15 Kasım 2022 Salı

Model Şahsiyet: Muhsin Yazıcıoğlu

 Model Şahsiyet: Muhsin Yazıcıoğlu

Veysi Erken

GİRİŞ

Yaratılış özelliği olarak insan hiçbir şey bilmeden dünyaya gelir ve nitelik kazanır. Özellikle şahsiyetini ve değer yargılarını öncelikle etrafını oluşturan “çevre”den kazanır.

Çevrenin insana nitelik kazandırması onun tedrisi(talim ve terbiyesi) anlamına gelir. Bir başka ifade ile çevrenin bireyi talim ve terbiye etmesi sonucu demektir. Çevre insanı eğiterek onu farklılaştırır.

Dolayısıyla eğitim, ferdin özelliklerinde farklılaşma meydana getirme ameliyesi olduğuna göre, amacının ve hedeflerinin önceden belirlenmiş olması gerekir. Nasıl bir insan tipinin yetiştirileceğinin önceden bilinmesi gerekir.

Eğitim sürecinin sonucunda ulaşılmak istenen hedeflerin gerçekleşmesi, hedeflere uygun metot ve vasıtaların kullanılmasını zorunlu kılar. Bu bağlamda genel olarak fertlere ülkü ve şuurun kazandırılmasında toplumun içinde yetişen kahramanların efsaneleşmiş şahsiyetlerinden faydalanılır.

Ferdin tutum, tavır, duygu ve davranış kazanmasında ve bilgi ile becerisini yerinde kullanabilme alışkanlığını kazanmasında “üstün”, kâmil”, “mümtaz” ve “kahraman” şahsiyetlerin, bir başka deyişle “rol model”lerin önemli bir yer tuttuğunu özellikle sosyal öğrenmeciler ileri sürerler. Rol modellerin taklit edilmesi doğuştan bir durumdur ve değiştirilemez.

Doğuştan olan özelliği Arvasî :“bilhassa çocuklar ve gençler, şahsiyetlerini, sevdikleri, saygı duydukları veya hayran oldukları ‘modellerden etkilenerek’ kurarlar.

Onlara gerçekten ‘yüce’ ve ‘üstün’ şahsiyetleri ‘örnek’ olarak vermezsek, onlar ne yapar yapar kendilerine yakın veya uzak çevreden bazı ‘örnek kişiler’ bulurlar. Üstelik onlar, bu konuda yeter derecede tecrübeli olmadıklarından, ‘müspet’ ve ‘menfi’ tipleri birbirinden çok fazla ayırmasını da bilmezler.

Müşahedeler göstermiştir ki, bu konuda çocuklara ve gençlere yardım ve rehberlik edilmezse, onlar, kanlı katilleri, banka soyguncularını, anarşistleri, nihilistleri, materyalistleri, kara ve kızıl diktatörleri, kültür ve medeniyetimize zıt düşen tipleri bile kendilerine ‘model’ olarak alabilirler.

Psikologlar ve eğitimciler, bilhassa çocuklarda ve gençlerde (dentification-kendini benzetme) mekanizmasının çok kuvvetli olduğunu, onların behemehâl, kendi şahsiyetlerini kurarken ‘örnek insanlar’ aradıklarını, riyazî bir kesinlik içinde ortaya koymuşlardır. (1)ifadesiyle belirtmektedir.

Öğrenmede Model Şahsiyetin Önemi

Sosyal öğrenmeci eğitimciler tarafından geliştirilen öğrenme teorilerinde “Model Şahsiyet” kavramı ön plana çıkar. Bu yaklaşımlara göre insanoğlunun bir “model Şahsiyet”e ihtiyaç duyması, beşer ruhuna Cenabı-ı Allah tarafından yerleştirilen bir tabiattan kaynaklanır ki, o da  “taklittir”.

Taklit, çocuğu, zayıfı ve bazen topyekûn halkı kâmil ve mümtaz bir insanı model edinmeye, kuvvetli ve reisi örnek almaya teşvik eden, sevk eden bir duygudur. Taklit duygusu her fertte mevcuttur. Sosyal grupların hepsinde, ailede çocuğun ebeveynini taklit ettiği gibi grubu oluşturan fertlerin taklit edeceği, örnek alacağı “model Şahsiyet”lere ihtiyaç bulunmaktadır.

Toplum hayatı ilerleyip, gelişip ve karmaşıklaştıkça bireylerin  “model şahsiyet”e olan ihtiyacı da artar. Bundan dolayıdır ki, İslam eğitim yöntemlerinde “örnek olma” ve “örnek edinme”nin kullanımı zirveye ulaşır. Çocuk anayı- babayı, öğrenci öğretmeni, çırak ustayı ve genel olarak Müslüman peygamberini “model” alır(2). Özellikle kişilik gelişiminin önemli aşamaları olan çocukluk ve erginlik dönemlerinde “model şahsiyet”e ve “kahramanlara” duyulan ihtiyaç en güçlü noktadadır (3).

Sosyal öğrenme yaklaşımlarının ortaya çıkardığı gerçek,  eğitimde “model şahsiyet”in kullanımı eğitmede kullanılan yöntem ve vasıtaların en etkilisi ve başarıya ulaştırmaya en yakın olanıdır(4).

CELALETTİN HARZEMŞAH’TAN MUHSİN YAZICIOĞLU’NA

“Model şahsiyet”le insanı terbiye etme eğitim tarihimizde de önemli bir yer tutar. Özellikle STK’larda liderin konuşmaları, yazıları, röportajları veya tutum ve davranışları benimsetilmeye çalışılır.

Geçmişte rol model kavramı etkili olduğu gibi bugün de etkili ve geçerlidir. Kur’an-ı Kerim peygamberleri “rol model” ( usve ve kudve) olarak takdim eder.

İnanmışlar peygamberleri ve onların izini sürenleri “model” alır. Tarihimizi incelediğimizde Hz. Ebubekir’in sadakat, Hz. Ömer’in adalet, Hz. Osman’ın hilm, Hz. Ali’nin cesaret konusunda rol model olarak sunulduğunu görürüz.

İlk dönemden günümüze kadar rol modeller etkili olmuşlardır. Günümüzde de etkili olmaya devam etmektedirler.

Günümüzde Muhsin Yazıcıoğlu rol modelleri benimsediği gibi kendisi de rol model olmuştur. Yazıcıoğlu’nun rol model edindiği şahsiyetlerden birisi Celalettin Harzemşahtır. Kendisine en sevdiğiniz liderler kimlerdir diye sorulduğunda Celalettin Harzemşah’ın mücadele etme azmini çok beğendiğini ve gerçek bir dava adamı olarak gördüğünü ifade ederek sebebini şu şekilde açıklamıştır. “Celaleddin Harzemşah'ın Moğol zulmüne karşı direnmesini ve korkusuzca savaşmasını seviyordu. Harzemşah'a yakın dostları 'Moğol ordusuna karşı yenileceğini bile bile niçin savaşıyorsun?' dendiğinde, 'Muzaffer etmek Allah'ın elinde, ben vazifemi yapıyorum' diyerek kendi görevini ’Bizim görevimiz bu millete doğruları söylemek. Tercih halkın. Lütuf ve ihsan Allah'ın. Biz çalışmalarımızı birileri plaket versin apolet taksın diye yapmıyoruz. Atalarımızdan miras kalan ve 3 asırdır dumura uğrayan Nizamı-ı Âlem davasını en güzel şekilde temsil etmek.' “tir diye açıklamıştır.(5)

Muhsin Yazıcıoğlu’nun örnek aldığı ve takdir ettiği Celalettin Harzemşah “Türkistan, Hindistan ve Irak arasındaki çok geniş sahada Moğollara karşı koydu. Bütün ömrü ölünceye kadar mücadele ile geçti. Ayakta durabildiği, nefes alabildiği sürece mücadele etmesi gerektiğine inanmıştı. En tehlikeli anlarda azim; ümit ve inancını asla kaybetmemişti. Dava ve silah arkadaşları ideallerinin yılmaz bendeleriydi. Nitekim onun ölümüyle Suriye’ye inecekler ve Eyyubiler’in daveti üzerine Kudüs’ü tekrar haçlı hâkimiyetinden kurtaracaklardır.
Neslimize. Celaleddin Harzemşah’ın aksiyonunu, dava ızdırabını mücahede hattında sabitkadem olmasını, uğruna baş koyduğu davanın kara sevdalısı”nı öğretmeliyiz.(6)
Muhsin Yazıcıoğlu’nun beğendiği ve dava adamı olarak tavsif ettiği Celalettin Harzemşah’ın hayatını kısa bir şekilde incelediğimizde şu niteliklere haiz olduğunu görürüz.

Ülkü ve hayali vardır

İlkelidir,

Bilgilidir,

Yiğittir,

Merhametlidir,

Kahramandır,

Cesurdur,

Güçlüdür,

Dürüsttür, Zekidir,

Tavizsizdir.

Başta Hz. Peygamber(s.a.v.) olmak üzere nasıl ki, önemli şahsiyetler Celalettin Harzemşah gibi nitelikleriyle Muhsin Yazıcıoğlu için “model rol” olmuşlarsa Muhsin Yazıcıoğlu da kendi nesline ve kendinden sonrakilere “rol model” olmuş ve olmaya devam edecektir. Onun gençliğinden itibaren bir hayali olmuştur. Hayaliyle sevenlerine rol model olmuştur.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun rol modelliğini nitelikleriyle izah edecek olursak onu şu şekilde ifade edebiliriz.

Öncelikle bir dava adamı olarak onun hayali vardı.  O hayalini: “Bir hayalim var: Bütün vatandaşlarımızın, ay-yıldızlı bayrağın altında şerefle yaşadığı bir TÜRKİYE hayal ediyorum...

Bir hayalim var: Başını örtenle, açanın aynı üniversitede yasaksız, kavgasız kardeşçe yaşadığı bir ülke hayal ediyorum...

Bir hayalim var: KÜRT-TÜRKMEN, alevi-Sünni ayrımı olmadan, zengin-fakir ayrıcalığı görülmeden imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir TÜRKİYE istiyorum...

Kısacası; Adriyatik`ten, Çin Seddi`ne kadar kaynaşmış, güçlü bir TÜRK dünyası hayal ediyorum. Büyük bir TÜRKİYE hayal ediyorum...”(7) diye haykırıyordu.

Muhsin Yazıcıoğlu hayalini fırıldaklarla değil teveccühle gerçekleştirmek istiyordu. Dolayısıyla o, fırıldak olmamakla etrafına örnek olmaya çalışıyordu. Şahadetinden kısa bir süre önce 19 Mart 2009 tarihinde Karaman’da yaptığı konuşmada “Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahirette Allah, bize ‘Niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz.”(8)

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere o siyaseti fırıldak alanı değil millete hizmet sahası görüyordu. Meclisteki mücadelesi de onun bu alandaki rol modelliğinin anlaşılmasına ışık tutar. İşte o mücadeleden kesitler:

……12 Eylülün yarattığı tahribatlar ortadan kaldırılmalı, telafi edilmelidir. Bunu hakkın iadesiyle birlikte, ordunun itibarı iadesi için istiyoruz. Milletimizle ordu arasındaki barış, bu sayede yeniden sağlanmalıdır.

İşkence, insanlık suçudur. 12 Eylül işkencecileri, ordu ile milleti birbirinden ayırmış ve küstürmüştür. Kahraman ordumuzun vefakâr ve cefakâr mensuplarını tenzih ederek, işkencecilerin teşhir edilmelerini ve yargılanmalarını istemeyi, o dönemin çilesini ve sıkıntısını çekmiş olan bir milletvekili olarak da, en tabii hak olarak buradan ifade etmek istiyorum. C-5 gibi işkence haneleri kuranlar ve işletenler, buralarda hukuku ve insan haklarını katledenler açıklanmalı ve yargılanmalıdır. 22.3.1992

Muhsin Yazıcıoğlu meclisin fonksiyonu konusunda da rol model olmuştur. Bir konuşmasında:

 Bugün, herhangi bir sınıfın veya meslek grubunun imtiyazını kutlamıyoruz; tam aksine, topyekûn bir milletin, Meclis vasıtasıyla kullandığı hâkimiyet bayramını kutluyoruz. Bu Meclisi kuranlar, işte, bu kürsüden arkasında “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ibaresini mahyalaştırmışlardır. Bu Meclisten çıkarılacak mesaj; hiçbir kişi veya kurumun, kendisini, Meclisin üstünde göremeyeceği, Meclise rağmen kendisini, kurtarıcı sayamayacağıdır.” 23.4.1997         

 “……Her birimiz kendimize göre yeni bir demokrasi tarifi yapmak yerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin savaşta bile açık kaldığını unutmadan, hiçbir demokrasi dışı güce, odağa, dayatmaya ve en önemlisi demokrasiye ara verecek cuntacı yaklaşımlara prim vermeye, mesaj vermeye – hele böylesi bir bayram töreninde- kalkışmamalıdır. 23.4.2008

Sivas olayları dolayısıyla İslam’a saldıranlara:

 “……meydana getirilmiş tahriklerin sonucu olarak oluşmuş hadiseyi getirip de camiye bağlamak, imama bağlamak, Müslüman’a bağlamak da, aynı derecede, hadiseyi çarpık bir mantıkla buraya getirmek demektir.

Değerli milletvekilleri, bir defa, İslam dini, hiç kimseyi öldürme hakkını kimseye vermemektedir. Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır ve Cenabı Allah, hiç kimseye, kendisinin hakkı olan can alma hakkını vermemiştir……

……O bakımdan, hadiseyi başka yöne çekmemeliyiz. Hadisenin Alevi-Sünni meselesiyle ilgisi yoktur. Türkiye’de bir Alevi-Sünni meselesi yoktur……… Alevisiyle, Sünnisiyle el ele tutuşarak, bu ülkenin insanları olarak, barış ve kardeşlik içerisinde yaşamanın gereğini yapmalıyız. Hadisenin camiye bulaştırılarak, şeriata bulaştırılarak, dine bulaştırılarak başka yöne çekilmesine de karşı çıkıyorum……

Şeriat İslam’dır, şeriat İslam demektir…

Hiç kimse, şeriat düzeni istemekle, şeriatı birbiriyle karıştırmasın. Kimse, bu anlamda, milletimizin inançlarına burada küfretme hakkını kendinde bulmamalıdır. Bu kürsü, inançlara küfür kürsüsü değildir…… 6.7.1993

Muhsin Yazıcıoğlu tek tipleştirmeye karşı duruşu ile de mecliste rol model olmuş bir şahsiyettir. 28 Şubat zulmünün tek tipleştirmesine karşı: “…… Eğer amaç, tek tip insan yetiştirmekse, bu, demokrasiye, çağdaşlığa, ilme ve insan haklarına aykırı bir davranıştır. Tek tip insan yetiştirmek demokrasilerde olmaz, ancak komünist ve faşist rejimlerde olur……

…… Bize göre, 8 yıllık kesintisiz temel eğitimin sebeplerinden birisi, Anadolu çocuklarının eğitim yarışında devre dışı bırakılmasıdır; Anadolu çocuklarının önünün kesilmesidir; gerek imam-hatip liseleriyle gerek çıraklık okullarıyla ve gerek Anadolu liseleriyle, Anadolu çocuklarının önü açılmaktaydı; bunun önünü kesmek istemektedirler……”

Gerçekte Muhsin Yazıcıoğlunun rol modelliğini dostu düşmanı kabul ediyor. Vefatından sonra hakkında yazılarlardan da bunu anlamak mümkündür.

Muhsin Yazıcıoğlunun gençlik yıllarında örnekliğini Mümtazer Türköne şöyle anlatır.” O bizim gençliğimizin lideriydi. Hep, hem bizden, hem de bizden fazla biriydi. Kendimizi onda bulduk ve onunla temsil ettik.

O bizim yüreğimiz, bizim duruşumuz, bizim sesimizdi. Zaman zaman korksak da, o bizim hiç geri adım atmayan cesaretimizdi. Dünya telaşı ile yalpalarken, o cetvelle çizilmiş gibi dümdüz yolunda ilerleyen gölgemizdi. Hiç eğilmeyen başımız, hiç zedelenmeyen onurumuzdu. Zamanla biz onu yalnız bıraksak da, o bizden hiç vazgeçmedi.

O bizim Muhsin Başkan'ımızdı.

1976 yılının Eylül ayının başlarıydı. Siyasal'da yeni öğrencilerin kayıtları devam ediyordu. Dev-Yol, fakültenin girişine masayı kurmuş, gelenleri zorla derneğe kaydediyor, haraç alıyordu. Bize selam verip kayıt yaptırmaya gidenlerden birkaçını da sıkıştırmışlar. Sorumluluk bendeydi. Yardım istedim. Site Yurdu'nda iki kişi beni buldu. Mütevazı ama çok kararlı görüneni benimle konuştu. Muhsin Yazıcıoğlu ile ilk karşılaşmamdı. İki saat sonra, kulaktan kulağa yayılan, iki kişinin Siyasal'ı bastığı ve iki metre boyundaki Sedat'ın herkesin ortasında adamakıllı dayak yediğine dair inanılması güç bir rivayeti dinliyordum. Birkaç gün sonra burnu bantlı Dev-Yol liderini görünce ben de bu hikâyeye inandım. Bu anekdotu, 70'li yılların Muhsin Başkan'ını resmetmek için aktardım.(9)

Liderli özelliklerine vurgu yapan Türköne “Doğuştan lider özelliklerine sahipti. Şiddetin tırmandığı yıllarda zirvedeki adamlardan biriydi; ama sükûnetini ve sağduyusunu hiç kaybetmedi. Olanlardan hepimiz sorumluyduk; ama irade bize ait değildi. Çaresizlik içinde güvenecek bir dal arıyorduk. Hepimiz ona güvenirdik. Hepimiz ona inanırdık. Bizi yarı yolda bırakmayacağını, bize yanlış yaptırmayacağını bilirdik.    ………………

Politikada farklıydı. Hep gerekli esnekliği gösteremediğini, kişiliğinden ve prensiplerinden ödün vermediğini düşünmüşümdür. Politika saf inançla yürümüyor; Muhsin Başkan hesap değil, gönül adamıydı.” (10)

Muhsin Başkanın yiğitliğini düşmanları bile fark etmiştir. Türkiye'den kaçarak hayatını Meksika'da sürdüren bir sosyalist Yazıcıoğlunun vefatı üzerine Türköneye gönderdiği mektupta yiğitliğe işaret eder. Türköne, mektuptaki "gardaş"ça satırları aktarır: "Liderinizin, ideolojik olarak hemen hiçbir şey paylaşmadığım Sayın Yazıcıoğlu'nun üzüntü verici şekilde yitirilmiş olmasına içtenlikle üzülen bir sosyalistten duygudaşça bir gönderi almak belki kederinizi bir nebze olsun azaltır düşünce ve umuduyla yazıyorum bu sözcükleri. Akıllarını ve vicdanlarını ideolojinin körleştirici kuyularında yitirmemiş olanlar, tutarlığından, ilkelerinden, yiğitlikten ödün vermeyen insanların varlığını yadsımazlar -böylesi erdemlere sahip olan insan düşünce bazında kendilerinden çok çok uzak da olsa. Sayın Yazıcıoğlu tutarlı, ilkeli, yiğit bir insandı, buna kuşkum yok, üzüntüm bundan, üzüntüm içten." (11)

Muhsin Yazıcıoğlu sözüne sadık bir kişiliktir. Bu niteliğini Nurten Ceceli “Geçen sene Kartalkaya’ya gideceğiz. Babamla da çok eski dostlardı. Muhsin’i ara da gelsin, biraz dinlenmiş olur. Siz benimle dağın öbür tarafında kaymıyorsunuz deli yürek oğlum benimle kayar. Aradım. Dedim ki, ağabey Alaattin bey sizi Kartalkaya’ya davet ediyor. Gelir mi diye seni soruyor. Olur dedi. Tek kelime. Ben de sanıyorum ki, vakitlice gelinecek, kayılacak falan. Dağa Cumartesi akşam saat sekiz sularında geldi. Akşam beraber yemek yedik. Hep güzel şeyler anlatırdı bilenler bilir. Anlattıklarını dinlerken insanın Mamak cezaevine giresi geliyordu. Ne kadar acı çektiğini, ne kadar ızdıraba duçar olduğunu ancak şimdi anlatılınca öğreniyoruz.

Biliyorsunuz herhalde yüzündeki izler söndürülmüş sigara izleriydi. Türk ordusunun söndürdüğü sigaralar. Hiçbir şey söylemeden dim dik duran bir adam. Ben bunu anlayamıyorum. Nasıl oluyor? Niye konuşmuyorlar işkenceye maruz kalanlar?

Geldi dağa. Sabah saat sekizde döneceğim dedi. Dedim ki, abi kaymaya gelmedin mi? Dedi ki, hayır. Kayamam ki, İstanbul’da toplantı var. Dedim ki, o halde niye geldin. Tek cümle. Abim çağırdı geldim.

Yanında sadece şoför. Koruma yok. Koruman nerede abi dedim. Yasin suresindeki ayete bağlayarak bitirmek istiyorum konuşmamı. Dedi ki, hangi koruma Azrail’i engellemiş ki bacım ya. Bir de onları yanımda taşıyacağım. Yazık değil mi? Bıraktım çocukları. Ankara’da bıraktı sanıyordum, Ankara’dan İstanbul’a giderken Kartalkaya’ya uğradığını zannetmiştim meğerse İstanbul’da bırakmış. Sen nereden geliyorsun abi dedim. İstanbul’dan dedi. Düşünebiliyor musunuz İstanbul’da bir toplantıya girmiş, o gün öğlenden sonra bir televizyon programı var ama tek cümle için abim çağırdı geldim demek için Kartalkaya’ya geliyor.” biçiminde ortaya koymaktadır. (12)

Muhsin Yazıcıoğlunu bin yıllık terkibin peşinde gören Lütfü Şehsuvaroğlu, onun rol modelliğini  “Kin, haset, bıkkınlık, intikam ve menfaat kavramına uzak vefa, sadakat, samimiyet, mesuliyet ve cesaret simgesi yoldaş” olarak tavsif eder.

Şehsuvaroğlu: “Gençliğin örnek şahsiyeti oluvermişti bir iki yıl içinde… Daha yakın tanışmamız ve kopmayacak bir bağla bağlanmamız 1974 yılında oldu. Neler paylaşmadık, neler yaşamadık ki?...

Onda dâvâ ya da yol dediğimiz şey önemliydi elbette. Ama yoldaşlık daha önemliydi. Hakikî yoldaşlarınız olsun tek, yolu icad ederdiniz.

Daha yirmili yaşlarda kitlelerin gönlünde taht kurmayı başarmıştı. O konuştuğu zaman sanki ta ciğerlerinin içinden konuşuyordu; yüreğinin derinliklerinden, damarlarındaki kanın her zerresini hissederek. Hani Âkif der ya daha Safahat’ının başında: “…Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım: Bir yığın söz ki, samimiyeti ancak hüneri; Ne tasannu bilirim, çünkü ne sanatkârım. Şiir için gözyaşı derler; onu bilmem, yalnız, Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!” Hani eseri ile hayatı aynı olan büyük şahsiyetler vardır ya –Âkif gibi- Muhsin Yazıcıoğlu da yaşadığı şiir gibi hayatı ve ortaya koyduğu “Büyük Birlik” fikri ile öyledir. Varsın siyaset bilimciler(!) siyasette pek başarı göstermediğini söylesinler; bence seçmen ona olan borcunu ödememekle başarısızdır.

Çektiği onca çileye, yattığı 7,5 yılı aşan mahpuslukla bile “hayata neş’e güneştir” düsturunu kaybetmemiştir. Kimseye kin gütmemiştir. Nurettin Topçu’nun “kin ile din bir arada bulunamaz” şiarını o şahsında yükseltmiştir. Hiçbir siyaset ve devlet adamında olmayan vasıflara sahiptir. Mesela ondan daha iyi ata binen kimse yoktur. Ondan daha davasında samimi kimse yoktur. Ondan en itibarlı olduğu günlerde bile kendisi ile alay etmesini ve yine en çekilmez şartlar altında yine sadece kendisine değil herkese ümit aşılamasını bilen bir başka siyasetçi yoktur. ………..

Oysa Muhsin Yazıcıoğlu, bin yıllık terkibin peşindeydi. O kin ile dini asla bir araya getirmeyen Peygamber çizgisindeydi. O siyasetten nemalananların kırk yıl uğraşsalar çözümleyemeyecekleri ayrıcalıkların, tavırların, duruşların sahibiydi. Mesela o hiçbir zaman liderine ihanet etmedi. Kim olursa olsun tahahhütlerinden, ilkelerinden, inançlarından sapma eğilimi göstermişse tavrını koydu. Zamanı kollamadı. Siyasette yükselmenin zamanını ayarlamadı. Güçlünün karşısında hesaplamalara tevessül etmedi. Çekince ortaya koymadı. Siyasetini gözleyen uluslar arası güç odaklarının görüşme taleplerine, çağrılarına yahut yönlendirmelerine kulak asmadı. ………..

Anadolu gençleri onunla kendine güven duydu ve sayesinde iddialı yerleri hak eder oldular. İçlerinde bakan, milletvekili, vali, kaymakam, belediye başkanı, gazeteci, akademisyen, şair, yazar, bestekâr, diplomatlar var. Birçok üniversitede profesör, birçok gazetede köşe yazarı…

Bir öğrenci lideri iken de, bir siyasi parti başkanıyken de memleketin ne kadar garibanı varsa işini çözmek için kendisine o kadar gerekli olan zamanını harcamıştır. Ömrünü pek de tanıyıp etmese bile kendisine başvuran herkese adamıştır. Bundan ben pek de rahatsız olur, zamanını böyle harcamasına kızardım ama asla kendisine zaman ayırmasını temin edemezdim. Huylu huyundan vazgeçer mi, geçmedi…

55 yıllık ömrünün 40 yılını “adanmışlıkla” yaşadı. 7,5 yıl tutuklu kaldı, kimseye küsmedi. İçerde yatarken bile liderdi o. Gençlik yıllarında Türkiye’yi kasıp kavuran çatışmadan kaçmadı; sorumluluk aldı ve dağıttı. Çatıştığı hiç kimseye, kendisine saldıran ve/veya ihanet eden kimseye kin gütmedi, intikam saatini beklemedi.

Onu o kadar simgeleştirdik ki, geçen zamanla gerçekten bir efsane oldu. Bunu bütün vasfıyla, düşünce gücü, altıncı hissi ve eylem kabiliyeti ile o bizzat yarattı şüphesiz fakat kuşağımız onunla aynı zamanda kendini ifade ediyordu. ………………………..

Darbelere karşı gerçek bir karşı duruş sergiledi. Bunu demokrasi ve inançları uğruna yaptı. Çoğu kimsenin korktuğu zamanlarda ilk o sesini yükseltti. Hayatının her döneminde kahramandı. Darbelere sözde karşı olmanın moda olduğu zamanlarda da fırsatçılıklara ve devlet millet çatışması isteyenlere prim vermedi.

Siyaset onun başka âleme göçüyle çok şey kaybetti. Ama ben ebediyen terk etmeyeceğime and içtiğim arkadaşımı kaybettim.” (13).

Muhsin Yazıcıoğlunun yeteneklerini yakinen bilen Burhan Kavuncu “Son ana kadar Muhsin Yazıcıoğlu'nun o olağanüstü yeteneklerini kullanarak hayatta kalmayı başaracağını düşündüm. Onu yakından tanıyan herkesin beklentisi aynıydı. Çünkü olağanüstü mücadeleci, şimdiye kadar karşılaştığı nice zorluklarla baş etmiş, her badireyi atlatmış ya da böyle olduğuna bizi inandırmış, militan vasıfları üst düzeyde bir arkadaşımızdı. Bunu da atlatacağını da umuyordum. Şimdi" sonsuzluğun sahibine" kavuştu. Hayat denilen imtihanı da aynı maharetle geçerek mağfirete ulaştı mı, inşaallah, bütün kalbimle bunu niyaz ediyor, Allah'tan ona merhamet diliyorum.

Bizim gençliğimizde yani 1980 öncesinde ülkücü gençlik arasında Muhsin Yazıcıoğlu bir efsane gibiydi. Hepimizin timsaliydi. Belki de ben en fazla 'Muhsinci' olanlardan biriydim. Hepimiz ona hayrandık. O dönemde kitlelere çok iyi hitabeden konuşmalarını hatırlamıyorum ama ikili ve grup görüşmelerinde müthiş ikna yeteneği vardı. Bunun sebebini hep merak etmişimdir. Demek ki, olaylara ve olgulara hâkim olmasını sağlayan, en azından bizden üstün bir vizyona sahipti. Parti ve bizim için biraz da hayalî bir yerde bulunan 'başbuğ' ile aramızdaki köprü gibiydi. Muhsin bizim aramızdaydı. Aynı evlerde kalıp, aynı sofralarda yemek yediğimiz, içimizden birisiydi. Herkesin özel durumuyla ilgilenir, kimin ne derdi varsa yardımına koşardı. Bu özelliğini daha sonra da, kaçaklıkta, hapislikte, ölümde, ailelerin yanında koşturan, kimin kömürü yok, kimin kirası ödenemiyor takip eden bir arkadaş, doğal bir lider olarak sürdürdü. Bu yönleriyle bir lider olarak kesinlikle örnek alınması gereken birisiydi.” (14)

Mehmet Ali Bulut Muhsin Yazıcıoğlunun tevazu yönü ile rol modelliğini çalıştığı kuruma yaptığı ziyaretten bir hatırasıyla şu şekilde izah ediyor: Kapıdan başımı uzattım. İçeri kalabalıktı, beni görünce yerinden kalkıp geldi kapıya kadar ve kucaklaştık. Utandım. O gün “bu kadar tevazu ile bu güzel adam hiçbir şey yapamaz bu çarşıda” diye düşünmüştüm. “ (15)

Ali Odabaş’ın gözünde Muhsin Yazıcıoğlu bir alperendir. Odabaş onu şu şekilde tavsif eder.  “O, yaklaşık 40 yıl boyunca milletine hiç yanlış yapmayan, eğilmeyen, bükülmeyen ve dimdik duran bir Alperendi.

Çünkü O, oturduğu koltuğa tepeden inerek, güç odaklarından destek alarak, birilerine bedel ödemesini gerektirecek pazarlıklara girerek değil, milletinden aldığı güçle ve tırnaklarıyla kazıya kazıya gelen bir idealistti.

Çünkü O, inandığı davası uğruna Medrese-i Yusufiye’de uzun yıllar çile çeken ve sonrasında da kuyudaki Yusufları kuyudan çıkarmak için çabalayan bir cefakârdı.

Çünkü O, 12 Eylül sonrası Mamak Askeri Cezaevi’nden bir dilekçe ile tahliye olma fırsatı varken, arkadaşlarım benden güç alıyorlar, ben çıkarsam moralleri bozulur diyerek avukata dilekçe vermemek için direnecek kadar vefakârdı.

Çünkü O, karşısındaki insanı -kendisine anlatılan şeyler çok önemli işler veya şeyler olmasa bile- bitmek bilmeyen bir sabırla (buna defalarca şahit olmuşumdur) dinleyecek kadar nazik ve insancıldı.

Çünkü O, yaşadığı acı tatlı olaylardan sürekli dersler çıkaran ve bu doğrultuda kendini geliştiren, yenileyen iyi bir vatandaştı.

Çünkü O, yoğun siyasi faaliyetler, sürekli koşuşturmalar içerisinde bile birçoğumuzun yapamadığı kadar iyi bir aile reisiydi.

Çünkü O, milletin gülen yüzüydü. Bugün siyaset sahnesinde varlıklarını sürdüren siyasilere bakınca bu daha da bir anlam kazanıyor aslında. Onu kaybetmeden bu özelliğine çok dikkat etmemiştim ama bir insana gülmek bu kadar yakışırmış ancak. Her zaman tebessüm eder, yanından yakınından geçen insanlar ile muhakkak göz teması kurar ve selamlaşırdı. Özellikle vefatından sonra afişlerde kullanılan kırmızı-beyaz kravatlı fotoğrafına bir daha dikkatlice bakmak gerekir.

Çünkü O, her zaman “derin millet” in sözcüsü, gözcüsü olmayı seçim sandıklarından büyük oy oranları ile zaferle çıkmaya tercih etmiş, Türkiye’nin alışık olmadığı ve bir örneği daha olmayan bir siyasetçiydi.” olarak tavsif eder. (16)

Bilal Özkaynar da Muhsin Yazıcıoğlunun şahsiyetini: “ Her zaman omurgalı, dik ve bir Müslüman Türk’e yakışır şekilde davranmıştır. İster bir millet olsun, ister bir grup olsun isterse bir şahıs olsun; mazlumun, sahipsizin, ezilenin yanında yer alırdı. Önüne, arkasına, sağına, soluna bakmadan, yanımda kaç kişi var diye düşünmeden Hak'ka dayanarak eylemini yapardı. Gücünü imanından, iradesini yüreğinden alırdı.

Hani derler ya "Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır." diye. Ama bu söz hercai siyasetçiler ve süfli karakterler elinde insanları kandırmaca olarak kullanılarak istismar edilir. Mert ve sözünün eri siyasetçiler, liderler ve devlet adamları içinse bu bir göstergedir. İşte rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu için yerinde söylenebilecek geçerli bir sözdür. Ülkücü olduğu günden bu yana cezaevi öncesinde ve sonrasında yaptığı davranışlara bakarsanız hiçbir zaman rüzgâra göre yön değiştirmediğini, bir yıllık bitkiler gibi eğilmediğini, bir çınar misali hep sağlam durduğunu göreceksiniz. Bilindik siyasetçiler gibi uluslararası dengeleri tanımazdı, uluslar arası güçlerin karşısında onurluca davranırdı. Aman şu devleti kızdırmayalım, aman AB'le aramızı bozmayalım, aman karşımızda kızıl orduyu buluruz gibi çekinden ve ürkek davranmazdı. Aman dünya devletlerini ve onların arka plandaki güçlerini kızdırırsak, onlara ters düşersek bize soğuk bakarlar, bizi iktidar etmezler hesabını yapmadan tavrını belirlerdi. Tavrını belirlerken de tek kıstası hak ve mağduriyetti. O'na göre hakkı gasp edilen, mağdur edilen, zulme uğrayanın milleti, dini, mezhebi ne olursa olsun korunmalı ve gözetilmeliydi. ” (17)

Kısaca Muhsin Yazıcıoğlunun mücadelesini tahlil ettiğimizde tıpkı azmini takdir ettiği Celalettin Harzemşah gibi cihad şuuru ile yaşadığını ve hayatının o şekilde sonlandığını görürüz.  Bilindiği üzere İslami anlamda kahramanların bir tek gayeleri vardır.  O da İlayı Kelimetullah uğrunda cihadtır. Bilindiği üzere Cihad, ferdin bütün imkânları ile inancı doğrultusundaki gayretini ifade eder. Yazıcıoğlunun mücadelesi ve hayatı bu gayretlerle doludur.

SONUÇ

Özetle, Muhsin Yazıcıoğlu üstün ve fazıl meziyetlere sahip “rol model şahsiyet” konumunda olmuştur.  Yukarıda yolları kesişenlerin anlatımlarından da anlaşılacağı üzere politikayı siyasete dönüştürmeyi hedefleyen ve siyaseti nizamı âlem ülküsü için yapan Muhsin Yazıcıoğlunun meziyetleri genç nesillere ve siyasetçilere kazandırılması ve benimsetilmesi gerekir. Yazıcıoğlunun yazdıkları, yaptıkları ve yaşadıklarından faydalanılmalıdır.

Sonuç olarak alperenlik iddiasında olan herkesin “rol model ”lerin etkili olduğunu bilmesi ve yetiştirmek istediklerinin önüne Muhsin Yazıcıoğlunu model olarak koyması gerekir ki, kamet ve istikametleri belirgin olsun.

Alperenlerin ve nizamı âlem tasavvuruna sahip olanların, Michel Jackson, Madonna, Bon Jovi vb.’nin yetişenler tarafında model alınmasını önlemeleri ancak kendi efsanevi kahramanlarımızı ve dolayısıyla Muhsin Yazıcıoğlu gibilerini onlara “model şahsiyet” olarak sunmaları ve benimsetebilmeleriyle mümkündür.

Konuya bu açıdan baktığımızda siyasi tarihimizde Muhsin Yazıcıoğlu kahramanlıkları, nitelikleri ve büyük birlik tasavvuru (18)olan mümtaz bir “model kişiliktir.  O hem bir gençlik lideri hem de siyasi aktör olarak güçlüklere göğüs germesini bilmiş ve cenazesiyle destanlaşmıştır. 

Kısaca Celalettin Harzemşah’ı beğenen Muhsin Yazıcıoğlu gençliğin silah yerine kalem tutmasını öğütlemiş, dünyanın neresinde olursa olsun gücü nispetinde mazlumun yanında yer almış ve bu şekilde iz bırakmış “rol model”lerdendir.

Ruhu şad, mekânı cennet olsun. Allah rahmet etsin. 10.03.2011

 

KAYNAKLAR

 

 1-Arvasî, S. A., Türk- İslâm Ülküsü, C.III, Ankara 1983,s.22”

2- Bayraktar, M. F. : İslam Eğitiminde Öğretmen-Öğrenci Münasebetleri, İstanbul 1984, s.40.

3- Komisyon : Çocukları Tanımak, M. E. B. Yayınları, Ankara 1965, s.195.

4- Muhammed Kutub : İslam Terbiye Metodu, Çev. Ali Özek, İstanbul 1977, s.253.

5-http://www.porttakal.com/haber-yazicioglu-nun-hayati-boyunca-ornek-aldigi-kisi-268705.htm, Erken Veysi, Dik Duran Adam Muhsin Yazıcıoğlu, Ankara 2010

6- Sungur, Çetin, http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/celalettin-harzemsah.html

7- Erken Veysi Er Kişi Muhsin Yazıcıoğlu, Ankara 2009, s.6.

8- Erken Veysi Er Kişi Muhsin Yazıcıoğlu, Ankara 2009., s.6

9- Türköne, Mümtazer, http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=830523

10- Türköne, Mümtazer, http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=830523””

11- Türköne, Mümtazer, http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=831311

12- Alkan, Nurten, Er Kişi Muhsin Yazıcıoğlu kitabından Naklen, Ankara 2009., s.55-62

13- Şehsuvaroğlu, Lütfü, Bin Yıllık Terkibin Peşinde idi, Er Kişi Muhsin Yazıcıoğlu kitabından Naklen, Ankara 2009., s.81-87.

14- Kavuncu, Burhan, Muhsin Yazıcıoğlu, Erken Veysi Bir Kar Tanesi Olsam Muhsin Yazıcıoğlu Kitabından Naklen, Ankara 2010.s.111

15- Bulut, M. Ali, Senin İçin Ağlıyorum Ama Seninle Gurur Duyarak, Erken Veysi Bir Kar Tanesi Olsam Muhsin Yazıcıoğlu Kitabından Naklen, Ankara 2010, s.45.

16- Odabaş, Ali. Derin Milletin Sesi, , Erken Veysi Bir Kar Tanesi Olsam Muhsin Yazıcıoğlu Kitabından Naklen, Ankara 2010, s.53-54.

17- Özkaynar, Bilal Habeşi, Muhsin Başkan sağ olsaydı bugün ne yapardı, Alperen Dergisi, s.20, Ankara 2011

18-Erken Veysi, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Büyük Birlik Tasavvuru, Ankara 2010.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?