27 Ekim 2019 Pazar

Zihin Bağlamında Zemin Kayması ve Sünnet Düşmanlığı


Zihin Bağlamında Zemin Kayması ve Sünnet Düşmanlığı

Veysi ERKEN

            Ne ile beslenirseniz öyle kokarsınız” diye bir ibare kullanılır.
            Atalarımız irfanıyla doğru tespitlerde bulunmuştur.
            Buradan hareketle diyebiliriz ki, “zihnimiz ne ile beslenmişse tefekkür zeminimiz ona göre şekillenir ve dilimizden, kalemimizden o zemine uygun ifadeler yansır.”
            Türkiye’de İslami hayat üzerindeki baskılar azaldıkça bir plan çerçevesinde İslami anlayış, düşünüş ve yaşayışın değişik usul ve yapılarla tahrif ve tahribinin hızlandırıldığını görüyoruz.
            Maalesef bu tahrif ve tahribat en çok İlahiyatçı ilim adamı veya İmam- Hatip mezunu dediklerimizin marifetiyle gerçekleştirildiğini görüyoruz.
            Toplum bunlardan gerçek anlamda Kur’an merkezli bir tefekkür beklerken maalesef tam tersi bir vaziyetle karşılaşıyor.
            Özellikle Kur’an-ı Kerim bu kesimin hayatından çıkarılmış vaziyettedir.
            Kendini müfessir, Muhaddis, Mütekellim, Mufakkih vs. gösteren bu kesim düşünüş tarzlarının temelinde “vahiy” olmadığından zırvalarıyla insanımızın zihinlerini iğfal ediyorlar.
            Bu şarlatanlar maalesef oryantalist dediğimiz batılıların öncü tahribatçılarından daha fazla İslami hayata zarar vermeye devam ediyorlar.
            Esasında bu konuya hiç girmek istemezdim.
            Mecbur kalınca ister istemez ahlakî olarak vazifemizi yapmak durumunda kalıyoruz.
            Geçenlerde tarafıma wattsap üzerinde gelen bir yazıda bariz bir şekilde bu ihaneti gördüm ve gereken cevabı verdim.
            Ama yetmedi diye burada da yazmak durumunda kaldım.
            Bir ahlaksız “hadis” konusunda adeta reddiyelerde bulunuyordu müsveddelerinde. Direk “sünnet”i reddedemediği için “hadis” uydurmalarını bahane ederek Hz. Peygamber s.a.v. efendimize saldırmaya çalışıyor.
            Bu kişi ve benzerleri maalesef Siyonist haçlı zihniyetine bilerek veya bilmeyerek hizmet ediyorlar.
            Kanaatime göre bilerek ve isteyerek bunu yapıyorlar.
            Esasında bütün oryantalistler dâhil herkes biliyor ki, Hz. Peygamber Kur’an-ı Kerimi yaşamış ve insanlara tebliğ etmiştir. Biz Kur’an’a göre olan yaşayışı sünnet olarak biliyor ve inanıyoruz.
            İslami hayatı tahrif için İsrailiyat diye isimlendirilen tahrif ifadeleri ve uydurmaları her zaman varit olmuştur.
Müslüman olarak kafa yoran herkes Kur’an-ı Kerime aykırı olan her şeyi reddeder. Bu uydurmalara karşı delillerini ortaya koyar ve tahrifatı hükümsüz kılma çabasına girer.
            Zeminleri kaymış veya kaydırılmış olan bu tipler tahrifatı ve uydurmaları yayma gayretinde olup yaydıkları tahrifatlarla Hz. Peygamberin “usve”liğini ortadan kaldırmaya çalışmaktalar.
            Aynı Amerikalılar gibi.
            Hatırlayacak olursak şunu görürüz. Irak’ı talan eden Amerikalı Siyonist haçlı haydutları “Furkan” diye bir kitap uydurmaya çalışmışlardı.
            Sünnet düşmanları da aynı yöntemi kullanıyorlar.
            Tabii ki, tahrifat sadece “hadis” uydurmalarıyla yürütülmüyor. Tefsir adı altında da yürütülüyor. Türedi bir müfessir (!) ayetleri bütün anlıyormuş. Kusmuğunu bu şekilde kusuyor.
            En son kusmuklarından biri “din”, “bilim” sahaları arasında farklılığın olduğunu konu edinen yazısı oldu. Bu âdem Kur’an-ı Kerimden haberdar olsa böyle bir ayırımı yapmazdı.
            Sadece “lekum dinikum veliye din” ayetinden haberdar olsa genel bir “din” bilim karşıtlığını ortaya koymazdı. Kendisine ve yazısına itibar edenlere sadece şunu söylüyorum.
            İslam anlayışı ve zemini “vahye” dayanır. Vahyin hangi ayeti bilimi reddeder. Bunu açıklayabilir misiniz?
            Esasında İslam her türlü alanda bilimsel çalışmaları teşvik eder. Adeta farz biçiminde teşvik eder.
            Bu tipler samimi ise bunlara binlerce delille konuyu izah edebilirim.
            Ama zannetmiyorum. Zira bunların düşünme ve yazma zeminleri “vahiy” üzerine bina olunmuş değil.
Edindikleri bilgi kırıntılarıyla efendilerine karşı vazifelerini icra ediyorlar. Öyle bir icra ki, el’an bir ilahiyat fakültesinde öğretim üyesi arkadaşıma yahu bu ilahiyatçılar ne yapıyor, İslam’dan neden kopuk düşünüyor ve tahrifte yer alıyor diye sorduğumda verdiği cevap beni şaşırttı.
            Maalesef biz de bilmiyoruz dedi.
            Belki gerçekten bilmiyordur.
            Ama biz biliyoruz.
            Bunlar satılık. Tıpkı gazeteciler gibi.
            Satılık gazetecileri öğrenmek isteyenlere “satılmış gazeteciler” kitabını okuyabilirler.
            Peki, satılık ilahiyatçıları nereden öğreneceğiz.
            “Vahiy” ilkelerini esas alarak tefekkür, tezekkür, tedebbür ve taakkul ile.
            Selam ve Sabırla…

25 Ekim 2019 Cuma

Nizamı Alem İle Küreselleştirme Felsefelerinin farkı


Nizamı Alem İle Küreselleştirme Felsefelerinin farkı

Veysi ERKEN

Siyasi düzenlerin istinat ettiği ilke ve kurallar ile amaçları bireylerin ve toplumların hayatlarını şekillendirir.
Konuya bu bağlamda baktığınızda Nizam-ı Âlem ile Küreselleştirme/küreselleşme yaklaşımları arasında derin farklılıkların olduğunu görürüz.
Nizam-ı âlem ilayı kelimetullah kavramı doğrultusunda dünyaya nizamat vermeye çalışırken, küreselleşmede amaç sömürgeleştirme olarak belirginleşir.
Dolayısıyla nizam-ı alem adalet ve merhameti hedeflerken, küreselleştirmede kan, kin, sömürü ve zulüm hedef haline gelmiş olur.
Kuruluş Osman dizisinin tanıtımındaki “Unutma yolumuz ezelden ebede kadardır. Gayemiz gönüller yapmaktır. Davamız kul olmaktır. Ey oğul Hilal'in gölgesinde adalet ol, merhamet ol, derman ol, gazi ol, devlet ol. Ey oğul millete bey olasın, mazlumlara Fatih olasın, zalimlere Yavuz olasın, diyarlara Süleyman olasın, devlet-i ebed müddet olasın” ifadesi Nizam-ı alem ülküsünün hedefini ortaya koymaktadır.
Benzer ifadeleri Küreselleştirmede göremiyoruz. Yıllar önce küreselleşmeyi şu şekilde anlamlandırmıştık.
 “Herkesin dilinde “küreselleşme” veya “globalleşme” kelimeleri yer etmiş. Ulema takımından tutun sokaktaki insana kadar herkes küreselleşiyoruz, bundan kaçınmak mümkün değil değip duruyor.
Hakikaten “küreselleşme” kaçınılmaz mı? Küreselleşme kaçınılmaz ise insanları nasıl etkileyecek? Küreselleşme hangi “gen-etik” kodlara göre oluşmaktadır? Bu soruların cevaplandırılması ve ona göre “donanım”ın geliştirilmesi gerekir.
Yeryüzünde olup bitenler analitik bir yaklaşımla incelendiğinde “küreselleşme”nin hem “gen” hem de “etik”i bakımından bozuk olduğu görülür. Küreselleşme “gen” ve “etik” olarak tahlil edilmelidir ki, “donanım”ımız sağlıklı olsun.
Esasında “küreselleşme” seri düşüncelerin ve yazıların konusudur. Yüzlerce sayfa uzunlukta ve binlerce belgeye dayanacak kadar geniş bir konudur. Bu konunun değişik alanlarını kısmet olursa zaman zaman tahlil etmeye çalışacağız. Bu yazı bir girizgâhtır.
Tespitlerimize göre herkesin dilinde olan ve kaçınılmazlığından dem vurulan “küreselleşme” dört temel alanı kapsamaktadır. Ve bu alanların bir “tapınak” tarafından kendi süflî “amaç” ları doğrultusunda şekillendirilmeye çalışıldığını görmekteyiz.
Bu alanlar şunlardır.
Dünya jandarmalığının tek elde oluşturulması ve şövalyelere terk edilmesi,
Yeryüzü ekonomisinin tek merkezden tanzim edilmesi ve tapınak şirketlerine havale edilmesi,
Merkez tapınağın tanzimi doğrultusunda tüketim alışkanlıklarının oluşturulması,
Yapılandırılmak istenen düzenin geçerli olduğunun anlatılması için “medya” tekelinin oluşturulması.
Dünyada “küreselleşme” adı altında yürütülen biçimlendirilme işlemleri yeni değildir ve sona ereceği yoktur. Bu işlemler “hak” ve “hukuk” mantığının olmadığı “sion” ve “templiye” tipi tapınakların oluşmaya başlamasından beri vardır. Yeryüzünün efendileri olma sevdasını taşıma bu gruplarda her zaman olagelmiştir. Geçmişten günümüze uzanan “haçlı” ruhunun temelinde bu “amaç” yatar. “Yeni bir haçlı seferi başlattık” ifadesi tapınak geleneğinin tezahürüdür.
Başta Birleşik Devletlerin elitleri olmak üzere muhtelif devletlerin elitlerini oluşturan “tapınakçılar” tarih boyunca dünya hakimiyetini kurmak ve jandarmalık yapmak üzere silahlı gruplar oluşturmuşlardır. Haçlı seferleri “tapınakçılar” tarafından oluşturulan gruplarla gerçekleştirilmiş ve günümüzde de sürdürülmektedir. Geçmişle bugünün mukayesesi yapıldığında günümüzde işgaller ve bunun akabinde jandarmalığın ekseriyetle “vekil hükümet ve ordular”la gerçekleştirildiği görülür. Panama, Nikaragua, Kore ve en son Afganistan’ın işgali bunun tipik misalleridir.
İşgallerin yapılış nedenlerinin başında “değerlerin hakimiyeti” yanında “ekonomik hakimiyeti tesis” etme gelir. Tabii kaynaklar başta olmak üzerek ekonomik faaliyetlere konu olan her şeyin kimlere ve nasıl dağıtılacağı yine yürütülen faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Genel olarak ekonomik ve parasal faaliyet alanları tapınağın merkez şirketleri tarafından belirlenmekte ve işgal edillen alanlarda taşeron firmalar kullanılmaktadır.
İşgal neticesinde dünyanın her tarafında ekonomik olarak ortak tüketim alışkanlıkları oluşturulmaktadır. Dünyanın her tarafında coplanın içecek haline gelmesi, fast food(hazır yiyecek) ların hakim olması, “kot”un ana giyecek haline gelmesi, aynı filmlerin seyredilmesi ve aynı kitapların okunması ekonomik olarak ortak tüketim alışkanlıklarının tipik misalleridir.
Tapınakçılar hem değerler, hem de ekonomik faaliyetlerinin kalıcılığını zihinleri işgal ederek sağlamaya çalışmaktalar. Bunun için yer yüzünde “muhalif medya”yı yok ederek kendi medyaları ile zihinleri iğfal etmek elzemdir. Dünyanın hemen hemen her tarafına yaygınlaştırılmış ve sadece “tapınakçılar”a hizmet eden iletişim araçları bunun göstergesidir.
Peki tapınakçıların “küreselleşme” adını verdikleri işgalin zararlarından kurtulmak mümkün mü? Elbette mümkündür. Hal çareleri üzerinde kısmet olursa başka yazılarda durulacaktır.
Peşinen şu ifade edilebilir ki, “kurtuluş doğru teşhis ve tedavi ile mümkündür”. Bunun için teşhisten sonra tedavi babında yapılması gereken ilk iş küreselleşme alanlarına alternatifler oluşturmaktır.”
Bu iki olgu arasındaki farkı anlayabiliyor ve anlatabiliyor muyuz acaba?
Selam ve Sabırla...
Not: Bu yazının küreselleşme ile ilgili kısmı 11.03.2002 tarihinde yazılmış ve yayınlanmıştır.“Gen-etik”i Bozuk Olgu: Küreselleşme

21 Ekim 2019 Pazartesi

Oligarşi Dalkavuğu



                                                       Oligarşi Dalkavuğu

Veysi ERKEN

            Milletin kafasını karıştırmak maksadıyla gündeme yapay olarak getirilen “af” tartışmaları ve büyük reform olarak takdim edilen dilencilerden bile vergi toplamayı öngören kanun hakkında fikirlerimi daha sonraki yazılarımda belirtmek kaydıyla bir oligarşi dalkavuğunun tavrından bahsetmek istiyorum. Eminim ki, çoğunuz onu tanırsınız.   
            Yaklaşık olarak otuz iki milyon insanı doğrudan doğruya ilgilendiren bir maaş düzenlemesi için “halk dalkavukluğu” yapmayın diye buyurdu bu büyük(!)  zat. Filozofça(!) bir deyiş. Tıpkı Alman filozofu Nietzsche’nin “Zerdüşt Böyle Buyurdu” dediği gibi.
Meğerse yüzde yirminin üzerindeki artış ekonominin bütün dengelerini bozacakmış.
Düşük artışlar halkın iyiliği içinmiş.
Ne kadar büyük(!)  ve filozofça bir tespit.
            Esasında, tutumunda, duruşunda ve tavrında alabildiğince “nefsaniyet” ve “enaniyet” kokan bir insandan başka bir tespit beklenemez. Bana kalırsa oligarşinin dalkavuğundan başka bir şey sudur etmez. Ederse yanlış olur. Halkın yoksulluğuna rağmen milyarları höpürdeten birinden “halk dalkavukluğu yapmayınız” türü yaklaşım gayet tabiidir.
            Dalkavuk; “yaranmak kaygısı ile kendinden üstün olanlara karşı sahte bir hayranlık ve aşırı bir saygı gösteren kimse. TDK, Türkçe Sözlük, Ankara 1974,s.200” biçiminde tarif edildiğine göre halka hizmeti esas kabul etmeyenlerin, gerçekte halkın yerine başka kesimlerin dalkavukluğunu yaptıkları sonucuna varılır.
            Bana kalırsa halk onların velinimeti olmadığından, velinimetlerinin dalkavukluğunu yapmaları tabii olsa gerek.
            Mevcut uygulamalara bakıldığında gerçekten dalkavukların kol gezdiği görülür. Dalkavuklar o kadar çoğaldı ki, sayısına kıran girsin demekten başka bir şey yapılamıyor.
     Eskiden padişah bir kişi olduğundan, dalkavuklar padişaha ve onun yakınlarına yaranmaya çalışır ve şaklabanlıklar yaparlarmış. Günümüzün padişahları çoğaldığından onlara paralel olarak dalkavukların sayısında da gözle görülür artış gerçekleşmiş. Kim bu padişahlar? Herhalde bilmeyenimiz kalmamıştır.
Günümüzün padişahları oligarşiyi oluşturan kesimdir. Bir kısım sermayedar, bürokrat (özellikle birkaç yerde görevlendirilip maaşı katmerlenmiş), kartelci ve medya baronlarından oluşan bir zümre.
Ülkenin şişman kedileri.
            Oligarşi kendini her şey sanmakta.
Ve her şeyi sadece kendisine layık görmekte.
Ülkenin yegâne sahibi, hâkimi kendisidir. “Halka rağmen” güç sahibi olmak onun yegâne arzusu ve icraatıdır. Onun için bütün yollar ve icraatlar meşrudur. Yeter ki, yapılanlar ve gerçekleştirilenler kendisine hizmet etsin.
            Bu bağlamda denebilir ki, oligarşinin kumpasına düşenlerin şahsiyeti ortadan kalkar. Geçmişi ne kadar iyi ve mükemmel olursa olsun fark etmez. Onların bir tek vazifesi vardır. Oligarşiye hizmet etmek, avukatlığını yapmak.
Ülke Talanya’ya dönüştürülmüş olsa bile kumpastakiler vazifelerini ihmal etmezler. İçinde tüyü bitmemişlerin hakkı olan mal ve mülklerin, taşınır ve taşınmaz değerlerin yağmalanması karşısında onların bir tek görevi vardır. Yapılanları meşru göstermek. Hatta daha ileri giderek yağmaya karşı çıkanları vatan hainliği ile damgalamak.
            Hülasa-i kelam; “Halka hizmet hakka hizmettir” ilkesinden uzaklaşan ve bu ilkeden uzaklaştıkça bütün geleceğini oligarşiye ipotek eden birinden elbette halka yaranma icraatı beklenmez. Halka hizmeti esas kabul edip icraatını ona göre düzenlemeyenden, ancak “oligarşi dalkavuğu” olur.
            Son Söz: Halkın görevi oylarıyla “halk dalkavukluğunu bırakınız” diyerek “oligarşinin Dalkavukluğu”nu ve hizmetkârlığını yapanları işgal ettikleri makamlardan indirmektir.      
Vesselam.     

            Not: Bu yazının yayınlanış tarihini tahmin ediniz.

18 Ekim 2019 Cuma

İnsansız Toprak, Topraksız İnsan


İnsansız Toprak, Topraksız İnsan

Veysi ERKEN

            Haçlı zihniyeti İslam coğrafyası ile temasından beri hiç değişmedi. Temel hedefi, İslam coğrafyasında “topraksız insan, insansız toprak” oluşturmaktır. Haçlı zihniyetine birde Siyonist anlayış eklemlenince bu bakış açısı katmerlendi. Tapınakçıların temel zihniyeti oldu.
            Amerika kıtasının işgalinde de bu sapık zihniyet hakim oldu ve yüz binlerce yerli (onların ifadesiyle Kızılderili) katledildi, Afrika’dan köleleştirilen Müslümanlar buraya sürüldü, hayatta kalanlar zincirlenerek çalıştırıldı.
            Bu sapık anlayış hep var oldu.
            Bugün de bizim coğrafyamızda aynı sapık anlayış sergilenmektedir. Özellikle 1974 Kıbrıs Barış harekatı ile birlikte ülkemize olan düşmanlık açığa çıkmış ve sapık planlar arttırılmıştır.
            Bugün Barış Pınarı harekatına karşı haçlı ittifakı aynı mantıkla  birleşmiş vaziyettedir.
            Temel anlayışı “bu coğrafyayı insansız topraklara ve topraksız insanlara çevirmektir. Suriye’den çıkarılan 5-6 milyon insan bunun bir göstergesidir.
            Tabii ki, oyun sadece Suriye’de sahnelenmiyor.
            Doğu Türkistan’da, Çeçenistan’da, Arakan’da, Yemen’de, Libya’da vs. tüm mazlum ve mağdur coğrafyalarda aynı oyun sahneleniyor.
            Türkiye bu oyunu bozmaya başladığından hemen Siyonist haçlı zihniyetinin kurucuları ve Türkiye’deki maşaları feveran etmeye başladı.
            En son Suriye’de 32 km. dışına girmeyin. Tüm coğrafyada huzur ve sükunu sağlamayın denilmeye başlandı.
            Hatta piyon örgütler buralardan çekileceğiz açıklamasını yaptı.
            Peki, kalan yerler ne olacak.
            Hedef gayet açık.
            Geçici olarak Türkiye sınırında tampon bölge oluşturarak diğer alanlarda “topraksız insan, insansız toprak” hedefine ulaşmak ve sonra kalınan yerden Türkiye’ye yönelmek.
            İnşallah bu coğrafyayı yönetenler basiretli davranır ve oyunu bozar.
            Bilinmelidir ki, senaryo h,ç değişmemektedir. Senaryo oluşturulan köle örgütlerle sahnelenmektedir.
            Hasılı kelam bu konuyu yıllar önce şu şekilde ifade etmiştim.
            “Geçenlerde Cumhurbaşkanı Suriye ve halkı için “bir ülke yok ediliyor, içi boşalıyor, insanlar ölüyor mealinde ifade kullandı ve akabinde NATO ülkelerine bu duruma seyirci kalmamaları gerektiğini hatırlattı.
            Bu tür açıklamaları yıllardır duyarız ve duymaya devam edeceğiz.
            Önemli olan bu açıklamalar değildir.
            Önemli olan bizim Kur’an'la ne kadar yaşadığımızdır.
            Bugün sadece Suriye ölmüyor. İslam coğrafyasında pek çok yer ölüyor, öldürülüyor hem de Müslüman kimliklerle yok ediliyor.
            Siyonist haçlı zihniyetinin ürünleri, uzantısı, piyonu ve uşağı pek çok örgüt kılığı ile İslam coğrafyası yok edilirken NATO ülkelerinden medet ummakla asla çözüm mümkün olmaz. Zira bu ülkeler Siyonist haçlı zihniyetinin merkezi ve piyon örgütlerin akıl daneleri ve efendileridir.
            Bilinmelidir ki, bu ülkeler “fitne”nin kaynağıdır, uygulayıcısıdır ve azgınlaştırdıkları örgütlerle İslam coğrafyasının yok edicisidir.”
            Müslüman’ın vazifesi “fitne”ye sebep olan her şeyden uzak durmasıdır. Fitne vasıtası olmamasıdır.
            Örgüt kılıklı haydut çetelerinde meydan vermemesidir.
            Bilinmelidir ki, “fitne katilden şiddetlidir. Bakara 191”
            “Fitne” bölücülük, bozgunculuk, şirk, bela vs.dir.
            Müslüman fitneden kaçınmak durumundadır.
            Fitne Siyonist haçlı zihniyetinin İslam coğrafyasının bağrına saldığı bir ateştir. Coğrafyayı cehenneme çevirme projesidir. Müslüman buna teşne olmamalıdır.
            Türkistan’dan, Moritanya’ya, Balkanlardan Afrika’ya, Yemen’den Kafkaslara kadar salınan ateş aynıdır. Bilinmelidir ki, hiçbir Müslüman bir diğerine haksızca el kaldıramaz. Haksızlığa vasıta olamaz. Olanlar bilinmelidir ki, adı, sıfatı, örgütü ne olursa olsun Siyonist haçlının uzantısı ve maşasıdır.
            Rus’u da bir, Amerikalısı da birdir.
            Hele İngiliz’i diğerlerinden beterdir.
            Fitnenin ana kaynağı İsrail.
            Sonuçta hepsi birdir.
            Taşeronlar farklı adlarla piyasaya sürülüyor ve ülkeler cehenneme çevriliyor.
            Hedef topraksız insan, insansız toprak oluşturmaktır.
            Akabinde her şeye el koymadır.
            Denizlerde cesetler yüzüyor onlar için fark etmez.
Çanakkale’de de oynandı bu oyun. Barış adına tahrip edilen, yerlerinden edilen ve imha edilen mazlumları gördük, görüyoruz.
            Bu oyun bu şekilde oynanıyor. Maşalar ve taşeronlar ortada.
            Oyalama oyunu.
            Bugün yardım edeceğiz, yarın ateşkes çağrısında bulunacağız.
            Bilinmelidir ki, Siyonist haçlı zihniyetinde senaryo bitmez.
            Bizler Kur’an Kerimden koptukça Siyonist haçlı zihniyetinin senaryoları daha kolay devreye girer.
            Coğrafyamız ve gönüllerimiz daha kolay fitneye teşne olur.
            Umarım ki, yönetici konumunda olanlar da uyanır.
            Fitne ateşinin nasıl söndürüleceğini Cenabı Allah bize bildiriyor.
            Bizi birliğe davet ediyor. “Ve'tasimu bi-hablillahi camian vela teferreku “ diye yol gösteriyor. Hududunun sınırlarını bildiriyor.
            Ne diyelim.
            İnşallah bir gün uyanırız.
            Şu ayetlere kulak verir ve fitneden* kurtuluruz.
“Size savaş açanlara karşı Allah yolunda savaşınız, ama aşırı gitmeyiniz, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Bakara 190”
“Sizi öldürmeye teşebbüs edenleri karşılaştığınız her yerde öldürünüz ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkartınız; zaten zulüm ve baskı, öldürmekten daha kötüdür. Onlar size savaş açmadıkça Mescid-i Haram civarında onlarla savaşmayınız, ama eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürünüz; kâfirlerin cezası budur. Bakara 191”
“Eğer vazgeçerlerse, Allah çok affedicidir; merhamet sahibidir. Bakara 192”
“O halde zulüm ve baskı kalmayıncaya ve Allah'ın dini egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Vazgeçerlerse siz de vazgeçiniz; zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Bakara 193.   09.07.2016”
Selam ve Sabırla…


  *Fitnenin Değişik Anlamlarına Kur’an-ı Kerimden Örnekler:

1-Şirk, küfür
 “Fitne tamamen yok oluncaya kadar kâfirlerle savaşın!” Bekara 193
           2-Günah
“Bizi fitneye düşürme) diyenlerin kendileri fitneye düşmüştür.” Tevbe 49
          3- Bozgunculuk, kavga, ihtilal, isyan, anarşi, kargaşa, bölücülük, fesat:
 “Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bekara -191)
 “Kâfirler birbirinin dostları, yardımcılarıdır. Eğer, Allahu teâlânın emirlerini yerine getirmez, kendi aranızda dost olmazsanız, yeryüzünde, kargaşa, fitne ve büyük fesat çıkar.”Enfal-73
          4-İmtihan
 “Sana (Miracta) gösterdiğimiz temaşayı halk için bir fitne (imtihan) yaptık.” (İsra- 60)
  -“Mallarınız, çocuklarınız, sizin için fitnedir (imtihandır).” (Tegabün- 15)
  -“Biz onlardan öncekileri de, fitneden (imtihandan) geçirdik.” (Ankebut- 3)
– And olsun ki Süleyman’ı imtihan da ettik ve tahtının üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tevbe ile önceki haline döndü. (Sad- 34)
         5-Bela, Musibet
 -“Bir fitne olmayacak sandılar da, kör ve sağır kesildiler.” Maide -71
  O fitneden sakının ki, o sadece zalimlere dokunmakla kalmaz.(Enfal -25
         6–Azab
-“Onlara, fitnenizi (azabınızı) tadın denecektir. Zariyat-14
         7-Eziyet, İşkence
“Fitneye (eziyete, işkenceye) uğratıldıktan sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin yardımcısı elbette Rabbindir.”
Nahl-110
        8-Deli
-“Fitneye düşeni (deli olanı) yakında sen de, onlar da görecek.” Kalem 5-6
        9- Zarar verme
-“Seferde iken, kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden (zarar vermelerinden) endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur.” Nisa- 101
      10-Sapıklığa düşürme
-“Siz ve taptıklarınız, Cehenneme girecek olanlardan başkasını fitneye düşüremez (saptıramaz)”
Saffat/ 161-163
      11-Uydurma mazeret
-“Onların, sadece “vallahi, biz müşrik değildik” sözlerinden başka fitneleri olmayacaktır.”Enam-23
        12-Dalalet
“Allah birini fitneye (dalalete, şaşkınlığa) düşürmek isterse, Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez.” Maide- 41