13 Temmuz 2016 Çarşamba

Vatandaşlık Meselesi



Vatandaşlık Meselesi

Veysi ERKEN

Merhum Mehmet Akif duasında
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” der.
Evet;
Bir insanın vatanından cüda/uzak olması kolay bir şey değildir.
Hele hele muhacir veya mülteci durumunda ise uzaklık ölümden beterdir diye düşünüyor ve inanıyorum.
Vatandaşlık konusuna bu bağlamda yaklaşıyorum.
Acaba muhacir veya mültecilere karşı tutumumuz ve bakışımız ne olmalıdır.
Bu soruya verilecek cevap inandığınız, benimsediğiniz ve yaşadığınız inanca göre şekillenir.
“Tutsak zihin”lere sahip olduğumuzdan kendi değerlerimize göre düşünemez hale geldik/getirildik.
Şöyle bir misalle durumu izah edeyim.
Bundan 30-35 sene öncesine kadar solcu/komünist olarak konumlandırılanlar “enternasyonal”den bahsederlerdi. Dünya vatandaşlığından ve halkların Kardeşliği”nden dem vururlardı.
Milliyetçi/ülkücü cenahında konumlandırılanlar ise farklı bir şekilde aynı noktadaydılar. Milliyetçiler “rehber Kur’an hedef turan” ve “nizam-ı âlem diyerek” geniş bir coğrafyanın insanından bahsediyordu.
Otuz kırk yıl öncesine baktığımızda selametçisi, nurcusu, Türkçüsü, Kürtçüsüne, hepsine aynı şeyi farklı şekillerde söyletiyorlardı.
Anlaşılan hepsinin “zihinleri tutsak”. Görevli akademisyen, gazeteci, televizyoncu, yorumcu, uzman kılıklılarla sadece fertler değil, gruplar savruluyor. Farkında olmadan başkalarının aklı ve kavramlarıyla konuşuyorlar, bir şeye karşı oluyor veya savunuyorlar. Şimdi hepsi içe kapanmacı hale dönüştürüldüler.
Vatandaşlık meselesine başkalarının aklıyla yaklaşırsak bir yere varamayız. Her gün savruluruz.
Vatandaşlık konusuna kendi kavram, kural ve yöntemlerimiz bağlamında bakabilirsek doğru bir sonuca ulaşabileceğimizi düşünüyorum.
Vatandaşlık konusunu Karahanlı/ Gazneli/ Babür/ Memluk/ Selçuklu/ Osmanlı coğrafyamızı mihver alarak inancımızın ilke, kural, kavram ve yöntemleriyle düşündüğümüzde sonuca ulaşmak kolaylaşır.
Bahsi geçen coğrafyada medeniyetin inşasında “tevhid” anlayışı hâkimdir. Sınırları “Hududullah” belirler.
Sadece Osmanlı coğrafyasında bugün 70 civarında devlet bir o kadar “halk” vardır.
Hepsinin ortak bir coğrafyası vardı.
Tevhid anlayışı gereği istediği yere yerleşebiliyor, seyahat edebiliyordu. Coğrafyanın insanı “lekum dinikum veliye din” ilkesi gereğince bulunduğu yerde yaşayabiliyordu. Bunun için fermanlar yayınlanıyordu.
Vatandaşlık meselesine bu medeniyet tasavvuru ile bakıyorum.
Hayalim bu doğrultudadır. “Hayalleri olmayanın hakikatinin olamayacağı”na inanıyorum.
Hayalim geniş bir coğrafyada serbest dolaşım ve yerleşimin sağlanmasıdır. Pakistanlısı, Endenozya’lısı, Alman’ı, İngiliz’i, Suriyelisi vatandaşımız olabildiği gibi bizim de o coğrafyaların vatandaşı olabilelim.
İstediğimiz yerde iş kurabilelim.
Özgürce inancımızı yaşayabilelim.
Kısaca çifte vatandaşlık ötesi vatandaşlıklar olabilmelidir.
Bu anlayış vatanın terki değildir.
Bilakis Cenabı Allah bize “sizi çıkardıkları vatanlarınızdan onları çıkarınız” diye emreder.
Vatanını seven vatanını savunur.
Uğrunda şehit olmaya hazırdır.
İnsanların topraksızlaştırılması, toprakların insansızlaştırılması” ekseninde vahşet sergileyen Siyonist haçlı haydutlarına ram olmaz.
Bilinen husus şudur.
Batılı ülke yönetimlerinin tarihi soykırım tarihidir. Geçmişten günümüze kadar batılı yönetimlerin politikaları hep soykırıma dayanmıştır ve devam ettirilmektedir.
Afganistan, Türkistan, Sudan, Irak, Suriye, Libya, Arakan, Moritanya ve adlarını sayamadığım bütün coğrafyalarda sürdürülen soykırımlar onların eserleridir.
Bizim vatandaşlık anlayışımız soykırımcıların anlayışıyla örtüşemez örtüşmemelidir.
Soykırımcıların vatandaşlık anlayışı “ötekileştirici”, “ayırıcı”, bölücü” ve “yok edici”dir. Zenci denilenlere uygulanan şiddet bunun somut misalidir.
Bizim vatandaşlık anlayışımız “tehvid”çidir.
Muhacir ve mülteciye “ensar” olmadır.
Herkesin kendi değerleriyle yaşamasını sağlamadır. Bir başka deyişle herkese “lekum dinikum veliye din” diyebilmedir.
Yunusun ifadesiyle yetmiş iki millete bir gözle bakabilmedir.
Velhasıl,
Vatandaşlığa
“Size savaş açanlara karşı Allah yolunda savaşınız, ama aşırı gitmeyiniz, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Bakara 190”
“Sizi öldürmeye teşebbüs edenleri karşılaştığınız her yerde öldürünüz ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkartınız; zaten zulüm ve baskı, öldürmekten daha kötüdür (fitne katilden şiddetlidir). Onlar size savaş açmadıkça Mescid-i Haram civarında onlarla savaşmayınız, ama eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürünüz; kâfirlerin cezası budur. Bakara 191”
“Eğer vazgeçerlerse, Allah çok affedicidir; merhamet sahibidir. Bakara 192”
“O halde zulüm ve baskı kalmayıncaya ve Allah'ın dini egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Vazgeçerlerse siz de vazgeçiniz; zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Bakara 193” ayetleri perspektifinden bakabilmedir.
Selam ve Sabırla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?