31 Aralık 2015 Perşembe

S. Ahmet Arvasi’den Hasan Karakaya’ya



S. Ahmet Arvasi’den Hasan Karakaya’ya

Veysi ERKEN

31 Aralık günleri iki şahsiyetin Rahmeti Rahmana vuslat günü olmuştur.
            İki gazeteci.
            İkisi ile de bir teşehhüd miktarı tanışıklığım oldu.
Takvimler 1988 yılının 31 Aralık gününü gösterdiğinde çağımızın Alperenlerinden âlim, mütefekkir ve mürebbi S.Ahmet Arvasi hocamız vuslata ermiş idi. O hep "Hakk" ile olmuştu. Her kulun "Hakk" ile olması derdinde idi.
Onunla aynı davanın yolcusuyduk. Ankara’ya bir gelişinde tanıştık. Tabii ki, onu yazılarından ve kitaplarından daha evvelden tanıyordum.
Eserleriyle günümüzün gençliğine “usve” olmaya devam ediyor. Çünkü o Hz. Peygamberi “usve” edinendi.
Bir 31 Aralık günü daha yine bir vefat haberi.
Tarih 31 Aralık 2015.
Vefat haberi Medine’den ulaştı.
Hasan Karakaya.
Bir teşehhüd miktarı da olsa tanıştık.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu adına verilen ödül töreninde mülaki olduk.
Tanışıklığımız bu kadar idi.
Bir hatıramı onunla paylaştım.
28 Şubat zorbalığının ve kasvetinin günlerinde bir reklamdan mülhemle “İmam Hatipliler çok oluyor” başlıklı bir yazıyı göndermiştim.
Merhum Hasan Karakaya köşesinde değerlendirmişti.
O yazı çok ses getiren bir yazı olmuştu.
Umarım ki, yazıları kitaplaştırılır ve mücadelesi gençliğe örnek olur.
Biz ölümün yokluk olmadığına inanıyoruz.
Ölüm bizim için vuslattır.
Hele hele Yesrib’i Medineleştiren peygamberimizin yanında vuslat herkese nasib olmaz.
Vade dolunca yapılacak bir şey yok.
Gel denildi mi gidilir.
Önemli olan gök kubbenin altında hoş bir sada bırakmaktır.
Sadaka-i cariye ile ahretimizi imar etmektir.
S. Ahmet Arvasi ve Hasan Karakaya yazdıklarıyla, haksızlığa karşı direnişleriyle, firavunlara ve nemrutlara karşı duruşlarıyla iz bırakmışlardır.
Bıraktıkları sadaka-i cariye hükmündedir.
 Ben buna inanıyorum.
Onlar bu dünyadaki sıralarını savdılar.
Kalanlar devam edecektir.
Bilinmelidir ki, nizam-ı âlem ülküsü bakidir. Son mümine ve son nefese kadar mücadele ve duruş devam edecektir.
Her müminin “kamet” ve “istikamet”i bellidir.
Cenabı Allah “kamet” ve istikamet”imizi daim eylesin.
Merhum S. Ahmet Arvasi ve Hasan Karakaya’ya rahmeti ve merhameti ile muamele etsin.
Ruhlarına Fatihalarımızı esirgemeyelim.
Selam ve Sabırla...

29 Aralık 2015 Salı

Özgürlük ve Güven Ortamı



Özgürlük ve Güven Ortamı

Veysi ERKEN

            “Özgürlük” ve “Güven Ortamı” birbirinin vazgeçilmezidir. Özgürlükler ancak güven ortamında kullanılabilir. Güven ortamının teminatı da özgürlüklerdir.
            Olay ve olgulara bu bağlamda yaklaşıldığında “güvenlik tedbirleri” güven ortamının oluşturulması ve özgürlüklerin kullanımı için gerekli olduğu görülür.
            Ülkemizde güvenlik politikaları bu açıdan değerlendirilmeli ve tedbirler bunun için alınmalıdır.
            Bilindiği üzere inancımıza göre din, dil, ırk, renk, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün insanlar hak ve özgürlükler bakımından eşittir. Hepsi Hz. Âdem’in neslindendir. Kuran-ı Kerim ve sünnet insanın temel haklarını korumaya yönelik hükümlerle doludur. Yeter ki, bu haklar bilinsin ve yaşansın.
Bu bağlamda insanın
1-    Din
 2- Can
 3- Akıl
4- Mal
5- Nesil (Irz) Emniyeti dokunulmaz kabul edilir. Bunların dokunulmazlığını sağlamak da “yönetim”in görevidir. Bilinmelidir ki, bu alandaki kısıtlamalar ve daraltmalar bireylerin ve devletlerin varlığını tehdit eder.
            Kısaca, ülkenin yönetimi, bireylerin kendini güvende hissettikleri ortamları sağlamakla mükelleftirler.
            Üzülerek belirtmeliyiz ki, ülkemizin bazı kesimlerinde bahsi geçen dokunulmazlıklar tehdit altındadır. Bireyleri tehdit eden, özgürlüklerini ortadan kaldıran veya kaldırmaya çalışan faktörlerin enterne edilmesi yönetimin birinci görevidir.
            Birinci görev diyorum çünkü ülkemiz büyük bir saldırı altındadır. Tabii ki, bu saldırılar yeni değildir.
            Dikkat edilirse bu saldırılar son yıllarda arttırılmış ve çeşitlendirilmiştir. Yıllardır yetiştirilmiş piyonlar devreye sokulmaktadır.
            Meşhur tabirle “birbirine karıştı ablarla dolaplar, ablar galip gelince döndü dolaplar”.
            Evet,
            Farklı isimlerle piyasaya sürülen piyon örgütlere baktığımızda birbirine ab ve dolap gibi karıştığını görüyoruz.
            Bu örgütlerin tamamı piyon ve maşadır.
            Efendilerinin aklı ve emriyle hareket etmekte ve güven ortamında kullanacağımız özgürlüklerimizi ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar.
            Türkiye hedef seçilmiş ve ilk önce etrafı kan gölüne çevrilmiştir.
            Afganistan’la başlayan süreç Irak, Suriye, Libya, Azerbaycan, Çeçenistan, Yemen, Sudan ve benzer yerlerde devam ettirilmiş ve ülkemize sıçratılmıştır.
            Türkiye bu süreci durdurmak ve bozmak mecburiyetindedir.
            Türkiye bu coğrafyanın kalbi ve beynidir.
            Sıranın kalb ve beyne geldiğini düşünen Siyonist haçlı tuzağı yerle yeksan edilmelidir ki, Türkiye rahatlasın.
            Güvenlik politikaları bu bağlamda düşünülmeli ve ülkemizin her yerinde en kısa zamanda “güven ortamı”  ve “özgürlükler”in kullanımı sağlanmalıdır.
            Bu sağlanmadığı takdirde korkarım ki “duygu kırılması” had safhaya ulaşır.
            Türkiye’nin büyümesi ve söz sahibi olması buna bağlıdır.
            Duygu kırılmasının önüne geçilmelidir.
            İnsanımızın ve ülkemizin kırılmalara daha fazla tahammülü yoktur.
            Emniyet içinde hürriyet her bireyimizin hakkı ve vazgeçilmezidir.
            Gün emniyet ve hürriyeti sağlama günüdür.
            Selam ve Sabırla...   

25 Aralık 2015 Cuma

Evrensel Kraliyet ve Evrensel Terör



Evrensel Kraliyet ve Evrensel Terör
Veysi ERKEN

            Meramımı anlatmak için bazen eski yazılarıma dönüyorum. Coğrafyamızı harabeye çeviren örgütlerin birer maşa olduğuna hep inanmışımdır. Olanı biteni zihnimizi allak bullak eden satılmış medya ve kalemşorlarla değil, objektif okumalarla anlamaya çalışırsak küresel terörü anlarız. Adları ve sıfatları farklı olsa da şiddeti, hendeği, barikatı ve yıkıma teşne olan örgütler evrensel kraliyet peşinde olan küresel haydutların maşasıdır, piyonudur.
Yıllar önce de bu durum aynı idi. İşte o yazılarımdan biri.
“Günümüzün dünyasında “evrensel terör” vardır. Bu terörün müsebbipleri Tapınak Şövalyeliğini devam ettiren ve bin yedi yüzlü yıllardan beri “yeni dünya düzeni” peşinde koşan “Evrensel Kraliyetçiler”dir.
             “Mabet ve Loca” isimli eseri okuyanların hemen fark edebilecekleri bir durumdur evrensel terör. Evrensel terörün arka planında “evrensel kraliyet” anlayışı yatar. Evrensel kraliyet peşinde olan bir avuç tapınakçı bütün dünya ülkelerinde maşaları vasıtasıyla insanlara kan kusturmaktalar.
            Evrensel kraliyetin peşinde olanlar için her yol ve her eylem mubahtır. Amaçlarını gerçekleştirmek için her düzeni ve düzenbazlığı oluşturmaktan geri durmazlar. Son marifetleri “Küresel Komutanlık” hayaliyle ilgilidir. (Yeni Şafak 25.10.2001) Felsefeleri Makyavelist görüşe paraleldir. Kim bilir belki Makyavel de onlardan birisidir.
            Meşhur on bir Eylül eyleminden beş yıl önce Kisenger’in söylediği şu söz unutulmamalıdır. İki bin on yılına kadar Afganistan ve Pakistan diye devlet olmayacak. (Bu konuyu gündeme getiren Erol Mütercimlerdir. Maalesef TV kanalları bunu işlemekten imtina etmektedir.)  
            Evrensel kraliyet peşinde olan tapınakçılar her ülkede kendi çıkarlarını ve politikalarını koruyacak ve devam ettirecek piyonlar kullanırlar. Nasibini almayan ülke yok gibidir. Genel anlamda ülkelerde istihdam edilen piyonlar o ülkenin kültürüne ve insanına yabancı olanlardan seçilir ve ona göre yetiştirilir.
             Tapınakçıların kurdurdukları kolejlerden ve liselerden mezun olanlar arasından özenle seçilen piyonlar zamanı gelince yönetimde söz sahibi haline getirilmeye çalışılır. Bunun farkına varamayan halk piyonları kendinden sayar ve onları yönetimde söz sahibi yapar.
            Yarım asra yakın bir zamandan beri Kisenger’in himayesine mazhar olmuş ve Bilderberg toplantılarına katılmış kişilerin bilinmesi Evrensel Kraliyet peşinde olanların piyonlarını anlama ve deşifre etmek babında önemlidir.
            Uluslar arası terörü ve teröristleri anlamak için terörle Evrensel Kraliyet arasındaki bağın bilinmesine bağlıdır. Bu bağı kuramayanlar mevzii olarak gerçekleşen hadiseleri doğru okumakta ve yorumlamakta zorlandıkları görülür.
            Günümüzün dünyasında Evrensel Kraliyet anlayışında olanların sahip olduklar dev finans merkezleri ve bankaları vasıtasıyla her türlü terör eylemini gerçekleştirdikleri bir vakıadır. Para onlarda, silah onlarda, güç onlarda. Üstelik her ülkede piyon hazır.
            Ülkeler Piyonlar tarafından merkez tapınağın emelleri ve hedefleri doğrultusunda yönlendirilir.
             Medya olarak bilinen iletişim vasıtaları yönlendirilmede en etkin silahtır. Beyinler onunla iğfal edilir. Zihinler onlarla alt-üst edilir.
            Ülkelerin içine düştüğü girdabı ve yaşadığı kaosu çözmek tapınağın ve piyonların tanınması ve etkisizleştirilmesiyle mümkündür. Hadiseye kendi ülkemiz açısından baktığımızda insanımıza büyük görevlerin düştüğünü görmekteyiz.
             İnsanımız büyük tapınağın emir kulları durumundaki piyonları hayatından çıkarmak mecburiyetindedir.
            Peki, bu piyonlar bilmek mümkün mü?
            Elbette mümkün.
             Malum mabedin ve Bilderberg toplantılarının müdavimleri Oktay Sinanoğlu Beyin tabiriyle Tutiyi Garbiyyun(Batının Papağanları) Evrensel Kraliyet peşinde olan tapınağın piyonlarıdır. Haydi, onları siyaseten hayatımızdan çıkarmaya.
            Sahi “Erkek(!)ler” taifesi bu arada ne yapıyor dersiniz?
             Cevabını hemen vereyim.
            Erkekler Evrensel Kraliyetçilerin ECURUFYA*’sında her türlü mukaddesin ortadan kaldırılması için “Terminatör”lük rolünü üstlenmiş durumunda olup icra-ı sanatlarını yürütmekteler.
   Selam ve Sabırla... 15.12.2002”

   * Bu tabir merhum Ahmet KABAKLI hocamıza aittir.  

22 Aralık 2015 Salı

Efendim



Efendim*

Veysi ERKEN

Bugün fahr-i kainatımız Hz. Muhammed’in (s.a.v.) viladet günü. Bu günde teşrif eden Hz. Peygambere layık bir ümmet olma ve gönül coğrafyamızda devam eden kan, göz yaşı, vahşet ve ızdırabın bitmesi temennisi ile siz dostlarla Mustafa İslamoğlu beyefendinin EFENDİM başlıklı yazısını paylaşmak istedim.
İnşallah Hz. Peygamberi USVE ediniriz.
“EFENDİM*
Yokluğunda seni özledik. Sana değen rüzgarı, seni örten bu­lutu özledik. Özlemeyi, özlenilmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sevindirmeyi, sevindirilmeyi özledik Efendim.
Aşkı, gözyaşını, müsamahayı, ah­lakı, adabı, ihsanı, irfanı, iz'anı, fe­raseti, basireti, şecaati, celadeti, adaleti, meveddeti, muhabbeti özle­dik. İzzeti, hikmeti, fıtratı, şefkati, hür­meti, devleti özledik.
Senden sonra tefrika meşrebimiz, taklit mezhebimiz, cehalet mektebimiz, atalet fıtratımız, hamakat şöhretimiz, ihanet sıfatımız, küffar velinimetimiz oldu. Efendim,
 Sen kendini 'abduhu ve rasuluhu: O'nun kulu ve elçisi' olarak takdim etmiştin. Sana iman eden bazıları sana hürmet adı altında seni kulluktan 'kurtarıp' melekleştirerek hayattan dışladılar. Bu ifrata karşı başka bazı­ları da tefrite sapıp seni 'güzel örnek' olmaktan çıkarıp bir 'postacı', bir 'ara kablosu' seviyesinde görerek hayattan dışladılar.
Bunların hepsi sana iman ediyor­du. Ama seni hayatımızdan çıkarma­nın ızdırabını çektirdiler bize. Bu işi, göğe çekerek ya da yere sokarak yapmaları sonuçta hiçbir şeyi değiş­tirmedi. Allah seni 'güzel örnek' olarak gös­terdi. Sen, Kur'an'ın konuşanı, yürü­yeni, hareket edeniydin. Tıpkı bir an­nede spermin insana, bir ağaçta su­yun meyvaya, bir arıda tozun bala, bir tavukta darının yumurtaya, bir ko­yunda samanın süte dönüşmesi gibi, ayetler sende hayata dönüşüyordu. Allah ısrarla seni örnek gösterirken, birileri ısrarla 'kitab'ı, kitapları örnek göstermekte direndiler. Öylesi işlerine geliyordu, cansız bir nesneyi ör­nek edinmekle, canlı bir insanı örnek edinmek aynı olur muydu' Efendim,
 Kitapsızlıktan değil, 'peygambersizlikten' kırıldık. Yokluğumuz pey­gamber yokluğu. Seni hatırlatan, se­ni andıran insanların hasretim çeki­yoruz. Çocuklarımız peygamberi so­runca 'evladım onun ahlakı tıpkı fa­lancanın ahlakı gibiydi' diyeceğimiz insanlar yok denecek kadar az. İnsanlık destanıyla yaşıt olan vahiy sürecinde birçok kitapsız peygamber gelmişti de, bir tek 'peygambersiz ki­tap' gelmemişti. Sayemizde yaşlı dünya ona da şahid oldu efendim. Peygambersiz Kitab'a, Muhammed aleyhisselamsız Kur'an'a da şahid ol­du. Şimdi Kur'an mahzun efendim, Kur'an öksüz. Seninle Kur'an'ın arasını ayırdık, etle tırnağın, toprakla to­humun, anayla evladın arasını ayırır gibi. Gel de bir bak Efendim,
bu maz­lum ümmetin hali pür melaline. Bı­raktığın din tanınmaz hale geldi. Bı­raktığın sitenin harabelerinde bay­kuşlar tünedi. Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin, oluk oluk kan akmasın. Bir olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını onu parçalayanlar dahi unuttu. Bıraktığın kutlu mirası hovarda mi­rasyediler gibi parçalayarak paylaş­tık Efendim.
 Nebevi mirasın irfani ve ahlaki boyutuna bir hizip, ilmi ve fik­rî Boyutuna bir başka hizip, siyasî ve hareketi boyutuna ise daha başka bir hizip sahip çıktı. Yüzyıllardır tüm bu hizipler ellerindeki parçanın 'bütü­nün kendisi' olduğunu iddia etmekle ömür tükettiler. 'Her hizip ellerindeki parçayla övünüp durdu.' Hepimiz hakikatin merkezine kendimizi oturtup 'hak benim' dedik.
Oysa ki Efendim, bazen parçala­nan hakikat hakikat olmaktan çıkar. Ait olduğu bütün içerisinde anlamlı olan bir parça o bütünden ayrılınca anlamsızlaşabilir. Bunu farkedemedik Efendim. Efendim, İsrailoğulları, peygamberlerini kat­lediyorlardı. Biz de senin güzel hatı­ratını, emanetini, adını ve sünnetini katlettik.
Seni katlettik Efendim. Kimilerimiz için sen hiç ölmedin, o ender bahtiyarlar seni hep içlerinde, işlerinde, hayatlarında, düşüncelerinde, duygularında, eylemlerinde, evlerinde yaşattılar. Kimilerimiz içinde sen hiç doğma­dın. Onlar hep senden mahrum yaşa­dılar. Şol mahiler ki derya içreydiler, deryayı bilmediler. Varlığının kaç bahara bedel oldu­ğunu bilmeyenler yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar Efendim'
Seni çok seviyoruz, seni çok öz­lüyoruz.
 Bize kırgın mısın Efendim.  http://www.mustafaislamoglu.com/HD627_10-efendim.html
Selam ve Sabırla…