28 Şubat 2020 Cuma

Şehidler ve Şahidler


Şehidler ve Şahidler

Veysi ERKEN

            Bugün 28 Şubat. Türkiye’nin zalim darbeciler tarafından talan edildiği zamanın başlangıcı.
            Trilyon liranın milletin cebinde çalındığı, mağduriyetlerin tavan yaptığı, mazlumların feryad u figanının arş-ı âlaya yükseldiği zaman diliminin dönemi.
            O dönemin mağdurları, mazlumları ve şahidleri olan bizler.
            Zulümler ve zalimler unutulmasın, unutturulmasın diye yazacaktım 28 Şubat.
            Ama Suriye’den bir haber geldi. Beşer olarak içimizi burkan bir haber.
            Siyonist haçlı zihniyetinin uşakları tarafından şehid edilen askerlerimizin, yaralılarımızın haberi.
            Evet.
 Kabil soylular yine devrededir. İslam coğrafyasının her yerindedir.
            Çin’de, Arakan’da, Irak’ta, Suriye’de, Afrika’da ve milyonlarca kilometrelik topraklarda katliam, cinayet devam ediyor.
            Elbette biz inanıyoruz.
            Allah’ın rızası için yapılan her eylem değerli ve makbuldür.
            Biz bu uğurda ölenlere  “ölü” demiyoruz.
            Onlar “şehid”tirler. Zamana, mekâna ve fiillere şahidlik ediyorlar.
            Bu durum ayetlerle sabittir. Biz buna inanıyoruz.
Allah yolunda öldürülenler için "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz. Bakara 154” diye bize buyuruyor Rabb'ul-alemin.
Onlar diri ve rızıklandırılanlardır. Bizim bilemediğimiz, idrak edemediğimiz bir tarzda diridirler. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar Allah’tan gelen bir nimet, bir lütuf sebebiyle ve Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği dolayı sevinç içerisindedirler. Âli İmran 169-170-171”
Zaten biz istesek de ölemeyiz. Allah izin verecek ki, ölelim. Bizler faniyiz ve ölümlüyüz. Allah için Salih amelde bulunanlar ölmüş değil, iyi iş yapmayanlar izin verilince ölecektir.
Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız. Âli İmran 145”
Ya Rab. Bizi rızana uygun eylem ve amelde bulunanlardan eyle, işimizi kolaylaştır ve bizi vahyinde belirttiğin gibi “diri”lerden kıl.
Evet,
Onlar diri ve şahidlik edecek.
Buna inanıyoruz.
Peki, geri kalan ve yönetenler ne yapmalıdır?
Benim kanaatime göre yöneticilerin bu işi planlayanların aynı merkez olduğunun idrakinde olmalarıdır.
Bu anlayış kabul edilirse Rusya’sının, İsrail’in, İngiltere’nin, Almanya’nın, Amerika’nın bir ve aynı merkezli olduğunu görecektir.
Nato’su, Birleşmiş Milletleri ve diğer bütün örgütler Türkiye’nin aleyhine çalışan Siyonist haçlı merkezleridir.
İlave olarak uşaklaşmış prensler, prensesler ve içimizdeki şeytanlar hep iç içedir.
Bu gerçek kabul edilir ise ve bu örgütlerin başkentlerine göçmen olarak ifade edilen insanların girişi kolaylaştırılsa coğrafyamız savaş ve katliam merkez olmaktan çıkar.
Onların mekânları alev topuna dönüşür.
Tedbir böyle alınır. Şahidlerin kanı o zaman ortada kalmaz.
Duam şudur.
Ya Rab.
Siyonist haçlı zihniyetine öyle bir dert ihsan et ki, kendileriyle meşgul olsunlar ve İslam coğrafyasından çekilme mecburiyetinde kalsınlar.
Selam ve Sabırla…

23 Şubat 2020 Pazar

“Usve”sini Kaybeden “İdol”une Tapıyor


   “Usve”sini Kaybeden “İdol”une Tapıyor

Veysi ERKEN
    
            Her yerde şuursuz haykırışlar ve bağırışlar.  Falan benim “idol”um. Falan benim her şeyim. Feşmekana tapıyorum.
             İlk ifadeler şuursuzluğun, son ifade gerçeğin belirtisidir. Gençlik ya heva ve hevesine veya sanatçı denilen bir fahişeye tapıyor. Bilerek veya bilmeyerek tapıyor.
             Bir kısmı bilmeden, bir kısmı bilerek Sodomlaşıp Gomorlaşıyor.
             Herkesin bildiği gibi sözlük ve terim anlamlarıyla  “İdol”  put, sanem, mabut anlamındadır.
Bu sefih kelimeyi dilimize kim soktu. Gençliğin önüne “fahişe”leri ve “piç”leri kim “idol” olarak koydu. Piçleri “idol”leştirmek için milyarlarca doları kimler ve niçin harcıyor. Bu imkânları nereden buluyorlar. Mülevves medyayı kimler destekliyor, medya şeytanlarını kimler besliyor.
            Böyle mi gençlik yetiştireceğiz. Hani İstanbul’u fethedecek yaştaki gençler. Tarihe mi gömüldü bu nesil?
             Nereye sürükleniyoruz. Akıbetimiz ne olacak?
            Tarihe şan veren gençlikten bataklığa dönüşen toplum. “Zalimin korkusu mazlumun Yunusu” olmaktan çıkmış “idol”unun kölesi bir gençlik.
            Hep şu sorulur, çözüm üretilmeden.
            Gençlik nereye gidiyor?
            Kasıtlı ve saptırmalı bir soru.
             Gençlik nereye gidiyor yerine gençlik nereye götürülüyor ve yönlendiriliyor diye sorulmalı.
            Gençlik fuhşa, sapıklığa, eroine, uyuşturucuya, katilliğe ve ahlaksızlığa götürülüyor idollarıyla adeta sürüklenircesine.
            Nereye kadar bu sürükleniş ve savruluş?
            İşte size bir soru daha.
             İdolları kim koyuyor gençliğin önüne.
             Hangi eller savuruyor gençliğimizi ve hangi güçler seyrediyor bu gidişi.
             Sonumuz Sodom ve Gomor gibi mi olacak?
            Yoksa direnip yeniden derlenip toparlanacak mıyız?
             İki şıktan biri.
             Ya yok oluş veya ihya.
             İşte sonun başlangıcı.
            Ya gençliğin önüne “çocuk” doğurabilirim, ama babalı mı olsun babasız mı ona karar veremedim diyen fahişeler “idol” olarak konulacak ve “piç”lerin doğumu devam edecek veya gençliğin önüne “usvetun hasenetun” olanlar konulacak.
            Yol ayırımına gelinmiştir. Artık önümüzde uzun bir zaman dilimi yoktur.
             Ya birinci veya ikinci şık.
            Birinci şıkkı bize ve gençliğimize fazlasıyla yaşatıyorlar.
             İşte gençliğin önüne “idol” koyan zihniyetin marifetleri.
            “Bıçaklı öğretim”, “eller kalem değil, bıçak tutuyor”, “uyuşturucu kullanma yaşı 9’a indi” “okul bahçesinde doğurdu”, “Okulda uyuşturucudan bayıldı” , “doğurduğu çocuğun babasını bilmiyor”, “öğrencisine tecavüz etti”, “çalıştığı iş yerini soydu”, “ana katili”, “teyzesini bilezikleri için öldürdü”
            Bu rezilliği daha da sıralayabiliriz.
            Böyle bir gençlik ve şerefsizlik mi, yoksa “usvetun hasenetun” mu?
            Gençliğin önüne güzel örnekler konulabildiğinde gençlik “Gerçekten İbrahim’in ve beraberinde olanların sözlerinde sizin için güzel bir örnek oldu. Vaktiyle kavimlerine dediler ki, ‘--- Biz, sizlerden ve Allah’dan başka taptıklarınızdan beriyiz. Siz, Allah’ın birliğine iman etmedikçe sizi (dininizi) tanımıyoruz. Sizinle aramızda ebedi düşmanlık ve kin baş gösterdi’.
             Ey Rabbimiz! Bizi o kâfir olanların fitnesi kılma(bizi onlara ezdirme); bizi bağışla.
            Gerçekten sizler için, onların sözlerinde güzel bir örnek olmuştur. Bu örnek, Allah’tan ve ahiret gününden korkanlar içindir. Kim (emirlerimizden) yüz çevirir (ve kâfirleri dost edinirse) şüphe yok ki, Allah Ganidir, Hamid’dir. Mümtehine 4-6”  ayetlerinde belirtildiği gibi kendilerini fuhşiyata sürüklemek isteyenlere karşı tavır belirleyecek.
            Ve o zaman “Asım’ın nesli” yetişmiş olacak.
            Yol ayırımından dönüş yok ve sonuçtan kaçış yok. “Ya yeni hal ya izmihlal”. Ya var oluş veya yok oluş.
            İkinci şık için, “Mefkûremiz göklerde dalgalanan bir sancak, Allah’ın önünde eğiliriz biz ancak” diyenlerin silkinmesi ve harekete geçmesinin zamanı geçmiştir. Artık kaybedilecek bir saniye yok. Topyekûn harekete geçmeye ve “idol”leri yok etmeye çalışmalıyız.
            Artık medya denilen şerefsizlik deryasını kurutmaya ve gülistan olacak medyamızı inşaya geldi sıra.
            Bu gerçekleştirilemezse gençlik idolleri gibi kucaktan kucağa sürüklenmeye devam eder.
            Bundan sonra
             Ya “idol”lerimizle Haluk’un neslini yetiştirmeye veya “usvetun hasenetun”larımızla Asım’ın nesillerini yetiştireceğiz.
             Sizce hangisi.
             Var mısınız Asım’ın neslini yetiştirmeye.
             Var mısınız gençliğin önüne Hz. Muhammed s.a.v., Fatihler, Yavuzlar ve Oğuzlar gibi güzel örnekleri koymaya.
            Var mısınız bugünün gençliğini ihyaya ve geleceği inşaya.
            Varsanız hadi ne duruyorsunuz.
             Başlayın “idol”leri yok etmeye. Tıpkı Hz. İbrahim gibi.
            Selam ve dua ile... 2006.

20 Şubat 2020 Perşembe

65 Yaş Kartı ve Diğer Hizmetler Engellenecekmiş


65 Yaş Kartı ve Diğer Hizmetler Engellenecekmiş

Veysi ERKEN

            Sayın Başkan
            Son yıllarda yönetime yanlış yaptırarak bu yanlışlıklar üzerinde yönetimi kötüleme yöntemi aşırı derecede kullanılmakta ve maalesef toplumun “algıları yönetilmekte”, zihinler bulandırılmaktadır.
            Bilindiği üzere bu yöntem haşhaşi yöntemi olup günümüzde pensilvanya şeytanları tarafından etkili bir şekilde kullanılmaktadır.
            Lafı uzatmaya gerek yok.
            Bilindiği üzere iktidarınız döneminde 65 yaşını tamamlamış olan insanımıza sosyal devlet gereği bazı kolaylıklar ve ayrıcalıklar tanındı. (yanlış anlaşılmasın diye ifade ediyorum. Yaş itibarıyla bu hizmetten faydalanamam)
            Bunlardan biri kamu ulaşım araçlarından, daha açık bir ifade ile belediyenin doğrudan veya özel sektör tarafından işletilen araçlardan bedava  ulaşım hizmeti almaktır.
            Bu hizmet özellikle büyükşehirlerde çok anlamlı ve yüz binleri ilgilendirmektedir.
            Özellikle kripto olduğunu düşündüğüm kişiler marifetiyle bu hizmetin ortadan kaldırılması için hazırlık yapıldığı yaygın bir şekilde dillendirilmektedir.
            Bu hizmet kaldırıldığı takdirde yüz binlerce insanımız bundan etkilenecek ve bu durum iktidarın aleyhine kullanılacaktır.
            Sayın Başkan.
            Bunun propagandası başlatılmış bile.
            Özellikle Ankara ve İstanbul’da bu yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
            Şöyle ki, güya CHP’li belediye başkanları 65 yaş kartına dokunulmamasını istiyorlarmış ama iktidar bu hizmeti ortadan kaldırmak için meclise kanun teklifi vermiş.
            Gerçekte meclise böyle bir tasarı verilmişse size rağmen verildiğini düşünüyorum.
            Varsa böyle bir durum umarım ki, bozarsınız ve tuzağı bozarsınız.
            Aksi takdirde güven duygusunun tahribatı artmış olur.
            Yerli olan herkes kurulan tuzakları bozmaya çalışıyor diye düşünüyorum
            Ama birinci derecede tuzakları bozmak yönetimin görevidir. Vatandaş olarak bizim kanun anlamında düzenleme yapma imkanımız yok.
            İnşallah cumhur ittifakı içinde yer alan partiler ve vekilleri bu tuzağı bozar. Varsa böyle bir tasarıyı çöpe atar.
            Selam ve Sabırla…

16 Şubat 2020 Pazar

Vesayete Karşı Çıkabilmek ve Onu Yok edebilmek İçin…


Vesayete Karşı Çıkabilmek ve Onu Yok edebilmek İçin…

Veydi ERKEN

            Yönetim tarihini incelediğimizde “vesayet” kavramı ile her zaman karşılaşabiliriz. Tarihi süreç içinde “Nizam’ul-Mülk”ün “vesayet”e tevessül etmeye çalıştığını okuyoruz.
            Aynı tavrı “Çandarlı”da da görüyoruz. Kendini güçlü gören yönetimi “vesayet”i altına almaya çalışabilir.
            Özellikle “demokratik” denilen rejimlerde kendini güçlü zanneden veya kanun veya yönetmeliklerle güçlendirilen atanmış “bürokrasi” seçilmiş “yönetim”i “vesayet”ine almaya kalkışabilir.
            İster “askeri” ister “sivil” denilen bürokrasi fark etmez. Vesayete heveslenenler olabilir. Sondan bir örnek vererek devam edecek olursak, merkez bankası başkanının faizleri düşürmemek için cumhurbaşkanına direnişi buna misal gösterilebilir.
            Bir ülkenin sağlıklı yönetilebilmesi için yönetimin vesayet heveslilerine direnebilmesi ve onları mümkün olduğunca yok edebilmesi gerekir.
            Ülkemizde vesayet heveslilerine direnç geçmişte az idi. Güçlendiğini görüyoruz. Temennimiz bütün vesayet zihniyetinin bitirilmesidir.
            Yakın tarih okumalarına baktığımızda direncin örnekleriyle az karşılaşırız.
            Vesayete direnenlerden birisi merhum Muhsin Yazıcıoğludur. Malum 28 Şubat sürecinde darbecilere “namlusunu millete çeviren tanka selam durmam” ve “Türkiye İran olmayacak, Cezayir olmayacak, Suriye de yaptırmayacağız”, kendisini tehdit eden vesayetçilere ve darbecilere “biz adamı iki kilometre uzaktan arkasından değil, on santimetre alnından vururuz” https://www.sabah.com.tr/video/turkiye/muhsin-yazicioglu-biz-adami-alninin-ortasindan-vururuz diyerek ve arkadaşlarıyla birlikte direnerek “vesayet” heveslilerine büyük bir darbe vurmuştur.
            O dönemde seçilmiş iktidar sahipleri bu direnci gösterebilselerdi belki ülkemiz farklı yerde ve güçte olurdu.
            Vesayete karşı direnç 27 Nisan darbesi heveslilerine karşıda sergilendi. O dönem yayınlanan bildiride aynen şu ifade kullanıldı. “Milletin iradesinin tecelligahı olan TBMM’nin iradesi dışında hiçbir irade tanımıyoruz”
            İşte bu direnç ve o günün başbakanının direnci “vesayet”çileri çılgınlaştırmıştır.
            Vesayetçiler ve onların efendileri direnenleri hiç sevmemiştir ve sevmeleri beklenemez.
            Nitekim sevmediklerini “one minute” zamanından beri daha iyi anlıyoruz.  Vesayetçiler ve efendileri en son 15 Temmuz’da kirli yüzlerini gösterdiler. Hem de kanlı bir şekilde.
            Vesayetçiler yine güçlenmek peşindedir. Buna karşı direnenler de var. Selvi geçmişte bu direnmeyi şöyle anlatıyor.”CUMHURBAŞKANI Erdoğan, Nejat Uygur’u GATA’da tedavi gördüğü sırada ziyaret etmek istediklerinde “Başbakan’ın eşi gelmesin” cevabının verildiğini anlatırken, bir an sesinin tonu değişti. Başbakan olmuşsunuz ancak eşiniz başörtülü diye askeri hastanede hasta ziyaretine götüremiyorsunuz.
Erdoğan bunu hatırlattıktan sonra, “Tabii ondan sonra toplanan YAŞ biraz tatsız geçti” dedi.
O dönem başbakan olan Erdoğan’ın bunun üzerine Genelkurmay Başkanı’nı aradığı ve sert bir dille uyardığı biliniyor. Ancak Erdoğan’ın Genelkurmay başkanlarına yönelik sert çıkışları sadece bu değil. Birkaç anekdotu paylaşmak istiyorum.
27 Nisan e-muhtırası verildiğinde telefonuna çıkmayan Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, AK Parti’nin açıklama yapacağı duyurulunca 28 Nisan günü Erdoğan’ın telefonuna geri dönüş yapıyor. Erdoğan’ın ilk sözü “Paşa, bu ülkeyi sen mi yöneteceksin, yoksa ben mi?” oluyor.
Bir MGK toplantısında ise Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur hükümeti itham eden bir konuşma yapıyor. Başbakan’ın uyarmasına rağmen Eruygur aynı tonda konuşmasını sürdürünce, Erdoğan masaya vurup “Kes ulan!” diye bağırıyor.
Balyoz darbe planı yargılamasında 102 asker tutuklanınca Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, soluğu Dolmabahçe’de Erdoğan’ın yanında alıyor. Erdoğan da gelişmeden dolayı rahatsız ancak Koşaner o denli sert bir üslupla konuşuyor ki, Başbakan bundan rahatsız oluyor. Başbakan’ın bunu hissettirmesine rağmen Koşaner aynı tonda konuşmasını sürdürünce Erdoğan, “Otur oturduğun yerde, ne yapacaksın? Bizi cemselere doldurup Selimiye Kışlası’na mı götüreceksin” diye uyarıyor.
Askerlerin temel yanlışı burada yatıyor. Onlar FETÖ’yü değil, Erdoğan’ı tasfiye etmeye çalıştılar. Oysa muhtıra verip partisini kapatmaya kalkışmak yerine Erdoğan’la işbirliği yapmayı tercih etselerdi FETÖ, TSK’da bu denli etkili olamazdı.
            Yaşanmışlıklardan ibret alınmalıdır ki, tarih tekerrür etmesi.
            Mevcut seçilmişlerden beklentimiz şudur.
            Vesayet zihniyetine zemin hazırlayabilecek bütün mevzuatı bertaraf ediniz. Buna rağmen heveslenler fark edildikleri anda tasfiye edilmelidirler.
            Unutulmamalıdır ki, seçilmişler yönetme gücünü bürokrasiye devrederse, bürokrasi seçilmişleri vesayetine almaya çalışır.
            Okuyabildiğim kadarıyla tarihi süreç içinde hep böyle olmuştur.
            Umarım ki, ülkemizde vesayetçiler asla muvaffak olmaz. Zira başka ülkeler tarafından en çok vesayetçi devşirmeleri bürokrasiden, akademiden, dini önder görünümlülerden,  ticaret erbabından, sanayiciden ve medyadan gerçekleştirilir.
            Selam ve Sabırla…