Hukukta “Beyan” Değil “Delil” Esastır
Veysi ERKEN Dr.
Bir yerde, ülkede “hak”, “hukuk” hâkimse orada, ceza tesisinde “beyan” değil “delil” esas alınır. İlave olarak hukukun kuralları açık ve toplumun inanç esaslarıyla çelişik olmaması gerekir.
Bilindiği üzere yazılı kurallar, hele hele zecri bir şekilde uygulanan kurallar toplumu daha kolay ve kısa zamanda bozar ve dağıtır.
Sadece bir misal olsun diye “Sovyetler birliği”, “Çin” ve 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerini hatırlayalım yeter. O coğrafyalarda ve o günün Türkiye’sinde yaşayan bütün Müslümanların hayatları alt üst edilmiş, İslam’la irtibatları koparılmış ve perişan edilmişlerdir.
Maalesef ülkemizde facia devam ediyor.
Zira bize dayatılan ilke ve kurallar bizim inancımızla/ İslam’la bağdaşık değildir.
Tarihten misal vermeye gerek yoktur.
Her gün “Avrupa’nın normlarını kabul edeceğiz, ediyoruz ve uyguluyoruz” demeçleri ve miras, evlilik, iklim kanunu vs. uygulamaları bunun göstergeleridir.
Bize dayatılan ilke ve kurallar toplumun tevhidini ve birliğini sağlayacağına toplumu parçalamaya yöneliktir.
Toplumumuz hem zihniyet hem de yaşayış tarzı parçalanmış durumdadır.
Bilindiği üzere batının/ batılın zihniyeti parçalayıcı bir zemin üzerinde gelişmiştir.
Her şeyi parçalamayı hedeflemektedir.
Adalet, hukuk, cinayet, şiddet, meslekler vs.
Hangisini ele alırsak alalım parçalayıcı bir anlayışla ve uygulamayla muhatap oluruz.
Mesela “Kadına şiddet”ten ve “cinayet”lerden bahsedilir.
Şiddetin cinsiyeti mi olur diye soran yok.
Şiddet şiddettir, cinayet cinayettir ve kim uygularsa, kime uygulanırsa aynı cezaya müstahak olur denilmiyor.
Aynı şekilde kadının beyanı esastır dediğinizde hangi “adalet”ten bahsetmiş olursunuz.
Beyan hukukta delil olur mu?
Yoksa beyanlar şiddeti, cinayeti arttırır mı?
Ya cinayetler üzerinde bölücülük.
Sürekli “kadın cinayetleri” veya falan mesleklerden olanlara karşı işlenen suç ve cinayetlerden bahsetmeler ve bazı meslekleri kutsamalar.
Bu bakış parçalayıcı zemin üzerinde bize dayatılan ve toplumu dağıtan ilke ve kurallarıdır.
Batı/batıllar zihnimizi, düzenimizi, ahlakımızı ve dahi müspet olan her şeyimizi bozdular, bozmaya devam ediyorlar ve bizi Kur’an ve sünnet merkezli uygulamalardan ve yaşayıştan uzaklaştırdılar, uzaklaştırıyorlar.
Maalesef kendini Müslüman olarak ifade eden kitle de bu parçalanmışlığı savunur ve uygular haldedir.
Hâlbuki bizin tefekkür ve yaşayış zeminimizde bir nefsi haksızca öldürmeyi bütün insanları öldürmüş gibi olduğu anlayışı vardı, cinayetler ve işleyenler arasında ayırım yoktu. Bu anlayış ayetle sabit idi. Ayette: “Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur. Maide-32” ifadesini bulmuştur.
Mesleğe göre cinayete bakılmaz, her insanın canı, malı, namusu, hayatı ve dini değerlidir.
Aynı şekilde hak, hukuk ve ceza konusunda “beyan”a değil “delil”e bakılırdı. Özellikle kişiye herhangi bir suç isnadında bulunup delil getiremeyenler hem cezalandırılır hem şahitlikleri asla kabul edilmeyeceği hükmü vahyedilmiştir. “İffetli kadınlara iftira atan, sonra da dört şahit getiremeyen kimselere seksen sopa vurun ve artık onların şahitliklerini asla kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir. Nûr-4”
Özetle “cinayetler” arasında cinsiyet ayırımı ve “beyan”ın “delil” yerine esas alınması İslami, ahlaki ve insani değildir ve olamaz.
Selam ve Sabırla… 05.09.2025