok çabuktur; yine O’nun bağışlaması ve rahmeti boldur"

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/En'%C3%A2m-suresi/950/161-165-ayet-tefsiri

             Vahyi esas alarak tefekkür etmesini bilenlere gayet açık yol gösteriyor bu ayetler.

            161. Ayette sıratı müstakim, 162. Ayette namazın, her türlü taabbudun, hayat ve ölümün Allah için olduğu belirtilir.

            Maalesef ölüme bakışımız hayatımızdan çıkarıldığı için bütün davranışlarımız dünyevileşti. Ailemiz dağıldı,

            Tabii ki, bu bilerek ve istenerek yapıldı, yapılıyor.

            Mezarlıklar bile hayattan koparıldı ki, ölüm unutulsun.

            Ölüm hayatımıza, diriliğimize anlam katmasın. Bizim gücümüz olmasın.

             Bir zamanlar medeniyetimizde mezarlık ile şehir iç içe idi.

             Şimdi mezar şehirler oluşturuldu.

 Şehirden ve hayattan kopuk mezarlıklar oluşturuldu.

            Kabirden koparıldı k. Artık hayatımızda ölüm, hesap günü düşüncesi yok.

            Hayatımız otlaştırıldı.

            Hayatımızda “esfel”e bir gidiş var.

            Bozulma ve çözülme biter mi?

             Bu zihniyetle mümkün değil.

            Çukura yuvarlanmaya devam.

            Her şeye rağmen umitvar olmak durumundayız.

            Çünkü "vela taknatu" diyor Rabbulalemin.

             Bu ayetten hareketle diyorum ki, hayatımız ölüm ile hayat bulacak inşallah.

  Selâm ve sabırla...

18 Kasım 2020 Çarşamba

Allah’ın Düşmanlarını Dost Edinenler

 

                    Allah’ın Düşmanlarını Dost Edinenler

 

Veysi ERKEN

 

İslâm dünyasının halini düşündüğümüzde zelil halle karşılaşırız. Bunun başlıca nedenlerinden birisi ve en önemlisi bizleriz. Kendini Müslüman olarak telakki edip de Allah’ın tebliğine muhalefet edenleri baş tacı etmek doğru olamayan bir davranış olduğu halde bunu hep yaparız.

Cenabı Allah bizi şu ayetle ikaz ettiği halde halimizi düzeltmeye çalışmayız.

 “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kavmin, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resulü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsiniz. Onlar o kimselerdir ki Allah kalblerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın hizbi (dininin yardımcıları)dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah’ın hizbi(taraftarları)dir Mücadele-22”

Ayeti tahlil ettiğimizde Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselerin en yakınları dahil olmak üzere Allah ve Resulüne düşman olanlarla dost olamayacağını görürüz. Bu ayet bizi ikaz etmektedir.

Üzülerek belirtmeliyiz ki, kendi yapımızı bu bağlamda tahlil ettiğimizde Allah ve Resulüne düşmanlık edenleri dost edinenleri baş tacı ettiğimizi görürüz.

Allah’ın düşmanlarının sembollerinden olan boynuzu kabul edenleri lider olarak gören, haçlarını madalya olarak kabul edenleri “baba” bilen, katillerin karargahlarından  liderlik ve cesaret ödülü alanları kahraman olarak kabul eden, Kur’an öğretimini yasaklayanları önder gören bir toplum yapısı olduğu müddetçe hatayı başka yerde aramamıza gerek yoktur.

İnananın kalbinde iman varsa o ilahi kudret tarafından desteklenmiştir ve o Tapınakçılardan himmet ve deste istemez.

Üzülerek belirtmeliyiz ki, bugünkü anlayışta kurtuluş müjdesi hep başkalarından beklenmektedir. Kurtuluşu başka yerde arayanların beklentisi şudur. ABD’nin veya AB’nın müktesebatını kendi yaşayışımızın ilkeleri haline getirirsek kurtulup özgürleşeceğiz.

Veyl bu şekilde düşünenlere.

Unutulmamalıdır ki, başkalarını benzemeye çalışanlar ne onlar gibi olur ne kendi kalabilir. Sokaklara çıktığımızda başkalaşımın tahribatını hep birlikte görmekteyiz.

Hadiseler göstermektedir ki, inanıyorum diyenler katillerin araçlarını tamir ettirme noktasına gelmiş bulunmaktadır. Toplum bu dalaleti görmezlikten gelmekte ve onları hala kendinden bilmektedir.

Yıllarca sürdürülen taktik tutmakta ve değerlerimiz kurbağa gibi haşlanarak yok olmaktadır.

Uyanış zamanı geçmiştir. Geçen her gün telafisi zor kırılmaları beraberinde getirmekte ve tarihin mezarlığına bir adım daha yaklaşmaktayız.

Bu hali değiştiremezsek Allah’ın razı olduğu kavim olmamız mümkün değildir.

Bu yazıyı okuyan her gönüldaşa tavsiyem şudur.

Lütfen yukarıda mealini verdiğim ayeti başkalarına hatırlatın ve etrafınızdakilerin uyanışına katkı sağlayın.

Artık Allah ve Resulünü düşman olarak telakki edenleri dost görmelerine ve onlarla diyalog arayışlarına kalkışmalarına engel olmaya çalışalım. Unutmayın ki, Allah ve Resulünü düşman olarak telakki edenlerin niyeti bizi biz yapan değerleri yok etmektir.

Şimdi uyanış zamanı...

Selam ve Sabırla... 02.02.2004