29 Nisan 2014 Salı

57.Alay Yürüyüşü – Kastamonu Üniversitesi Zirvede



57.Alay Yürüyüşü – Kastamonu Üniversitesi Zirvede


 Veysi ERKEN

Kastamonu Üniversitesi öğrencileriyle zirveye tırmandık. Dokuz cephede savaşan atalarımızın direndiği Çanakkale cephesinin zirvesine.

 Merhum Mehmet Akif o cepheyi:

“Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”
diye tasvir ediyor.

Evet, boğaz harbinin cereyan ettiği yeri görmek, tanımak, yaşamak ve 57. Alayın yürüdüğü, çarpıştığı ve geri dönemediği alanda düzenlenecek yürüyüşe katılmak için Kastamonu üniversitesi mensupları olarak Çanakkale’ye gittik. Etkinliğe Batman üniversitesinden Trakya üniversitesine kadar değişik üniversitelerden binlerce öğrenci katıldı.

            57. Alay yürüyüşü.

Tarihe damgasını vuran bir alayın adını taşıyan yürüyüş.

 Tarihe damgasını vuran bir alayın torunları olarak katıldık bu yürüyüşe.

            Yeryüzü üniversitesi” sloganı ile tarihe damga vurmak isteyen Kastamonu üniversitesinin öğrencileriyle iştirak ettim bu yürüyüşe.

            Yürüyüş 25 Nisan günü 57. Alayın toplu olarak sabah namazını kıldığı alanda sabah ezanına müteakip cemaatle namaz sonrasında başladı.

            Sabah ezanı ilk olarak üç müezzinin tekraren okuyuşu ile okundu. Ezanın bu tarzda okunması ayrı bir manevi atmosfer oluşturdu.

            Aynı güzergâh ve aynı patika yollardan kanlı çatışmaların cereyan ettiği siperlere yol aldık.

 Ben şahsen 57. Alay yürüyüşüne ikinci sefer katıldığım halde yine de çok şey öğrendim.

Evet, Boğaz harbinin geçtiği yerleri daha önce de (2008) gezdiğim halde çok şey öğrendim. Özellikle Trakya üniversitesinden gelen iki öğrencinin sorusu karşısında adeta dondum kaldım ve gençliğin bu tür etkinliklere ne kadar ihtiyacının olduğunu bir kez daha kavradım.

Gelenler oraya neden getirildiğini bilmiyordu.

Erkan hoca ile dilimiz döndüğünce Çanakkale cephesini anlatmaya çalıştık.

            Kısaca gençliğin ihtiyacı var bu tür etkinliklere. Doğuyu, Batıyı, Kuzeyi ve Güneyi anlamak ve anlamlandırmak için Çanakkale’nin destanlaşan harbini bilmek lazım.

            Avrupalının vahşetine karşı milletimizin sevgisini, birliğini ve beraberliğini anlamak, yaşamak ve yaşatmak için gereklidir bu etkinlikler.

            Evet…

            Akif’in:

  “Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!”
diye tasvir ettiği belayı savmak için İslam coğrafyasından gönül birliği eden “inançlı neslin” anlaşılması yeridir Çanakkale. Abide bölgesindeki sembolik şehitlikteki 60 bine yakın şehidin ismi ve geldiği yer bunun göstergesidir.

Yürüyüş ve coğrafya bunun sembolik değeridir. Dünün birliğinin günümüze taşınmasıdır.

Aynı ruh ve heyecanı yaşamak ve yaşatmak için dünü anlamak gerekir. “Farklılıkları zenginlik kabul eden bir tevhit” anlayışının topraktan fışkırması ve günümüzde hayat bulması için Çanakkale’yi bilmek gerekir. Kısaca kim olduğumuzu ve nerden geldiğimizi bilirsek nereye gideceğimizi daha rahat kestiririz.

Akif:

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”
diye tasvir ediyor kimliğimizi. Biz buyuz. Farklılıklarımızla tevhidi sağlıyoruz, aynı imanı taşıyoruz, kitabımız bir, peygamberimiz bir diyoruz.

            Kametimiz ve istikametimiz bir diyoruz Türk’üyle, Kürd’üyle, Çerkez'iyle, Boşnak'ıyla, Arnavut'uyla.

Gençlik bu tevhit kimliğini taşıyabilmelidir. Bu kimliği taşımanın yolu yaşamak ve yaşatmaktan geçiyor. O cephe ki, babanın evladını tanıyamadığı, arkadaşların helalleştiği bir tevhit cephesi.

Evet,

Cephedeki bir doktora yaralı getirilir. Yaralının iç organları dışarıda ve yüzü tanınmaz halde.

Doktor yaralının kurtulamayacağını anlar ve dinlenmesi için bir ağacın gölgesine bırakılmasını ister.

O an yaralının kısık sesi duyulur.

Baba tanımadın mı?

Doktor yaralının yüzünü siler oğlunu tanır ve görevine devam eder. Akşam oğlunun bırakıldığı yere gittiğinde oğlunun ruhunu çoktan teslim ettiğini görür. Zaten bilinen bir durumdu.

Yine yaralı bir asker komutanına kısa bir pusula uzatır ve arkadaşından aldığı 25 kuruşu ödeyemediğini kendisinden helallik istediğini belirtir ve ruhunu teslim eder. Tam o esnada başka bir yaralı getirilir ve yaralının cebinden bir pusula çıkar. Pusulada arkadaşına verdiği 25 kuruşu helal ettiğini beyan etmiştir.

İşte bu tevhid ve maneviyat anlayışı Çanakkale cephesini yüceltmiştir. Kastamonu üniversitesi atalarının izinde zirveye ve cepheye çıkmıştır.

Yürüyüşte zirveye çıkılmıştır ama Anzaklar yüzünden siperlerin bulunduğu zirvede yürüyüşün gayesi kaybolmuştur.

Zirve siperlerin bölgesidir. Metre kareye altı bin merminin düştüğü mekândır. Alayın şehit düştüğü yerdir. Anzaklar yüzünde siperlerin gezdirilmemesi büyük bir hatadır.

Umarım ki, bundan sonra düzenlenecek yürüyüşlerde başlangıçtan yürüyüşün sonuna kadar cephenin anlatılması ve yaşatılması mümkün olur. Siper bölgesinde işlenen ayıp tekrarlanmaz.

Kısaca ön hazırlık için katılacaklara videolarla cephe bütünüyle anlatılmalıdır ki, Trakya üniversitesi öğrencilerinin durumuna düşülmesin ve zirvede duygular zirveye ulaşsın.

Gelenler tarihi tecrübeyi kazansın.

 Kusurları ve eksikliklerine rağmen bu yürüyüşü düzenleyene ve katkı sağlayanlara rektörümüz Sayın Seyit Aydın Beyin şahsında teşekkür ediyorum. Ayrıca meşakkate katlanan öğrencilerimizi ve hocalarımızı ve oranın havasını teneffüs eden herkesi tebrik ediyorum.

Cenabı Allahtan bizlere yaşananlardan ibret almayı sağlamasını diliyorum. 

Ya rab! Bizleri daha güzel ve inançlı günlere kavuştur.

Âmin.

Fatihalarımız ve dualarımız şehitlerimizledir inşallah. Ruhunuz şad mekânınız cennettir inşallah.

Selam ve Sabırla.

Kastamonu Üniversitesi Kastamonu’nun Tanıtılmasına Bursa’da Katkı Sağladı



Kastamonu Üniversitesi Kastamonu’nun Tanıtılmasına Bursa’da Katkı Sağladı

Veysi ERKEN 



Kastamonu Üniversitesi mensupları olarak şühedanın izini anlamak, yaşamak ve yaşatmak için katıldığımız 57. Alay yürüyüşünden dönerken Bursa’ya uğradık.

Bursa durağı iyi oldu.

Üniversite olarak Bursa’da düzenlenen Kastamonu Günleri etkinliklerine katıldık. Etkinlik üçüncü seferdir düzenleniyormuş.

Öğrencilerimiz ve Rektörümüz Sayın Seyit Aydın Kastamonu Günleri etkinliklerine katkı sağladı.

Belki öğrencilerin etkinliklerde yeri yoktu ama doğaçlama olarak tanıtıma etkisi oldu.

Umarım ki, bu tür etkinlikleri düzenleyen federasyon üniversiteden daha çok yardım alır.

Bilinen bir husustur “marifet iltifata tabidir”

Kastamonululara ve Kastamonulu zenginler üniversiteye ne kadar katkı sağlarlarsa üniversite o kadar büyür ve yeryüzü üniversitesine dönüşür.

Böyle bir üniversite Kastamonu’yu hem daha fazla tanıtır ve şehri kalkındırır hem de kendisi yeryüzüne açılır.

Çağrımız katkıların önündeki takoz zihniyetlilerin takozlarını ve engellemeleri ortadan kaldırılması yönündedir.

Rektörümüz bu etkinliklere katılarak üniversitenin yapması gerekeni yapmıştır. Öğrencilerimiz doğaçlama olarak vazifelerini yapmışlardır.

Sıra federasyonlarda ve Kastamonulu zenginlerdedir.
Selam ve Sabırla


27 Nisan 2014 Pazar

OKUNMASI GEREKEN BİR HİKÂYE



OKUNMASI GEREKEN BİR HİKÂYE

Veysi ERKEN

        Değerli dostlar. Bazen bir hikâye, bir darb-ı mesel çok şeyi ifade eder. Bilinmesinde fayda var. Bu anlamda dostların bana ilettiklerini umumla paylaşmak edeptendir. Sizlerle bir hikâyeyi paylaşayım istedim. İşte o hikâye: “Yaşlı kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:
"-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!"
Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce:
"-Babaanneciğim, gel beraber yiyelim!" dedi.
 Yaşlı kadın manidar bir şekilde iç çektikten sonra:
"-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşallah!" dedi.
Evin gelini:
"-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar! Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer." dedi. Yaşlı kadın:
"-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır."
Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı:
 "-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti... Anlat bakalım, merak ettim!" dedi.
Yaşlı kadın söze başladı:
 "-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımız uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Asla babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.
Babamız gelir, «Besmele» çeker, «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duasını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç ailece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!"
Torunu:
 "-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim!" dedi.
"-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep baki kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum, hatta köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı, «Deli İbram» derlerdi. Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki, anlatamam. Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım, aba su ver!» derdi. Hangi kapıyı çalsa, boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı.
Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hatta perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı."
Bu sırada gelini, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir eda ile salonun perdelerini çekti.
"-« Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz...
Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı, ev ahalisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip; « Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as! Üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla... Altında ne olduğu görünmesin! İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada imanımız kalmaz! » dedi. Tabii ben 12 yaşlarındaydım, annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komşu, bütün çamaşırları asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim.
Bugün yemekler dışarıda yeniyor, «göz hakkı» oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabii ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor.
Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar, asla dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor, değil mi Leylacım!" dedi gelinine... Leylâ mahcup bir şekilde:
 "-Evet anneciğim." diyebildi.
Torunu:
"-Babaanneciğim, şimdi facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedileri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!"
"-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?"
"-Âh anneciğim, her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşya ve kıyafetlerin, hatta beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar..."
"-Yavruuum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene..." dedi gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:
"-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük... Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada... Tabii ki, hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti, tesettürdedir. Utanma, hayâ, imandan bir şubedir. Bakın size, benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım. Hikâye dedimse, adı hikâye... Aslında bir hadîs, hadîs-i kudsî hem de... Yani mânâsını Allah’ın Peygamber Efendimize haber verdiği, sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiği bir hadis...
Bu hadîs-i kudsîye göre:
 "Allah Teâlâ, Âdem aleyhisselâm'ı yarattığı vakit Cebrail aleyhisselâm ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl. Ona dedi ki: «Ya Âdem! Bunlardan dilediğini seç!..»
Âdem aleyhisselâm aklı tercih etti. Cibrîl aleyhisselâm hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve ilim dediler ki:
"-Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden aslâ ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.
 Cibrîl aleyhisselâm da öyle ise yerlerinize yerleşin!.." diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde yerleşti."
İşte bu hadîs-i kudsîde de anlatıldığı gibi, hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak..."
Gelini:
 "-Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı." dedi.
Torunu kaşığı sessizce bırakıp:
 "-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım, anneciğim!" dedi.
 Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allah’a hamd etti.”
Selam ve Sabırla

19 Nisan 2014 Cumartesi

Belediyeden Üniversite İçin Beklentilerimiz



Belediyeden Üniversite İçin Beklentilerimiz

Veysi ERKEN

Seçimler bitti.
Hangi partiden olurlarsa olsunlar kazanan adaylardan hizmet bekliyoruz.
Tabii ki, görev yaptığım Kastamonu şehri olunca belediyesinden beklentilerim daha fazla olacaktır.
Beklentilerim şahsi olmayıp üniversitemizle ilgilidir.
Kısa sürede gerçekleşmesini arzu ettiğim faaliyetler hem üniversitemizin hem de Kastamonu ilimizin gelişimine katkı sağlayacak faaliyetlerdir.
Kastamonu üniversitesinin yeryüzü üniversitesi olmasına katkı sağlayacak faaliyetlerin başında öğrenciler ve personel için sağlanacak imkan ve huzurlu ortamlardır.
2014-2015 yılı eğitim öğretim yılında Kastamonu 25 bin öğrenci kapasiteli barınma imkanı sağlayabilmelidir. Bunun yolu belediyenin muhtelif kuruluşlarla hızlı bir şekilde işbirliği yapmasından geçtiğini düşünüyorum.
Mesela yurt için ayrılmış parseller hızlı bir şekilde değerlendirilmeli ve öğrenci adayları huzurlu bir şekilde Kastamonu üniversitesini tercihi sağlanmalıdır.
Ayrıca belediye öğrencilere başka imkânlar da sunmalıdır.
Çorbaya ilave imkânlar.
Tabi ki, üniversite personeli için de imkânlar sağlanmalıdır ki, Kastamonu’nun üniversitesi tercih edilsin ve Kastamonu’nun kalkınmasına katkı sağlasın.
Belediye başkanının yapabileceği faaliyetler vardır. Mesela TOKİ marifetiyle konut yapımının önündeki engellerin aşılması ve Kastamonulu hayırsever zenginlerin üniversite için yatırımlarının sağlanması hemen gündeme getirilebilecek faaliyetlerdir. (Bildiğimiz kadarıyla defterdarlık tahsis edilmek istenen araziyi başka kuruma devretmiş. Böyle bir durum varsa belediye başkanı gereken girişimleri yapıp hatadan dönülmesini sağlamalıdır)
Kısaca yeni belediye başkanları şehrimiz sevdamızdır diyebilmeli ve faaliyetlerini bu yönde yoğunlaştırabilmelidir.
Kısaca Kastamonu üniversitesinin yeryüzü üniversitesi olabilmesi için belediyenin katkı sağlayacak faaliyetlerini bekliyoruz.

Karayollarında 2014 Yılı 2013 Gibi Kayıp Olmasın


            2023 hedeflerinden birisi karayollarında bölünmüş yol miktarını 36000 Kilometre olduğu ifade ediliyordu.
            Karayolları Genel Müdürlüğünün faaliyetlerine baktığımızda bunun gerçekleşmesi mümkün görülmemektedir.
            Nereden çıkarıyorum.
            Gayet basit.
            Karayollarının yapım ve ihale edilecek yollar haritasına baktığımızda bunu görmek kolay.
            Mesela her hafta gidip geldiğim Ankara-Kastamonu ve Kastamonu-Karabük-Ankara güzergâhında ilave olarak Kastamonu-İnebolu hattında işlerin durma noktasında olduğunu görüyoruz.
            2013 yılında ihale edilecek kısımların ihalesi yapılmadığı gibi 2014 yılının nisan ayına geldiğimiz halde ihalelerden eser yok.
            Yapımı devam eden yerlerdeki faaliyetlerde de ilerleme yok.
            Yapımların durma noktasına geldiği hatlar sadece buralar değil. Dostlardan edindiğim bilgiler hemen hemen bütün güzergâhlarda aynı olduğu yönündedir. Bölünmüş yol yapım haritası incelendiğinde de bu durum bariz bir şekilde anlaşılmaktadır.
Kısaca 2013 karayolları için kayıp yılı olmuştur. Korkarım ki 2014 yılı da aynı akıbete uğrayacak.
Sayın Başbakanın bu konuyla acilen ilgilenmesi gerekir diye düşünüyorum. Aksi takdirde hedeflerin gerçekleşmesi hayal olur.
Tabii ki, bu konuda Karayolları genel müdürlüğünden açıklama bekliyoruz. Yapım ve ihalelerin gecikme nedenlerini ihtiva eden bir açıklama yaparlarsa okuyucularımızla paylaşırız ve doğru bilgiye ulaşırız.


KUTLU DOĞUM
            Değerli gönüldaşım Ökkeş beyden tarafıma gönderilmiş bir maili sizlerle paylaşıyorum. "Kim Elçiye(Peygamber'e) itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" Nisa Suresi 4/80
Ey Nebi!
Sen anıların değil, anın konusu; hayatın her alanının tartışmasız rehberisin.
Sen rol-model olan tek insan, yürüyen Kur'an'sın.
Ey Nebi!
Sen bize, insaniyetten zayıf alınca, İslamiyetten pekiyi alınamayacağını öğrettin.
Kutlu Doğum Haftasının  bereketi, rahmeti ve feyzi üzerinize olsun.
https://mail.google.com/mail/images/cleardot.gif
  Arif Nihat Asya'nın Diliyle
   
NAAT
     Şimdi seni ananlar,
     Anıyor ağlar gibi...
     Ey yetimler yetimi,
     Ey garipler garibi;
     Düşkünlerin kanadıydın,
     Yoksulların sahibi...
     Nerde kaldın ey Resûl,
     Nerde kaldın ey Nebi?

      Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
      Çağlar ne çağlardı:
      Daha dünyaya gelmeden
      Mü’minlerin vardı...
      Ve bir gün, ki gaflet
      Çöller kadardı,
      Halîme’nin kucağında
      Abdullah’ın yetimi
      Âmine’nin emaneti ağlardı.
      Hatice’nin goncası,
      Aişe’nin gülüydün.
      Ümmetinin gözbebeği
      Göklerin resûlüydün...

      Elçi geldin, elçiler gönderdin...
      Ruhunu Allah’a,
       Elini ümmetine verdin.
       Beşiğin, yurdun, yuvan
       Mekke’de bunalırsan
       Medine’ye göçerdin.
      Biz bu dünyadan nereye
      Göçelim, yâ Muhammed?

        Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
        Altın devrini yaşıyor...
        Diller, sayfalar, satırlar
       “Ebu Leheb öldü” diyorlar.
         Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
         Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!”
 Selam ve Sabırla