30 Haziran 2016 Perşembe

Her Şeye Din Ekseninden Bakmak



Her Şeye Din Ekseninden Bakmak

Veysi ERKEN

            Son yazımın başlığı “Müslüman’ın Sorunu Kur’anı Yaşamamasıdır” biçiminde idi.
            Bu başlık bile Müslüman’ın zihinlerinin ne kadar tutsak olduğunu gösterdi. Esasında bu konu ile ilgili epey yazı yazdım. Buna rağmen bu konuya defalarca dönmek gerekir. Zira Müslüman’ın zihni işgal edilmiştir.
            Bir arkadaşımın şu ifadesi zihinlerin nasıl işgal altında olduğunu açıklamaya yeter.
            Arkadaşım “Her şeye din ekseninden bakmak bizatihi dinin kendisini sorun haline getirmiştir” diyor.
            Samimiyetinden şüphe etmediğim arkadaşıma bir kitabı tavsiye ettim. Kitabı bütün okuyucularıma tavsiye ediyorum.
            Kitap sosyal bilimler alanında zihnimizin nasıl işgal edildiğini, edilgin hale nasıl getirildiğimizi, sosyal hayatımızın hangi yabancı değerler üzerinde inşa edildiğini ortaya koymaktadır.
            Syed Farid Alatas’ın “Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler Avrupa Merkezciliğe Cevaplar”(1) isimli kitabı Âdem Bölükbaşı tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
            Bu kitaptan sadece iki kavramı kullanarak neden Müslüman’ın her şeye din ekseninden bakmak mecburiyetinde olduğunu ortaya koymaya çalışayım.
            Kitapta geçen “tutsak zihin” ve “Akademik Bağımlılık” kavramları konunun izahı için yeterlidir.
            Maalesef zihinlerimiz tutsak, akademik dünyamız bağımlıdır.
            Sosyal bilimler içinde telakki edilen ve medeniyetleri şekillendiren hukuk, iktisat, eğitim, kültür, felsefe, psikoloji, sosyoloji vs. ilim dalları belirli ilkelere göre doktrine edilir.
            Bütün sosyal bilimlerin doktrine edilmesi, bir amaca yönelik olması ve belirli ilkelerden hareket edilmesi kaçınılmazdır.
            Şimdi konumuzu açıklığa kavuşturacak birkaç soruyu gündeme getirelim.
            İnsan niçin eğitilmelidir, ticaret hangi ilkelere göre şekillenmelidir, hukuk insan ilişkilerini neye göre düzenlemelidir, sosyoloji toplumsal ilişkileri hangi kurallarla izah etmelidir, felsefe bilgi, varlık ve ahlakı ne ile izah etmelidir.
            Bu soruları çoğaltmak mümkündür.
            Ve medeniyet tasavvuru inşa etmek isteyenler bu soruları belirli ilkeler ve yöntemlerle çoğaltmak mecburiyetindedir.
            Geçmişimizde Maturidiler, Ebuhanifeler, İbn Haldunlar, Buhariler, Ali Kuşçular, El Cezeriler, İbrahim Hakkılar bu soruları sorarak İslam medeniyetimi oluşturmaya çalışmışlardır.
            Camiler, külliyeler, hanlar, kervansaraylar, köprüler ve şehirler bu anlayışla şekillenmiştir.
            Robot çalışmaları, tedavi yöntemleri, astronomi çalışmaları, uçuş tecrübeleri tutsak olmayan zihinlerle gerçekleştirilmiştir.
            Bugünkü çıkmazımız zihinlerimizin tutsak edilmişliği ve akademik dünyamızın bağımlılığıdır. Akademik dünyamız sosyal konuların tamamını bize dayatılan kavram, ilke ve yöntemlerle izaha kalkışmakta ve bu yüzden çuvallamaktadır.
            Bugün ülkemizde sorulduğu zaman nüfusun yüzde yüzüne yakının Müslüman olduğu ifade edilir.
            Soruyorum size iktisadi ve sosyal alanda, eğitim hayatında, batı yaşayışıyla, sosyal değerleriyleve hukukuyla düşünmeyen, orijinal olan kaç sosyal bilimcimiz var?
            Maalesef düşündüğünü, fikir ve bilgi ürettiğini zannettiğimiz akademik dünyamız taklitten öte bir şey ortaya koyamamaktadır.
            Bizden adam olmaz, ancak batının şablonlarını kullanabiliriz anlayışı tutsaklığın göstergesidir.
            Peki, neden bu durumdayız.
            Sebebi gayet basittir.
            İlim adamı dediklerimiz batının bakış açısıyla yetiştirilmiş ve devşirilmiştir.
            Ülkemizde yapılan orijinal çalışmalar kabul görmemektedir. Tezlerin tamamı taklitten ve tekrardan ibarettir.
            Batı dilleri, özellikle İngilizce mukaddes dil haline getirilmiş, batı ülkelerinde yapılan tezler mutlak doğru olarak addedilmektedir.
            Mesela; “Sınavsız ve Sınırsız okul” dediğimizde anlaşılmak istenmemekte, batı örnek verilmektedir.
            Hâlbuki bizim medeniyetimizin inşasında bilgi edinme ve beceri geliştirme hakkı sınırsız kabul edilmektedir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayeti maarif sisteminin kurgusu için yeterlidir.
            Batının değerleri ile düşündüğümüzde insanımızın önünü tıkamayı öğrenim hakkını gasp etmeyi marifet bilmekteyiz.
            Kısaca zihni tutsak olmayanlar her şeyi Kur’an eksenli düşünmek ve hayata geçirmek mecburiyetindedir. Çalışmalarını ve medeniyet kurgusunu kendi kavram, ilke ve yöntemleriyle gerçekleştirmek zorundadırlar. Şunu söyleyebiliriz ki, “inancın ve buna bağlı değerler sisteminin yerini iyice belirlemeksizin ve bu noktaya hak ettiği vurguyu yapmaksızın İslam medeniyetinin doğuşunun, gelişmesinin ve yayılmasının anlaşılması” (2) mümkün değildir.
            Kısaca; medeniyetimizin gelişim ve çöküş süreçlerini iyi tahlil ettiğimizde, gelişimin Kur’an eksenli, çöküşün eksen kaymasının sonucu olduğunu görürüz.
            Hâsılı kelam, adalete, hakka ve hukuka dayalı bir şekilde nizam-ı âlemi tasavvur ve tahayyül eden kişi ve gruplar mihverlerini İslam’a asıl ifadesiyle Kur’ana istinad ettirmek mecburiyetindedirler.
            Selam ve Sabırla…

1-    Syed Farid Alatas, Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler Avrupa Merkezciliğe Cevaplar, Ter: Âdem Bölükbaşı, Matbu Yayınları, İstanbul-2016
2-    İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyeti Tarihi, TDV Yayınları, Ankara-2015, s.4.

           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?