5 Eylül 2025 Cuma

Hukukta “Beyan” Değil “Delil” Esastır

Hukukta “Beyan” Değil “Delil” Esastır

Veysi ERKEN Dr.

Bir yerde, ülkede  “hak”, “hukuk” hâkimse orada, ceza tesisinde “beyan” değil “delil” esas alınır. İlave olarak hukukun kuralları açık ve toplumun inanç esaslarıyla çelişik olmaması gerekir.

Bilindiği üzere yazılı kurallar, hele hele zecri bir şekilde uygulanan kurallar toplumu daha kolay ve kısa zamanda bozar ve dağıtır.

Sadece bir misal olsun diye “Sovyetler birliği”, “Çin” ve 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerini hatırlayalım yeter. O coğrafyalarda ve o günün Türkiye’sinde yaşayan bütün Müslümanların hayatları alt üst edilmiş, İslam’la irtibatları koparılmış ve perişan edilmişlerdir.

Maalesef ülkemizde facia devam ediyor.

Zira bize dayatılan ilke ve kurallar bizim inancımızla/ İslam’la bağdaşık değildir.

Tarihten misal vermeye gerek yoktur.

Her gün “Avrupa’nın normlarını kabul edeceğiz, ediyoruz ve uyguluyoruz” demeçleri ve miras, evlilik, iklim kanunu vs. uygulamaları bunun göstergeleridir.

Bize dayatılan ilke ve kurallar toplumun tevhidini ve birliğini sağlayacağına toplumu parçalamaya yöneliktir.

Toplumumuz hem zihniyet hem de yaşayış tarzı parçalanmış durumdadır.

Bilindiği üzere batının/ batılın zihniyeti parçalayıcı bir zemin üzerinde gelişmiştir.

Her şeyi parçalamayı hedeflemektedir.

Adalet, hukuk, cinayet, şiddet, meslekler vs.

Hangisini ele alırsak alalım parçalayıcı bir anlayışla ve uygulamayla muhatap oluruz.

Mesela “Kadına şiddet”ten ve “cinayet”lerden bahsedilir.

Şiddetin cinsiyeti mi olur diye soran yok.

Şiddet şiddettir, cinayet cinayettir ve kim uygularsa, kime uygulanırsa aynı cezaya müstahak olur denilmiyor.

Aynı şekilde kadının beyanı esastır dediğinizde hangi “adalet”ten bahsetmiş olursunuz.

Beyan hukukta delil olur mu?

Yoksa beyanlar şiddeti, cinayeti arttırır mı?

Ya cinayetler üzerinde bölücülük.

Sürekli “kadın cinayetleri” veya falan mesleklerden olanlara karşı işlenen suç ve cinayetlerden bahsetmeler ve bazı meslekleri kutsamalar.

Bu bakış parçalayıcı zemin üzerinde bize dayatılan ve toplumu dağıtan ilke ve kurallarıdır.

Batı/batıllar zihnimizi, düzenimizi, ahlakımızı ve dahi müspet olan her şeyimizi bozdular, bozmaya devam ediyorlar ve bizi Kur’an ve sünnet merkezli uygulamalardan ve yaşayıştan uzaklaştırdılar, uzaklaştırıyorlar.

Maalesef kendini Müslüman olarak ifade eden kitle de bu parçalanmışlığı savunur ve uygular haldedir.

Hâlbuki bizin tefekkür ve yaşayış zeminimizde bir nefsi haksızca öldürmeyi bütün insanları öldürmüş gibi olduğu anlayışı vardı, cinayetler ve işleyenler arasında ayırım yoktu. Bu anlayış ayetle sabit idi. Ayette: “Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur. Maide-32” ifadesini bulmuştur.

Mesleğe göre cinayete bakılmaz, her insanın canı, malı, namusu, hayatı ve dini değerlidir.

Aynı şekilde hak, hukuk ve ceza konusunda “beyan”a değil “delil”e bakılırdı. Özellikle kişiye herhangi bir suç isnadında bulunup delil getiremeyenler hem cezalandırılır hem şahitlikleri asla kabul edilmeyeceği hükmü vahyedilmiştir. “İffetli kadınlara iftira atan, sonra da dört şahit getiremeyen kimselere seksen sopa vurun ve artık onların şahitliklerini asla kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir. Nûr-4”

Özetle “cinayetler” arasında cinsiyet ayırımı ve “beyan”ın  “delil” yerine esas alınması İslami, ahlaki ve insani değildir ve olamaz.

Selam ve Sabırla… 05.09.2025

 

Kur’an Üzerinde Tefekkür ve Yaşamak

Kur’an Üzerinde Tefekkür ve Yaşamak

Veysi ERKEN Dr.

Allah, insanı sorumlu tutar. Zira kendisine irade verilmiş ve tercih hakkı tanımıştır.

“Ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Ve ona iki yolu göstermedik mi?  Beled, 8-10” ayetlerinde belirtildiği gibi hem duyu organları verilmiş, hem de kendisine iki yol gösterilmiş ve tercih iradesi verilmiştir.

Bunun için insanın yaratılan her şey ve Kur’an-ı Kerim üzerinde tefekkür, tedebbür etmesi ve ona göre hayatını idame ettirmesi istenmiştir.

“Hem semayı/göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Artık, ateşten dolayı vay hâline o küfre düşenlerin! Yoksa îmân edip sâlih ameller işleyenleri, yeryüzünde o fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa takvâ sâhiblerini (yoldan çıkan) o günahkârlar gibi mi kılacağız? Bu Kur’an feyiz ve bereket yüklü öyle şerefli bir kitaptır ki, onu sana, insanlar âyetleri üzerinde derin ve etraflıca düşünsünler ve temiz akıl sahipleri ondan gereken ders ve öğüdü alsınlar diye indirdik. Sâd, 27-29” ayetleri insana yol, yordam göstermiş ve Salih amel işleyenler ile kâfir, müfsid olanların bir olmayacağına vurgu yapılmıştır.

Tefekkür ve tedebbür yenilenmeyi, gelişmeyi sağlar.

Kur’an üzerinde tefekkür ve tedebbürde bulunmayan fert ve toplumlar hak ve hakikatten kopar, gücünü kaybeder ve eğitimi çöker.

Merhum Mehmet Akif:

“Medresen var mı senin?

Bence o çoktan yürüdü.

Hadi göster bakayım şimdi de İbnü'r-Rüşd'ü?

İbn-i Sînâ niye yok?

Nerde Gazâlî görelim?

Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?

En büyük fâzılınız: Bunların âsârından,Belki on şerhe bakıp, bir kuru ma’nâ çıkaran,

Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ, İhtiyâcâtını kâbil mi telâfı?

Aslâ.

Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı.

Kuru da’vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister;

Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?

Koca ilmiyyeyi aktar da, bul üç tâne fakîh: Zevk-ı fıkhîsi bütün, fıkri açık rûhu nezîh?

Sayısız hâdise var ortada tatbîk edecek; Hani bir tane “usûl” âlimi, yâhu, bir tek?” derken tefekkür ve tedebbürümüzün zail oluşunu dile getiriyordu.

Hâsılı kelam.

“Bu Kur’an feyiz ve bereket yüklü öyle şerefli bir kitaptır ki, onu sana, insanlar âyetleri üzerinde derin ve etraflıca düşünsünler ve temiz akıl sahipleri ondan gereken ders ve öğüdü alsınlar diye indirdik” ayetinde belirtildiği gibi kurtuluş reçetesi bellidir.

O da Kur’an-ı Kerim üzerinde tefekkür, tedebbürde bulunmak ve ahkâmını bütünüyle yaşamaktır.

Selam ve Sabırla… 05.09.2025