11 Aralık 2019 Çarşamba

Güç insanı bozar mı?


                      Güç insanı bozar mı?
                          
           Veysi ERKEN
               
Güç insanı bozar mı? Ahlakî değerlerden kopuk yaşayanlar için evet demek kolay.
Hemen “He-Man”leşirler.
Güç bende diye avazları çıktığı kadar bağırırlar.
                Özellikle “hududullah”la belirlenen “dini değer” ve “ahlakî ilkelerden mahrum” bir şekilde yönetme gücünü açık veya gizli bir biçimde ele geçirenler için bu düstur daha fazla geçerlidir.
Kendilerini “la yüs’el” olarak görür.
Başkalarına “alan” belirler. Alanın dışına taşmak isteyenlere yaklaşımları Firavun gibidir. Hani Firavun izni dışında iman eden sihirbazlara “«–Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakîkat şu ki, O, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Şimdi mutlakâ elleriniz ile ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azâbının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız!»” (Tâhâ, 71) diye seslenmişti.
Bugün de kendilerini güçlü görenlerin yaklaşımı farklı değildir.
                Özellikle “gizli yöneticiler” olarak ifade edilen “inandırılmış” ve “görevlendirilmiş”lerde bozulma had ve buna dayanan dayatmaları had safhaya kolaylıkla varabilir. Güçlerini kaybetmemek için yapamayacakları şey ve yıkamayacakları değer yoktur.
                Günümüzün Türkiye’sinde “sütre” önündekinin benden “imtiyaz” değil “adalet” istesinler haykırışının altında “gücü kaybetme” durumuna düşmüş ve deşifre olmuş “inandırılmış” ve “görevlendirilmiş”lerden oluşan “gizli” yapının tasviri söz konusudur.
                İster “açık” ister “gizili” olsun imtiyazlı yapının içinde vakıf, sendika, holding, kurum, kuruluş ve kişiler vardır. İmtiyazlı yapının içindekiler “adalet”ten yana değil “ayrıcalık”lardan yanadır. Ayrıcalıklarının sonlanmasını istemezler.
İşte “açık” veya “gizli” yönetimlerin başlıca imtiyazları şu şekilde sıralanabilir.
Lojman ve makam aracı tahsisatı, bedava telefon, elektrik, doğal gaz kullanma, ucuz veya bedava yemek ve tedavi, örtülü harcırahlar, sınırsız kart kullanımı, bedava seyahatlere, kamu arsalarının tahsisi, tesis, fabrika ve imkânlarının çarçur edilerek devrine ilaveten dokunulmazlıklar ve kanun önünde eşitsizlikler.
                Bilinmelidir ki, “Sınırsız Güç” yöneticileri bozar.
                Çünkü sınırsız güce sahip imtiyazlı yapının içinde yer alanlarda adalet, merhamet, dayanışma ve yardımlaşma kavramları ve “hududullah” yoktur.
“Sınırsız güce sahip” olduğuna inananlarda imtiyazların kaybı feryatları, hileleri, desiseleri, terörü ve düzenbazlığı arttırır. Zira imtiyazlıların kayba tahammülleri yoktur.
                Bilinen bir gerçektir ki, gücü eline geçirmiş olan imtiyazlıların güçlerini halkla paylaşmaya niyetleri, iradeleri ve düşünceleri hiçbir zaman olmamıştır ve olması beklenmemektedir. Bütün dertleri sahip oldukları imtiyaz ve güçle “halkı köle gibi” yönetmektir.
                İmtiyazlı güçlüler villalarda yaşarken gecekonduları halka çok görürler. Görevlendirilmiş sanayici rakip istemez. Halk ancak bayilik yapabilir. Araba diye teneke üreten güçlülerin kaliteli araba üretimine tahammülleri yok. Kurumlarıyla holdingleşenler güçlerini halka dayatırlar.
                Bilhassa imtiyazlı zümre açıktan olanı değil de gizli olanı güç sahibi ise durum daha da vahimleşir.
                Dolayısıyla “gizli güçlü”lerin olduğu rejimlerde “açık”tan yönetme gücünü elinde bulunduranların dürüst olmaları zor, dürüst kalmaları daha zordur. Zira gizli “güç ve kudret” sahipleri lehlerine olan yapının bozulmasını istemez.
                Bilinmelidir ki, “güç” gizli ve kuralsız olursa makam sahibini canavarlaştırabilir.
                Ergenekon olarak ifade edilen gizli yapılanma elindeki güç ve imkânları kaybetmek istememesi yüzünden “canavarlaşma eğilimi"ne daha fazla girmiştir denilebilir.
                Can Aktan “la yüs’el”liğin ve hudutsuzluğun hâkim olduğu yönetimlerde gücü elinde bulunduranların güçlerini kötüye kullanmaları sonucunda ortaya çıkan “politik yozlaşma”nın tanımını ve temel niteliklerini şu şekilde izah eder.
“Politik karar alma mekanizmasında rol alan ( seçmenler, politikacılar, bürokratlar, baskı ve çıkar grupları) ‘özel çıkar’ sağlama gayesiyle toplumda mevcut hukukî, dinî ahlakî ve kültürel normları ihlal edici davranış ve eylemlerde bulunmalarına politik yozlaşma denilir.
                ….. Politik yozlaşma, politik süreçte ortaya çıkmaktadır. Politik süreç, devletin karar alma mekanizmasının cereyan ettiği yapıdır.
Politik yozlaşma, politik süreçte rol alan kimselerin (politikacılar, bürokratlar, baskı ve çıkar grupları, seçmenler) birbirleriyle olan ilişkilerinde, daha doğru bir ifadeyle ‘politik mübadele’ içerisinde ortaya çıkmaktadır.
Politik yozlaşma ile karar verme yetkisine sahip olan kimseler sahip oldukları kamusal yetki ve gücü, mevcut yasa, norm ve ahlak kurallarına aykırı olarak kullanmaktadırlar.
Yetki ve gücünü kötüye kullanan kamu görevlileri, kendilerine ve/veya yakınlarına bir aynî ve/veya nakdî menfaat sağlamaktadırlar. Politik yozlaşma ‘kamu zararına özel çıkar sağlama’ eylem ve davranışlarını içerir.
Politik yozlaşma genellikle gizlidir. Ancak hoşgörü ile karşılandığı ortam ve durumlarda bu gizlilik ortadan kalkmaktadır. Gizliliğin keşfedilme riski, politik yozlaşmanın piyasasına ve dolayısıyla fiyata yansımaktadır.
Politik yozlaşma, zaman içerisinde toplumun tüm kesimlerine yayılma özelliği gösterir. Ekonomik yozlaşma, akademik yozlaşma (bilimde yozlaşma) vb. genellikle politik kural ve kurumların iyi oluşturulamamasından ve işlememesinden kaynaklanmaktadır.
Politik yozlaşma ile demokratik kurumlar da zaman içerisinde işlerliğini kaybeder. ‘Baskı ve Çıkar Grupları Demokrasisi (Plütokrasi) ’ politik yozlaşmanın bir sonucudur.
Politik yozlaşmanın hâkim olduğu devlet düzeni monarşi, oligarşi veya demokrasi olabilir. Kısaca, tüm devlet yönetim sistemlerinde politik yozlaşma değişik boyutta ve türde mevcuttur. Politik yozlaşmanın hâkim olduğu devlet düzeni Kleptokrasi olarak adlandırmak mümkündür.
Politik yozlaşma ile soyso- ekonomik yapıdaki değişme ve gelişme arasında yakın bir ilişki mevcuttur. C. Can Aktan, Politik Yozlaşma ve Kleptokrasi, Afa Yayınları, İstanbul 1992, s.22-23”
Tanımlanan ve nitelikleri belirtilen yozlaşmanın neticesinde oluşan kleptokratik yapıyı medyadaki yazı, yorum ve tartışmalardan rahatlıkla fark edebiliriz.
                Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi Kleptokratik düzenin içinde her türlü meslek ve meşrepten insan bulunur. Askerî bürokrasiden sivile, doktordan akademisyene, medya patronundan oda başkanına, vakıf yöneticisinden sendikacıya kadar katar uzanan bir çizgide kullanan ve kullanılan görevliye rastlamak mümkündür.
                Dinî değer ve ahlakî normlara sahip halk gizli güç odaklarının oluşturdukları kleproktatik yapıyı fark ettiğinde yönetme gücünü elinde bulunduranları değiştirmek ister.
                Bu durumda yeni yönetimle gücü elinde bulunduranların arasında çatışma çıkar.
Kısaca çatışmanın temelinde bu “güç ve kudret”in el değiştirmesi yatar.
Yeni yöneticiler dirençle karşılaşır.
Halktan yana olanlar korkutulur.
Gücü elinde bulunduran “piranha cemaati” güç ve kudretlerini kaybetmemek için ülkede kaotik düzen oluşturmaya çalışır. Her türlü imkânlarını kullanır. Yaslarla “kurumlar arası” adam yerleştirmenin yollarını oluşturur. Kurumlar birbirlerine üye seçer ve atar. Kalemşorları devreye girer. Kasalarının kapakları açılır tetikçilere para yağdırılır. Yandaşlarına makam ve mevkiler tevdi edilir. Holdingler ve kartel baronları devreye sokulur.
Tabii ki, bütün bunlara bir kılıf gerekir.
Âli menfaat.
Yapılan her şey vatan(!) ve millet(!) içindir.
Bankaların batırılması, kurumların üye değiş tokuşu, basının ele geçirilmesi, arazilerin yağmalanması ve baronlara peşkeş çekilmesi, halkın fakirleştirilmesi hep “âlî menfaat” adına olur.
Direnen hemen yaftalanır.
Peki, bu düzenden kurtulmak mümkün değil mi?
Elbette ki kleptokratik yapıdan ve “gücün tekelleşmesi”nden kurtulmak mümkündür.
Kurtulma her alandaki ilke, kural ve eylemlerin şeffaflaştırılması ve denetime tabi tutulmasıdır.
Kurum ve kuruluşların birbirine üye seçmesinin engellenmesidir.
Yargı üyelerinin halk tarafından seçilmesidir.
Bütün kurum, kuruluş, vakıf, sendika ve benzer yapıların aynı kurallara tabi tutulmasıdır. Bir başka deyişle sırların ve la yüs’elliğin kaldırılmasıdır.
Halkın Hz. Ebu Bekir’i (r.a.) denetleyebildiği gibi yönetimde bulunan herkesi ve kurumu denetleyebilmesi, yöneten ile yönetenlerin aynı haklara sahip olması ve aynı kurala uyma zorunluluğunun olması ve imtiyaz oluşturan bütün kuralların ortadan kaldırılmasıdır.
Çobandan Cumhurbaşkanına, Genelkurmay Başkanından memura kadar istisnasız herkes aynı kurallara tabi olmalıdır.
Suç isnadı söz konusu olduğunda ülkenin her bireyi aynı yargı kurallarına tabi tutulmalıdır.
Kısaca hiçbir kurum, kuruluş ve yönetici “la yüs’el” ve “imtiyaz sahibi” olmamalıdır.
Sonuç yerine:
Mevcut yönetim, halkın gücünün temsilcisi olup kleproktatik düzeni oluşturan “piranma cemaati”nin gücünü kırabilecek mi?
Zannetmiyorum.

                Her şeye rağmen yöneticilere bir tavsiye:
“İnsanlara, canavarın sürüye bakması gibi bakma! Onlara karşı kalbinde sevgi, merhamet ve iyilik duyguları besle. Çünkü istisnasız bütün insanlar, ya dinde kardeşin, ya da yaratılışta eşindir. İnsanlar hata edebilir, başlarına iş gelebilir. Düşenin elinden tut,  kendin için Allah’ın affını istiyorsan sen de insanları affet, onları hoş gör ve bağışla. Allah’a karşı asla kafa tutma (O’nun emirlerine karşı hiçbir şekilde itirazda ve isyanda bulunma).
                Affından dolayı asla pişmanlık duyma, verdiğin cezadan dolayı da asla sevinme. Hz. Ali, Yüzakı Dergisi, Yıl.4, S. 38 Nisan, İstanbul 2008, sayfa 33.
                 Selam ve Sabırla… 12.05.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?