7 Nisan 2012 Cumartesi

“Efendiler Nereye?”

“Efendiler Nereye?”

Veysi ERKEN

Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ay ışığı derken sıra 12 Eylülcülere geldi. Galiba derin ve kirli ilşkiler ortaya çıkacak. 28 Şubatçılar, 27 Nisancılar beklemede. Ülkemizde Alevi- Sunni, Kürt-Türk, Örtülü-Örtüsüz, Doğulu- Batılı kavramları üzerinde kavga ve bölünme meydana getirmek isteyenler deşifre olmaya devam edecek.

12 Eylül ile ilgili davada gelinen noktada efendiler ve yardakçılarının tutuştuğunu görüyoruz. Artık yargılanamazlar, bir şey çıkmaz, bu bir tiyatro oyunudur diye yırtınanlar seslerini kesmeye ve efendileri gibi kaçmaya hazırlanıyorlar.

Artık toplum daha bilinçlidir.

Kendini bir yafta ile kandırmaya çalışan yardakçılara ve görevlilere kanmamaktadır.

Toplum partileri, parti liderlerini, sivil zannedilen kuruluşları ve yöneticilerini sorgulamaktadır.

İşte medyadaki, siyasetteki, ticaretteki, yargıdaki velhasıl bütün kurum ve kuruluşlardaki kışkırtıcılar deşifre oluyor.

Korkmaya başladılar.

Yazılarına bakın anlarsınız.

İşte bu tiplere Refik Halid Karay’ın efendiler nereye başlıklı yazısıyla seslenmek istiyorum. Bu yazıyı pek çok yerden edinebilirsiniz. Lütfen okuyun ve gerçekleri görün.

İşte o yazı:*

“Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?
Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye?
Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler... Galiba koku aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye?
Dul annelerin haylaz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudi [eskiciye] satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?
Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üzerimizden aştılar...
Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?
***
Siz âmir olmadınız, sergerdelik [kabadayılık] ettiniz... Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık [polis şefliği] ettiniz... Efelere, taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız...
“As” deyince sıra sıra darağaçları kurulur, “yak” deyince alev alev meşaleler tutuşur, “bas!” deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü... Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçları vilâyet vilâyet dolaştınız... Beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz; akbabaları çocuk ölüsü ile besleyip kartalları artık Âdem etinden tiksindirdiniz.
Muhalif mi? Al aşağı...

Muharrir mi? Vur başına...

Türk mü? Sür ölüme...

Rum mu? İste parasını...

Ermeni mi? Kes kafasını...

Arap mı? Çek ipe...

Kadın mı? Gönder eve...

Haydut mu? Buyurun köşeye...

Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma...

Yahudi mi? Sor fikrini...

Kalan kimseye at sopayı... Paraları koy cebine... İşte sizin programınız bu!
Palalarla sopalarla işe giriştiniz; sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz; babaları, evlatları yoktan yere harcayarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız. Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti? Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacaktık, Mısır’a sultan mı olacak, Hind’e şah mı gidecektik?
Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri... Şam’da, Halep’te az daha namınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz. Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi... Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?
***

Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadârete, meyhane peykesinden bir basışta nezârete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular... Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, hulâsa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler.

İşte milleti artık büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar... kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı, yakalarından yapışır öcümüzü alırdık... Halbuki kollarını sallıya sallıya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler.
Aşkolsun! At da size yaraşır; meydan da. Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz... Biz size: “Kırk katır mı, kırk satır mı?” diye soramadık; yarın sizin bize:
- Ölümlerden ölüm beğen!
Demek artık hakkınızdır. Lâyıkımız olan paşalar! Topumuzun başını bir kılıçla çıkarmadan [uçurmadan] nereye?
5 Kasım 1918 günü Zaman “

Not: Talat Paşa kabinesi 8 Ekim 1918 günü istifa etmiş ve 30 Ekim’de Mondros Mütarekesi imzalanarak savaşın kaybedildiği tescil edilmiştir. 1 Kasım günü İttihat ve Terakki son kongresini toplayarak kendisini feshetmiştir. Artık İstanbul’un işgali beklenmektedir. 2 Kasım gecesi üst düzey İttihatçılar bir Alman torpidosuna binerek ülkelerini yüzüstü bırakarak kaçarlar.

Kaynak: Efendiler Nereye?Halid Refik Karay, http://ozanoyunbozan.blogspot.com/2009/09/efendiler-nereye.html

Selam ve Sabırla.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?